Kabala’nın Yaygınlaşmasının Başlangıcı

Soru: Sizi kitap yazmaya motive eden şey nedir? İlk kitabınızı 1983’te yayınladığını söylediniz. Onu neden yazdınız?

Cevap: Çünkü bana “Kabala nedir?” diye soran birçok insanla tanıştım. O yıllarda toplumun çoğu Kabala hakkında hiçbir şey bilmiyordu.

Bu nedenle, insanlara tanıtılmasına ve ana hükümlerin, temel kavramların verilmesinin gerektiğine karar verdim. Bu kitaba “Kabala’nın Temel İlkeleri – Anlaşılabilir Yeniden Anlatımla” adını verdim. Kanımca iyi oldu. En azından çok hızlı yayıldı. Hemen Amerikan Büyükelçiliği, yazdığım ilk üç kitabın her birinden 300 kopya satın aldı

90’lara gelindikçe, Rusya’da 50.000 adet kopya yayınlamak mümkün hale geldi.

Soru: Bu kitapları yazdıktan hemen sonra daha fazla öğrencinin size gelmeye başlamasıyla ilgili herhangi bir bağlantı var mı?

Cevap: Hayır. O zamanlar çok öğrencim yoktu. Sovyetler Birliği’nde perestroyka başladığında insanlar İsrail’e gelip Kabala’yı keşfetmeye başladı. Kabala hakkında yayınlanmış kitaplar olmasına rağmen, süreç yavaştı.

Yavaş yavaş, İbranice konuşan gruba paralel olarak Rusça konuşan bir grup oluşturuldu. Haftada bir, 30-40 kişinin bir araya geldiği evimde öğretmenlik yapıyordum.

Ayrıca Rusça bir radyo programı yaptım ve bu aynı zamanda yeni gelenleri de çekti. Daha sonra Kanada’da, Amerika’da konferanslar verdim, gerçi oralara nadiren gittim. O zamanlar böyle bir ihtiyaç yoktu çünkü Kabala daha yeni yayılmaya başlamıştı. Her şey 2000 yılına yakın başladı.

Soru: Şu anda yazdığınız kitaplar birçok dile çevrildi mi?

Cevap: Evet, çünkü dünyanın tüm ülkelerinde öğrencilerim var. Bunlar Japonya, Okyanusya, Rusya, Çin, Hindistan, Avrupa ülkeleri, aşağı yukarı seyahat ettiğim, dersler verdiğim, seminerler ve kongreler düzenlediğim Güney ve Kuzey Amerika’dan bahsetmeye bile gerek yok. Nerede öğrencilerim olmadığını bilmiyorum. Afrika’da bile düzenli öğrenciler var.

Ruhunuzun Büyümesine Yardımcı Olun

Her birimizin ve hepimizin birlikte ruhun Partzuf’unu inşa ettiğimiz karşılıklı bütünleşmemize adandığı için “Her Biri Dostuna Yardım Etti” en önemli konudur. Böyle bir karşılıklı bütünleşme olmadan, manevi bir kap inşa edemeyeceğiz ve manevi olguları, üst gücü, Yaradan’ı onun içinde hissedemeyeceğiz.

Bunu başarmak için dostlara ihtiyacım var, sadece dış iletişim için değil, kalp ve ruhu birleştireceğimiz ve onludaki herkesin diğerlerinden izlenimler edinmesine, nitelikleriyle aşılanmasına yardım edeceğimiz dostlara ihtiyacım var. Böylece her biri, onlunun tamamını hissedebilecekleri bir Kli oluşturacak. Herkes herkesi içine alacak ve Kli’miz bununla inşa edilecektir.

Bu çalışma ıslahın sonuna kadar devam eder. Giderek daha fazla insan, bir araya geliyor, her biri kendi onlusunda, kendilerini inşa ediyor. Ve sonra onlular birbirine bağlanır. Onlu, birmiş gibi hissetmeye başladığında, diğer onlularla birleşme arzusunu ve ihtiyacını hisseder.

Aynı bağ yöntemi burada da geçerlidir ve Kli büyür ve daha karmaşık hale gelir. İlk manevi kap on arkadaştan oluşur ve yirmi kişinin birleştiği ikincisi zaten yüz kişinin gücüne sahiptir çünkü on çarpı on gibidir. Bu doğrusal büyüme değil, üstel büyümedir.

Dolayısıyla bir gruba geldiğinizde sadece dostlarınızla birlikte öğrenmek yeterli değildir. Onların nitelikleriyle aşılanmam ve her birinden Yaradan’a özel arzularını toplamam gerekir. Yani hepimiz herkesi içine alır.

Aksi takdirde, insan inşa etmezse ruh sahibi olmaz. Dolayısıyla sadece bir grup içerisinde olmak ve tüm faaliyetlere katılmak yeterli değildir. Asıl mesele, bağımız ve Yaradan ile birleşmek için özlemleri edinmeye çalışmaktır. Bunu yaparak, içinde onunla form eşitliğine göre üst gücü ifşa edeceğimiz, kendi aramızda bir bağ ağı kurarız.

Kongrede bu karşılıklı bütünleşmeyi sağlamaya, bu konuda birbirimize yardımcı olmaya çalışmalıyız. Bu hem çevreden hem de içeriden herkesi etkileyecek genel atmosfer, çok sayıda onlunun katılımı ve her onludaki bağ ile kolaylaştırılacaktır.

Ruhumu bu şekilde inşa ediyorum. Kabalistlerin, her biri on kişiden oluşan, onlunun birleşmesi gerektiğine karar vermeleri tesadüf değildir. Onluda, herkes başkalarıyla bütünleşmek, niteliklerini ve manevi özlemlerini edinmek için kendini iptal eder.

Artık dostlarımın maneviyat özlemleri dışında kişisel niteliklerini umursamam. Sadece onlarla dolu olmam ve onlardan ruhumun ilk dokuz Sefirot’unu inşa etmem gerekir. Ben kendim, dostlarından ilk dokuz Sefirot’u almak ve ruhunun Partzuf’unu inşa etmek adına onları kullanmak için kendisini iptal eden son Sefira Malkut’um. Ve onludaki her dost da öyledir.

Ve o zaman, herkesin dostlarıyla karşılıklı bütünleşme yoluyla kendi içinde inşa ettiklerinden etkileniriz ve aynı inşayı sürdürdüğümüz gerçek, bağımsız bir manevi Partzuf’umuz olur. Her onlu, diğer onludan etkilenmeye ve onların karşılıklı bütünleşmesini, Yaradan’a olan arzularını özümsemeye çalışır ve böylece Adam HaRishon’un tüm ruhunu inşa edene kadar giderek daha karmaşık ve daha büyük bir ruh inşa ederiz.

“Salgının Dini İnançları Güçlendirme Yolu” (Linkedin)

İnsan kasvetli bir gerçeklikle yüzleşemediğinde, gökyüzüne bakmak içgüdüsel bir tepkidir.  ABD’de virüsün patlak vermesinden bu yana, geçen bir yılda COVID-19 salgınında yarım milyon insan hayatını kaybetti.  Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan yakın tarihli bir anket, ekonomik olarak gelişmiş ülkelerden insanların, COVID-19 patlamasının dini inançlarını artırdığını iddia ettiğini ortaya koyuyor, özellikle ABD’de yaklaşık on Amerikalı yetişkinden üçünün Koronavirüs salgınının inançlarını güçlendirdiğini söylüyor.

Medeniyetin gelişimi bizi doğadan uzaklaştırdı;  bu nedenle, onun davranışının farkında değiliz ve ona karşı daha savunmasız hissediyoruz.  Bu nedenle, muazzam teknolojik kapasitemize rağmen, küresel salgınlar, iklim değişikliği ve diğer krizler karşısında çaresiz kalıyoruz.  Nereden kaçacağımızı, nasıl başa çıkacağımızı bilmiyoruz ve kesinlikle ufukta parlak bir gelecek görmüyoruz.

Bu zamanların belirsizliği, net cevapların olmaması ve umutların azalması, insanları çok eski zamanlardan beri yaptıkları gibi, kaderlerine rehberlik edebileceğini umdukları daha yüksek bir güç için aramaya sevk ediyor.  Karanlıkta el yordamıyla aramaya başlarlar ve sorarlar: Çevremizde gördüğümüz bu kötülüğü yaratan bu güç nerede şimdi, bir sonraki darbeden nasıl kurtulabiliriz ve genel olarak bu dünyanın anlamı nedir?  Bu salgından daha fazla insanın öldüğünü duyduğumuzda, güvenlik duygumuz zayıflıyor, sevdiklerimiz için korku artıyor ve hayat alışılmadık, belirsiz bir gri ton alıyor.  Öte yandan, yaşam koşulları geçen yıl büyük ölçüde değişti.  İş eve taşındı, çocuklar uzaktan eğitime daldı ve yaşam çerçevesi aile sınırları içine indirildi.  Dünyamız küçüldü.

İnsanlar artık neye güveneceklerini veya umutlarını nereye bağlayacaklarını gerçekten bilmedikleri zaman, güvenlik sağlayan bir ışık huzmesi arayışındaki azalan seçeneklerle, din bir dayanak noktası, bir istikrar kaynağı haline gelir.  İçinde her soruya mutlaka bir cevap bulamayabilir ama en azından insanların karşılaştığı korkutucu gerçeklikten biraz rahatlama hissi verir.

Bu geriye doğru bir eğilimin veya daha dindar ve muhafazakâr bir dünyaya doğru eğilimin işareti değildir.  Bunun yerine, bir kargaşa ve çökmekte olan temeller zamanında, yaşamın anlamını arayan insanlığın ve yaşamı yöneten Yüce Güç ile yakınlık içinde geleceğe güvenen bir bağ için, büyüyen bir arzunun işaretidir.  Ancak bu arayış içinde, dini kalıcı bir sükûnet ve tatmin sağlamak için yetersiz bulanlar cevap aramaya devam edecekler.

Ana dinler, tüm dünyaya yayılmadan önce bile sayısız inanç, ritüel ve putperestlik uygulamaları vardı.  İnsanoğlunun her zaman bir güvenlik duygusuna ve açıklanamayanlar için cevaplara ihtiyacı olmuştur.  Bu fikir tartışmalı Karl Marx’ı “din halkın afyonudur” iddiasına sevk ederken Voltaire “Tanrı olmasaydı onu icat etmek gerekirdi” demiştir.  Nitekim kişinin daha yüksek bir güçle bağ kurması iyidir.  Bu, tarihsel gelişim eksenimiz boyunca tezahür eder: kabileler tanrıçalarını onurlandırmak için şenlik ateşlerinin etrafında dans ettiler, heykellere boyun eğdiler ve bu tür uygulamalar yapılandırılmış dinlere ve inanç sistemlerine dönüşene kadar, doğanın gücüne farklı şekillerde taptılar.

Son araştırmanın gösterdiği gibi, salgının son günlerinde dini inancın güçlenmesi, aslında insanlığın içinden geçtiği daha geniş bir gelişim sürecine işaret ediyor.  Küresel COVID-19 salgını bize dünya çapında küçük bir köy olduğumuzu ve gerçekte her ayrıntıyı kontrol eden yüce bir güç altında hepimizin birbirine bağlı olduğumuzu öğretiyor.

Hepimiz, tüm parçalarıyla bağlantılı, tek bir uyumlu doğal sistem içindeyiz ve kişinin zıt egoist doğasının bir sonucu olarak kişi, kendisiyle diğerleri arasındaki bağ iplerini defalarca koparır, böylece doğa yasalarını ihlal eder ve insan toplumunu çevremizdeki yüce gücün hissiyatından koparır.  Koronavirüs, insanlık ve doğa arasında yaratılan boşluğu yeniden doldurmak için bir tür katalizör olan, ahenkli doğa adına insanlığa bir tepkidir.  Bu nedenle acilen ihtiyacımız olan şey aramızdaki olumlu bağlardır, başka bir deyişle sevgi dinidir.

Geleneksel dinin benimsenmesine geçici olarak dönme eğiliminde yanlış bir şey yoktur, bu ilerlememize katkıda bulunur.  Birincisi, insanları birbirine bağlar ve onlara birlik içinde bulunan iyilikler hakkında ipuçları verir.  Bu arada egoist bir bağ olmasına rağmen, daha sonra özgecil hale gelmek üzere düzeltilecektir.  İkincisi, din, inananlara bütünsel doğa ile ilgili zayıflıklarını ortaya koyar ve Yüce Güc’e bağımlılığı ortaya çıkarır.

Böylesine derin bir ilişki herhangi bir dini uygulama, görenek veya gelenekle çelişmez, ancak onlarla aynı sırada gider.  En önde gelen Kabalist Yehuda Ashlag, Son Neslin Yazıları’nda şöyle yazdı: “Komşunu kendin gibi sevmenin dışında, her ulus kendi dinini ve geleneklerini takip edebilir ve biri diğerine karışmamalıdır.”  Çünkü sevdiğin zaman herkes için, her biri için bir yer vardır.  Bu, her toplumun en büyük gücüdür.

 

“İptal Kültürü Karşısında Durum” (Linkedin)

Politik doğruluğu sürdürme çabasının en zararlı sonuçlarından biri, “iptal kültürü” olarak bilinen şeydir. Temel olarak, birisi PD (politik doğruluk) yönergelerine uygun olmayan bir şey söyler veya yazarsa, bu, o kişinin iptal edildiği, dışlandığı, sosyal medyadan yasaklandığı, sık sık işten atıldığı ve her zaman halkın kendi belirlediği sansürcüler tarafından cezalandırıldığı anlamına gelir. İptal kültürü yalnızca özünde kötü değildir; insan toplumunun doğasına, insan olmanın doğasına ve aslında doğaya da aykırıdır.

Diğer insanlarla temastan dışlanmış bir insan gelişemez. İnsan teması, insani gelişim için vazgeçilmezdir ve karşılaşılan insanlar ne kadar çeşitli olursa, kişi o kadar gelişir. Aynı düşünce çizgisine, aynı inançlara ve aynı tavırlara sahip sadece bir tür insan görerek büyüyen bir çocuk, ebeveynlerinin tam bir kopyası olacak şekilde gelişecektir. Bu ille de kötü değildir, ama aynı zamanda insanlığın ya da yaratılışın amacı da değildir.

Doğanın tüm unsurları gelişmek, değişmek ve varoluşun daha yüksek seviyelerine yükselmek için yaratılmıştır. İnsanlar dışlanmaz. Örneğin suyu düşünün. Su iki gazdan oluşur: hidrojen ve oksijen. Tek başlarına görünmezler, hiçbir şekilde tespit edilemezler. Daha da kötüsü – zehirlidirler. Bununla birlikte, onları birbirine bağlarsanız, su elde edersiniz – hayatın temelini ve her canlının hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu şeyi.

Aynı şekilde bir metal türü olan sodyumu da sarı-yeşil bir gaz olan klor ile birleştirin ve yediğimiz yiyeceklere tat veren ve atalarımızın koruyucu olarak kullandığı sofra tuzunu elde edersiniz. Her şey bu şekilde çalışır: Su ve un alıp ekmek, kek veya makarna yapabilirsiniz. Gerçekliğin tüm parçaları, daha da karmaşık bileşikler oluşturan ve sonunda Dünya Gezegeni olan ekosistemi oluşturan bileşikler üzerine inşa edilmiş bileşiklerdir. Gezegenler ise Samanyolu galaksisini oluşturan Güneş’in güneş sistemini oluşturur ve galaksiler evreni oluşturur.

Evrenin yaratılışının herhangi bir noktasında, gerçekliğin herhangi bir unsuruna iptal kültürü uygulanmış olsaydı, bunların hiçbiri olmazdı. İnsan uygarlığı da, herhangi bir noktada, yalnızca bir ırk veya tek bir inanç ya da bir kültür devralmayı başarmış olsaydı, evrimleşmiş olmazdı. İptal kültürü uygulandığında, Nazi Almanya’sındaki gibi, bu felaketle sonuçlandı.

Bununla birlikte, boykot kültürüne karşı çıkmak, herhangi bir düzey veya tarzın sağlıklı olduğu anlamına gelmez. Doğadaki bileşikler, belirli bileşenlerinin kimliğini kaybetmediği gibi, her birimiz de bireyler olarak benzersizliğimizi korumalıyız. Bununla birlikte, büyüme ancak yeni, daha karmaşık ve aslında kendimizden daha yüksek bir düzeye sahip bir şey yaratmak için bireysel benliklerimizi diğer bireysel benliklerle birleştirdiğimizde var olur. Hepimiz olmadan bir şey var olmayacak; ikimiz de değil, birleşmemizin yarattığı yeni bir şey olacak. Suyu tekrar düşünün: Hidrojen kendi içinde var olur ve oksijen de öyle, ama sadece birlikte çalıştıklarında suyu, yaşamı yaratırlar.

Aslında hayat, bireysel benliklerinden daha karmaşık ve daha yüksek varlıklar yaratmak için bir araya gelen farklı şeylerin birleşimidir. Gelişmek istiyorsak, insan olarak kolektif evrimimiz için bütünleşmeyi benimsemeliyiz. Durgunluk ve ölüm istiyorsak, hiçbirimiz kalmayana ve yokluğumuzdaki evrim devam edene kadar birbirimizi iptal edelim.

Doğru Bağ Yasasını Anlamak

Yorum: Büyük Kabalist Rabbi Akiva, Tora’nın, komşunu kendin gibi sevmek olduğunu söylemiştir.

Cevabım: Bu onun genel yönüdür, genel bir kanundur.

Soru: Orada binlerce sayfada ne anlatılmalıydı? Her şey oldukça basit: Komşunuzu kendiniz gibi sevin. Burada hiçbir şeyi açıklamanıza gerek bile yok. Ancak tarih boyunca kimsenin başarılı olmadığını gördük. Bu yasayı kimler yerine getirebilir?

Cevap: Yasanın uygulanması tek şeydir. Yazılanları anlamak imkansız olsa bile.

Bu yasa, doğanın tamamını, kesinlikle bir insanın tüm niteliklerini, onun arzu ve düşüncelerini, çağların sonuna kadar insanlığın başına gelebilecek her şeyi içerir. Bütün bunlar çok basit bir cümlede yer alıyor: Komşunu kendin gibi sev. Yani, olan her şey sadece bu kuralın uygulanması için gereklidir.

Komşunuzu sevmek, doğru birliğin yasasıdır. Tıpkı cansız seviyede olduğu gibi, proton ve elektronlardan oluşan atomlar birleşerek moleküller oluştururlar, bu yüzden insan seviyesinde insanlar da aynı şekilde birleşmelidir.

Sadece bunu içgüdüsel olarak değil, kendi başımıza yapmalıyız. Tora, bir kişiye bunu kendi başına nasıl yapacağını ve komşunu sev yasasının farkına varmasını açıklayan bir talimattır.

Ama buna nasıl yaklaşacağınızı bilmeniz gerekiyor. Her şeyden önce, kişi kendi doğasını, komşusunun doğasını, ona nasıl yaklaşacağını ve ne yapacağını bilmelidir. Bu hiç de kolay değildir! Bu binlerce kitap gerektirir.

Çevremizdeki dünyaya bakın. Bunu kim uyguluyor? Keşke her şey bu kadar kolay olsaydı! İnsanlar buna yaklaşmak bile istemiyorlar.

Yorum: Ne yazık ki, Tora’nın tam olarak söylediği şeyin bu olduğunu anlamıyoruz. Tarih boyunca bilgeler bunu asla açıklayamamıştır.

Cevabım: Bunu isteyen, bir açıklama alır. Bunun için bir Kabaliste gelip ondan öğrenmesi gerekir.

 

“Egoist İnsanların Egolarının Arkasında Ne Vardır? Birisi Egolarını Kırıp İçeri Girerse Ne Yaparlar? ” (Quora)

Tüm insanlar egoisttir. Egoizm, insan doğasının ayrılmaz bir parçasıdır. Yani, insan doğası bir haz alma arzusudur ve ego, başkalarının ve doğanın pahasına haz alma niyetidir.

Haz alma arzumuz, kendimizi ve insan türünü korumak adına yemek, seks ve aile için olan bireysel arzular ve başkalarının sahip olduğunu istediğimiz, egoist arzularımız tarafından harekete geçirilen para, onur, kontrol ve bilgi için olan sosyal arzular olarak bölünür. Sosyal arzularımız her türlü bireysel, toplumsal ve ulusal gelişmeyi beraberinde getirir. Ayrıca yaşamın anlamını ve amacını sorgulayan ve bize bireysel ve toplumsal arzuların artık bizi tatmin edemeyeceği hissini veren bir manevi arzu çekirdeğine sahibiz. Birbirini izleyen her arzu seviyesinin ortaya çıkışı, gelişimimizin kapsamına bağlıdır.

Egonun sorunlarımızın ve krizlerimizin nedeni olduğunu ve ego olmadan hayatımızın çok daha huzurlu olacağını düşünmek yaygındır. Bununla birlikte, egonun varlığı için çok iyi bir neden vardır.

Ego, bizi hayvanlar aleminden ayıran şeydir. Yaptığımız her şeyin arkasında çalışan motordur. Gerçekten çok fazla zarar getirmesine rağmen, ego bizi dünyadaki en güçlü ve etkili varlıklar yapmıştır. Ego ile ilgili sorun, onu yanlış uyguladığımızda ortaya çıkar. Aksine egoyu olumlu, doğru ve faydalı bir şekilde kullandığımızda hayatlarımız uyumlu, dengeli ve huzurlu hale gelir.

Egoyu olumlu, doğru ve faydalı bir şekilde kullanmak ne demektir?

Bu öncelikle, parçası olduğumuz tek bir sistem olan, birbirine bağlı ve birbirine bağımlı bir doğada nasıl var olduğumuzu keşfetmeye bağlıdır. Tek bir sistemde var olduğumuzu hissettiğimizde, o zaman kendimizi çok daha büyük bir sistemin küçük parçaları olarak hissederiz. Dışımızdaki daha büyük doğa sisteminin büyüklüğünü hissederek, bu sisteme fayda sağlayacak şekillerde düşünme ve hareket etme ihtiyacını hissederiz. O zaman hücre ve organların, parçası oldukları tüm organizmaya hizmet etmek için ihtiyaç duydukları şeyleri almalarına benzer şekilde, buradaki varlığımızla diğer insanlara ve doğaya fayda sağlamak istediğimiz hesaplamasıyla doğal olarak hayatın tadını çıkarmaya başlarız.

Doğuştan gelen yaşama hissimiz, kişisel çıkarımızı başkalarına göre öncelik vermektedir. Bu nedenle, doğanın birbirine bağlılığı ve karşılıklı bağımlılığı, anlayışımıza ve duygularımıza rehberlik eden yeni bir tür eğitime – integral (bütüncül) eğitime – ihtiyacımız vardır. Mutlu ve kendine güvenen bireylerden oluşan uyumlu bir dünya, egomuzun birbirini ve doğayı hiç durmadan sömürmesine, suistimal etmesine ve manipüle etmesine izin vermenin yol açtığı tüm sorunlardan arınmış bir dünya yaratmanın anahtarıdır.

“Covid – Toplumsal Değişim İçin Bir Katalizör” (Linkedin)

Herkes aşı olmak için acele ederken veya alternatif olarak, aşıların insanlara karşı bir hükümet planı olduğu ilan edilirken, çok önemli bir şeyi görmezden geliyor gibiyiz: ilk başta, virüs neden ortaya çıktı? Bu soruyu cevaplayana kadar, aşılar ne kadar verimli ilan edilse de ondan kurtulamayacağız.

Koronavirüs normal bir virüs gibi görünse de bundan çok daha fazlasıdır. Virüs, düşüncelerimizi ve arzularımızı, insanlar ve ülkeler arasındaki ilişkileri değiştiriyor ve bunu tüm dünyada yapıyor. Covid-19, çok katmanlı bir hastalıktır; bize sadece ellerimizi yıkamamız ve maske takmamız gerektiğini öğretmemeli. Aksine, temel amacı bize hayatlarımızla nasıl ilişki kuracağımızı öğretmektir.

Yani, bize sadece birbirimizle nasıl ilişki kurmamız gerektiğini değil, aynı zamanda bir bütün olarak yaşamla, yaşamın özüyle ve amacıyla nasıl ilişki kurmamız gerektiğini de öğretmelidir! Bu nedenle, Covid öylece çekip gitmeyecektir. Bizi tamamen tüketene kadar, tüm sosyal sistemlerimizi değiştirmeyi kabul edene kadar, görünüşünün ardındaki niyeti görene kadar, yani insan ilişkilerini dönüştürene kadar, mutasyona uğrayacak ve kendini değiştirecektir.

Gerçekten de, SARS-CoV-2, namı diğer “Koronavirüs”, onu gerçekten iyileştirebilecek tek çareyi bulana kadar bizi yıpratacaktır. Bu çarenin biyolojik yeniliklerle hiçbir ilgisi yoktur ve her şeyin duygusal dönüşümlerle ilgisi vardır. SARS-CoV-2 için çare, birbirinizi sevmeyi öğrenmektir, ama gerçekten, içtenlikle olmalı. Kulağa tuhaf gelse de bu çare sadece Covid-19 için değil, Covid dahil tüm rahatsızlıklarımıza da çare olur ve nedeni ortadan kaldırana kadar bu ürünü yani virüsü yok edemeyeceğiz.

Covid’in bizi ilk önce nasıl ayırdığını, bizi nasıl kapattığını ve okullarda, işyerlerinde, rekabetçi spor oyunlarında, endüstride ve birbirimize yardım etmek yerine birbirimizle rekabet ettiğimiz her yerde, zehirli ilişkilerimizi ortadan kaldırmaya nasıl zorladığına dikkat edin. Buna karşı çıkmaya, ekonomiyi yeniden açmaya ve sosyal bağımızı yenilemeye çalıştığımızda, Covid daha da kötüleşti ve daha da genç insanları etkilemeye başladı, akciğerlerden kana ve kandan beyne geçerek daha da kötüleşen sonuçlarla, bir yandan da öncekinden daha da bulaşıcı hale geldi. Covid, aynı zamanda aile üyelerini de ayırdı ve bizi her seviyedeki insanlarla bağımızı yeniden düşünmeye zorlamak için, ayrılık acısını daha da acı verici hale getirdi.

Virüs, tüm bağımızı her seviyede yenileyene kadar durmayacaktır. Birbirimize özenle ve önemle nasıl davranılacağını, insanların kendilerini güvende ve hoş karşılandığını hissedecekleri toplulukların nasıl inşa edileceğini, zayıf ve savunmasızları sömürmeyen toplumların nasıl inşa edileceğini, medyadaki ana sesin dışında düşünen herkesten kaçmak yerine, çeşitliliği nasıl kucaklayabileceğimizi öğrenene kadar, tüm bunları öğrenene kadar, Covid normal bir yaşam sürmemize izin vermeyecektir.

Covid’in neden burada olduğunu bilmek ve ihtarlarına uymak, salgından kurtulmamızın tek yoludur. Onun yakalamasından kaçmak için bir sağa bir sola kaçmaya çalıştığımız sürece, virüs sadece durum üzerindeki mutlak gücünü artıracaktır. Teslim olup, birbirimize değer vermemiz gerektiğini kabul eder etmez, bizi hemen bırakacaktır.

“Hayatımda Neden Kötü Şeyler Oluyor?” (Quora)

Aslında başımıza kötü şeyler gelmez, ama ıslah etmemiz gereken belirli bir tür ifşa durumu gerçekleşir.

Bu ifşa gerçekleştiğinde, her zaman kötü ya da olumsuz bir şekilde hissedilir. Bizler o zaman bu olumsuz koşulu, eylemlerimizle iyi ve olumlu bir forma, yani başkaları ve doğa ile olumlu bağa doğru itmek zorundayız.

Başka bir deyişle, biz bir ıslah yapalım diye hayatımızda meydana gelen olayları kötü ve olumsuz olarak algılıyoruz. “Islah”, başkalarıyla olumlu bağlar kurmayı, karşılıklı anlayışa, kararlara, düşüncelere ve eylemlere ulaşmayı hedeflememiz gerektiği anlamına gelir.

Daha açık olarak, insan doğası bir haz alma arzusudur ve bu arzu, bize diğerlerinden ve doğadan ayrılma algısı veren ilk kırık durumundan, arzumuzun ıslah olmuş bir form aldığı bir duruma doğru, başkalarını ve doğayı sevmekten, vermekten ve olumlu bir şekilde bağda olmaktan haz aldığı, bir gelişim sürecinden geçer.

Kabala bilgeliği, Adam HaRishon’un (“İlk İnsan”) ruhunun parçalanması olarak da bilinen, Bilgi Ağacı günahıyla ilgili hikayede bu arzunun ilk parçalanışını açıklar. Tüm gelişimimiz, bizi bu egoist arzuyu ıslah etmek ve doğaya benzer – özgecil bir form edinmek ihtiyacını duyacağımız bir noktaya götürür.

Gelişim sürecimizin arkasında neyin olduğunu ve nereye gittiğimizi anladığımızda, son halimize çok daha keyifli, bilinçli ve acısız bir şekilde geçmek için kendimizi buna uygun hale getirebiliriz. Kısacası, Kabalistik metinlerin “Komşunu kendin gibi sev” koşulu olarak tanımladığı, birbirine tam bağlılık ve karşılıklı bağımlılık durumuna doğru yönlendirildik.

Böyle bir hedef üzerinde ne kadar çabuk hem fikir olur ve toplumda olumlu bağları gerçekleştirmek için kendimizi organize edebilirsek, o kadar çabuk hayatımızda çoğalan “kötü şeylerin” ortaya çıktığını gördüğümüz bir gelişmeden, doğa ile dengeye geldiğimiz bir gelişmeye doğru ilerleriz.

Daha sonra, doğanın bizi ulaşmaya zorladığı bu formla dengelendiğimizde, kim ve ne olduğumuza ve neden buraya, bu realite içine koyulduğumuza dair tam bir anlayış ve hisle birlikte, yepyeni bir uyum, mutluluk, inanç ve güven seviyesi deneyimleyeceğiz.

Tora’nın Gizli Kodu

Yorum: Hiyerogliflerden [piktograflardan] sonra ortaya çıkan ilk harflerin, İbrani alfabesinin harfleri olduğu söylenir: Aleph (א), Bet (ב) vb.

Cevabım: Onlar ortaya çıkmadılar. Yaklaşık 6.000 yıl önce yaşamış olan Adem tarafından keşfedildiler.

Bu harfleri keşfetti çünkü ihsan etme niteliği ile alma niteliğinin arasındaki ilişkiyi ve aralarındaki bağı anlamaya başladı. O, yalnızca 22 bağlantı olduğunu ve alma ve ihsan etme arasındaki bu bağlantılar aracılığıyla dünyanın tüm niteliklerini ifade edebileceğini gördü. Bu nedenle onları çizgiler ve noktalar şeklinde tasvir etti. O zamandan beri alfabeye sahibiz.

Soru: İbranice bir harfte, her şeyin başladığı siyah nokta nedir?

Cevap: İhsan etme ve iyilik niteliğine tamamen zıt bir şeydir. İhsan etme, sevgi ve iyilik, bir nesneden diğerine, yalnızca diğerinin yararı için akan olumlu niteliklerdir ve bunlara ışık denir. Bunun tersine siyah nokta denir.

Soru: Bu siyah noktayla başlayan herhangi bir harf var mı?

Cevap: Elbette.

Yorum: Ve sonra yatay bir çizgi ve dikey bir çizgi çizeriz.

Cevabım: Evet, beyaz ışığın arka planında. Beyaz kağıdın arka planında.

Soru: Harfin tamamı yazıldığında, ne anlama geliyor?

Cevap: Ben, olumsuz niteliklerin olumlu niteliklere ne ölçüde benzeyebileceğini resmediyorum.

Soru: Bu siyah harfin beyaz kağıda, beyaz ışığa benzer hale gelebileceğini mi söylüyorsunuz?

Cevap: Evet.

Soru: Peki, harfleri bir kelimede birleştirdiğimde?

Cevap: Bununla, sadece bir ihsan etme niteliğinden ikinciye ve sonra üçüncü, dördüncü ve benzer şekilde diğerlerine nasıl geçeceğinizi açıklarsınız.

Soru: Ve bir cümle yazdığımda ve bunu tamamen doldurduğumda, örneğin beyaz ışık, bu kağıt sayfası mı?

Cevap: Bunu yaparak, arka plandaki beyaz ışığa karşı tüm ihsan etme yeteneklerinizi ortaya koyarsınız. İhsan etme ve almanın kesinlikle tüm potansiyel karşılıklı niteliklerini tasvir eden Tora yazıldıktan sonra, başka bir şey yazmanın anlamı yoktur. Her şey, sadece Tora’ya yapılan her türlü ekleme ve yorumdur.

Soru: Öyleyse, Tora, insanın ihsan edici ve sevgi dolu olmaya yönelik tüm arzularını ve özlemlerini tanımlıyor mu?

Cevap: Evet.

Soru: Ya bir kişi, İngilizce, Rusça, Almanca, Ermenice veya başka bir dilde yazarsa ne olur?

Cevap: Gerçek şu ki, şu anda, yazılanları doğru bir şekilde okuyamazsınız çünkü diller sürekli olarak değişiyor. Bugün modern bir Fransız’ı ve Haçlı Seferleri sırasında yaşamış birini ele alırsanız, birbirlerini anlamazlar. Dil çok değişti!

Soru: Peki ya İbranice?

Cevap: Hayır. İbranice değişmedi. Biz iki ya da üç bin yıl önce yazılmış kitapları okuruz. Adem, Melek Raziel adlı kitabını 6.000 yıl önce yazdı ve biz onu bugün yazılmış gibi okuduk. Çok net değil ama okuduk. Tıpkı çağdaşlarımızla yaptığımız gibi Adem’le de konuşabilirdik.

Binlerce yıl önce yaşamış atalarıyla karşılaşıp onu anlayan ve onunla aynı dilde konuşan başka millet yoktur.

Ama Yahudiler kolayca yapabilir!

Soru: Kod değişmediği için mi?

Cevap: Evet. Değişemez çünkü bu, ışık ve karanlık arasındaki etkileşim, iki kuvvet arasındaki etkileşimdir.

Soru: Tora’da gömülü belirli bir kod olduğunu söylediklerinde, bu ışık ve karanlık arasındaki etkileşimle mi ilgili?

Cevap: Evet. Karanlık harflerdir ve ışık ise üzerine yazdığımız arka plandır.

Harfler, bir kişinin niteliğinin Yaradan’ın niteliğiyle eşdeğerliğini temsil eder. İnsan bu eşitliğe geldiğinde, harflerle ışık arasında hiçbir fark kalmayacaktır. Tüm harfler yalnızca ışığın niteliğini ifade edecektir.

Tüm harfler, sadece ışığın tüm niteliklerini o satırlarda, ışığın olmadığı o görüntülerde vurgulamak için vardır.

Soru: Yatay ve dikey çizgilerin farklı ışıkları temsil ettiği doğru mu?

Cevap: Evet, tabii ki. Bunda pek çok farklı işaret ve pek çok sır var, yani henüz çözemediğimiz şeyler.

Soru: Harflerde gerçekten çözülmemiş sırlar var mı?

Cevap: Elbette! Harften başka bir şey yok. Harf, bizimle üst güç arasındaki bir işarettir. Bu işaretlerden başka bir şey yok.

Soru: Işığın yukarıdan “harf” adı verilen bir şablondan geçtiğini ve bir kişinin içine damgalandığını söyleyebilir miyiz?

Cevap: Evet, bu da doğru.

Soru: Bir keresinde Sibirya’da yaşayan, en yüksek, en saf, şiirsel dille size İbranice bir mektup yazan tamamen sıradan bir kişi hakkında bir hikaye anlatmıştınız.

Cevap: Evet. Bunu öğretmenim Rabaş’a gösterdim. Ve onun temiz kalpli/alçakgönüllü bir adam tarafından yazılmış Kabalistik bir metin olduğunu, çünkü böyle bir manevi aydınlanmaya sahip olduğunu söyledi.

Soru: Bundan, tüm harflerin bizim içimizde, dünyada yaşayan herkesin içinde olduğu sonucuna varabilir miyiz?

Cevap: Evet. Daha sonra bu adamla tanıştım, hiçbir şey anlamadı ya da bilmiyordu. Yıllar sonra Sibirya’dan serbest bırakıldığında İsrail’e geldi. İçinde o zamanlar yaşadığı durumdan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Ona kısa bir ani ışık şeklinde verildi çünkü çok acı çekiyordu. Tüm gücüyle kendisinden, vücudundan çıkmak istemişti! Ve bu gerilim onu, İbranice yazabilecek duruma getirdi. Sadece onun aracılığıyla dünyaya geldi.

Soru: Yani bunun, onun duası olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevap: Elbette.

Atak!

Atak! Ve sadece bir kez atak yapmamız gerektiğini düşünmeyin. Atak, dereceden dereceye her yükseliş için gereklidir, çünkü bir sıçrayışta, bir atakta meydana gelir. Ve bu bir dış düşmana değil, aramızdaki duvara bir ataktır: bağa ataktır.

Her zaman, yeni bir Partzuf inşa ettiğimizde, içimizde yukarıdan ifşa olan, yeni bir egoist arzunun üstesinden gelmek zorunda kalacağız. Onu kabul etmeli, onunla hemfikir olmalı, İbrahim’in İshak’ı tuttuğu gibi tutmalısınız.

Koşuldan koşula geçerken, birlik, yakınlaşma, karşılıklı yardım ve karşılıklı garanti için, her zaman atağa yer vardır. Buna geldiğimizde, bir sonraki dereceye yükselmekten onur duyarız.

Bu, başkalarıyla bağ kurmamız için bir ataktır ve bu nedenle, bize karşı tek bir düşmanımız var- egoizmimiz. Ne kadar çok atak yaparsak, o kadar güçlü ve ısrarcı oluruz. Ama aynı zamanda da onunla çalışma ve onluda tek yürek olarak birleşmemizi engelleyen tüm güçlere karşı savaşma sanatını öğreniriz.

Dostlarımdan ilham alarak uyanmak isterim. Kendi kendime uyanırsam, bu doğru güç değildir, maneviyat değildir. Maneviyat ancak hepimiz bir arada olduğumuz zamandır. Yaradan, kendisini bir kişiye birdenbire ifşa etse bile, bu, Yaradan’ın edinimine, doğru ve kalıcı bağa yol açmayacaktır.

Her adım, sahip olduğum her şeyi, tüm aklımı ve kalbimi koyduğum son savaş gibidir, ancak asıl önemli olan dostlarımla bağ kurmak ve birlikte gitmektir. Üzerine manevi bir derece inşa etmek için egoizmimize baskı yapıyoruz bu Yaradan ile bağımızın bir tasviridir.

Bir sonraki derecede başka engeller, başka bir atak, Yaradan’ın başka bir zaferi ve ifşası olacaktır, tıpkı bir bebeğin oyununun bir gencin oyunundan veya bir yetişkinin savaşından farklı olması gibi.

Bizler, içsel reddedişle, kalplerimizi birbirine bağlama ve egoizmimizin üzerine çıkma, bağın ayrılıktan daha önemli olduğuna ve birliğin gücünün, Yaradan’ın tüm egoist gerçekliğimizden daha önemli olduğuna karar verme konusundaki isteksizlikle savaş halindeyiz.

Tek bir gerçekliği görmemize izin vermeyen bölücü güçlere atak yapmak gerekir, çünkü bizler tek kalp tek adam olarak birbirimize bağlı değiliz. Bu nedenle, bir atak gereklidir.

Sadece bir atak ile bağ kurabilirsiniz çünkü yakınlaştığımızda, reddetme gücü harekete geçmeye başlar. Bu, kısa mesafelerde bağı reddeden atom içi kuvvetlere benzer. Aynı şekilde son bağdan önce büyük bir direnç hissetmeye başlarız ve bu yüzden atak burada gereklidir.

Birbirimize yakınlaşabilir, kucaklayabilir, birlikte olabiliriz, ancak gerçekten bağ kuramayız. Bu, potansiyel engelin üstesinden gelmemizi ve bağ kurmamıza yardımcı olacak üst gücün kullanılmasını gerektirir. Aramızda bir bölünme var ve bunun üzerine çıkmak için bizi yukarı itecek çok fazla potansiyel enerjiye ihtiyacınız vardır.

Bunu kendimiz yapamayız; böyle bir arzuya sahip değiliz. Ama bizi ayıran boşlukta bu potansiyel sıçramayı yapmamıza yardım edecek olan Yaradan’a ulaşmak için, birbirimize yardım ederiz.

Bu boşluk, birbirimize yakınlaştıkça daha fazla kendini gösterir ve bunun üstesinden gelebilmek ancak yukarıdan alınan kuvvet yardımı ile mümkündür. Bu, içimizde olmayan ve Adam HaRishon’da olmayan ıslah ışığıdır. Bu sadece kırılmadan dolayı yükseltilen duaya cevap olarak gelir.

Her derste, her toplantıda, Mahsom’u kendimiz geçemeyeceğimizi anlayacak kadar arzularımızı birer birer topluyoruz. Sonuçta, önümüzdeki potansiyel engelin üzerinden atlamak imkansızdır, bu sadece Yaradan bizi yukarı kaldırırsa olur.

Görünen o ki bu Yaradan’a bir ataktır. Ve buna hazır olma, tek bir kalpte birleşip yalnızca bağı isteyebilme derecemizle belirlenir. Birlik koşulu içinde, potansiyel engelden, Mahsom’dan geçer ve Yaradan’ın ihsan etme gücünü keşfederiz.