Nuh’un Yedinci Emri

Yorum: İsrail halkı On Emri almadan önce Nuh’un Yedi Emri vardı: Tufandan önce altısı ve Tufandan sonra bir tane daha eklendi.

Benim Yorumum: Talmud’a göre, Tanrı onları Adem aracılığıyla Nuh’a verdi ve Nuh onları tüm insanlığa aktardı. Sonra bu insanlıktan Yehudim adlı bir grup ortaya çıktı, bu da “Yaradan’ı arzulamak” anlamına gelir. Bu nedenle onlara ek emirler eklendi.

Soru: Tufandan sonra eklenen Nuh’un yedinci emri neden adil bir yargı sistemi oluşturmayı zorunlu kılmıştır?

Cevap: Çünkü Tufandan önce her şey içgüdüsel olarak gelişti ve insanların ıslah olmaya ihtiyaçları yoktu. Ve Tufandan sonra, Tufan’a neden olan büyük, korkunç bir egoist güç ortaya çıktığında, bu ek buyruk getirildi.

Yani, Tufandan önce insanlar temel hayvan seviyesindeydiler, adli kanunlara, hukukçulara, mahkemelere ihtiyaçları yoktu. Ve ego büyüdüğünde, o zaman etkileşimleri düzeltmek için bir yargı sistemi ve diğer her şey gerekliydi.

 

Yaratılış Ve Onun Kadın Kısmı

Zohar Kitabı , “Hayyei Sarah” [ Sarah’ın Hayatı ], Bölüm 80: Neden her türden büyücülük ve sihir kadınlarda var? Çünkü yılan Havva’nın üzerine geldiğinde, onun içine pislik attı. Yılan,  kocasına değil, sadece ona attı ve büyüler yılanın pisliğinden uzanır.  Bu yüzden büyücülük kadınların içindedir.

Kabala’da, kadınlar yaratılışın çok önemli bir parçasıdır, her şey ondan geldiği için eril kısımdan bile daha önemlidir. Ve erkek kısım, sadece kadın kısmı ile Yaradan arasındaki bağdır.

Yaradılışın tamamı kadın kısımdır. Bu nedenle doğum, yükseliş aşamaları ve tüm yaratılış eylemleri kadında gerçekleşir. Ve dünyada erkeklere sadece ona bakmak için ihtiyaç duyulmaktadır, ancak hayatın kendisi kadındır.

Ve bu doğrudur. İnsanlar bunu anlasaydı ve kabul etseydi, dünya çok daha iyi, daha düzgün olurdu. Ne yazık ki henüz o kadar ıslah olmadık.

Manevi açıdan, yaratılıştaki dişi kısma arzu, erkek kısım ise niyet olarak adlandırılır. Yaradan arzuyu yarattı ve sonra onun için doğru niyet yaratıldı: Yaradan uğruna. Ancak bu niyet sözde “günah” tarafından bozulduğunda, tam tersi oldu. Yani, verme niyetinin yerini başkalarına karşı herhangi bir sevgi veya şefkat göstermeden kendi iyiliği için almak almıştır.

Neden bir kadının bozulduğunda, içinde tüm kötülüklerin olduğunu, yılanın zehrine sahip olduğunu ve erkeğin olmadığını söylüyoruz? Çünkü kötülük kadın kısmında kendini gösterir. Bununla birlikte, hiçbir zaman kadınları kastetmiyorum. “Kadın” dediğimde, onu sadece manevi niteliklerle ilişkilendiririm. Bu nedenle, sözlerimi dünyamız düzeyinde algılamanıza gerek yok.

Yani, egoist “alma” özelliğinin Adem’e geçişinden önce Havva bozulmamıştı. Adem’in kendisi bozulmuştu ve bu nedenle Havva da dahil olmak üzere tüm dünya bozulmuştu. Havva, yılandan Adem’e aktaran bağlantıydı. Adem günah işlediğinde, ikisi de en alt seviyeye, kalıcı günah durumuna indiler ve bu egoist durumdan çıkmaları gerekti.

Çıkış, esas olarak yaratılışın erkek kısmı olan Adem’in çabalarıyla gerçekleştirilir çünkü niyeti düzeltmekle meşguldür ve onu almaktan vermeye değiştirmelidir. Ve dişi kısım daha pasiftir. O, bu niyeti kabul eder ve onunla çalışır. Ve bunu pratikte erkek ve kadın karakterlerde, dünyaya yaklaşımlarında görürüz.

Yaradan Gerçekten Kendini Bize İfşa Etmek İstiyor

Işığın ifşası, yalnızca kaba bağlıdır çünkü ışık tamamen hareketsizdir. Bu nedenle, tüm çalışmalarımız, Yaradan’ın büyüklüğünün ve niteliğinin bize ifşa edildiği boyut ve niteliğe göre kabı (Kli) inşa etmeye odaklanmıştır.  Bu nedenle, Yaradan’a “gel ve gör” (Bo-Re) denir.  Yaradan’ın büyüklüğü, O’nun ifşası için yarattığımız kap tarafından belirlenir.  Yaradan’ın yarattığı tüm alma arzularını ıslah edersek sonsuzluğa yani Yaradan’ın yarattıklarına sınırsız ifşasına ulaşırız.  O zaman, ıslahın sonundan sonra, henüz bilmediğimiz yeni edinim safhaları vardır.

Bu arada, aramızda hiçbir engel kalmasın diye bir araya gelip bağlanmamız gerekiyor.  Herkes egoizmini ne kadar kısıtlar ve kendini geçersiz kılarsa, Kli’mizdeki Yaradan’ın ifşası o kadar güçlü olur.  Elbette, Yaradan kendisini ancak onluda ifşa edebilir.

Her şey dostların bütünleşmesine bağlıdır – arzularımızı ve kalplerimizi ne kadar bağlayabileceğimize bağlıdır – bilginin miktarına değil.

Kırık bir kabın parçalarını, aralarında çatlak kalmayacak kadar yakın bir şekilde bir araya getirirsek, içindeki dolumu ifşa edebiliriz, ışık artık çatlamış bir fincandaki su gibi dışarı akmayacaktır.  Tamamlama, birliğimizin gücüne ve onun karakterine, üstesinden geldiğimiz egoizmin derinliğine ve nasıl birleştiğimize bağlıdır. Bütün bunlar, Yaradan’ın bize ifşasının şeklini belirler.

Yaradan tamamen yaratılanlara bağlıdır.  O, Kendisini bize verir, yaratılanlara O’nun ifşasını belirleme hakkı verir.

Yaradan gerçekten Kendisini bize ifşa etmek ister ve her seferinde gizlice bizi buna yönlendirir.  Ama Kendisini bize ifşa edemez;  aksi takdirde O’nun ifşası için Kli’ye, özgür iradeye, O’nun ihsan etme ve sevgiye yönelik kendi arzumuza sahip olmazdık.  Bu yüzden Yaradan her zaman gizli bir şekilde hareket eder, bizi görünmez bir el ile birleşmeye iter ve bizi uyandırmaya çalışır.  Aynı zamanda, gizlenmede kalır ve bunu başaramayacağımız gerçeğinden büyük ölçüde acı çeker.

Buna Shechina’ nın çektiği acı denir.  Yaradan, insanlara gerekli tüm imkânları verdiği ve elde ettikleri fırsatları kullanmadıkları için son derece üzüntü duymaktadır.  Ve Yaradan bize bundan fazlasını veremez.  Önceki koşulu henüz uygulamadıysak, bizi daha fazla ilerletemez.

Bu nedenle, aramızda Yaradan’a olabildiğince benzer ilişkiler kurmamız gerekir.  Yaradan gibi olmak, sonrasında “benzer” (Domeh) kelimesinden gelen, Adem olarak anılacak olan insanın görevidir.  Karşılıklı ilişkimiz, Yaradan’ın “gel ve gör” niteliğinin ifşasını belirler, O’na haz verir ve Shechina’yı, başımızın üzerindeki tozdan, egoist düşüncelerimizin ve arzularımızın üzerine yükseltir.

Bu nedenle kongrenin temel görevi, hep birlikte tek hedefe doğru karşılıklı ilerlemedir.

 

İbrahim’den Armağanlar

İbrahim, eski Babil’de çok ünlü ve saygı duyulan bir kişiydi. Bu nedenle, onun Kabalistik öğretileri, Babilliler arasında başarıyla yayıldı. Onlara gelecekteki manevi gelişim fikrini sunduğu söylenmektedir.

12. yüzyılın büyük filozofu Rambam, binlerce insanın İbrahim’i takip ettiğini yazmıştır. Binlerce! İbrahim onları Babil’den İsrail Ülkesine götürdü. Yaradan’a benzemek için içsel bir eğilim hissetmedikleri için onu takip etmeyenler, dünyanın dört bir yanına dağılmaya karar verdiler. Orijinal kaynaklar, İbrahim’in onlara sözde “hediyeler” verdiğini söyler.

Hediyeler,  onlara egonun üzerine çıkıp HGT’tan HBD’a yükselmek için egoizmin üstesinden gelmeye ve orta çizgide ıslaha dayalı olmayan her türlü başka metotlar öğrettiği anlamına gelir. Aksine, bu metotlar egoizmi kısıtlamaya, onu küçültmeye, mütevazı ve küçük şeylerden tatmin olmaya dayanmaktadır. Başka bir deyişle, İbrahim Babillilere inançların ve dinlerin başlangıcını verdi. Dünyanın her yerine bu şekilde yerleştiler.

Bu manevi öğretilerin, özellikle Doğu öğretilerinin ve dinlerin, diğerleri arasında öne çıkmamak, mütevazı olmak üzerine inşa edildiğini görüyoruz. Onlar, egoizmin gelişmesini ve hatta makine ve teknolojinin gelişmesini teşvik etmezler.

Bu teoriler, egoizm ne kadar fazlaysa o kadar iyidir çünkü onun yardımıyla yükselebilir ve kendimizi düzeltebiliriz diyen Kabala metodunun tamamen zıttıdır.

Ancak, kişi ıslah için bir arzuya sahip değilse, o zaman egoizmini küçültmek ve başını öne eğmek onun için daha iyidir.

“Üçüncü Emir Tarafından Yasaklanan Nedir?” (Quora)

Üçüncü emir, “Efendin Tanrı’nın adını boş yere ağzına almayacaksın” demek, Yaradan’ın gücüyle yani sevgi ve ihsan gücüyle, ancak o güce benzediğimiz kadar hareket edebileceğimiz anlamına gelir. Başka bir deyişle, kendi çıkarına hiçbir şekilde niyeti olmayan Yaradan’ın gücü kadar sevgi dolu, şefkatli ve verici hale geldiğimiz ve bu güçle birleştiğimiz ölçüde, ancak bu durumda bunu yapabiliriz.

Yaradan’ın gücünü kendi amacı için kullanma yasaklaması, bunu yapmanın imkansızlığına eşittir. Yani, başkaları pahasına kendimizi zengin, ünlü veya güçlü kılmak için Yaradan’ın etkisini çekmek imkansızdır.

Yaratıcı, uygun bir talebe veya duaya ulaşmamız için gelişimimize rehberlik eder, bu da Yaradan’dan bize fayda sağlamak için Kendisinde veya dünyada bir şeyi değiştirmesini istemek yerine, Yaradan kadar özgecil, sevgi dolu ve şefkatli olmak için egoist doğamızı değiştirmeyi istediğimiz anlamına gelir.

Doğru talebe giden yolda her türlü kendine yönelik amaçlar talep edebiliriz ve bunu yapmamız da arzu edilir, fakat Yaradan’ın nihayetinde bağışlayacağı gerçek dua – geliştirilmekte olduğumuz, Yaradan kadar sevgi dolu ve verici olma talebidir.

Emirler – Evrenin Kanunları

Yorum: On Emir, insanlar arasındaki etkileşimin yasalarıdır. Bazıları öyle görünüyor, bazıları değil.

Benim Cevabım: Prensip olarak, bunlar evrenin kanunlarıdır. Ancak bunlar insanlar arasındaki ilişkiler tarafından belirlendiğinden ve ilişkilerimiz diğer tüm doğa yasaları tarafından belirlendiğinden, o zaman, elbette, her şey tam olarak aramızdaki ilişkiye bağlıdır.

Soru: İlk emir şudur: “Seni Mısır topraklarından, esaret evinden çıkaran Tanrın, RAB benim.” Anladığım kadarıyla, yalnızca Yaradan kişiyi egoizminden çıkarabilir. Fakat Yaradan neden önce bu özel emri bildirmek zorunda kaldı?

Cevap: Çünkü bu, dünyada her şeyden önce tek bir kuvvet olduğu şeklindeki temel emirdir. İnsanı doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinden Adem, İnsan, seviyesine yükseltir.

Adem, Yaradan ile bağı anlayan kişidir. Hemen hemen tüm insanlık, bilim ve sanatı ne kadar bildiği, ne kadar geliştirdiği önemli değil, hayvan seviyesindedir.

“Hayvan”, kişinin kendisi hakkında düşündüğü zamandır, kişi egoizminin içindedir. Bu nedenle, bu durumdan, Yaradan’a benzer şekilde “İnsan” Adem seviyesine çıkış (“Adam” Yaradan’a benzer “Domeh” kelimesinden gelir) ancak Yaradan adı verilen, özel bir yüksek gücün etkisi altında gerçekleştirilebilir.

Bu güce Yaradan denir, çünkü insanı yaratır.

Soru: Başka bir deyişle, Kabalistler, dünyanın egosantrik algısının bütünsel olan algıya dönüşmesinin, doğanın daha yüksek gücü aracılığıyla meydana gelebileceği yasasını mı keşfettiler? Bu yüzden mi  “…sizi Mısır topraklarından çıkaran” diyor?

Cevap: Evet. Bu, dünyamızdaki kişinin koşulundaki bir değişikliktir. Manevi yükselişle, anlayışla ilgilidir.

Yaradan Sevinçle İfşa Olur

Zohar Kitabında, Yaradan’a sadece sevinçle hizmet edebileceğimiz yazılmıştır. Shechina, Yaradan, ancak insan bu yerde bunun olacağına dair sevinçli bir beklentiyle çalışırken,  İfşasının yerini inşa eder.

Kişi üzgünse ve alma arzusuyla savaşırken acı çekiyorsa, bu onun hala ona bağımlı olduğu ve henüz egoizmin üzerine çıkamadığı anlamına gelir. Egoizmin üzerine çıkmak kişiye bir sevinç duygusu getirir, bu da onun Yaradan’ın ifşasına yaklaştığı anlamına gelir.

Bu nedenle, birbirimize ve Yaradan’a ihsan etme uğruna aramızdaki bağı ifşa etmek istediğimiz gerçeğinden ne kadar çok sevinç ve heyecan duyarsak, Yaradan’ın niteliğine, aramızdaki Yaradan’ın ifşa olacağı yeri keşfetmeye o kadar yakın oluruz.

Yaradan sevinçle ifşa olur! Bu çok önemli ve gerekli bir durumdur. İnsan acı acı ağlarken maneviyatta ilerliyor diye bir şey olamaz. Ağlıyorsa, bu, egoizminden henüz çıkamadığı anlamına gelir.

Bu düzene katılma fırsatı bulduğumuz için mutlu olmalıyız. Yaradan’ın, günümüzün pandemik durumunda böylesine çok sayıda insanı bir araya getirmemize, bu algının yanıp kaybolarak uçuruma düşmesine izin vermesi özel bir armağandır. Önceki tüm başarıların ve yüksek hedeflerin değeri düşürülür, insanlar gelecek için umutlarını kaybeder ve yarın ne olacağını bilemezler. Bunun devam edemeyeceği herkes için açıktır.

Ve tam da şimdi insanlar çaresiz, aciz, umutsuz hissettiğinde, bu salgından nasıl kurtulacağını bilemediğinde, sevinçle ilerlemeliyiz. Her şeyin ne için ve neden olduğunu ve bunu kimin yaptığını biliyoruz. Bu şekilde, Yaradan tüm insanlığı bağa doğru ilerletmek ister.

İnsanlığın başına gelen her şey, bizi en ideal, hızlı ve uygun şekilde bağ kurmaya itiyor. Maneviyatta, özellikle son nesil çağımızda, sadece yükseliş vardır ve düşüşler yoktur.

Çok sevinçli olmasak bile, her zaman rol yapmalı, neşeli gibi davranmalı, kendimizi mevcut durumdan yukarıya doğru yükseltmeye çalışmalıyız. Hangi koşul içinde olduğum önemli değil, iyi olabilir, ama daha da iyi bir koşulda olmak isterim. Bu özlem her zaman mevcut olmalıdır! Bunu hatırlayın ve asla unutmayın.

“Öldürmeyeceksin. Eşini Aldatmayacaksın.”

Soru: Altıncı emir: “Öldürmeyeceksin” – başkalarının arzularını kullanmamak anlamına mı geliyor?

Cevap: “Öldürmeyeceksin”, başkasının aleyhine hiçbir şey yapmamak demektir. Yani, şimdi ve önceden,  önceki günlerden aldığınız tüm güçleri: Hesed, Gevura, Tiferet, Netzach ve Hod, onları doğru bir şekilde şekillendirmeli ve üzerinizde olabilecek etkilerine müdahale etmemelisiniz.

“Öldürmeyeceksin” demek, bir arzuyu kendi çıkarına kullanmamaktır.

Yaradan ile bağlantıyı kendi iyiliğim için kullanırsam, buna “öldürme” denir. Arzumu öldürüyorum. Yani, arzum, sonunda bu arzuyu öldüren hazla dolar ve kaybolur. Yok edilir.

Soru: Yedinci emir şudur: “eşini aldatmayacaksın.” Burada ne hakkında konuşuyoruz?

Cevap: Aynı şey ama farklı bir açıdan: Başkalarıyla olan bağlarınızı kendi iyiliğiniz için kullanmayın.

Sevgiye, ihsan denir ve aldatma, kendi çıkarına yönelik bir eylemdir.

Soru: Yani, alma arzusuna sahipsiniz. Eğer bu arzunuzu kendi hazzım için kullanırsam (ve alma arzusuna “kadın” denir) bu aldatma mı olur?

Cevap: Evet. Ancak bu, hem kadınlara hem de erkeklere, herhangi bir hazza yönelik tutumu ifade eder. Ancak bu eyleme özellikle aldatma deniyor çünkü başka bir kişiyi kullanıyorsunuz.

“Hayatta Başarının Anahtarı” (Linkedin)

John Lennon bir keresinde şöyle yazmıştı: “Hayat, sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir.”  John Lennon’un hayat hikayesi onun haklı olduğunu kanıtlıyor.  Günümüzde de, çoğumuzun hayat hikayesi onun haklı olduğunu kanıtlıyor.  Aslında doğa, tüm insanlığın hayatını bozma noktasına gelmiş gibi görünüyor.

Covid-19 ekonomimizi, kültürümüzü, eğitimimizi, eğlence hayatımızı durdurdu, sağlık sistemini neredeyse çökertti, siyasi ve ırksal gerilimleri yoğunlaştırdı, saldırganlık ve şiddeti artırdı, gıda üretimini ve tedarik zincirlerini bozdu ve aileleri paramparça etti.  Hafiflediğinde ve faaliyete devam edebildiğimizde bile, sadece biraz hafifledi ve Covid öncesi dönemin tanıdık normalliğine geri dönmeye çalıştığımızda, her seferinde bir intikamla geri döndü.  Başta yaşlıları ve bağışıklık sistemi zayıf olanları etkileyen bir tür süper bulaşıcı kötü grip olarak başlayan şey, her yaşta herkesi tehdit eden ve dizginlenemeyecek kadar bulaşıcı ve görmezden gelinemeyecek kadar tehlikeli bir tehdide dönüştü.

Şimdi, normale dönmek istesek bile, içinde bulunduğumuz on yılın başına kadar yaşadığımız hızlı yaşamla karşılaştırıldığında bu, çok soluk, anemik ve oldukça acıklı bir normal olacaktır. Görünüşe göre doğa bizi cezalandırıyor ve bize hayatın zevklerini reddetmeyi dayatıyor.

Ama sadece öyle görünüyor.  Bir ebeveyn, çocuğu ödev yapmadığı için azarladığında, ebeveyn çocuğu cezalandırmak değil, yardım etmek ister!  Her ebeveyn bilir ve çoğumuz kendi çocukluğumuzdan, zorlanmadıkça çok çalışmak istemediğimizi hatırlarız.  Ve ev ödevi zor ve istenmeyen bir iş olduğu için, çocuklar bundan nefret ediyor ve ebeveyn baskısı olmadan bunu yapmayacaklar.  Ebeveynlere göre bu eğitimdir;  çocuklara göre bu bir ceza gibi geliyor.  Ancak çocuklar, çabalarıyla elde edecekleri faydaları görebilselerdi, ödevlerini çok daha isteyerek yaparlardı.

On yılın başından beri doğanın bize yaptığı budur.  Bizi çalışmaya teşvik ediyordu, bizler de onun cezaları hakkında sızlanıyoruz. Aslında bizi cezalandırmıyor;  bizi doğru yöne yönlendiriyor.

Doğa bize baskı yoluyla hayatın temel gerçeklerini anlatıyor: Her şey ancak çevresiyle senkronize olduğunda gelişir.  Bu, tüm maddi dünya boyunca dalgalardan, düşüncelerin, duyguların ve ruhun maddi olmayan seviyelerine kadar, gerçekliğin her seviyesi için geçerlidir.  Senkronizasyon, her şeyin bir sistemin parçası olarak çalıştığı anlamına gelir.  Sistem, içindeki her bir birimin ihtiyaç duyduğu her şeyi kesinlikle sağlar.  Hayvansal seviyede bu, yiyecek, barınak ve üreme ile ilgilidir.  İnsan seviyesinde bu çok daha fazlasını ifade eder.  İçinde bulunduğumuz sistem bize fiziksel, hayvansal seviyedeki ihtiyaçlarımızı sağlar, aynı zamanda eğitim, eğlence ve kültür gibi insani ihtiyaçlarımızı da sağlar.

Yakından bakarsak, bu insan seviyesindeki ihtiyaçların tam olarak Covid’in geçtiğimiz yıl boyunca bozduğu şeyler olduğunu göreceğiz.  Bu ihtiyaçlar tam olarak kendimizi hatalı bir şekilde yönettiğimiz yerlerdir ve doğa bunu durdurdu ve neyi yanlış yaptığımızı görmemize izin verdi, böylece kalıcı, sürdürülebilir ve daha derin tatmin bulabileceğimiz yerlere yeniden yönelebiliriz.

Gerçekten de yanlış yönde ilerlemekteydik: içe doğru.  Sanki kendi bedenlerimize bakıyorduk ve her şeyin neden bu kadar karanlık göründüğünü merak ediyorduk.  Yaptığımız her plan, yalnızca kendimizi ve (en iyi ihtimalle) bize en yakın olanları memnun etmeyi amaçlıyordu.  Sistemi görmezden geldik, aslında sistem bizim ebeveynimizken;  biz onun içindeyken, bizi beslerken ve bizler her şeyle ona bağlıyken,  hayatlarımızı sanki o yokmuş ya da (daha kötüsü) sadece bize hizmet etmek için varmış gibi planladık. Eğer onu bozarsak, her zaman kendimize zarar veririz.  Bu nedenle, kendimiz için başka planlar yaparken hayatın, yani sistemin gerçekleşmesi şaşırtıcı değildir.  Hayat herkesi mutlu etmeyi planlarken, bizler kendi bencil mutluluğumuz için planlar yapıyorsak, başka türlü nasıl olabilir ki?

Kendimiz için iyi bir gelecek planlamak istiyorsak, öncelikle içinde bulunduğumuz bütünsel ve birbirine bağlı sistem anlamına gelen “hayatı” tanımalıyız. Çevremizle, özellikle de sosyal çevremizle olumsuzdan (kişisel çıkar için kullanmak) ziyade, olumlu bir şekilde nasıl bağlantı kuracağımızı öğrenirsek, çevre bize fayda sağlayacaktır.  Çevre bize, kendimize sağlayabileceğimizden daha fazla fayda sağlayabilir.  Tek yapmamız gereken sistemin faydasını düşünmektir,  sistem de bizim lehimize çalışacaktır.

Doğanın bize öğretmeye çalıştığı şey budur.  Hayatın bizim için bir planı, net bir yönü vardır.  Keşke hayatla birlikte plan yapsak, zira biz başka planlar yaparken hayat olmayacak, bu da sonunda bize zarar verecektir.

Çevreleyen Alanı Algılama Bilimi

Soru: Elinize ilk geçen ve içinizdeki maneviyat özlemini ortaya çıkaran Kabalistik kitap hangisidir?

Cevap: Kabala Bilgeliğinin Önsözü, bu çok karmaşık bir kitaptır.

Pek çok farklı kitap ve makale okudum. Derhal ciddi şeyleri derinlemesine araştırmaya çalıştım ama kafam karıştı ve öğretmenimi bulana kadar nasıl ve ne olduğunu bilemedim. Bu, çeşitli sözde Kabala üstatlarından geçtiğim üç ila dört yıllık bağımsız çalışmadan sonra oldu.

Ama öğretmeni bulduğumda, hayatının geri kalanında onunla kaldım. Ben onun asistanıydım, kişisel öğrencisiydim. Ve ondan sonra onun faaliyetlerine devam ettim.

Soru: Kabala çalışmaya başlamak için önereceğiniz ilk kitap nedir?

Cevap: Kabala bir bilimdir. Bu nedenle, cazip gelebilir, ancak yalnızca bir ölçüye kadar. Sonuçta, bir insan hayatın anlamını keşfetme arzusuna sahip olmalıdır.

Eğer birisi buna sahipse, Kabala’nın bu anlamı nasıl açığa çıkaracağı, kişinin kendini nasıl değiştireceği, hayatını nasıl değiştireceği ve bunun için hangi içsel araçlara sahip olduğu sorusuna cevap verdiğini anlayacaktır. Onlar kişinin içindedir. Genel olarak, bu kavrama bilimidir ve çevreleyen alanı anlamaktır.

O zaman kişi, etrafındaki her şeyle etkileşim halinde, aktif olarak bu alanı daha genişletilmiş bir biçimde görmeye başlayacaktır. Çevreye olan tutumunu değiştirerek, yani kendini değiştirerek, çevrenin kendisine olan tepkisini değiştirir.