Category Archives: Uncategorized

Hiçbir Şey Silinmez

Soru: Henüz manevi edinimde olmadığınız zaman, dünyaya dair tamamen egoist algınızı hatırlıyor musunuz? Ve sonra, her şeyi farklı bir seviyede algılamaya başladığınızda, daha önce size görünen bazı yönleri, bazı yanılsamaları sildiniz mi?

Cevap: Hiçbir şey silinmedi. Sadece her şeyi daha net, anlaşılır ve daha büyük bir uzlaşma ve hoşgörü ile algılıyorum, yaşlandığım için değil, bir insanın içinde olanın tüm tezahürlerine olan ihtiyacı gördüğüm için.

En korkunç, en iğrenç ve kimsenin haklı çıkaramayacağı her şeyin aynı kaynaktan, üst güçten geldiğini ve ne yazık ki bazen kendini böyle korkunç şekillerde gösterdiğini görüyorum.

Ve tabi ki, insanlara yardım edilmesi, gerçeğin onlara aktarılması ve ıslah edilmesi gereken bir malzeme gibi davranıyorum.

Dışarıdan Gelen Eleştiriler

Yorum: Dışarıdan gelen eleştirilerin, grubun doğruluğunun ek bir kanıtı olarak görülmesinin, kültlerin tanımlayıcı bir faktörü olarak iddia edilmektedir.

Benim yanıtım: Bunun doğru olduğunu düşünmüyorum. Dışarıdan gelen eleştiriler, neyle uğraştığımızı anlamayan insanların doğal eleştirileridir.

Eleştirileri dikkate almamamız gerektiğini düşünüyorum. Kişisel olarak, bu beni sinirlendirmiyor ve beni eleştirenle karşı karşıya getirmiyor. Ona saygısızlık etmiyorum. Bana karşı çıkan filozoflar bile var. Onların sözlerini hiçbir şekilde eleştiri olarak algılamıyorum.

Konuyu anladığınız zaman, bu konunun bilgisi açısından net bir fikriniz olduğu zaman eleştirebilirsiniz. Ya bilmiyorlarsa? Yani, kendileri buna erişmemişlerdir. Öyle bile olsa, Kabalistler arasında da anlaşmazlıklar vardır çünkü bu bilimdir ve bu evrenin belli bir kısmının ifşasıdır – kademeli olarak, adım adım, gittikçe daha büyük bir ölçüde. Dünyamızdaki bilim insanları gibi, daha çok ifşa eden Kabalistler ve daha az ifşa edenler vardır.

Bu nedenle aralarında tutarsızlık, anlaşmazlıklar ve benzeri şeyler vardır. Bunu anlıyorum. Orada devam eden çok ilginç kavgalar var. Her birinin gelişmekte olan evreni nasıl algıladığına ve neden algıladığına adanmış tüm kitaplar var. Ama bunu açıkça, anlamlı bir şekilde tartışıyorlar. Neden olayları sizden farklı algılıyorum? Sorun nedir? Neden aynı şeyi farklı algılayacak şekilde inşa edildik?

Farklı türde ruhlar vardır. Bazıları doğrudan ışıkla ilgilidir, diğerleri saran ışıkla, vb. Ve tam da bunların çatışmasında, netleşme sürecinde, her ikisinin de daha büyük bir yükselişi gerçekleşir. Kendi aralarında hararetle tartışırlar ama bunlar aynı edinimde, aynı dünyada olan insanlardır, konuşacak şeyleri vardır, birbirlerini anlarlar ve açıklamaları çok ciddidir.

Peki burada konuşacak ne var? Ben bir roman okuyor ve ağlıyorsam ya da televizyonda bir film izliyor ve gülüyorsam ve yanımda bir kedi oturuyorsa, o buna nasıl katılabilir? Hiçbir şekilde. Sadece kulağını benim çıkardığım seslere doğru hareket ettirir ve düşünür: “Efendinin nesi var? Keşke sessizce oturup uyusa.”

Eleştirenler için de aynı şey geçerli. Kabala çalışmalarınızla onları rahatsız ediyorsunuz. Sizde her şeyi açıklayabilecek bir şey olduğunu ve bir falcı olmamanıza rağmen tahminlerinizin gerçekleştiğini düşünüyorlar. Krizden çok önce, krizin geleceğini söylemiştim. Ve başladığında da bitmeyeceğini söyledim. Ama onlar bağırdılar: “Kriz bir ya da iki yıl içinde sona erecek.” Şimdi de susuyorlar ve benimle çelişmiyorlar.

Ama böyle kötü olayları öngördüğünüzde kim memnun oluyor ki? Üstelik sizin öngörüleriniz yüzünden hiçbir şey değişmeyecektir.

Her şey sadece bizim yoğunlaştırılmış dağıtımımız sayesinde değişebilir ve sadece konuşmanın bir anlamı yok. Daha fazla eleştirmen olacaktır. Daha fazla insan bize iftira atacak, deyim yerindeyse herkesten nefret ettiğimizi çünkü gelecek hakkında kötü konuştuğumuzu söyleyecek ki: “Olanlar için biz kendimizi suçluyoruz.” da diyoruz. Ve bu böyle devam edecek.

Yani insanlar elbette kendilerini savunacaklardır; bu onların doğal tepkisidir. Hayat budur.

Tüm Koşullar İçimizdedir

Soru: Şimdiki zamanda hiçbir şeyin gerçekleşmemesi ilginçtir. En azından bizim için. Gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz ve düşündüğümüz her şey geçmişin bir ürünüdür.

Işığın bize ulaşması zaman aldığından, gördüğümüz her şey geçmişte kalmıştır. Diyelim ki ışığın Güneş’ten Dünya’ya ulaşması sekiz dakika sürüyor, o halde şu anda hiçbir şeyin olmadığı ama her şeyin çoktan olup bittiği bir resimde yaşadığımız ortaya çıkıyor. Bu ifadeye katılıyor musunuz?

Cevap: Elbette, bir ışık ışınının Güneş’ten Dünya’ya kaç dakikada geldiği fiziksel bir yasadır.

Soru:  En yakın yıldızdan gelen ışığın bize ulaşmak için dört yıl yol kat ettiği söyleniyor. Yani gördüğümüz şey aslında çoktan gerçekleşmiştir. Eğer manevi durumlardan bahsediyorsak, o zaman tüm koşullar da önceden belirlenmiştir ve sadece bizimle ilgili olarak mı ortaya çıkar?

Cevap: Manevi dünyada hız yoktur. Bu nedenle, olmuş, olmakta olan ve olacak olan tüm durumlar ve olaylar bizim içimizde meydana gelir. Hepsi zaten vardır, sadece bir kişiyle ilişkili olarak açığa çıkarlar.

Soru: Örneğin, bir yıl içinde gerçekleşmesi gereken bir tür savaş zaten yapım aşamasında mı var?

Cevap: Var ve gerçekleşebilir. Ancak gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bizim eylemlerimize de bağlıdır.

Genel Kaos

Soru: Modern dünyada, hızlı yakın ilişkiler çok yaygın, insanlar kelimenin tam anlamıyla herhangi bir önkoşul olmaksızın hızla bir araya gelip sonra ayrılabiliyorlar. Onlar ne kazanıyorlar, ne kaybediyorlar?

Cevap: Bu, düşüşümüzün gerekli yoludur. Bu durumda insanların ne kazandığını veya kaybettiğini söyleyemeyiz ve bu ancak düşüşümüzün sonunda netleşeceğinden, bundan hiçbir şey kazanmadığımızı, evliliğe ve aileye karşı tamamen farklı bir tutum paradigmasının gerekli olduğunu, kaybettiğimizi ve bu konuda çok şey kaybettiğimizi göreceğiz.

Ancak böyle bir atmosfer, modern kültürden kaynaklanmaktadır. Edebiyat, müzik, sinema; bak neler yapılıyor! Ve çocuklar bunun üzerinde büyüyorlar, tamamen farklılar. Farklı bir dünya görüşüne sahipler.

Bugün bir anne, 12-13 yaşındaki kızını bir jinekoloğa götürüyor, o da ona doğum kontrol hapı yazıyor ve o kadar. Anne artık kızının başına gelenleri düşünmüyor çünkü başka çare olmadığını biliyor. Ve kızı çekinmeden onunla sorunları hakkında kolayca konuşabilmektedir. Her şeyin yolunda ve normal olduğunu düşünüyor. Yani gençlerin hayata tamamen farklı bir yaklaşımı var, bu farklı bir kültür.

Bir önceki geleneksel anaerkil-ataerkilliği terk ettiğimiz ve sonunda hiçbir yere varamadığımız geçiş dönemi böyledir; eski bağları kopardık ama yenileri de yok. Bu genel kaos, insanın doğasını düzeltmeden hiçbir yere gitmeyeceğimizi hissetmeye başlayana kadar peşimizi bırakmayacak.

Bu arada, insan faaliyetinin tüm alanlarında kaosa daha da derinden gireceğiz: politik, sosyal, vb. Toplumda çok ciddi değişiklikler var önümüzde.

Akıl, Arzu ve Niyet

Soru: Bizim dünyamızda doğan bir insan zaten bir niyete sahip midir? O sadece alma arzusuyla doğmaz mı?

Cevap: Evet ama bunlar küçük, mikro niyetlerdir.

Soru: Küçük bir çocuğun zevk alma arzusu olduğunu görüyoruz. Yine de kendi iyiliği için zevk aldığını bile söyleyemezsiniz. Ama büyüdüğünde öyle bir kurnazlık gösteriyor ki, bunu bilinçli olarak kendisi için yapıyor, bilinçli olarak başkalarını kullanıyor. Bizim bir arzumuz, aklımız veya başka bir işlevimiz var mı?

Cevap: Aklımız, arzumuz ve niyetimiz var. En önemli şey ise niyettir. Bu, kişinin eylemlerinde neye talip olduğunu belirler.

Akıl yardımıyla niyeti değiştirebiliriz. Arzunun kendisi tamamen mekaniktir. Ancak niyeti arzuların üzerine nasıl yükseltebileceğimizi ve arzunun doğasını -kendimiz veya başkaları için- nasıl değiştirebileceğimizi bilmek zaten bir insan yeteneğidir.

Akıl çok önemli bir fonksiyondur. Bizler onun sayesinde niyetimizi değiştirebiliriz.

“Mutluluk İçsel Mi Yoksa Dışsal Mıdır?” (Quora)

Hissettiğimiz her şey içseldir. Başka hiç kimse, bir bireyin hissettiğini hissetmez ve eğer biri bir şey hisseder ve bunu bir başkasına anlatırsa, diğer kişi bunu duygularının bir parçası olarak kendisiyle yeterince ilişkilendiremez, o zaman neden bahsettiğini bilemez.

Kişinin içinde olmayan, dolayısıyla da yoktur. Bu nedenle, mutluluk içseldir ve gerçekten arzuladığımız bir şey gerçekleştiğinde ortaya çıkar.

Böyle bir duygu “mutluluk” olarak adlandırılabilir. Ancak, acı çektiğimiz şeylerle bizi mutlu eden şeyler arasında bir dizi seviye vardır. Bir çocuğun annesini özlemesi gibi, en büyük mutluluğun doğayla dengeye yaklaştığımızı hissettiğimizde görünür olduğu anlaşılıyor. İşte bu, mutlu olduğumuzu hissettiğimiz andır.

Mutluluk, her zaman gerçekleştirmek istediğimiz, ancak umudumuzu çoktan yitirdiğimiz bir doyum için duyduğumuz güçlü bir arzudur. Ardından, doğanın olumlu gücü – “Yaradan” olarak adlandırılan ihsan etme, sevgi ve bağ gücü – ortaya çıkar. “Neredeydin? Seni arıyordum!” der. Ve kişi şunu söylemek ister: “Seni arayan benim! Ben değil – ama Sen, neredeydin?” Böylece hiçbir tereddüt veya söz olmadan, basit bir şekilde bir araya gelirler.

Bu mutluluktur. Ancak bu, kendi alanlarını ve bireysel duyumlarını korurken iki bedenin birbirine yapıştığı dünyamızda meydana gelen türden bir kaynaşma değildir. Burada bedenlerimiz yoktur, karşılıklı bir nüfuz etme hissi vardır. Sonuç olarak, belirli bir varlık durumu ortaya çıkar.

Benlik duygumuz açısından, onun erimesini isteriz. Buna kesinlikle ihtiyaç duymayız. Ancak, benlik duygusu kaybolursa, o zaman öteki duygusu da kaybolur. Bu yüzden benliğin var olması gerekecek şekilde tasarlanmıştır.

Kabala dilinde şöyle anlatılır: Aviut yani egonun “kalınlığı” kaybolmaz. Dahası, ego artmaya devam ettikçe, onu ihsan etme niteliğiyle uyumlu hale getirme yeteneğini kazanabiliriz. Sonuç olarak ego, nefret büyür ve sevgi de artar. Lineer dünyamızda, bunun nasıl çalıştığını anlamıyoruz. Manevi alanda ise işler böyle yürür. Ve bu nefret ve sevgi, sonsuzluğu hissettiğimiz bir sonsuzluk durumuna yükselir. O zaman böyle bir mutluluğun sınırı yoktur, ama hissedilmesi gerekir, aksi takdirde anlamsızdır. Ancak böyle bir duyuma ulaşmadan önce önümüzde çok uzun bir yol var.

“Erdemli İnsanın Nitelikleri Nelerdir?” (Quora)

Öncelikle, insanların genel olarak neyin erdemli olduğunu düşündüklerini açıklığa kavuşturmak faydalı olacaktır – başkalarının iyiliği için kendilerinden fedakârlık yapan insanlar, örneğin muhtaçlara para, giyecek ve yiyecek veren insanlar – bu tür insanlar aslında erdemli değildir.

Neden? Çünkü bu tür insanlarda doğal olarak iyilik yapma arzusu vardır ve içgüdüsel olarak arzularının peşinden gitmek, erdemli bir insanın niteliği değildir.

Erdemli bir insan, olumlu ve olumsuz iki karşı güce ev sahipliği yapan ve kendi doğal arzularına karşı olumlu gücü ve eylemi yükseltmek için özgür seçimini kullanan kişidir.

Olumsuz güç, başka kimseyi umursamadan kendimize fayda sağlamak istememize neden olan egoist arzumuzdur.

Pozitif güç, bize her şeyi kendimiz için almamızı söyleyen negatif güce rağmen, geçimimiz için ihtiyacımız olanı almamızı ve aldığımızın fazlasını başkalarına fayda sağlamak için vermemizi sağlar. Erdemli insan, bu iki gücü barındıran ve olumlu gücü olumsuz olanın üzerine çıkaran kişidir.

Kendimiz için olan alma arzumuz karşısında, kendimizden başkalarına verdiğimizde, arzumuzu ıslah ederiz: kendimiz için almaktan başkalarına vermeye. Ruhumuz, kolektif arzularımız o zaman ilahi bir ışıkla dolar.

Geçimimiz için ihtiyacımız olanı alırsak ve geri kalanını başkalarının yararına verirsek, o zaman gerçek erdemli insanlar oluruz. Dahası, doğa ile dengeleniriz. Hayat ve doğa ile doğru dengeyi tutturmak, normal bir yaşam sürmek için kendimize ihtiyacımız olanı almak ve fazlalığımızı topluma dağıtmak demektir. Bu sadece zar zor maddesel ihtiyaçlarla yaşamak anlamına gelmez. Sağlıklı ve zengin olabilir ve başkalarına çok şey verebiliriz.

Kalbimizdeki bir eğilimden bahsediyoruz ve bu eğilim kalbimizde kendisini -kötüden iyiye doğru- düzenledikçe, onun tüm dünya genelinde olumlu şekilde somut hale gelmesini daha fazla göreceğiz.

Üst Işık, Manevi Bağın Garantörüdür

Soru: Dünyada insanlar arasında farklı türde bağlar vardır. Kabalistik bağ ile bunların arasındaki fark nedir? Neden Kabala’daki gibi çalışmıyorlar?

Cevap: Çünkü bunlar, üst ışığı çeken türden bir bağ değiller.

Dünyada birçok bağ var. Çeşitli sosyalist, nasyonel sosyalist, Nazi, komünist, kolektif çiftlikler, kibbutzlar ve diğer sendikalar, insanları ıslah edecek ve yükseltecek olan üst ışığı çekmezler. Bu bağlar dünyevi seviyede bulunur ve sona erer.

Ve manevi bağ için üst ışığı çekmek şarttır. Aksi halde bütün çaba ve denemelerimiz bu dünya derecesinde son bulur. Fanatik, dini, sosyal, politik ya da her neyse, herhangi bir akımın nasıl ortaya çıktığını görüyoruz. Alevleniyorlar ve sönüyorlar. Her birinin kendi son kullanma tarihi vardır. Ancak hepsi yavaş yavaş kendi sosyal kaynağını geliştiren insanlığı oluşturur.

Ve tüm bu hareketler, dalga dalga, yavaş yavaş insanlığı umutsuzluğa sürüklüyorlar. Bugün herhangi bir harekete, yeni partilere kim inanıyor? Herkes tüm bunların yozlaşmış bir şey olduğunu anlıyor, tüm bunlar egoizmden geliyor, tüm bunlar bugün olmazsa yarın bitecek, sadece bekleyin.

Her şeyin eskidiğini görüyoruz. Milyarlarca insanın dahil olduğu, birbirini fanatizmle, nefretle, içten içe kin ile besleyen bu tür köktendinci hareketler bile, yavaş yavaş zirvelerinden aşağı kaymakta ve bu konuda hiçbir şey yapamamaktadırlar çünkü egoizm bedelini ödetmektedir. Onun formu son haline dönüştürülmelidir.

Bu mevcut akımlar, son yapının kurulduğunu anlamıyorlar ve yine de ona gelmek zorunda kalacaklar. Yani hiçbir yere gitmiyorlar! Sonuç olarak, tüm planları mahvolacak.

“İnsanlar İçin, Birini Sözünü Kesmeden Dinlemek Neden Bu Kadar Zor?” (Quora)

Neden bazen başkalarını dinlemek çok zordur? Her şeyden ve herkesten önce kişisel çıkarımızı düşündüğümüz egoizmimiz ve gururumuz nedeniyle, başkalarının fikirleriyle belirli anlaşmazlıklar yaşamamız yaygın bir durumdur. Farklı bir görüş bile olmayabilir ama benim söylemek istediklerimi başka birinin söylemesi ve benim söylememem, dinlememem için yeterlidir.

Görüşün kendisi o kadar önemli değildir. Önemli olan kendini ifade edebilme yeteneğidir.

Bazen, kişinin kendi görüşlerini farklı görüşlere sahip bir başkasına dayattığı bir durum ortaya çıkar ve bu, kendi görüşlerini ileri süren kişinin, diğer kişinin benlik algısını bastırdığı hissini uyandırır. Çünkü dinlediğimiz zaman karşımızdakinin etkisi altına gireriz. Biz o anlarda neredeyiz? Görünüşe göre yok oluyoruz, bu yüzden orada burada kendi ağzımızı açma ihtiyacı hissediyoruz.

Diğer bir deyişle, söylediklerimiz görünüşte doğru ve yerinde olsa bile, doğrudan ve zorlayıcı bir şekilde konuşmalara girmemeliyiz. Hazırlık olması gerekiyor. Yani konuştuğumuz kişiye haklı olduğu hissini vermemiz gerekiyor. O zaman onlarla kalplerimizi konuşabiliriz ve daha sonra, diğer kişi kendini boşalttığında, sohbeti yavaş yavaş değiştirmeye başlayabiliriz.

Korkunun Üstesinden Gelmek Mümkün Mü?

Soru: Birçok insan her şeye nüfuz eden korku hakkında bize yazıyorlar, insanın kendisi için duyduğu korku, sevdikleri için korku, çocuklar için korku, ölüm korkusu var. Dahası, bu durum değiştirilemez ve bu korkutucu.

Asıl soru, korkunun üstesinden nasıl gelineceği. Bu mümkün mü?

Cevap: Bu durumu bırakın gitsin. Bir sonraki anda ne olacağını düşünmeyin. Yapabileceğimiz bir şey yok. Bu konuda hiçbir şey bilmiyoruz. İşte bu yüzden bırakmamız en iyisi.

Soru: Ama bu bir insanın gücü dahilinde midir?

Cevap: Evet, öyledir. Bu biraz eğitim ile elde edilir, ancak prensip olarak bu gereklidir.

Soru: Öyleyse gerçekten dramatik, ölümle tehdit edilmiş bir durumun içinde, sadece hayal edebileceğiniz herhangi bir şeyle, sanki bu yokmuş gibi var olabilir miyim?

Cevap: Evet. Dramatik bir durumu sen icat ediyorsun, sözlerini kullanıyorsun ve onu iptal ediyorsun. Ya da başka şeyler: bunun olamayacağını söylüyorsun, çünkü olamaz. Ben iyi olacağımı zaten biliyorum, öyleyse iyi olacağım. Ya da hiç ilgilenmiyorum, şimdi bile! Bu en iyisidir – dizginleri bırakmak ve hiçbir şeyi kontrol etmemek.

Soru: Yani korkunun, bir kişinin bu durumu yönetmeye çalışmasından kaynaklandığını mı düşünüyorsunuz?

Cevap: Kişi bunu yönetmek istiyor ve yapamaz. İşte burada korku devreye girer.

Soru: Ve bıraktığımda, onu kontrol ediyor gibi görünüyorum, ama anlaşıldığı üzere farklı bir taraftan mı?

Cevap: Kesinlikle. Elbette öleceksiniz, elbette her şey peşinden gelecek ve sizden sonra da bir şeyler olacak gerçeği hakkında düşünün. Bu dünyayı kilitleyip dışarıda bir yere gidemezsin. Bunun nasıl hayal edilebileceği bilinmiyor. Bu yüzden bu sorun değil. Bunun normal olduğunu hayal edin; bununla hemfikir olun ve hepsi bu.

Soru: Bırakmam gereken genel durumu anlıyorum. Herhangi bir durumdan nasıl kurtulacağına dair birkaç adım önerebilir misiniz?

Cevap: Hayır, farklı insanlar bunu farklı şekillerde yapar. “Benden sonra dünyaya ne olacak?” “Sevdiklerim ve akrabalarım nasıl olacak?” “Mirasıma ne olacak?” “Yaratıcı mirasıma ne olacak?”. Ve şöyle böyle, düşünmeye başlayan insanlar var.

Soru: O zaman soru şu: Bir insana neden korku verilir?

Cevap: Böylece ek bir şeyi ıslah edebilir: yaşama ve ölüme karşı olan tutumunu.

Soru: Bu korku neye dönüşmeli? Eğer yukarıdan verildiyse, bu korku neye doğru akmalıdır?

Cevap: Her Şeye Gücü Yeten’in, Yaradan’ın iradesine ve kişinin dünyevi yolculuğunu gerçekten tamamlayana kadar o anlarda (bunlardan çok fazla sayıda olabilir) hala yapacak bir şeyleri olduğu gerçeğinin mutlak teslimiyete akmalıdır.

Soru: Temel olarak, bir kişi bu şekilde veya başka bir şekilde bir şey yapmak zorunda mıdır? Kişi Ne yapmalı?

Cevap: Sakin olmalı. Başka hiçbir şey. Bir insanın yapması gereken şey budur.

Yorum: Bir keresinde Yaradan’ın huzur içinde olduğunu ve insanin da aynı huzura gelmesi gerektiğini söylemiştiniz.

Cevabım: Evet.

Yorum: O zaman bize huzurun tanımını verin.

Cevabım: Huzur, bir sonraki anın sizi rahatsız etmediği zamandır. Bu kesinlikle sizi rahatsız etmez! Bunun içinde yaşadığın için değil. Eğer içinde yaşıyorsan bu seni rahatsız etmez, çünkü içinde yaşıyorsun. Ama bu seni rahatsız etmiyor. Bizler buna gelmeliyiz.

Soru: O zaman ben şu anda mı yaşıyorum?

Cevap: Ve böyle bir an yok. Kendinin var olduğunu da düşünme.

Soru: Yani, nehirde yüzüyor gibiyim, yüzüyorum ve hepsi bu mu?

Cevap: Bu da aynı zamanda hayata karşı kötü bir tutumdur. “Kürekleri kaldır” ve “suyun üstünde yüz” de iyi değil.

Yorum: Bu nokta çok açık değil.

Cevabım: Bu kimse için anlaşılır değil. Bu mutlak sakinliği elde ettiğimiz noktadır.

Başka bir deyişle, sadece bu şekilde olabilir. “Yaradan’ın kontrolüne güveniyorum. Benim  varlığımın her anındaki ben dahil olmak üzere, O her şeyi kontrol eder. Ve genel olarak, tüm evreni ve herkesi O kontrol eder. Öyleyse endişelenecek bir şeyim yok. O’nun ıslahına, O’nun yönetimine, tüm bunlar üzerindeki O’nun gücüne girmek istiyor muyum? Hayır.” Eğer değilse, o zaman otur ve hayatına devam et.

Nasıl var olman gerektiğine karar verdiğinde, şimdi ve sonrasında nasıl var olduğunuz arasında hiçbir fark olmamalıdır.

Soru: Böyle bir durgunluk noktası mı?

Cevap: Evet. Bu anlaşmayı gösterir. Bu, Yaradan ile aynı fikirde olduğunuz anlamına gelir. Ve bu kolay değildir. Sonuçta, biz her zaman O’nun elini tutmak, orada neyin planlandığını kontrol etmek ve belki de biraz farklı yapılması gerektiğini tartışmak isteriz.

Soru: Burada kimseyi tutmaya gerek yok mu? Aynen bu şekilde ve bu kadar mı?

Cevap: Serbest bırakın.