Category Archives: Uncategorized

Neden Tanrı Değil De Yaradan?

Soru: Inna soruyor, “Neden her zaman “Tanrı” değil de “Yaradan” diyorsunuz?

Cevap: Tüm dinlerde, inançlarda olan ve genel olarak tüm insanlar için var olan “Tanrı” ismini, bir güç olarak bildiğimiz, bizi belirli bir amaç için yaratan, üst, tek ve mükemmel güç olan Yaradan’dan ayırmak için.

Tanrı, bizim üzerimizde var olan ve bir şekilde her şeyi kontrol eden bir şeydir. Ve Yaradan, tam olarak yaratıcıdır. Her saniye yeniden yaratıyormuş gibi, O bu dünyayı yaratır. Yaradan çok daha kişisel bir kavramdır.

Tanrı, Tanrı gibi bir şeydir! O benim dışımdadır ve sürekli olarak vardır. Ancak Yaradan bağlayıcı, zorlayıcıdır ve benden bir şey bekler.

Soru: Benden ne bekliyor?

Cevap: Şu ki, O’ndan ıslahlar istemeye başlayacağım. Yani, O’na tamamen bağımlı olduğumu ve sadece O’nun bana O’na benzeyeceğim koşulu verebileceğini keşfedeceğim.

Ondan bir şey yapmasını isterim ve O yapar. Hayal edebiliyor musunuz?! Bir yandan güçsüzüz, diğer yandan biz yönetiyoruz.

Soru: Bu, benim kendi başıma hiçbir şey yapamayacağım anlamına mı geliyor?

Cevap: Ama bensiz de kimse bir şey yapamaz. Yani ben hiçbir şey yapamam ama yine de ben istemeden, talep etmeden, talimat vermeden hiçbir şey olmaz.

Soru: Ama nasıl talep edeceğim? Yaradan’dan bir şey yapmasını nasıl isteyebilirim?

Cevap: Onu Zorlayın! “Oğullarım Beni yendi.” Bu şekilde O’nun çocukları olduğumuzu ve O’nun bizi tam da böyle bir rol için yarattığını hissetmeye başlarız. Bütün bunlar, elbette, şaşırtıcı.

Soru: Başlangıçta “Tanrı değil” dediniz çünkü Tanrı tüm insanlar için kişisel bir algıdır. Bir insanın bu algıda olmasını istemiyor musunuz?

Cevap: Hayır. Yaradan, yaratıcıdır. Tüm yaratılışı her an yeniden hayata döndürür. Bu yüzden buna her dakika tepki vermeli ve her saniye Yaradan’ın yaratışını hissetmeli ve görmeliyiz.

İbranice’de Yaradan “Bo u-Reh” dir (“Gel ve gör”). Gelmeniz, ifşa etmeniz ve görmeniz gerekiyor. Yani, içinde hareket olan daha kapsamlı bir isimdir.

Otistik Bir Kişinin İçsel Dünyası

Soru: Otistik insanlar, ruhlarını ıslah etmekle meşgul olabilir mi?

Cevap: Evet, sorun yok. Elbette, sıradan insanların farklı ruh gelişim düzeylerine ve “ben”lerine, insan özüne sahip olmalarına benzer şekilde, farklı ıslah dereceleri vardır. Sonuç olarak, bunu anlamayan ve otomatik olarak yaşayan insanlar var, daha gelişmiş insanlar var ve zaten ruhsal olarak gelişmek isteyenler var.

Aynı şey otistik insanlar için de geçerlidir. Bunlar arasında çok derin içsel süreçlerde olan bireyler var, iki durum arasında olanlar var ve ruhsal süreçleri gerçekleştiremeyenler var, örneğin, dünyamızdaki matematik veya bilgisayar gibi dar bir alanla mekanik olarak ilgilenen çoğu insan gibi.

Bu onları cezbeder çünkü bunlar kendi kontrollerinde olan, diğer insanlarla temas içermeyen ve başkalarının kontrolü veya değişikliği altında olmayan mutlak şeylerdir.

Bu onlara bir güvenlik duygusu, yürüyebilecekleri bir temel ve kapalı bir oda gibi, benim bir şeyim gibi, düzenim ve kendimi içinde tuttuğum her şey gibi kendilerini bulabilecekleri bir yer verir. Aksi takdirde, basitçe anlamazlar ve bir anlamda kaçacaklardır. Onlar için bu durum çok rahatsız edicidir çünkü sadece sınırlı bir alanda olmayı arzularlar.

Matematik ve bilgisayarlarda da durum aynıdır. Çok net bir soru-cevap ve katı iletişimi olan bir yer onlar için açık, anlaşılır ve dolayısıyla çekicidir.

 

“Robotlar Bizim İşlerimizi Ele Geçirdiğinde” (Medium)

Robotlar bizim işlerimizi devraldığında ne yapacağız? İşgücü piyasasının birçok alanında durum zaten böyle. Bilgisayarlı makineler, kasiyerlerden avukatlara kadar endişe verici bir oranda çoğalarak insanların yerini alıyor. Robotların tarım, teslimat, üretim işlerinin çoğunu ve otel çalışanlarını devralması uzun sürmeyecektir. Makineler, hâlihazırda büyük ölçüde otomatikleştirilmiş olan diğer birçok işin yanı sıra, banka veznedarlarının, çağrı merkezi personelinin de yerlerini alacaktır.

Ancak, giderek daha fazla insana ihtiyacın duyulacağı ve bilgisayarların asla yerini almayacağı bir alan var: eğitim. Eğitim derken, öğrenmeyi kastetmiyorum. Makineler matematikten tarihe kadar her şeyi öğretebilir. Ancak makineler bizi kelimenin tam anlamıyla eğitemez. Makineler bir çocuğu kendine güvenen ve sosyal olarak olumlu bir yetişkine dönüştüremez. Bu, yalnızca eğitimcilerin alanına giren bir şeydir.

Günümüz dünyasında her şey birbirine bağlıdır. Bizi birbirimize bağlayan sadece internet değildir. Gezegendeki her ürün birden fazla ülkede üretiliyor; yediğimiz yiyecekler birçok ülkede yetiştiriliyor ve üretiliyor; ısınmak, yemek pişirmek ve araba kullanmak için kullandığımız enerji, birincil olarak kullanıldığı ülkelerden farklı ülkelerde üretiliyor veya dışarı pompalanıyor. En bireysel düzeyden uluslararası düzeye kadar her seviyede birbirimizle olan bağlarımız olmasaydı, hayatta kalamazdık.

Ancak, birbirimize tamamen bağlı ve bağımlı hale gelirken, aynı zamanda yoğun bir şekilde birbirimize düşman da olduk. ABD’de son zamanlarda yaşanan kitlesel saldırılar ve Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş, insanların ve ulusların birbirlerine karşı duydukları düşmanlığın bariz örnekleridir. Ama sadece kişisel olmayan düzeyde değil, bu düşmanlık aynı zamanda kardeşler, eşler, arkadaşlar ve iş arkadaşları arasında da görülüyor. Güvensizlik her yerde ve güvenin olmadığı yerde güçlü topluluklar veya mutlu aileler olamaz. Güçlü toplulukların veya mutlu ailelerin olmadığı yerde mutlu insan da yoktur. Sonuç olarak, tüm toplum çöküyor ve hiçbir teknoloji bunu durduramaz.

Bilgisayarlar insanlara birbirlerine güvenmeyi ya da birbirini önemsemeyi öğretemeyeceğinden, gelecekte en çok ihtiyaç duyulan iş eğitimcilerin işi olacaktır: diğer insanlara şefkatli bireyler olmayı öğreten insanlar, izolasyon ve şüphe yerine karşılıklı sorumluluğa dayalı bir toplumu sürdürmek için çabalayan insanlar.

Böyle bir toplum, günümüzün hiper-rekabetçi toplumundan daha az hayat dolu veya enerjik olmayacaktır. Ancak insanlar birbirlerini yenmek için değil, insanlar arasındaki birlik ve beraberliğe en çok katkı sağlayanlar olmak için yarışacaklardır.

Övgüler ve saygınlık hâlâ olacak, ancak bencil davranışlarıyla yollarındaki diğer herkesi çiğneyenlere değil, çalışmalarıyla başkalarını güçlendirenlere verilecektir. Bireysel başarılar sadece çoğalmakla kalmayacak, aynı zamanda tüm toplumu ilerletecekleri ve kimsenin zararına olmayacakları için toplum onları teşvik edecektir. Böyle bir toplumda insanlar hayallerini gerçekleştirebileceklerini ve olmak istedikleri kişi olabileceklerini hissedecekler ve aynı zamanda canlı ve destekleyici bir toplumun parçası olarak kalacaklardır.

Böyle bir topluma yönelik eğitim, insan doğasına karşı duyarlılık ve anlayış gerektirir. Gittikçe daha fazla insan bu yeni zihniyeti benimsedikçe, bugün ilişkilerimize hâkim olan yabancılaşmayı tersine çevirecek ve şefkatli ve kapsayıcı bir toplum yaratmaya yardımcı olacak bu türden daha fazla eğitimci olacaktır.

Sihirli Sayı Yedi

Soru: Mucizeler hakkında bilgi ararken tüm listelerde yedi sayısı çıktı. Örneğin: dünyanın yedi harikası, vb. Neden tam olarak yedi? Bu sayının sihri nedir?

Cevap: Yedi, doğaüstü bir şeyden bahsettiğimizi vurgulayan sihirli bir sayıdır.

Sağ, sol, ön, arka, üst, alt – bir küpün içinde olduğumuz altı yan yüz ve yedincisi onun ötesindedir. Bu yüzden yedi sayısı çok semboliktir. Dünyamızın ötesinde olan bir şeyi tanımlar.

“Aşırı Tüketim Sorununa Sizin Çözümleriniz Nelerdir?” (Quora)

Bizim doğa ile aramızda dengeye ihtiyacımız var.

Yiyecek için hayvanları öldürmek ve mekanizmaları, ekipmanı ve ısıtma sistemlerini makul bir şekilde kullanmak için kömür, petrol ve gaz yakmak gibi ihtiyaçlarımızı karşılamamız gerekiyor. Bunu yapmaktan kaçınamayız. Ayrıca suyu yeterli ölçüde akıllıca kullanmalıyız. Ürettiğimizin yarısını okyanusa geri attığımızda ki bu da çok fazla kir ve çöp üretir, o zaman doğal olarak kendimizi bu aşırılıkta boğulurken buluruz.

Oysa böyle bir süreç, etrafındakiler sessiz kalırken, açgözlü ya da aptalca, mümkün olduğu kadar çok üretmeye ve kazanmaya çalışanların, kullanılmayanları çöpe atanların elindedir. Bu durdurulamaz bir süreç haline gelmiştir ve bugün dünyada ürettiğimizin yarısı gereksizdir.

Çözüm, hayatımızda neyin gerekli neyin gereksiz olduğunu bulmaktır. Bunu yaparak, üretimimizin yaklaşık yüzde 70 ila 80’ini durdururduk.

Dahası, neyin gerekli neyin gereksiz olabileceği konusuna mantıklı bir şekilde yaklaşılabilir. Birkaç koşulun farkında olmasak da, bu yaklaşımı uygulamak hala mümkündür. Örneğin, ekonomistler, insanların ihtiyaçlarını karşılamanın ne anlama geldiğini zaten hesaplamış ve tahmin etmişlerdir. Ama bunu dikkate alan var mı? Gerçekten ihtiyaç duyulandan daha fazlasına sahip olunmamasını önemseyen insanlar var mı?

Yine de şu bir başlangıç noktasıdır: Hayatımızda neyin gerekli neyin gereksiz olduğunu hesaplamak.

Bununla birlikte, büyük bir sorun var: insan doğası, (kendini diğerlerinin üzerine yerleştirmek isteyen, başkalarının pahasına haz almak için egoist arzu), onun varlığını sürdürmesini ister. Ve sorun, her zaman diğerlerinden üstün olmak, onlardan daha iyi olmak isteyen egodadır. Böylece ihtiyaçlarımızı ve fazlalıklarımızı istediğimiz gibi halledebiliriz, ama sonunda ego sürekli daha fazlasını, komşunun üstünde olmayı ve onlardan daha fazlasına sahip olmayı isteyecektir.

Bu nedenle hayatımızda neyin gerekli neyin gereksiz olduğunu bulmak ve ihtiyaçlarımızı karşılamakla birlikte, aynı zamanda egoist doğamızın nasıl işlediğini, bizi nereye götürdüğünü ve ortak bir verme niyetiyle birbirimize bağlanarak egonun etkisinin üstesinden nasıl gelebileceğimizi gösteren daha kapsamlı bir eğitim yaklaşımına da ihtiyacımız var. İhtiyaçlarımızı çözerek, onlarla ilgilenerek, insan toplumunda pozitif bağlantının düzenli olarak öğrenilmesi ve uygulanmasıyla birlikte, aşırı tüketim ve aşırı üretim sorunlarını çözebiliriz ve şu anda ürettiğimiz, satın aldığımız ve attığımızdan yaklaşık yüzde 70 ila 80 daha azıyla rahat ve mutlu yaşayabileceğimizi görebiliriz.

“Düşünce Nedir?” (Quora)

Düşünce, doğadaki en büyük güçtür. O, zaman ve mekânın üzerinde işler.

Düşünce, insan doğasının en yüksek gücüdür. Kabalistik metinlerde “her şey düşüncede netleşir” diye yazılır.

Düşünceler, hepimizin her yerde var olduğu yaratılış düşüncesinden gelir ve düşünce doğada var olan her şeydir.

Bizim de varlığımız düşüncededir. Bizler,  görme, işitme, koku alma, tatma ve dokunma duyularına sahip olduğumuzu ve galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin vb. olduğu bir evrende yaşadığımızı hissederiz.

Ancak, her şey düşüncedir.

Düşünceden başka bir şey yoktur. Madde yoktur sadece düşünce vardır. Aynı şekilde, kontrol edebileceğimiz tek şey düşüncelerimizdir, başka bir şey değil. Örneğin, cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeler, kontrolümüz dışındadır.

Düşüncelerimizi değiştirebileceğimiz ne anlama gelmektedir? Bu, diğer insanlar aracılığıyla, bizi harekete geçiren her şey aracılığıyla doğaya karşı tutumumuzu değiştirebileceğimiz anlamına gelir. Bunu yaparak, Kabala bilgeliğinde “ıslah” olarak adlandırılan şeye ulaşırız yani düşüncelerimizin yönünü değiştirmekten gelen doğayla denge durumuna – kişisel faydadan başkalarına ve doğaya fayda sağlama durumuna ulaşırız.

“İnsan Genomunun Şifresini Çözmek – Ne Kadar Çok Bilirsek, O Kadar Az Anlarız” (Medium)

Son haftalarda gazeteler ve bilimsel dergiler, insan genomunun haritalanmasının tamamlanmasını memnuniyetle karşıladı. Smithsonian Dergisi, “Bilim adamları, genetik planımızın eksik yüzde sekizini deşifre ederek, insan evrimi ve hastalığında yeni keşifler için zemin hazırladı” diye haykırdı. Time Dergisi, haritalama projesinin liderlerinden biri olan Evan Eichler’den neşeli şekilde bir alıntı yaptı: “Genomik ve tıp camiasındaki heyecan elle tutulur cinsten. Eichler bir brifing sırasında, “Şükürler olsun, sonunda bir insan genomunu bitirdik, ancak en iyisi henüz gelmedi” dedi. “Kimse bunu bir son olarak görmemeli, bu sadece genomik araştırmalarda değil, klinik tıpta da bir dönüşümün başlangıcıdır.”

Smithsonian Dergisi’nin tanımladığı gibi “Boşluksuz” İnsan Genom Dizilimine sahip olmamız harika, ancak gerçekler gösteriyor ki ne kadar çok bilirsek o kadar az anlıyoruz. İnsan genomunun şifresini çözmek bazı problemlerin çözülmesine yardımcı olabilir, ancak hayatımızı daha kolay veya daha mutlu yapmayacak. Çevremizi anlamadığımız için, genlerimizin hangi bağlamda evrimleştiğini ve çevreyle ilgili olarak nasıl çalıştıklarını anlamıyoruz. Bu nedenle tüm formüller ve bilgiler bizim gerçekliği idrak edemeyişimizin boşluğunda yutulacak ve kendi yaptıklarımızla sorunlarımızı derinleştirip daha da kötüleştireceğiz.

İçimize kodlanmış her bir genin bir nedeni vardır. Eğer onu değiştirir veya manipüle edersek, onunla bağlantılı her şeyi değiştiririz. Doğa bilerek bozukluk yaratmaz. Sadece düzeltir. Bu nedenle, doğayı “onarmaya” çalıştığımızda, körlüğümüzden dolayı görememiş olmamızın dışında, bozulmamış olanı her zaman bozarız.

Babil Talmud’unda (Şabat 156a) bilgelerimiz, eğer bir kişi katil doğasıyla doğarsa, katil veya hırsız ya da kasap veya sünnetçi olabileceğini yazmıştır. Başka bir deyişle, insanların temel özelliklerini değiştirmeye çalışmamalı, onları sadece tüm topluma faydalı oldukları yerlerde kullanmalıyız.

İnsanların genlerini değiştirmeye çalışmak yerine, doğuştan gelen doğalarını topluma zarar vermek yerine toplum yararına kullanmayı öğretmeliyiz. Bunu yapmak için, topluma en fazla katkıda bulunanların en fazla saygı duyulan, hürmet edilen ve hayran olunan kişiler olduğu bir sosyal ortam oluşturmalıyız.

Şu anda toplumun “liderleri”, kendilerinden başka hiçbir şeye değer vermeyen ve mümkün olduğunca “benzersiz” olmayı arzulayan ya da zenginlik, güç ve nüfuz elde etmek için toplumu sömüren narsistlerdir. Bunlar herkesin hayran olduğu insanlar olduğunda, toplum parçalanmadan duramaz. Herkesin takip etmeye çalıştığı benmerkezci değerler, toplumu böler ve onu giderek daha küçük parçalara ayırır. Sonunda herkes kendi başının çaresine bakmaya bırakılacaktır. Yakınlarında kimsenin olmadığını ve herkesin potansiyel bir düşman olduğunu hissedecekler. Böyle bir durumda, sefaletten tek kurtuluş uyuşturucu ve intihar olacaktır.

Liderler kendilerini değiştirmeyecek. Onlar lider çünkü biz de onlar gibiyiz, bu yüzden olmak istediğimiz  mükemmellikte olan insanlara saygı duyuyoruz. Bu nedenle toplumun idollerinin değişmesini beklememeliyiz. Bunun yerine, olduğumuz kişiyi değiştirmeliyiz ve kendimizi değiştirdikçe, idolleştirdiğimiz kişiler de değişecek ve yeni değerler ön plana çıkacak.

Toplumun değerlerini değiştirdiğimizde, hiçbirimizde doğal olarak yanlış bir şey olmadığını keşfedeceğiz. Tek kusurumuz, doğanın bize aşıladığı şeyleri nasıl kullandığımız idi. Başka bir deyişle, suçlu olan DNA’mız değil, eylemlerimizin arkasındaki niyetti.

Şu anki niyetimiz, sadece kendimizi yükseltmek olduğundan, keşfettiğimiz ve geliştirdiğimiz her şey topluma zararlıdır. Ve zarar verdiğimiz, bizi besleyen ve ayakta tutan toplum içinde yaşadığımız için, geliştirdiğimiz ve keşfettiğimiz her şey sonunda bize zarar veriyor.

Ne olduğumuzu değil, kim olduğumuzu değiştirmemiz gerekiyor. Bizim sorunumuz ne yaptığımız değil, neden yaptığımızdır. Yaşadığımız topluma fayda sağlamak için çalışırsak, kendimize fayda sağlayacağız.

Narsist zihniyetimizden dönüşüm ortak bir çaba gerektirir, ancak küresel durum zaten o kadar kötü ki, bence başka seçeneğimiz ve kaybedecek zamanımız yok.

Güç Arzusu – Ne Uğruna?

Soru: Bir liderin güç arzusu olmalı mı? Onsuz yapabilir mi?

Cevap: Bu, gücün ne için olduğuna bağlıdır. Çocuklarımı doğru bir şekilde yetiştirmek istiyorsam, onlar üzerinde gücüm olmalı. Ama bu onların yararına ve bana doğanın verdiği çerçeve içinde olmalı.

Diğer her şey gücün kötü kullanımıdır. Bu da zaten olmaması gereken bir şeydir.

Soru: Genel olarak, güç arzusu bir kişinin doğuştan gelen bir özelliği mi yoksa sonradan edinilmiş bir özellik midir?

Cevap: Doğuştan gelen bir arzudur. Bir insan diktatör doğar ve bir diktatör yetiştirmek imkânsızdır. Toplum sadece koşulları sağlar.

“Mizah, Ciddi Bir Mesele” (Medium)

Mizahı hayatımızda bu kadar gerekli kılan nedir? Gülmenin kaynağı ne olmalı? Mizah duygusu da dahil olmak üzere, her şey gelişimimiz için yaratılmıştır. Bu bize gelişme gücü ve yeteneği verir.

Mizah alanında profesyonel olarak uğraşan kişilere yakın olan herkes bilir ki, bu insanlar genellikle mutsuz, doğası gereği çok ciddi ve hatta bazen depresif insanlardır. İçinde bulundukları gri buluttan kendilerini kurtarma dürtüsünden bir mizah duygusu geliştirirler.

Genel olarak, kişi ne kadar çok gelişirse, incelikli mizahı takdir etme konusunda o kadar yetenekli olur. Olağanüstü yeteneğe sahip – normal düşünme şeklimizde tamamen alakasız olan, ayırt edici şeyler arasındaki beklenmedik bir bağlantı olan mizahtan bahsediyorum.

İncelikli mizah, kendimizle dalga geçebilmemiz için doğamızı yan taraftan gözlemleyebilmemizi gerektirir. Böylesi mizah, doğadan aldığımız orijinal form, eğitim aldığımız form ve hayatımızın çeşitli aşamalarında benimsediğimiz formlar gibi birçok farklı kimliği kendimizde tanımlama yeteneğine dayanmaktadır ve bunlar başkalarından özümsediğimiz formlardır. Bütün bu kimlik karşılaştırmalarından her çeşit önemli araştırma çıkar.

Mizah, bir yandan eleştiriyi aktarabilmeli, diğer yandan sevginin ruhuyla hoş bir şekilde verilmelidir. Asla başkalarıyla dalga geçmemeli ve nefreti kışkırtmamalıyız. İnsan olarak bencil doğamızın zayıflıklarını açıklığa kavuşturmak, zayıflıklarımızın farkındalığını ve bilişini geliştirmemize yardımcı olmak için yalnızca insanlıkta var olan genel zayıflıklara gülmeliyiz. Çünkü olumsuz niteliklerimizin farkında olursak, onların üzerine çıkmak için çalışabiliriz.

Ne de olsa, doğa bizi bu şekilde, kusurlu yarattı. Doğa, kendimizi eleştirmemize ve doğamızı aşmamıza yardımcı olmak için, bize bir mizah duygusu verdi. Mizah, kendimizi daha yüksek bir perspektiften görmemizi sağlar ve böylece bizi mevcut derecemizin dışında daha yüksek bir seviyeye yükseltmeye de yardımcı olabilir. Kendimize yandan bakmak ve gülmek, gerçekte kim olduğumuza dair içsel incelemeyi ateşleyebilir. Eğer kendimize nasıl güleceğimizi biliyorsak, o zaman bu: “Tanrı beni güldürdü” (Yaratılış 21:6) diye yazıldığı gibi, büyüyebileceğimiz bir durumdur.

İyi mizah her zaman kibar olmalı, gelişmeyi sağlamalı ve bahsettiğimiz şeye karşı sevgi uyandırmalıdır. Sert bir atmosferi yumuşatmak için, mizahın kafamızı altüst etmesi gerekir.

Kalbi açabilen ve insanlar arasındaki duvarları yıkabilen mizah ile ilgili olan şey nedir? Mizah, üzerimize giydiğimiz tüm kabarık giysileri bizden uzaklaştırır. Sanki bizi tüm pozlardan ve maskelerden soyar, hepimizi eşit ve basit kılar. Hepimizin içinde aynı olan zayıflıklara birlikte güldüğümüzde, aramızda hemen daha yumuşak bir ilişki yaratırız.

Sınırları, engelleri ve mesafeleri ortadan kaldırmak için mizahtan daha güçlü bir araç yoktur. Zamanımızın en büyük mücadelesi, en ciddisi, insanları birbirine yaklaştırmak, bizi daha bağlı kılmak için mizah geliştirmektir.

Hayat Rastgele Bir Olaylar Dizisi Değildir

Soru: Dünyada olup bitenlere absürt tiyatro denilebilir. Ama insanlık başyapımcının düşüncesini anlamıyor. Kabala’ya göre bu nedir?

Cevap: Başyapımcı aslında bizi kontrol eden doğadır.

Doğayı, özellikle sibernetik, biyo-sibernetik, küresel sistemler ve Dünya’nın jeosferini inceleyerek, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve bir nevi gelişim planı içinde olduğunu anlarız.

Ayrıca, bu master plan, sırayla birbiriyle koordineli olan alt bölümlere ayrılmıştır. Hiçbir şey boşuna olmaz, her şey önceden belirlenmiştir.

Bu planı bilmesek bile, o hala var olmaktadır. Aynen eskiden olduğu gibi, bir hafta veya bir ay önceden hava durumunu tahmin edemezdik ama bugün edebiliyoruz. Bizim çalışmamızda da aynı şekilde, pratikte hiçbir şeyde ıslah yapmıyoruz, sadece bu programın dünyada var olduğunu ifşa ediyoruz.

Hayat rastgele bir olaylar dizisi değildir. Bunu tüm araştırmalarımızdan görüyoruz. Bu nedenle, şu soru ortaya çıkıyor: “Öyleyse, o zaman benim, doğanın tacı olarak, kesinlikle bir amacım var. Doğa beni boşuna yaratmadı. Her küçük parçacıkta, her atom ve molekülde büyük bir bilgelik, nedensel gelişim vb. varsa, benim nedensel gelişimim nedir? Gelmem gereken bu sonuç nedir?”

Bu tür sorular bir yandan bizi bir çıkmaza sürükler. Öte yandan, onları çözmemiz gerekir; yoksa yaşamanın bir anlamı yoktur. Bu, insanların bu planı açıklamanın gerekli olduğunu hissetmeye başladığı bizim neslimizdir çünkü bir şeyin peşinden gitmeden ve herhangi bir bakış açısı olmadan hayat insanı sadece yaşama arzusundan alıkoyar ve mahrum eder.