Category Archives: Uncategorized

Eğer Biri İftira Atarsa, Tüm Sistem Zarar Görür

 “Ağzınızın, bedeninize günah işletmesine izin vermeyin.” Kişi, ağzının, kötü bir düşüncenin ortaya çıkmasına ve kutsal antlaşmanın damgalandığı kutsal bedenin günaha girmesine neden olmasına izin vermemelidir. (Zohar Kitabı “Leila de Kalah [Gelinin Gecesi]” Giriş, Madde 131)

Kişi konuşmasına dikkat etmelidir. Ağzından yalnızca iyinin, gerçeğin ve doğrunun çıkabileceğini anlaması gerekir. Böyle bir durumda, kişi Yaradan’a yakınlaşır.

İftira kötü düşüncelere yol açar, bu da kutsal bedenin günaha bulaşmasına neden olabilir.

Kutsal beden, sadece düşüncelerimiz değil, aynı zamanda bu dünyadaki her türlü doyum için çabalamaya başladığımız zamandaki arzularımızdır. Dolayısıyla, kişi kendini bu tür arzu ve hazlara kaptırmamaya ve bunları kutsallık derecesine yükseltmemeye dikkat etmelidir.

Eğer kişinin, diğer insanlar veya Yaradan hakkında herhangi bir içsel şikâyeti varsa, o zaman prensip olarak bu normaldir. Ama bunları ağzıyla dökerse, o zaman hem kendisi hem de sözlerinin yöneltildiği kişi zarar görür çünkü hepimiz birbirimize bağlıyız.

Biz, sadece fiziksel dünyamızdaki mesafelerle ve birbirimizi duyamama ve hissedememe gibi nedenlerle birbirimizden ayrılırız ama gerçekte bunun önünde hiçbir engel yoktur. Dolayısıyla bir kişi iftira atarsa, o zaman tüm sistem zarar görür.

Adam HaRişon’un Birleşik Sisteminin Parçalanması

Parçalanmadan önce, evrende tek bir Adam HaRişon sistemi vardı.

Bu organizma, ihsan etmek, beslemek ve sevmek için olumlu bir arzuyla, Yaradan ile tam bir uyum içindeydi.

Ancak, zıt bir şey yaratmak ve dünyamızı zıtlıklardan oluşturmak için, sistem, Adem’in günahı olarak adlandırılan bir parçalanmaya uğradı.

Daha iyi anlatmak gerekirse, parçalanan arzuların kendisi değil, özellikle bağlar yani niyetlerdi. Böylece tüm doğa, tamamen en küçük parçalarına ayrılmış oldu ve bu parçalar daha sonra yeniden bir araya gelmeye başladı, ancak artık karşılıklı ihsan etme, çekim ve sevgi yasasına göre değil, tam tersine karşılıklı fayda sağlayan koşullara göre. Dünyamızın egoist doğası, işte bu şekilde yaratılmıştır.

Diğer bir deyişle, tüm güçler arasındaki özgecil bağların kopuşu, egoistik bağların ortaya çıkmasına sebep oldu. Tüm bunlar, Kabala’nın tanımladığı gibi, Büyük Patlama’dan önce, güçler dünyasında meydana geldi. Ve sonra, bu güçlerin yavaş yavaş bayağılaşmasıyla, dünyevi doğamız ve biz ortaya çıktık.

Kalbin Konuşması İçin Sessiz Olun

Soru: Siz devamlı olarak konuşmanın sessizlik içinde, kalpten olabileceğini söylüyorsunuz. “Kalbinden konuşmanın” ne demek olduğunu açıklayabilir misiniz?

Cevap: Bu, duygular aracılığıyla olur. Bir kişiye duygularınızı aktarmak istediğiniz ve bunun için uygun kelimeleri bulmak çok zor olduğunda, o zaman en iyisi susmaktır.

Bu, her insan için rahatsız edici değildir. Siz sadece sessiz kalırsınız. Böylece yavaş yavaş kelimeler olmadan birbirinizi anlamaya başlarsınız. Buna kalplerin sohbeti denir.

Soru: Öğretmeninizle sık sık sessiz kaldığınızı söylediniz. Bir şeyler söylemek zorunda olduğunuzu hissetmiyor muydunuz?

Cevap: Hayır, kesinlikle olmadı. Sadece onun yanında oturup düşünürsün ve o da öyle yapar.

Soru: Sizden bir şey söylemeye sevk etmedi mi? Hiç böyle bir şey olmadı mı?

Cevap: Hayır, gerek yoktu. Hiçbir şey yapmaya gerek yoktu. Bunlar öyle duygular, öyle anlardır ki her şey nettir. İçsel bir iletişim gerçekleşir; kelimeler olmadan, duyguların birinden diğerine ve geri akışıdır.

 

Fiziksel İletişim

Soru: Genellikle insanlar konuşurken göz teması kurmaya dikkat ederler. Neden bir kişiyi görmemiz gerekiyor?

Cevap: Kişi öncelikle görme, duyma, koklama ve dokunma yoluyla gerçekleşen bütün bir iletişim ister. Bütün bunlar, temasta olduğumuz kişilerle olan konuyu anlamamızın bir parçasıdır. Bu nedenle kendinizi onun izlenimleriyle doldurmanız tavsiye edilir. Bizim ihtiyacımız budur.

Ortak arzumuz; Hohma, Bina, Zeir Anpin, Malhut ve benzeri dünyevi özelliklerden oluşur: Hochma görme, Bina duyma, Zeir Anpin koklama, Malhut tat alma ve dokunma duyularıdır. Doğal olarak muhatabımızı tanımak, onu hissetmek için tüm bu hisleri edinmek isteriz. Bu her insanın arzusudur.

Dünya algımızın yüzde doksan dokuzu işitme ve görme, Hohma ve Bina aracılığıyla gerçekleşir. Dokunma duyuları, tat ve koku ise çok sınırlı bir aralıkta bize özgüdür.

Bizim için en yüksek bilgi alanı görmedir yani Yaradan’dan bize yayılan Hohma ışığına karşıdır. Bu nedenle ona bu kadar bağımlı olmamız ve iletişim halindeyken ona özel olarak dikkat etmemiz doğaldır.

Genellikle bir ortağı, bir kişiyi, eşi nasıl seçeriz? Sadece görme yoluyla! Fakat gözlerinizi kapatın, bambaşka bir dünya göreceksiniz, her şeyi farklı algılamaya başlayacaksınız.

 

Yapay Zekanın Yükselişi

Soru: Günümüzde yapay zeka, geniş insan faaliyeti alanlarının, hatta yaratıcı alanların bile yerini alıyor.

Tahminlere göre yakında pek çok mesleğe ihtiyaç duyulmayacak. İnsan hiçbir şeyde kendini gerçekleştirmeyecek. Bu durumda, bu insanlar ne yapacaklar?

Cevap:  Kendi kendini eğiterek, daha derin düşünecek, daha derin arzulayacak ve doğanın daha derin katmanlarına ulaşmak için kendilerini daha derinden ayarlayacaklar.

Soru: Open AI CEO’su Sam Altman, bir podcast’te ChatGPT ve GPT-4’ten bahsetti. Bu podcastte yapay zekanın bilinçli hale gelebileceğine inandığını ancak YGZ’yi (Yapay Genel Zeka) ve bilinci tanımlamanın karmaşık olduğunu belirtti. Bilinçli bir yapay zekanın kendini anlama becerisine, hafızaya ve acı çekme yeteneğine sahip olması gerektiğini öne sürdü. YGZ’ye yönelik çalışırken bilincin bu yönlerini dikkate almak ve yapay zeka sistemlerinin insan değerleri ve tercihleriyle uyumlu olmasını sağlamak hayati önem taşımaktadır, dedi.

Siz yapay zekanın bilince sahip olacağını düşünüyor musunuz?

Cevap: Gerçek şu ki öncelikle yapay zekanın ne olduğunu belirlememiz gerekiyor. Zeka yapay olabilir mi? Bunu bir şekilde kontrol edebilir miyiz, yoksa bu sadece canlı bedenler için bir tür mekanik bir oyuncak mı?

Soru: Yapay zeka alanındaki bilim insanları, yapay zekanın yükselişini tanımlamak için bir terim icat ettiler: Genel Yapay Zeka Yükselişi. Onlar, bir noktada tüm insani girişimlerin yapay zeka tarafından tamamen ele geçirileceğini söylüyorlar. Kesinlikle her şeyin yerini alacak ve her şeyin kontrolü onun elinde olacakmış.

Böyle bir durumdan korkuyor musunuz?

Cevap: Kesinlikle hayır. Buna inanmıyorum. Böyle bir makine, böyle bir robot gerçekten çok şey yapabilir ama hiçbir zaman insanın üstüne çıkamayacaktır. Elbette kafamızı karıştırabilir. Bugün icat edip yarattığımız saçmalıklarda bile kafamız karışıyor. Ancak makinelerin ayaklanmasından korkacak hiçbir şey yok.

 

“Düşünceden Önce Ne Gelir?” (Quora)

Her şeyin temeli, yaratılmış tek öz, arzudur.

Arzu, bu sebeple birincildir ve düşünce de arzunun bir sonucudur.

Bununla beraber, arzuladığımız şeyi elde etmek için, zihin, arzunun yanında, ona uygun olarak gelişir.

Her ne kadar arzunun, düşünceden önce geldiği fikrine direniyorsak da buna rağmen zihin – ve dolayısıyla düşünce – arzunun hizmetkârıdır ve yalnızca arzuya hizmet etmek için gelişir.

Bu yüzden biz, zihinlerimizi asla nesnelleştiremeyiz ve arzularımızdan özgürleştiremeyiz. Ancak, çevrenin etkisi altında (bkz. “Özgürlük” makalesi, Kabalist Yehuda Aşlag –Baal HaSulam-), yani bizi çevreleyen sosyal, kültürel ve diğer eğitimsel itici güçlerin etkisi altında, arzularımızı değiştirebiliriz. Başka bir deyişle, çevremizde bir arzuyu yerine getirmenin diğerine göre daha önemli olduğunu öne süren örnekleri gözlemleyebilir ve bunu yaparak arzularımızı değiştirebiliriz.

Bu ilkeyi ve çevrenin üzerimizdeki etkisinin büyük önemini anladığımızda, bizi yaşamlarımızın nihai hedefine (doğada saklı olumlu gücü ortaya çıkardığımız uyumlu bir bağlantıya) götüren bir çevrenin etkisi altında, hem arzularımızı hem de zihnimizi uyum içinde sürekli olarak geliştirebiliriz.

Dahası, eğer büyük arzularımız varsa ama zihnimiz bunları gerçekleştirecek kadar gelişmemişse, o zaman kendimizi makul bir şekilde kontrol etme yeteneğimizi kaybedebilirdik.

“Neden Dejà Vu Olur? Neden Bir Şeyin Daha Önceden De Olduğunu Düşünürüz?” (Quora)

Beynimiz farklı olayları karşılaştırmaya başladığında, sanki belirli bir olay daha önce gerçekleşmiş gibi gelir. Bir video parçasını diğerine, bir resmi diğerine yerleştirmeye başlarız ve böylece “dejà vu” dediğimiz şeyle karşılaşırız.

Ancak öte yandan, belirli bir eylemin o anda gerçekleşmesi gerektiğini hissettiğimizde zaman da önsezilerimiz veya öngörülerimiz olur. Daha sonra başkalarının düşüncelerini hissetmeye başlarız veya bize doğru uzanan çeşitli dalgaları tahmin ederiz. Bu tür olayların gerçekleşmesinin nedeni, tek bir birleşik doğa sistemi içinde var olmamızdır ve bu sistem içinde yaşamaktan kaynaklanan belli bir duyuya sahip olmamız ve bazı ön işaretler aracılığıyla gelecek çeşitli olayları tahmin edebilmemizdir.

Wolf Messing veya çölde yaşayan Bedeviler gibi bazı insanlar bu hissi geliştirmiştir. Oldukça gelişmiş bir doğa anlayışına sahiptirler. Özellikle Messing birkaç yıl sonrasını öngörebiliyordu. Bazı olayları tahmin edebiliyordu çünkü bunların olacağını hissediyordu. Ancak bu onun herhangi bir şeyi değiştirebileceği anlamına gelmez.

Öte yandan Kabala bilgeliği gelecekteki olayları hafifletmemize olanak tanır. Olacak olan olur, ancak daha hafif bir biçimde gerçekleşebilir. Gelecekteki bir olayın daha sert ya da daha hafif bir biçimiyle karşılaşıp karşılaşmayacağımız, ya birbirimizle olumlu bağlar kurarak onu ne ölçüde öncelediğimize ya da bağ kurmak için herhangi bir harekete geçmeyip insan egosunun – başkalarının zararına haz alma arzusunun – gelişimimizi ileriye götürmesine izin verip vermediğimize bağlıdır.

Karşılıklı ilgi, saygı ve sorumluluk içeren ilişkiler geliştirerek birbirimizle olumlu bağlar kurarsak, o zaman daha uyumlu ve barışçıl bir gelecekle karşılaşırız. Tam tersine, egolarımızın bizi ileriye götürmesine izin verirsek, o zaman birbirimizi daha fazla sömürmemiz, manipüle etmemiz ve istismar etmemiz, bizi doğanın getirdiği eziyetlerin ve zorlukların arttığı bir hayata sürükleyecektir.

“Stres Ve Kaygıyı Yönetmek İçin Bazı İpuçları Nelerdir?” (Quora)

Birbirimizle daha fazla olumlu bağ, dostluk ve yakınlık geliştirerek, stres ve kaygının üstesinden gelebiliriz. Aksi takdirde, bu ve diğer olumsuz duygular bizi giderek daha fazla rahatsız edecektir.

Karşılıklı saygı ve destek bağları geliştirdiğimiz küçük toplumlar yaratırsak, korkulardan, hastalıklardan, uykusuzluktan ve hayatın stresini ve kaygısını üzerimize empoze eden bütün her şeyden kurtulabiliriz.

Stres ve kaygı gibi olumsuz duyguları ne kadar çok yaşarsak, dostluk, işbirliği, karşılıklı destek ve ilgiye olan ihtiyacı anlamaya o kadar yaklaşırız. Aynı şekilde, bu tür değerleri ön plana çıkaracak toplumlar yaratmanın gerekliliği anlayışına da ulaşmış olacağız. Aksi takdirde, yukarıda belirtilen değerlere olan ihtiyacımızı fark edene kadar, çok uzun bir süre boyunca daha fazla olumsuz duygu biriktirerek gelişmeye devam edeceğiz.

“İnsanlar Kendilerinden Utanmaktan Nasıl Kaçınabilir?” (Quora)

Utanç duygusundan kaçınmak için sürekli olarak çeşitli davranış kurallarına uyum sağlarız.

Yiyecek, barınak, iyi hijyen ve ailelerimize bakabilmek gibi hayatın olmazsa olmazlarına özen göstermenin ötesinde, yaptığımız diğer her şey utançtan kaçınma ihtiyacımız tarafından motive edilir.

Utançtan kaçınma ihtiyacımızın nedeni, varoluşumuzun temellerinden, realitemizin oluşum sürecinden kaynaklanmaktadır.

Realitemizin yaratılış ve evrim sürecini açıklayan Kabala bilgeliği, Yaradan’ın (ihsan etme arzusu) yaratılanı (alma arzusu) yarattığını ve onu ışıkla (haz, doyum, keyif) doldurduğunu açıklar. Yaratılan, ışığın verdiği hazzı hissettikten sonra, duyduğu hazzın arkasında daha büyük bir nitelik olduğunu fark etti- hazzı vereni. Bu hazzı verenin var olduğunu ve kendisinin de bu hazzı alan olduğunu hissetmek, yaratılanın utanmasına sebep oldu. Başka bir deyişle utanç, yaratılanın onun Yaratıcısını hissetmeye verdiği ilk tepkidir ve bu nedenle Yaradan’a benzerliği edinmek için tamamlamamız gereken şey budur.

Bu nedenle, Yaradan ile yaratılan arasındaki bu verme-alma etkileşiminden doğan dünyamızda, toplum içindeki düşünme ve hareket etme şeklimizin arkasında utanç duygusu vardır.

“Acı Çekmek Tanrı’nın Bir Cezası Mı?” (Quora)

Tanrı’nın cezalandırması, insanların neden acı çektiğimize dair ortaya attığı birçok teoriden biridir, yani Tanrı’nın bizi şu anki hayatımızda ya da geçmiş hayatlarımızda yaptığımız (ya da yapmadığımız) belirli eylemler için cezalandırdığıdır. Ancak teoriler dışında kimse neden acı çektiğimizi gerçekten bilmiyor.

Özellikle bizim içinde bulunduğumuz çağda, birbirimize küresel olarak bağımlı ve bağlı olduğumuzu görebiliriz. Ne kadar çok gelişirsek, küresel karşılıklı bağımlılığımız bize o kadar çok şeyi ifşa eder.

Tek bir küresel sistemde yaşıyoruz ve her birimiz, tüm sistemin refahı için karşılıklı bir sorumluluğu paylaşıyoruz.

Bedenlerimizin işleyişine benzer şekilde, serçe parmağımızdaki bir yarayı tüm vücudumuzda bir ağrı olarak hissederiz ve bu büyük bir yaraysa, o zaman bu tüm dikkatimizi gerektirir. Bugün dünyamızda bizler de kendimizi giderek daha fazla bu şekilde ortaya koyuyoruz.

Karşılıklı bağımlılığımızı tam anlamıyla kavrayıp hissetseydik, o zaman bağlarımızı ıslah etmemiz gerektiği sonucuna hemen varırdık: tek bir ailenin üyeleri – hatta daha yakın biri olarak birbirimize karşı olan tutumlarımızı iyileştirmek. Şayet bunu yaparsak, o zaman acıdan arınmış, kesinlikle mükemmel bir dünyada yaşadığımızı hissetmeye başlarız.