Category Archives: Maneviyat

“Bin Millik Yolculuk Tek Bir Adımla Başlar”

Soru: Kristof Kolomb’un “Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemediğiniz sürece okyanusu asla geçemezsiniz” dediği söylenir. Kabala’da okyanusu geçmek için kıyı görüşünü tamamen kaybetmek zorunda olmanız ne anlama geliyor?

Cevap: Sadece maddi olan her şeye gözlerinizi kapatmanız ve vaat edilen toprak görünene kadar Kabalistlerin bizlere verdiği yönlendirici ilkeleri takip etmeniz yeterli. Kelimesi kelimesine.

Adam yine de görüneceğinden emin olmalı.

Soru: Peki  eğer görünmüyor, görünmüyor, görünmüyorsa…?

Cevap: Devam edin. Bu en büyük maceradır.

Yorum: Evet, bunun içinde bir tat var.

Benim Yorumum:  Ama bu tadı kendiniz hazırlamalısınız. Ve kendiniz içersiniz! Baal HaSulam’a göre, Kabala bilimi 20 ve 30 yıldır çaba göstermeye hazır olanlar için hazırlanmıştır. Hatta 40 ve 50!

Soru: Kıyıyı tamamen gözden kaçırmak mı?

Cevap: Evet. Ve insan ilerliyormuş gibi hissetmez! Kristof Kolomb yine de yıldızların rehberliğine sahipti vb. Ve Kabalist için onun yönlendirmesi yalnızca içseldir.

Yorum: Yani, ilerlediğinizi hissetmiyorsunuz.

Cevabım: Neye odaklanabilirsiniz ki? Yıldız yok! Hiç bir şey yok! Gerçek bu!

Yorum: Yani, “5, 10, 20 kilometre geçtim vb.” gibi herhangi bir sağlama işareti koyamazsınız.

Cevap: Her gün sağlama işaretleri yapabilirsiniz. Ama bu sağlama işaretleri yalnızca gruba yönelik arzularınız tarafından işaretlenir.

Siz onun içinde yürürsünüz. Bu fiziksel olabilir, manevi olabilir, öğretmeniniz ve dostlarınızla bağınız olabilir. Ve her gün üzerinde çalıştığınızda, 10 yıl, 20 yıl ve belki 30 yıl sürer ama sonunda ona ulaşırsınız. “Bin Millik Yolculuk Tek Bir Adımla Başlar.”

Yaradan’ın Tüm Planını Anlayın

Soru: Ortak ruhu parçalamak neden gerekliydi?

Cevap: Yaradan’ın ne amaçladığını anlamak için.

Diyelim ki güzel bir heykeli ya da muhteşem bir şeyi, muhteşem bir doğa eserini alıp küçük parçalara ayırıyorsunuz. Yaradan gibi, mükemmelliği bozarsınız. Adam böyle yaratılmıştır.

Yaradan, Sevdiğini, Kendi biricik eserini alır ve milyarlarca parçaya ayırır. Neden? Nasıl? Dünyayı neden bu kadar kötü, bu kadar korkunç yarattığını anlamıyoruz. İnsanı çok korkunç, çok alçak yarattı. Yüce, mükemmel, ebedi Yaradan, Kendisine tamamen zıt bir şey yarattı ve yine burada acı çekmemizden zevk mi alıyor?!

Bu nasıl olabilir? Herhangi bir düşmana içinde var olduğumuz bu halimizi dilemem: Bu kusurlu, önemsiz, aşağılanmış, bir şekilde kendimizi yerine getirmeye çabaladığımız bu durumu. Bu korkunç bir durum! Ebedi ve mükemmel olan Yaradan’dan, her şeyi yapabilen güçten bahsediyorsak, birdenbire böyle bir şey mi yarattı?!

Bunun nedeni, kendimizi bu bozuk durumda görmemiz ve bunun en iyisi olduğunu anlamamamızdır. Kendimizi bu durumdan yavaş yavaş bir araya getirmeye başlarsak, kendimizi Yaradan’ın benzerliği içinde toplayacağız. Üstelik bu çalışmadan Yaradan’ın kim olduğunu anlayacağız.

Yaradan’ın tüm planını anlamaya başlayacağız: Neden Kendisini başlangıçtaki mükemmellikten en zıt seviyeye indirmeye karar verdi ve bize bu mükemmelliği kendimizden yavaş yavaş yaratma fırsatı verdi?

Yaradan seviyesine yükselmek isteyen insanlar hayatın anlamını, acı çekmenin anlamını: “Ne için? Hayatımızın anlamı nedir? Ne hakkındadır ve amacı nedir?” diye merak ederler:

İçlerinde bu önemli sorular ortaya çıktığında ve hayat artık onlara gülümsemediğinde, ona bir cevap bulmaları gerekir. Diğer hiçbir şeyin tadı olmadığını hissederler ve geriye kalan tek şeyin uyuşturucuya, alkole dalmak ya da bu monotonluğu unutmak olduğunu düşünürler. Böylece, bu tür insanlara, Kabala bilimi denen mükemmelliğe ulaşmanın bir yöntemi olduğu yukarıdan gösterilir.

Bu yöntem binlerce yıldır gizlenmiştir. İki bin yıl önce yazılmış olan Zohar Kitabı, bunun iki bin yıl sonra ortaya çıkacağını söyler yani dünyamızın ve varlığımızın kusurlu olduğunu anlayacak kadar olgunlaştığımızda, kendimizle hiçbir şey yapamayacağımızı ve tam bir umutsuzlukla karşı karşıya kaldığımızda.

Yani bu Kitap kişiyi bulacak ve diyecek ki: “Ellerini hayal kırıklığıyla havaya kaldırdığından emin misin? O zaman sana yolu göstereceğim.”

Karşıtların Birleşmesi

Manevi durumların ortaya çıkması, gelişmesi ve bu durumları özümseme şeklimiz hakkında kısa açıklamalar çerçevesinde, Kabala’nın karşıtlara nasıl tepki verdiğinden ve onları dengelemeyi nasıl mümkün kıldığından bahsetmek gerekir. Hayatımızda, her türlü fiziksel etkiden (soğuk, ısı, basınç, boşluk vb.) duyusal (nefret, sevgi, neşe, umutsuzluk vb.) parametrelere kadar birçok çelişki ile karşı karşıyayız.

Bu durumları, içimizde dönüşümlü olarak bulunmasalar da genel bir uyum içinde var olabilmeleri için yani bize tamamen imkansız görünse de eşzamanlı olarak algılayabilmemiz için nasıl dengeleyebiliriz?

Kabala Bilgeliği, bunun bir kişiyi mükemmellik durumuna götürmesi gerektiğini söyler. Mükemmellik yalnızca bir durumda var olduğunda ve diğerinde, yani zıddında mutlak kusur olduğunda, mükemmelliğin olamayacağını açıklar. Bir umutsuzluk durumunda mükemmellik olamaz ve daha sonra yerini umutsuzluğa bırakacaksa, bir sevinç halinde de mükemmellik olamaz. Bu nedenle, burada tamamen farklı bir yaklaşıma, soruna farklı bir çözüme ihtiyacımız vardır.

Kabala Bilgeliğinin iştigal ettiği konu şey budur. Bir insanın tüm niteliklerini, tüm hallerini bir araya getirip, hepsine tek bir büyük, mükemmel çözüm sunmayı kendine misyon edinmiştir.

Cevap, hiçbir şekilde bağ kuramadıklarında veya herhangi bir düzeyde, his ve akılda bir araya gelemediklerinde, iyi ve kötü durumların arasında olan her şeyin üzerine yükselmektir.

Onların bağı, kişi egoist durumdan mantık üzeri inanç denilen alana yükseldiğinde, yani nitelikleriyle ihsan etme ve almama yönünde çalışmaya başladığında ortaya çıkar. Tüm duyularla ters yönde çalışarak, her şeyi mutlak iyi olarak algılar.

Bu fizikte ve genel olarak hayatımızda, birbirimizle ilişkilerimizde çelişkiler varken ve ne yapacağımızı bilemediğimizde olduğu zamanki gibi değildir. En fazla, ortada bir yerdeyizdir, bir orta yol bulmaya çalışırız.

Kabala’da orta yol yoktur! Kabala, kendimizi her iki tarafta da kısıtladığımızda ve başka hiçbir şey yapamayacağımıza inandığımızda, ellerimizi kaldırdığımızda ve ortalama bir değeri kabul ettiğimizde bunun kısır bir eylem olduğuna inanır.

Ortalamayı değil, aynı anda iki zıt değerden de maksimum değeri seçmeliyiz. Egoizmimizin üzerine yükseldiğimizde, bu iki karşıt sistem bir olur, çünkü biri arzu, diğeri de doyum olur.

O zaman, bu şekilde kesinlikle tüm kararları vermenin ve tüm çatışmaları kesinlikle çözmenin mümkün olduğuna dair çok net bir hissimiz olur. Bu, dünyayı kesin olarak mükemmel bir duruma getirme yöntemidir.

Bu Dünyada Olmanın Amacı

Bu dünyada insanın çalışmasının amacı, komşusunu kendisi gibi sevme noktasına kadar, bütün insanların tam bir bütünleşmeyi başarmalarıdır. Böylelikle insan, Yaradan’ın yarattığı ortak manevi kap olan ruhunu yeniler.

Bu manevi kapta (Kli) iki karşıt gücün birleştiği ölçüde – ayrılık ve bağ, alma ve ihsan etme – kişi, ışığın karanlığa karşı avantajı olarak Yaradan’ı ifşa eder. Yaratıcı (Bore) demek, gel ve gör (Bo-Re) yani karanlıktan gelen ışık olarak ortaya çıkan kavram demektir.

Kimse tek başına ıslaha ulaşamaz çünkü başlangıçta, daha sonra en küçük parçacığa, her birimizdeki en küçük manevi kıvılcıma kadar parçalanmış olan, sadece tek bir ortak ruh, Adam HaRishon yaratıldı. Biz, herkeste var olan manevi noktaları, ışık kıvılcımlarını birleştirmek için bu dünyada varız.

Bununla birlikte, bu nokta herhangi bir gelişme yönünü, hangi yönde ilerleyeceğimizi ve onunla ne yapılacağını göstermez. O sadece bu dünyanın üstünde olan manevi bir şeye ufacık bir ihtiyaç uyandırır. Ama tam olarak ne olduğunu, kişi anlamaz. İşte bu yüzden Kabala çalışmaya gelen insanlar kendilerini neyin getirdiğini, tam olarak neye sahip olmadıklarını ve nereye çekildiklerini anlamazlar.

Ve bu dünyadaki günlük yaşamımızda bile, bazı başarılar için sürekli bir yarıştayken ve hobileri birbiri ardına değiştirirken, insanlar da onları neyin çektiğini ve ittiğini gerçekten anlamıyorlar. Ama aslında, bizi son ıslaha götürmek isteyen aynı kıvılcım, kişiyi bu işi yapmaya, ona diğer kıvılcımlarla birleşme fırsatı vermeye ve böylece onlu adlı ilk Kli‘yi toplamaya zorlar.

Ve sonra bu parçalar onluya katılacak, diğer onlularla birleşecek ve sonunda tam bir ıslaha geleceğiz. Ancak o zaman sonsuz ve mükemmel yaşamı, Yaradan olarak adlandırılan doğru gerçekliğin tüm bilgisini ve hissini keşfedeceğiz. Böylelikle en başından beri bizi yönlendiren, çeken ve ileriye iten noktanın farkına varmış olacağız.

Bu iş için fiziksel onlular organize ediyoruz. Dünyamız, bizim gözümüzün önünde bulunan, erişilebilir bir şeyden başlama fırsatı vermek için var. Manevi ıslahtan önce bile, maddi bir sistem yaratma ve Kabalistlerin tavsiyesine göre onun içinde çalışma fırsatına sahibiz: fiziksel onlular organize etmek ve onlara olabildiğince manevi nitelikler eklemek.

Üst ışığı ve Yaradan’ı hissetmeden bile, on kişiden oluşan küçük bir fiziksel grup içinde çalışabilir, bizi yavaş yavaş birleştiren ve manevi nitelikleri, onludaki yükselişleri ve düşüşleri ortaya çıkaran üst ışığı uyandırabiliriz.

Tüm bu değişimlerden defalarca geçeriz: ışıktan karanlığa ve karanlıktan ışığa, aydınlık ve karanlık ruh hallerinin dalgalanmaları yoluyla. Ve sonra, ruh hallerinin üzerine yükseliriz ve başkalarına ve Yaradan’a olan yakınlığımızı veya yabancılaşmamızı, ihsan etme veya alma konusundaki bağlılığımızla yükseliş ve düşüşleri değerlendiririz. Böylece yavaş yavaş yeni değerler elde ederiz – bu dünyadan değil, manevi dünyadan.

Bizler, hangi eylemlerin ıslah eden ışığı çekebileceğini yani bizi etkileyecek ve bizi daha fazla birbirine bağlayacak genel ışığın gücünü öğreniriz. Bağ, ortak ruhu canlandırmak için gerekli olan ve onu bir araya getirmemize imkan vermek için kasıtlı olarak parçalanmış olan tek ıslahtır.

Ruhun çatışan, zıt ve uzak kısımlarını birbirine bağlamaya çalışarak, ihsan etme niteliğinin ne olduğunu ve Yaradan’ın kim olduğunu inceler ve mükemmel ve ebedi yaşamı ifşa ederiz.

Şamati – Manevi Koşullara Yönelik Bir Kılavuz

Soru: Kabala bilgeliğini çalışırken yeni manevi durumları hissetmeye ve tanımaya başladım. Şamati okumak onları yönlendirmeme nasıl yardımcı olabilir?

Cevap: Şamati yavaş yavaş edinilir.

Bugün yirmi yaşındasınız ve metodu bizimle yaklaşık on yıl kadar çalışarak bu kitabın ne hakkında olduğunu, derinliğini anlayacak ve sonra içinizde benzer durumları bulmaya başlayacaksınız.

Kitap, ruhunuza göre sizin için manevi koşullara rehberlik edecektir. Onu okumak, psikolojik olarak bir romandaki gibi değil, sizdeki farklı durumların ve açıların ifşası olarak içinizde her şeyi tersine çevirecek ve sonra üst dünyayı hissetmeye başlayacaksınız. Kitap yavaş yavaş bu şekilde çalışacaktır.

“Bugün On Emrin Rolü Nedir? (Quora)

On Emir, birbirleriyle ve ortak kaynağımızla olumlu bir şekilde bağ kurma arzularını temsil eder.

Tora’nın Verilmesi, İsrail halkının Arvut’un (karşılıklı garanti) – “tek kalpte tek adam olarak birleşmek” koşulunu kabul etmesinden sonra Sina Dağı’nın eteklerinde gerçekleşir.

Sina Dağı, egoist benmerkezci niteliğimizden kaynaklanan muazzam miktarda nefreti (İbranice “nefret” [“Sinah”] kelimesinden kaynaklanan “Sinai”) temsil eder. Bizi birbirimizden ayıran ve tüm dünyanın sorunlarına neden olan uçsuz bucaksız ego ve nefretin üzerinde, sadece sevmeyi, ihsan etmeyi ve olumlu bir şekilde bağ kurmayı dileyen tek bir küçük arzuyu takip edersek yükselebiliriz. Bu küçük arzuya Kabala bilgeliğinde “kalpteki nokta” denir: Egoist arzularımızın bütünlüğünü temsil eden “kalbimizdeki” küçük bir maneviyat arzusudur. Kutsal Kitap’ta bu noktaya, İbranice’de “Moşe” olan “Musa” denir, çünkü bu nokta bizi bölücü egomuzdan sevgi, ihsan etme ve pozitif bağlantının uyumlu ruhsal niteliğine doğru “harekete geçirir” veya “çeker” (İbranice’de “Moshech”).

Sina Dağı, Babil Kulesi’ne benzer devasa miktarda bir ego ve nefrettir, ancak daha sonraki bir egoist büyüme derecesinde olduğu için daha büyüktür. Sina Dağı’nın dibinde duran İsrail halkı, birleşmek için bölücü egomuzun üzerine çıkmaya hazır olduğumuz anlamına gelir. Başka bir deyişle bireysel egolarımızın parçalarını tek bir büyük kitle halinde birleştirmeyi kabul ederiz ve bu büyük miktarda bir nefret olsa da ondan korkmayız çünkü artık odak noktamız, tamamen karşılıklı sevgi ile olumlu bağ kurmak ve bizi rahatsız eden egoist dürtülerimizin üzerinde başkalarına özen göstermek özlemidir, bu da bizim başka bir şey yapmadan sadece bu şekilde bağ kurmak istememize neden olur.

Böyle bir şekilde birleştiğimizde, birliğimizde manevi niteliklerin – sevgi ve ihsan etme – açığa çıkarılması için bir talep oluştururuz. Birlik olma eğilimi, Kabala bilgeliğinde maneviyat için “Kli” (“kap / araç / hazne”) denen, aramızda sevginin ve ihsan etmenin manevi niteliğini yaşamaya yönelik gerçek bir ihtiyaç oluşturur. Yani, kendimizi diğerleriyle bağ kurmak için ne kadar yönlendirirsek, bağ kurmaya direnen egomuzu o kadar çok keşfederiz ve Bu ikili hareket, sonunda, sevgi ve ihsan etmenin manevi niteliğine olan gerçek bir ihtiyaca götürür, çünkü giderek artan bir şekilde böyle bir güç olmadan egomuzun bizi birbirimizden uzak tuttuğunu fark ederiz. “Yaratılanların sevgisinden, Yaradan sevgisine geliriz.” diye yazılıdır. Böylece “Komşunu kendin gibi sev” koşulunu kabul ederiz ve bunu yaparak On Emrin tanımladığı manevi bağ yasalarını keşfederiz.

 

Nesil Değişiminin Amacı

Soru: Egoizmi ıslah çalışması açısından nesilsel değişimin amacı nedir?

Cevap: Nesil değişiminin amacı, bu büyük yükü birçok insan arasında küçük parçalara bölmektir. Bu Zohar Kitabı’nda yazılmıştır. Parasını bir yerden başka bir yere taşımaya karar veren büyük bir kral hakkında bir benzetme anlatır. Ancak kraliyet hazinesini nasıl nakledebilirdi ki? Saldırıya uğramaları durumunda bunu bir adama veya orduya bırakamazdı.

Sonra birçok vatandaşına bir madeni para vermeye karar verdi. Herkes ona bu parayı geri getirecekti çünkü kişinin kralın güvenini kötüye kullanması ve küçük bir bozuk para yüzünden kendisini lekelemesi buna değmezdi. Böylece, tebaası büyük hazineyi yeni bir yere taşıdı.

Bu,  Zohar’ın, her zaman nesilden nesile ilerleyen bir çizgi gibi, tüm çalışmayı milyarlarca insan arasında neden böldüğümüz hakkında metaforik olarak anlatım şeklidir. Bizler bu şekilde çalışıyoruz.

Bu durumda yapmamız gereken muazzam iş, o kadar da korkutucu değildir. Elbette her insan için zordur, ancak üstesinden gelinebilir. Bununla birlikte, Yaradan’ın yarattığı tüm egoizmin üstesinden gelebileceğimizi, onun üzerine çıkabileceğimizi ve üst güçle onun gerçek manevi düzeyinde bağ kurabileceğimizi hayal etsek, o zaman her birimiz bunu tek başına yapamazdık.

En Yüksek Edinim Daima Bireyseldir

Soru: En yüksek bilinç belirli bir bireyde hissedilecek mi?

Cevap: En yüksek bilinç yalnızca belirli bir birey tarafından hissedilir. Aynı zamanda en yüksek bilince sahip ve hatta küresel bir grup vardır, ancak prensipte, her zaman herkes tarafından bireysel olarak algılanır. Tek bir grup olsa bile, yine de bunu kendi içimde algılarım. Ve dünyamızda nasıl algılarız? Yine sadece kendi içimde.

Soru: Kabalistik bir grubun üyeleri birleştiğinde ve karşılıklı olarak birbirine bağlandığında, üst seviye özün doğumunu incelemekteyiz. Bu net değil, bir hücrenin de bilinci var ama bu bilinç, hücrelerin birbirine bağlanmasının bir sonucu olarak benim bilincimle örtüşmüyor. Bu nasıl olur?

Cevap: Hayır, edinim her zaman bireyseldir. Başkalarıyla birleşsem ve kendi aramızda tüm bireysel özelliklerimizi içeren yeni bir genel duyu organı yaratsak bile, onu yine de kendi bireysel formumda hissederim. Hepsi benim orijinal niteliklerime bağlıdır.

Soru: Benim algıma göre, daha yüksek seviyelere yükseliyorum, sanki bu yüksek varlığın ‘Adem – insanı’ın bir hücresi oluyorum. Benim kişisel algım ve birleşik olanın sonucu aynı şey değil midir? Bu varlık ve ben gerçekliği nasıl hissederiz?

Cevap:  İşte bu grup algısı olasılığıdır. Diyelim ki, bir teleskopla bakıyorum, ama aynı zamanda algılıyorum da, bu benim, diğerleri değil. Başkalarıyla aynı şekilde bağlantılı olsam da, bu karşılıklı algı karşılıklı da olsa, yine bende algılanıyor. Kendimden hiçbir yere kaçmıyorum, çözülmüyorum ya da yok olmuyorum.

“Kendimi iptal ediyorum” gibi ifadeler kullanmamıza rağmen, bu bir metafordan başka bir şey değildir. Sonuçta, bu iptalde bile hala kendimi hissederim. Ve başka nerede hissedebilirim? Arzumun içinde. Hangi dönüşümü yaşadığı önemli değil, bunda hep aynıyım.

Yorum: Ama siz onlu vasıtasıyla hissedin, onluyu düşünün diyorsunuz.

Cevabım: Bu da benim arzumdur. Onlu ile birleştiğimde, bu benim arzumu temsil eder. Ve onluyla bağlantılı arkadaşların her biri, ona aynı dahiliyeti hissedecek ve bu dahil olma, her biri için bireysel olacaktır. Ve her birimiz başkalarını kendimizin bir parçası olarak hissedecek olsak da, sonunda bunu kendim aracılığıyla hissedeceğim.

Her birinin dahiliyeti ruhunun kökünden gelir ve bu bireysel olacaktır. Burada eşit olamayız. Diyelim ki şimdi ikimiz de su içiyoruz, ama sizin ve benim hissettiğimiz şeyi karşılaştırmak imkansızdır.

Soru: Yani, daha önceden hayal ettiğim gibi mutlak bir karışım yok mudur?

Cevap: Hayır. Aksine, birbirimizle tam olarak birleşemememiz, ancak sadece üstümüzde köprüler varmış gibi bağlanmış olmamız sayesinde – egoizm altta ve onun üstünde, bir köprü var – her egoizmin üstesinden geldiğimizde çarpılarak (çoğalarak) çok daha büyük bir izlenim ediniriz.

Aksi takdirde, birbirimizin içinde çözülür ve tüm doğayı, tüm yaratılışı eşitleyen ortak bir bütünü temsil ederdik.

Burada, algımızın Kabala’da söylendiği gibi 620 ile çarpılması gerçekleşir. Ancak genel olarak bu sonsuzdur. Bu nedenle, kolektif algı ayrı bir şeydir ve bireysel olan yine ayrı bir şeydir.

İhsan Etme ve Sevginin Niteliklerini Anlayın

Soru: “Yapacağız ve duyacağız” koşulu ne anlama geliyor?

Cevap: İhsan etme ve sevginin niteliğini kendi içimizde anlamaya çalışarak, aramızdaki bu koşulu yerine getirmeyi taahhüt ederiz. Ve sonra, bunu kendi içimizde ve aramızda fark ettiğimiz ölçüde, bize ne verdiğini, bizi nasıl değiştirdiğini fark edebiliriz.

Soru: Bir kişinin önce yapıp sonra duyması gerektiği ne anlama gelir?

Cevap: İlişkilerimizde, ihsan etme ve sevginin niteliğini mümkün olduğunca idrak etmektir. Ve sonra manevi niteliğin gerçekte ne anlama geldiğini anlamaya başlarız.

Soru: Bir hissiyatı “Duymak”, algılamak anlamına mı gelir?

Cevap: Evet.

Onluya Mağara Diyebilir Misiniz?

Soru: Çevreye ya da mesela içinde bulunulan onluya mağara demek mümkün mü?

Cevap: Elbette. Aslında mağara, dünyamızda bile sınırlı bir alanda yaratılabilen bir ihsan etme niteliği, sevgi niteliğidir.

Soru: Diyelim ki bir insan çevresinde böyle bir ortam yarattı ve birden orada ataları keşfeder. Ya da Adem ve Havva’yı. Bu nasıl anlaşılabilir?

Cevap: Bir kişi bütün dünyayı birlik içinde, ihsan içinde, karşılıklı bağ içinde görmek istediğinde, bu dünyada daha önce kendisinden gizlenmiş olan bu tür nitelikleri ifşa eder. İhsan etme, sevgi, birleşme ve egoizmin üzerine çıkma niteliğinin gerçekten var olduğunu hisseder. Onun için artık engel ve kısıtlama yoktur, o alanda, ihsan etme niteliğiyle yarattığı o güç ölçüsünde yaşar.