Category Archives: Maneviyat

Bağ Seviyeleri

Baal HaSulam, Makale ”Bilgenin meyvası”: Zohar kitabında bunu kayıkta bulunan iki kişiden birinin kendi altında bir delik açması ile karşılaştırır. Arkadaşını azarlayarak der ki, ”Niçin delik açıyorsun?” ve ahmak onu şöyle cevaplandırır, ”Seni ilgilendirmeyen bir şey, ben kendi altımda açıyorum senin altında değil.” Gerçekten bir insan her şeyi mahvedebilir. 

Fiziksel dünyada, böyle bir durumda hepimiz batarız, peki ya maneviyatta ne olur?

İşte bu çoğunluğun duasının sırrıdır; kollektif olandan ayrılmak birey için yasaktır. Yalnızca kendiniz için talepte bulunmak, Yaradan’a memnuniyet vermek için olsa bile yasaktır. Aksine, bütünsel kollektif için talepte bulunulmalıdır.

Öncelikle diğerlerinin sevgisine ulaşmak gerekir. Bu seviyeden sonra ise, birey Yaradan sevgisine erişir. Burada demek istenen şey, öncelikle bizler birlikte bağ kurmalıyız ve yalnızca ondan sonra bir sonraki seviyeye gidebiliriz. Şayet bunun özü kurulmuş olan bağdan gelmez ise, herhangi bir manevi hareketin olması da mümkün değildir.

Maneviyat kendi başına var olmaz. Aksine bizler bunu Kelim (kaplarımız), kaplar ile oluştururuz. Bizler manevi dünyanın arka planında beyaz Işık olan bir resmi oluştururuz. Tabii ki, bizlere bize gelenin resmini çizmemize izin verilmez. Bizler Işığın zaten içinde potansiyel şekilde var olan resim ile sınırlı kalırız.

Bizler derece derece kendimizi inşa ettiğimiz 125 seviye ile yaklaştırıp, Işığa adapte etmeliyiz. Kelim içerisinde seviyeleri inşa edenler özellikle bizizdir. Bu nedenle bağ olmadan inşa edeceğimiz bir şey yoktur. Bu amaca doğru yönlendirilmemiş bir kişi, manevi bir harekete doğru yönlendirilmez. Diğer başka her hareket bizleri ”diğer yola”, ”beyto’(zamanında) yoluna, ızdırap yoluna getirir. Buradaki uzun ve zor yolda olmak ise, bağ ihtiyacının farkına varmamızı idrak etmemizi sağlayarak, bizleri yeniden geriye getirir.

5.7.2013 tarihli Kabala dersinin birinci bölümünden, Rabaş’ın yazıları  

Ceza Yoktur, Yalnızca Islah Vardır

Tora (, ”Exodus”, 21:18-21:19: Ve eğer erkekler kavga ederlerse ve biri diğerine bir taş ile veya bir yumruk ile vurursa ve ölmez de hasta olup yatağa (onun) hapsolursa, eğer kalkar ve destek ile dışarıda yürürse, ortada saldırgan bir kimse kalmaz; onun yalnızca (ödeme) kendi (mecburi) tembelliği için vermesi gerekir; ve kendi tedavisini karşılamalıdır.   

Dünyasal açıdan baktığımızda, bunun ne hakkında olduğunu anlarız, fakat daha derinden incelediğimizde bizler bunun çok daha fazla karmaşık olduğunu keşfederiz. Bu topluma kendisinin yaşadığı zorluklar ve sıkıntılar sonucu adapte olan bir kişi hakkında, normal olmak, bunun bütünsel parçası olmak hakkındadır ve her kim bu yarayı açtıysa, onun bunu karşılaması gerekir.

Soru: İçsel çalışmada ”ve biri diğerine vurur” ne anlama gelir?

Cevap: Kişi bütün dünyayı içine dahil eder ve içinde bir savaş var ise, kişinin kendisinin hakim olması ve kendi seviyesine göre, neyin ”kendisi için” ve ”kendisine karşı” olduğunu açıkça ve kesin bir şekilde göz önünde tutmalıdır.

Daha üst bir mahkeme vardır, bölgesel, yöresel vs.. bu demektir ki, ortaya çıkan problemlerin derinliğine göre değişik seviyeler vardır. Bu problemler insanlar arasındaki basit bir diyalog ile çözülebilir. Bazı problemler vardır ki, onlarda da üçüncü bir şahıs aracılığına ihtiyaç vardır. Tora üçüncü şahısın aracılığı konusunda yazar, yani özel durumlarda ne yapılması gerektiğine hakim karar verir.

Bu bizim davranışımız içindeki üç çizgi hakkındadır. Bazı durumlar vardır ki, özel üst güçler aracılığı ile koşullar vs. ile çözümlenir.

Tora hapis konusuna değinmez. Tora’ya göre, yalnızca yetersiz değil ama aynı zamanda da kişiyi toplumdan izole etmek de kişiye zararlıdır. Kişiyi toplumdan izole etmek gibi daha büyük bir ceza yoktur; nitekim kişi kendisini orada tamamlar ve şayet onun bundan bağını koparır iseniz, ölü sayılmış olur. Yani izole olunamaz. Bizler kişiyi bir gruptan diğerine uzaklaştırabilir, ona daha uygun olacak şekilde onun seviyesine uyacak şekilde yönlendirebiliriz.

Geçmişte, mülteciler için sığınılacak şehirler vardı. Bu kişiler günah niyetinde bir suç işlediklerinde oraya kaçarlardı. Fakat o şehirden ayrılırsa, yakalanıp cezalandırırlardı. Sığınma şehrine gitmesi, mülteci konumuna girmesi ise o kişinin ıslahı idi.

Bu demektir ki, Üst İlahi Güç, kişinin üzerinde öyle bir şekilde işlevini sürdürmüştür ki, niyet etmeden başka birisini öldürmüş veya diğer kimseye bir zararı dokunmuştur. Bu demektir ki, bu harekette yer almamış, kendi açısından buna niyet etmemiştir. Fakat içsel açıdan bakıldığında, bu davranışı kendi doğasının ve o kişi ile bağının bir parçası olmuştur. Ortaya çıkan şey ise, niyeti bu olmasa da, kişiye zararı dokunmuş veya kişinin ölümüne sebep olmuştur. Şimdi bunu düzeltebilmesi için uzağa gitmesi gerekir. ”Ceza” kelimesi Tora’da yer almaz; orada yalnızca ”ıslah” kelimesi geçer.

Kabtv’den, ”Ebedi Kitabın Sırlarından”, 29.4.2013   

Gerçeği Farklı Seçenekler ile Doldurmak

Baal HaSulam, ”Dünyada Barış” makalesinden: Nitekim gerçeğin niteliğinin, bireyin ve toplumun aldığı yolu, tamamıyla tatmin edici şekilde organize edemediğini fark edersiniz. Aynı zamanda dünyanın ıslahının sonunda yaşamı organize etmek ise tamamıyla yetersizdir.

Gerçeğin niteliği, yaşamımızı doğaya göre organize etmeyi bizim için mümkün kılan tek niteliktir.

Gerçeğin temel yasası form eşitliği yasasıdır. Aslında bir yasa yalnızca bir şeyden oluşmaz; belli bir formüle ilişkin birbiri ile bağıntılı iki öğenin olması gerekir. Bu nedenle, belli bir örneği ele alarak onunla kendi kişisel özelliklerimi eşitlerim; bu şekilde bununla birlik, bağ ve bütünlük içinde vs. olurum.

Buna ”gerçek” denir. Nitekim benim eşitlik niteliğimi standart veya özelliklerine göre eşitlik eksikliği ile ölçmem gerekir.

Genelde tüm yaratılış Yaradan’ın zıttıdır. Bu nedenle, benim bütün gelişmemin süreci O’nun özelliklerine her geçen gün birlik, bütünleşme ve tam eşitliğe erişene kadar daha da fazla adapte olmaktır. Benim güncel eşitlik seviyemi ölçebilmeme de ”gerçek” denir.

Bu tam, açık, doğru ve denenmiş bir gerçektir. Nitekim bizler kendimizi devamlı Yaradan’a göre tetkik ederiz.

Bakınız, bir Yaradan ve yaratılmış bir varlık vardır ve aralarındaki ölçüye gerçek, yani doğru ölçü denir. Bu doğru ölçüdür; ağırlık, mesafe, fark veya özellikler arasındaki adaptasyon.

Bu aynı zamanda aramızda kendimizi ve grubumuzu nasıl ölçmemiz gerektiği konusu olup, işte şu şekilde gerçekte kendimizi nasıl ölçtüğümüzdür: bireyin gruba adaptasyon seviyesine göre, bireyin Yaradan’a adapte olma seviyesine göre. Başka bir deyişle, bizim seviyemizde ıslah olmuş gruba göre, onlar ne kadar yıpranmış veya ne kadar ıslah olmuş olduğumuzu karşılaştırırlar. Gerçeğin derecesini işte bu şekilde inceleriz.

Fakat bizler fiziksel dünyadan maneviyata ve ıslahın tamamlanmasına yaklaşabilmek için kendimizi nasıl ölçeriz? Bu ölçüyü neye göre yaparız? Gördüğünüz gibi bizler önümüzde ıslah olmuş bir toplum görmeyiz ve bizler ıslah olmuş bir toplumun ne olduğunu bile bilmeyiz.

Toplumu bütünsel eğitime getiremedikten, ideal bilgi seviyesine gelemedikçe-ahenk denilen seviyeye, bütün güçler ve öğeler arasındaki dengeye, bizi kimsenin ayıramayacağı tatmin seviyesine- bu seviyeye ulaşmadıkça, bizler ızdırap içinde oluruz.

Bizler bunu nasıl yaparız? Bizler kendimize toplumdaki dengeli bir seviyeyi açıklarız: hepimiz eşitiz, hepimiz severiz, hepimiz ihsan ederiz vs. Bizler buna benzer bir seviyeyi gayemiz olarak belirler ve bu seviyeye göre ölçebiliriz.

Fakat buna rağmen karşılaştırmayı ölçmek zordur. Bu nedenle bizler sis ve kargaşa içinde ilerlemeye devam ederiz. Bu da bizim doğru resmi tanımlamamıza, ”komünizmi inşa edenlerin” değişik tecrübelerini görmemize mani olur. Gerçek ve belli standartların bulunması hususunda bir ihtiyaç vardır. Fakat bizler dünyamızda bunu bulamadık; ve de Kabalistlerin bize bu ölçüyü vermesi imkansızdır.

Fakat dünyamızda en çok ihtiyaç duyulan şey gerçeğin ölçüsüdür. Çünkü bizim toplumumuz ve ideal seviyede ne olması gerektiği karşılaştırıldığında çıkan eksikler, herkesin o seviyeyi arzu etmesine sebep olabilir. Fakat ortada belli ve kesin bir resim yoktur. Herkes aklına geleni görür ve bu nedenle bizler dünyayı muhafaza edemeyiz.

Her an bütün dünya istisnai şekilde ıslahın tamamlanmasına doğru gelişmelidir. Bu gidiş yoluna giden yalnızca iki yol, beyto (zamanında) veya ahişena (ivme kazanan zaman) idir. O zaman gerçeği ölçüp, ahişena ile gelişimimizi idare edemezsek ne yaparız?

Böyle bir durumda şayet nereye kaçacağınızı, nereye gideceğinizi bilmiyorsanız, sessiz kalmak ve hareket etmemek tercih edilmelidir. Bu böyledir çünkü sizin yanlış hareketiniz daha büyük bir zarar da oluşturabilir. Doğru hareketi yapma olasılığı, tarihteki tecrübelerimize istinaden, sıfırdır. Bu nedenle şöyle yazılır: ”Oturun ve bir şey yapmayın,” ta ki doğal şekilde bazı şeyleri aydınlatana kadar.

Fakat insanlık gerçeğin, doğrunun ölçüsünü diğer özellikler ile bitirmeye çalıştı, sanki koltuk değnekleri gibi; onlar insan toplumunun ayaklarına destek yaparlar ve başka bir deyişle, onlar biraz bağ seviyesi ile destek verirler ki, bizler birbirimizi yok etmeyelim. Bunun aramızda bulunan bir ölçüye ihtiyacı olur ki, bunun için de neredeyse birbirimizi yememiz gerekebilir. Bu nedenle başka diğer özellikler ile bunu mükemmelleştirmek bize bağlıdır.

30.06.2013 tarihli Kabala dersinin 4. bölümünden, Baal HaSulam’ın yazıları ”Dünyada Barış”  

Kongrenin Tacı

Soru: Zohar kitabında, ”Gelinin gecesinde” bizler  gelinin (ilahilik) güveyi (Yaradan) ile buluşmadan önce kendisini nasıl süslediğini okuruz. Grup içinde, yaklaşan kongre adına bizler kendimiz için hangi mücevherleri süslenmek için hazırladık?

Cevap: Gelinin süsü nikahın tacıdır, Keter. Bu diğer Sefirot ile alakası olmayan üst Sefira olup ve aslında onların kaynağıdır. Keter (taç) terimi ihsan etmek anlamına gelir ve belli bir şekli veya özelliği yoktur. Bu bizim ihsan etmek konusunda bilmemiz gereken şeyin tümü olup, kalan diğer her şey Keter‘in Sefira‘sının ifadesi olarak Malhut‘un aldığı şeydir.

Taç belli bir şekli olmayan ihsandır. Bu aslında arzu etmemiz gereken şeydir; söylendiği üzere: ”haktan olan başın üzerindeki.” Haktan olan Yesot‘un Sefira‘sı (temel) olup, içinde diğer Sefirot‘ları birleştirir. Bizler eğer bağ kurmak istiyorsak, bizler haktan bir başın üzerindeki bir taç ihtiyacını, düşüncelerinde, arzularında ve planlarında hissederiz. Bu tacın nerede olması gerektiği ve nerede olduğu yerdir.

Haktan biri, Yesot‘un Sefira‘sı Işığın eşleştiği yerdedir. İkinci sınırlamadan sonra yalnızca Yesot‘un dışında, Malhut‘un kendi içindeki eşleşme için yer yoktur (Bu öyledir, çünkü İsrail’in çocukları Yesot’un Sefira’sında eşleşmeyi istememişlerdi ve bu yüzden Mısır’a inmişlerdi). Haktan olanlar beraber çalışma yapabilecekleri, Malhut dışındaki kendi içlerinde bütün idrakı bir araya toplayanlardır. Bütün bu aydınlanmalar Yesot‘un içinde birleşir. Malhut‘un Bina‘ya yükselmesine Yesot adı verilir.

Bütün çalışmamız, grubun içinde her şekilde bütün kalbimiz ile dahil olmak üzerinedir. Kongre öncesinde ben kendimi bütünüyle sıfırlamak üzere hazırlarım. Bu, bütün düşüncelerim ve arzularımla, hareketlerimin herkes ile beraber olduğunu hissetmem anlamına gelir.

Yalnızca kişisel bir dua ile Yaradan’a dönemeyeceğimi hatırlamalıyım! Kişisel duayı yükselten kişi ruhunu mahveder. Yaradan’a memnuniyet getirmek istese bile, aslında o her şeyi mahveder. Yani grup içine dahil olma her hareketin öncesinde gerçekleşir. Buna Yesot denir; nitekim bu çalışmanın temelidir, çünkü Malhut yerine Yesot‘un Sefira‘sı ile çalışmamızı yaparız.

8.7.2013 tarihli Kabala dersinin 3. bölümünden, Zohar

Eksiklik Hissiyatı Ödüldür

Soru: St. Petersburg kongresine olan hazırlığımı nasıl ölçebilirim?

Cevap: Hissettiğiniz ızdırapların seviyesine göre. Sonuçta, ben önemli bir şeyin eksikliğini hisssedersem ızdırap duyarım.

Ben bir mağazanın camekanında, şık bir araba, parlayan ve bir milyon dolar fiyatındaki bir Rolls Royce görürüm. Bu tarz bir araba herkesin dikkatini çeker ve trafiği durdurur. Bu benim önümdedir ve beni cezbederek yaşamımın onsuz anlamsız olacağını hissettirir. Bir milyon dolar biriktirebilmem için, ben insanlara bana yardım etmeleri için talepte bulunurum. Yapabilecekleri kadar yardımı mümkünse yapmaları için onlardan dilenirim.

Ben geceleri uyumam, yemem, içemem veya rahatlayam. Çünkü devamlı o parlak araç gözümün önüne gelir; ”Rolls Royce” olmazsa ölmem daha iyi olur. Camekanın benim bu hayalimdeki arabayı benden ayırdığını gördükçe devamlı ızdırap duyarım.

O zaman ne yapmalıyım? Camı kırmalı mıyım? Devrime başlayıp herkesin mal varlığını dağıtmalı mıyım? Ben bende eksik olanı elde edebilmek için farklı çözümler ararım. Nitekim bende eksik olan tek şeyin bu olduğuna dair güçlü bir hissiyatım vardır.

Böyle bir endişeye göre bizler kongreye hazırlığımızı ölçeriz. Fakat bu durumda bu yeterli değildir. Benim aynı zamanda bir kalp noktasına itiyacım vardır. Egodaki kıvılcıma ilişkin şekilde, dostlarımın arzuladığı ve benim arzuladığım amacın derecesini ölçeriz.  Kıvılcım narin ve muhteşem amacı aydınlatır ve aslında ben bunu arzulamasam da, bunu bulandırmak veya silmek istemem. Aksi yandan bu benim olacaktır ve ben onu edinirim. Bu nedenle ben içimdeki endişe ile birlikte sevinç ile doluyumdur.

Endişe ve sevinç benim oluşturmam gereken orta çizgidedir. Yani ben hazırlığımı endişe seviyeme göre, istediğimi edinip edinmeme sonucuma göre ölçerim. Kalbimde, egomda, kalp içindeki noktamdan endişe hissiyatımı kontrol ederim.

Yani St. Petersburg kongresi öncesinde bizler amacın yüceliği konusunu önemli şekilde vurgularız; fakat ödülü belirleyen hazırlığın üzerinde bunu yaparız. Kongreye nasıl hazırlandıysanız tamamıyla o kadar şekilde geriye alacaksınızdır.

Normal yaşamda bizler kabı su kaynağına getirir ve onu doldururuz. Maneviyatta bu farklıdır; orada hazırlık yaptığınız kadarını alırsınız. Kabınız dolanı alır ve siz başka bir şey talep etmezsiniz. Arzu, eksiklik ve amaca özlem duymak sizi doldurur. Dışarıda başka değişiklikler yoktur ve hiç bir şey size dışarıdan geçmez; eksiklik sizin ödülünüz haline gelir. Hazırlık, eksiklik hissiyatını öyle şekilden şekle sokar ki, o kaba dolan şey haline gelir.

Nedir bu marifetler? Çabalarımızın karşılığı olarak boş bir kap mı?

Hayır, artık boş değildir, aslında doludur… Bu ihsan etmektir.

Baal HaSulam 19. mektubunda şöyle der: ”Hazırlık esnasında, kişinin özlem duyduğu ve arzuladığı mükemmelliğin özü, güzellik ve merhamet belirginleşir. Fakat ıslah zamanında, ‘yeryüzü Yaradan’ın bilgisi ile dolduğunda’, o zaman, ‘ben zıt bir dünyayı göreceğim,’ çünkü duyacağımız korku ve özlem hissiyatı yalnızca arzulanan mükemmellik niteliği üzerine olacaktır. Daha sonra da hazırlık zamanı esnasında, kişi fark eder ki meğer kendisine yalan söylemiş..”

8.7.2013 tarihli Kabala dersinin 3. bölümünden, ”Küçüğünden büyüğüne kadar herkes beni bilmeli” 

Kim Hakimiyete Doğru Yükselecek?

Şamati #225, ”Bireyin kendisini yükseltmesi”: Birey kendisini grubunun üzerinde yükseltemez. Bundan dolayı, birey bu gücü çevresinden kendisine doğru çekmelidir. Çok çalışma yapmak ve Tora çalışması dışında kişinin başka gayesi yoktur. Bu nedenle, kişi kendisi için iyi bir çevre seçerse, zaman ve çaba kaybetmez; nitekim kişi kendi çevresine göre oluşur ve ondan etkilenir.

Bu insanın gücü içindedir: ya o kendisini çevrenin gücüne kendini verir, ya da doğa, Yaradan onu yönetir. Bunlardan ya biri ya da diğeri gerçekleşir.

Çevrenin gücünü seçersem eğer, bana niçin insan denir? Çünkü bütün karşılaştıklarımın içinde bu benim kendi seçimim olup, içsel tepkim, sorunlar ve zorluklar esnasında ben, içimde neyin hakim olacağını tayin ederim.

Nitekim ben yalnızca içimde hareket edecek kuvveti seçerim ve bunun üzerinde kontrolüm yoktur. Ya ben Yaradan tarafından, bireysel kuvvet ile idare edilirim veya iyi bir çevre vasıtasıyla, bütünsel kuvvet ile arkasında O’nun olduğu şekilde idare edilirim. Daha sonra bütünsel kuvvet Partsuf‘un (yüz) başı haline gelir; çizimde ”araba” olarak tanımlamıştık.

Gerçekte kişi bu seçimin dışında başka bir şeyin farkına varmaz. Şayet doğru şekilde seçimini yaparsa, grup onu etkiler. Eğer doğru şekilde seçimini yapamazsa, ”beden” kendi üzerinde hakimiyetini kurar. Bu demektir ki, Yaradan doğrudan emreder. Şöyle ya da böyle, Yaradan her şeyde rol alır; ya çevre vasıtasıyla ya da şahsen..

7.7.2013 tarihli Kabala dersinin 3. bölümünden, ”Daha iyi bir çevre inşa edebilmek için kurallar”

İhtiyacımız olan Tek Şey Sevgi

Soru: Dediğinize göre, kongrede arzularımıza kapılmamalı, bunlardan her zaman haz beklememeli, ama sadece çok çalışmalı ve diğer kişilere örnek olmalıyız.

Cevap: “Yaradılışın amacı yaratılanlara mutluluk vermektir. Bu nedenle, bu hazzı almayı düşünmeliyiz, ancak bu dostlara ihsan etmekten gelen ve onların aracılığı ile Yaradan’a vereceğimiz haz olmalıdır.

Mutluluk Yaradılışın amacıdır, mutlu olmalıyım. Eğer ağlıyorsam, Yaratılışın amacına zıt isem veya Yaradan’dan uzak isem, zevk alamam, mutluluk duyamam, haz alamam.

Yaradan’a yakınlaştıkça, daha fazla mutluluk duyarız. Ruhsal merdivenin basamaklarının hepsi, gittikçe büyüyen ve daha da güzelleşen hislerden oluşur! Sanki bu basamağın en üst noktasındaymışsınız gibi hissederiniz, hatta bunlar öyle duygulardır ki, kendinizi kaybettiğinizi düşünürsünüz. Ancak, Perde (Masah) olduğu için, bu yoğunlukları ayarında yaşarız. Eğer Perde (Masah ) olmasaydı, ufacık bir ruhsal mutluluk, tüm devrelerimizi yakmaya yeterdi.

Hissettiğimiz bu mutluluk, ihsan etmenin, sevmenin ve sevdiklerini bununla doldurmanın mutluluğudur.

Görüyorum ki yüzün asıldı. Sevdiğin birini bu sevgiyle doldurduğunu hayal edemedin mi? Bu dünyada kimseyi sevmiyor musun? En azından oğlunu? Oğluna bir hediye verdiğini hayal et, onun bu hediyeyi aldığındaki mutluluk sana ne kadar büyük bir haz verir, en azından oğlunun içindeki bu coşkuyu, bu heyecanı hissetmez misin? Oğlun güzel bir şey yediğinde ya da sevdiği bir oyunu oynadığında ne kadar mutlu oluyor, bu mutluluğu hissediyor musun?

Bu gibi fiziksel örneklerin aynılarını, manevi dünya için de verebiliriz. Ancak, maneviyatta bu sevgi bir babanın oğlunu sevmesi gibi içgüdüsel olarak ortaya çıkan bir sevgi değildir. Siz yardım için talepte bulunduğunuz zaman, ışık yardımı ile bu sevgi içinizde inşa olur. Bunun yanında, sevdiğimiz bir insanın mutluluğundan dolayı haz almanın gerekliliği de halihazırda anladığımız bir kavram olmalıdır.

Bu demek oluyor ki, tek ihtiyacınız olan şey Yaradan sevgisidir! Sizin yaptıklarınızdan mutlu olduğu zaman, siz de aynı şekilde bu mutluluğu alırsınız. Yaradan sizden daha yüksek bir seviyede olduğundan ve her şeyi kapsadığından dolayı, O’nu kendi seviyenize çekerek, bu mutluluğu 620 katına çıkartmış olursunuz.

Çabalarınızı ve hazzınızı O’na aktararak katlarsınız. O bizden 620 kat mutluluk aldıkça, bize 620 kat daha fazlasını verir. Manevi basamakları çıkmayı bu şekilde başarırız. Tüm çalışmamız, Malhut’un kendisi ile beraber, 613 arzu ve 7 ek olmak üzere tüm 620 arzuyu ışıkla doldurmaktır ”.

Günlük Kabala Dersi 1. Bölüm’den, 03/07/2013, Rabaş’ın Yazıları.

Sanki Her Seferinde Yeniden Başlarcasına

İsrail yaşamın tadını arzu eden, yaşamın sırlarını ve yaşamın kaynağını keşfetmek isteyen kalpteki bir noktadır. Bu kişinin Üst Güç ile olan içsel bağını tayin eder. Kişi bu bağı hayal edemese de, bu zaten vardır. Bundan dolayı, buna İsrail, Yashar-El (Yaradan’a doğru) denir; nitekim Yaradan’a doğru bu meyili vardır. Fakat bu kuvvet ona ait değildir; aksine bu kalp noktasından kaynaklanır, yani kişinin içindeki Üst Gücün bir parçasıdır. Yukarıdakine ait ve  ondaki bu nokta sayesinde geliştireceği şeyden başka bir şey onda yoktur.

Bizler 125 seviye yükseldikçe, bizler 613 kaplarımızı keşfederiz.  Bu kişinin tarafında olandır. Yaradan’ın tarafında ise, bizlere kalp noktası ve Islah Eden Işık verilmiştir. Bizler  bunların ikisini kullanabilir ve kırılmış kaplarımızı ıslah etmek için çalışırız.

Öyle bir hale gelir ki, benim maneviyata meyilim olup, 613 de bencilce arzum vardır. Şayet ben Işığı çekmek istersem Islah Eden Işık da vardır. Yani neyim eksiktir ? Benim 613 arzumu karşılayabileceğim bir grubum eksiktir. İşte bu nedenden dolayı ben gruba getirilmişimdir.

Yani benim kalbimde nokta vardır; ihtiyacım olan her şey, 613 kırılmış arzu, bir grup, Islah Eden Işık. Ben eğer bütün bu unsurları bütünselleştirirsem, Işık benim 613 arzumu etkiler ve üzerinde işlevini sürdürür. Bunlar sayesinde kalpteki noktam güçlenerek, bu 613 arzunun içerisinde Işık ifşa olabilir. Buna Yaradan’ın yaratılmışa ifşa olması denir.

Nitekim bizler bir seviyeyi bitiririz ve her şey yeniden başından itibaren başlar. Kalpteki nokta da yine yenilenmiştir. Çünkü bir önceki seviye 613 düzeltilmiş arzular vasıtasıyla daha da güçlenmiştir. Aydınlanmaya ve daha güçlü bir şekilde yanmaya başlar; nitekim ona karşı olan 613 yeni biçimde ortaya çıkan bencilce arzular, daha öncekilerden daha da dayanılmaz olur. Bunlarla karşılaştırıldığında, şayet kullanmak istersem, Islah Eden Işık daha da güçlü bir şekilde vardır. Bu arzulara karşı grubum vardır; yeni egoma istinaden, oluşan durumun eskisinden daha da kötü olduğu ortaya çıkar. Bütünüyle duruma baktığımızda, benim yapmam gereken bütün şey şudur: tüm bu dört unsur arasındaki doğru ilişkileri inşa etmek.

30.6.2013 tarihli  Kabala dersinin 1. bölümünden, Rabaş’ın yazıları

Düşünceler ve Arzular İçin Memnun Olmak

Kişinin içinde manevi çalışmayla ilişkili olarak yükselen tüm arzular ve düşünceler, bu çalışma için ya da buna karşıt da olsa sadece Yaradan’dan gelir. O, her zaman bir nedenken; bizler her zaman bir sonucuzdur. O, her zaman mükemmel, kök ve kaynaktır ve biz O’ndan sonra gelen, yaratılmış bir sonucuzdur.

Bu yüzden, bizler her zaman O’nun etkisine karşılık olarak hissettiğimizin farkına varmalıyız ve bu anlayışa göre karşılık vermeliyiz. Şöyle ki O, bize eğer ki doğru düşünceleri ve arzuları verirse, müteşekkir olmalıyız demektir. Eğer ki yanlış olan düşünceler ve arzular varsa; fakat aynı zamanda O, bunu yaptığını hatırlatır ki bizler bunu sormalı ve hatırlatma için Yaradan’a müteşekkir olmalıyız.

Geleceğe Doğru Merdiven

Bizler gelecekteki bir sonraki seviyemizi ne çeyrek ne yarım; fakat sadece tam olarak düşünebileceğimiz, bizimle ilişkili olarak kusursuz ihsan etme olduğunu kavramamız gerekir. Tek yol; aşağıdaki derecenin daha üstte olanı sanki onun nihai ıslah edilmiş standardı gibi düşünmesidir. Bununla birlikte, bir sonraki seviyeye yükselmek için gerçekten ıslahın sonuna ulaşılması gerekir.

Kişide var olan tüm niteliklerin, engellerin ve hayal kırıklıklarının ıslah edilmesi ve mükemmelliğe tamamlanması gerekir. Hiçbir şey iz bırakmadan kaybolmaz; fakat her şey kişinin sadece tam ihsan etme formunun eklenmesini kavramasıyla düzeltilir. Kişi tüm dünyanın ve tüm insanların ihsan etme içinde, kendisinin oraya dâhil ve özümsemiş olduğunu ve orada eridiğini görmelidir.

Bu, onun bir sonraki derecesidir ve bu dereceye yükselerek, kişi işin yepyeni bir dizi ek arzu ve derinliğini keşfeder. O, bu derecenin tüm arzularını, bu derecenin kaplarının ve niteliklerinin derinliğini ifşa etmek için tekrar çaba sağlamaya ihtiyacı vardır, bu dereceyi tam olarak ıslah etmek için tekrar mücadele etmelidir. Kişi buna ulaştığında, sonraki derecenin On Sefirot’unun tamamlanması olacaktır. Böylece o, dereceden dereceye, durumdan duruma yükselecektir.

30/06/2013 Tarihli Günlük Kabala Dersi’nin 1. Bölümü, Rabaş’ın Yazıları