Category Archives: Egoizm

Kişi Ne Verebilir Ve Kime Verebilir?

Soru: Kişi gerçekte ne verebilir ve kime verebilir? Üstelik Yaradan’a ise,  ne verecek? Ve Yaradan’ın buna ihtiyacı var mı?

Cevap: Kişi hiç kimseye, hiçbir şey vermemelidir. O sadece tüm evreni, tüm doğayı özümseyebilecek bir algılayıcı gibi, bir alıcı gibi olmak için, herkesle birleşmek zorundadır.

Bunu yapmak için egoizminden kurtulmalı, onun üzerine çıkmalıdır. Ne de olsa egoizm bizi çok kısıtlar ve küçük bir egoist olarak, bugün sadece benim için ilgi çekici olabilecek şeyleri görmemize izin verir.

Ve eğer hayvani doğamın üzerine çıkmak istiyorsam, o zaman grup aracılığıyla, özel çalışmalar vasıtasıyla kendimden çıkmam gerekir.

 

Manevi Yolu Hızlandırmak

Soru: Manevi yolu hızlandırmak ne anlama geliyor ve buna neden ihtiyacımız var?

Cevap: Manevi hızlanma, gelişimi hızlandırmak demektir. Bu, bunu kendim için değil, sadece grup için, Yaradan için, insanlık için yani egoizmimin çerçevesinin ötesine geçen her şey için yaptığım ölçüde gerçekleşebilir.

Başkalarına yardım etmek için manevi gelişimimi hızlandırmayı arzularsam, ek güç kazanacağım ve gelişimimi hızlandırarak tüm Kli’yi, tüm ruhu ardımdan çekeceğim.

 

Firavun – Egoist Doğanın Temeli

Soru: Sürekli değişen Firavun nedir? O, önce iyi sonra kötüdür. Bu güç nedir?

Cevap: Esas olarak, o ne iyi ne de kötüdür. Firavun, egoist doğamızın temelidir. Eğer onun iyiliği için çalışırsak, o zaman doğal olarak iyidir ve ona karşı çalışırsak, o zaman kötüdür.

Firavun, bizim ortak egoizmimizdir, onun özüdür. Etrafımdaki her şeyi alma, haz alma, kendi yararım için kullanma arzusudur.

Soru: Bu sadece alma arzusu değil mi?

Cevap: Hayır. Firavun,  “her şey kendi iyiliğim için” olan egoist niyettir.

Pozitif Gurur

Soru: Kendini sevmek gurur mudur?

Cevap: Kendini sevmek gurur bile değildir. O tamamen egoizmdir. Gurur, insanın kendinden bir şey çıkardığına ve bunun onu diğerlerinden üstün kıldığına inandığı zamandır.

Soru: Doğamın, doğal niteliklerimin üstesinden gelmekten gurur duyabilir miyim? Diyelim ki gruptaki çabalarım sayesinde güç kazandım. Böylece dostlarımın ve amacın önemini artıracak güce sahip olduğum için gurur duyarım, haklı mıyım?

Cevap: Eğer bu, dostun önemi, amacın önemi, Yaradan’ın önemi yani bizi yaratılışın amacına götüren her şeyle ilgiliyse, o zaman elbette bu pozitif bir gururdur. Bunun hakkında tam olarak şöyle yazılmıştır: “Ve onun kalbi, Efendi’nin yollarında yüksekti.”

Doğa Zalim Midir?

Doğa, birbirine bağlılık ve karşılıklı bağımlılık yasalarına göre işleyen mükemmel bir bütünsel sistemdir ve doğada zalimliğin hiç bir parçası yoktur.

Ancak birçoklarına doğa acımasız olarak görünür. Neden?

Çünkü Kabala bilgeliğinde yazıldığı gibi, “yargılayan kendi kusurlarına göre yargılar.” Başka bir deyişle, biz insanlar, başkalarının ve doğanın pahasına, kendi egoist doğamızın içinde haz aldığımız bir acımasızlık yönüne sahip olduğumuz için, bu zalimliği doğaya atfediyoruz ve sonra onun eylemlerini zalimce olarak algılıyoruz.

Doğayı derinlemesine inceleseydik, nasıl ve neden bu şekilde işlediğini öğrenseydik, doğada zulmün hiçbir parçasını bulamazdık. Bunun yerine, doğanın, nihayetinde yaratılışına sadece memnuniyet, haz ve doyum ihsan etmek isteyen, tek bir düşünce olduğunu keşfederdik. Başka bir deyişle doğa, kendi özünde hiçbir kötü niyeti olmayan saf bir sevgi ve ihsan etme niyetidir.

Doğa, karşılıklı bağımlılık ve birbirine bağlılık yasalarına göre işleyen tek bir sistem yarattı. Doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinin her bir elementinin yalnızca kendi yaşamını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu şeyi aldığını ve ekosistemin devamlılığı için rolünü tamamlayacağı bir şekilde nasıl davrandığını görüyoruz. Bazı hayvanların birbirini öldürüp yediğini görsek bile, bunu zulüm için değil, sadece yaratıldıkları yön bu olduğu için yaparlar. Bunu yaparak, doğadaki rollerini yerine getirirler ve içgüdüsel davranışlarıyla parçası oldukları bütünün beslenmesini sürdürürler.

Biz insanlar, sadece ihtiyaçlarımıza göre alsaydık ve diğer her şeyi insanlığın ve doğanın yararına verseydik, o zaman hayvanlarla aynı seviyede olurduk. Bununla birlikte, farklı şekilde çalıştığımızı ve diğer insanların ve doğanın pahasına, kişisel olarak fayda sağlamak istememize neden olan, içimize yerleşmiş bir program olduğunu açıkça görüyoruz.

Bu egoist nitelik -başkalarının ve doğanın pahasına kişisel fayda sağlama arzusu- insanları hayvanlardan ve doğanın geri kalanından ayıran şeydir ve sadece bu nitelik zalimdir. Başka bir deyişle, insan egoizmi, doğada, doğaya karşı çıkan tek özelliktir ve aynı şekilde, düzeltilmesi gereken tek niteliktir.

İnsan egoizmini düzelterek, başkalarının ve doğanın zararına kişisel fayda sağlamayı istemek yerine, başkalarına ve doğaya fayda sağlamak istediğimiz yeni bir doğa elde edip, aynı şekilde doğayla dengeye geliriz, böylece doğayı uyumlu ve zulmetmeyen bir şekilde deneyimleyebiliriz.

Bizim algıladığımız, giderek daha acımasız olan dünya, bizleri, egoist doğamızı onun zıttı olan özgecil forma çevirmeyi gerçekten isteyeceğimiz bir noktaya getirmek içindir. Böylesine büyük bir değişimin olması için, doğanın nasıl ve neden bütünsel bir sistem olarak davrandığını öğrenmemiz, onun birbirine bağlılık ve karşılıklı bağımlılık yasalarını öğrenmemiz ve doğa ile dengeye ulaşmak için bunları kendimizde uygulamamız gerekir. Bunu yaparak, şu anda dünyamızı nasıl algıladığımızın ve hissettiğimizin tamamen dışında, yeni, uyumlu ve tam bir yaşam keşfedeceğiz.

Musa-Kalpteki Noktanın Tezahürü

Soru: Moshe (Musa), kişinin içindeki bir güç müdür?

Cevap: Evet. Bu, bir kişinin içinde veya bir grubun içinde, bir aşamada ortaya çıkan kalpteki noktanın bir tezahürüdür.

Soru: Musa ile İbrahim arasındaki fark nedir?

Cevap: Bu, Yaradan için aynı çabadır, ancak farklı seviyelerde.

Kalpteki nokta, egoizm pahasına gelişmeye, büyümeye başlar. Tüm egoist nitelikleri ve biçimleri üzerine alır. Aksi takdirde, egoizmin içine batmazsak, Yaradan’a karşı harekete geçmek imkansızdır. Bu nedenle Musa egonun içine dalmalıdır, Firavun ‘un sarayında Firavun ‘un kızı Batya tarafından büyütülmesine şaşmamalı. Bundan sonra görevine hazırdır.

Ancak bunu yerine getirmek için, manevi büyükbabasından ve analığından tamamen kopması gerekir. Bir de prens olmasına rağmen Mısır’dan kaçmak zorunda kaldığı bir durum vardır. O, kaçar.

Dedikleri gibi, Jethro’ nun kızı, gelecekteki eşi Zipporah ile tanıştığı yurtdışına kaçar. İki çocukları vardır. Ancak bir süre sonra karısını ve çocuklarını bırakarak tekrar Mısır’a döner.

Soru: Bunu anlatırken, bir yere giden, gelen, çocuk doğuran tüm bu insanları hayal etmiyor musunuz?

Cevap: Hayır, elbette hayır. Ancak bu şekilde yazılıdır. Çok kolay!

Soru: Bu olayları onlu açısından ele alırsak, onludan nereye kaçıyorum? İçinde neler oluyor?

Cevap: Onludan kaçmıyorsun. Onludaki insanlar, Yaradan’a ulaşamayacaklarını anlamaya başladıklarında, o zaman özlerinin, manevi köklerinin ne olduğuna dair kesin bir tanıma sahip olurlar.

Kendi aralarında daha fazla birleşmeye başlarlar. Musa denen, kalpteki noktaya ulaşırlar ve onun etrafında çalışmaya başlarlar. Sonunda, bu noktanın, Firavun ‘un otoritesi altında, egoizmlerinin otoritesi altında olduğunu keşfederler ve bu nedenle, egonun kullanımından tamamen vazgeçmeye zorlandıkları noktaya kadar ancak mekanik, yapay bir şekilde, onun üzerine çıkma ümidi yoktur.

Soru: Musa kaçar ve  40 yıl çölde yaşar, bu ne anlama geliyor:?

Cevap: Bu, egoizminden koptuğu ve onu kullanmak istemediği anlamına gelir. Bu henüz Mısır’dan bir çıkış değildir ama şimdiden bir ayrılmadır.

Musa (kalpteki-nokta) egoizmden bağımsız, ayrı olarak var olur. Bu nedenle Mısır’a döndüğünde kesinlikle Firavun’un tam tersidir. Ona büyükbabasıymış gibi bakmaz. Bu, gelen yepyeni bir kişiliktir ve “Halkımın gitmesine izin vermelisin.” diye talep eder.

Manevi Sevgi Bildiğimiz Sevgiden Farklı Mı? Evet İse, Onu Beslemek İçin Bir Şey Yapabilir Miyiz? (Quora)

Bildiğimiz sevgi ya da maddesel sevgi, bize haz veren her kimse ya da her neyse onu sevmeyi içerir. Aksine manevi sevgi, başkalarına karşı içsel bir uzaklık, reddetme ve karşıtlık hissetme ve bu uzaklığın üstünde sevgi inşa etme üzerine kurulmuştur.

Başka bir deyişle, bildiğimiz sevgi, bir başkasına doğal bir çekim ve yakınlık hissettiğimizde, doğuştan egomuzda ortaya çıkan sevgidir. Böyle bir sevgiyi hisseden her insan, bunu, sonunda o sevgiden sağlayacağı faydanın hesaplanmasına dayanarak yapar. Bu, diğer insanlardan ve şeylerden haz alma arzusu olan egoist doğamızın hesaplamasıdır. Bu nedenle, bizim bildiğimiz sevgiye göre – maddesel sevgi – bazen birbirimize sevgi, çekim ve yakınlık, bazen de nefret, reddetme ve uzaklık hissederiz.

Hâlbuki manevi sevgi; birbirimize karşı uzaklık, reddetme ve zıtlık hissi ile birlikte, bu hislerin üzerine inşa ettiğimiz sevgi, bağ ve çekim niteliklerini de hissetmeyi gerektirir. Şu anki gerçekliğimizde, başkalarına karşı sevgiyi ve nefreti, aynı anda hissedemeyiz, ama bu hisleri farklı zamanlarda hissederiz. Bu nedenle, manevi sevgi, başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurmak için, egonun üzerine çıkmanın manevi sürecinde büyük bir yetenek gerektirir ve bu yüce sevgi düzeyine ulaşmaya layık olmalıyız.

Bununla birlikte, gelişimimizde manevi sevgiyi deneyimlemeye giderek daha fazla hazır hale geldiğimiz bir seviyeye ulaşıyoruz. Bir yandan bildiğimiz sevginin bizi çok daha fazla soruna götürdüğünü anlarız. Egomuz büyüdükçe, kendimizi doyurmak için daha fazlasını talep ederiz ve bunun yerine getirilmesinde o kadar zorlanırız. Öte yandan, daha fazla olgunlaşmak için hazırlanırız.

Tatlı yiyecekler, bu olgunlaşma sürecinin bir örneğini görmemize yardımcı olabilir. Çocuklar genellikle sadece tatlı olan şekerli yiyecekleri severler, ancak bizler büyüdüğümüzde genellikle baharatlı, acı veya ekşi bir şeyle birlikte veya sonrasında tatlı yiyecekler yemeyi severiz. Ne kadar olgunlaşırsak, o kadar tek bir şeyden haz alamadığımızı hisseder; o şeye ve onun tam tersine gereksinim duyarız.

Ayrıca, çaba sarf etmeye ve üstesinden gelmeye ihtiyaç duymadan, sınırları ve eleştiriyi hissetmeden hayatta sadece olumlu durumları deneyimlemiş olsaydık, hayatımızda bir şeyler eksikmiş gibi hissedeceğimizi de anlamaktayız. Bizler, diğer hesaplamaları anlamak için kavrama noktalarına sahip olmayı arzulayan bir şekilde inşa edildik ve böylece tatlıyı tatmak ve tadını çıkarmak için acılık, ekşilik ve baharat ekleme ihtiyacı geliştiriyoruz. Bu eğilim, bizim (yaratılmış varlıklar) başlangıçta doğanın zıttı olarak yaratıldığımız varoluşumuzun temelinden kaynaklanmaktadır: Doğa, yalnızca haz ve memnuniyet ihsan etmek isteyen bir sevgi niteliğidir ve bizler, yalnızca haz ve memnuniyet almak isteyen zıt bir nitelikten yapıldık.

Bu nedenle, manevi sevginin “tatlılığını” tatmak için, doğuştan alıcı olan doğamızda bulunmayan sevgi ve ihsan etme niteliğini elde etmemiz ve bu nitelikleri, içimizde olan doğal reddetme ve uzaklık üzerine inşa etmemiz gerekir. Bu, ebedi ve bütün olan manevi sevginin niteliğini keşfetmek için, egonun fani ve eksik doğasının üzerine çıkmanın yollarını öğreten bir yöntemin – Kabala bilgeliği – rehberliği ile mümkündür.

Kabalistler, manevi sevgi hakkında “Sevgi tüm günahları örter” (Özdeyişler 10:12) diye yazmışlardır – burada “günahlar” egomuzda hissettiğimiz uzaklık, reddetme ve zıtlıktır. Manevi gelişimimizde böylesi bir sevgi biçimini ne kadar çok gerçekleştirirsek, nihai varoluş amacımıza varmak için doğanın bizim için ortaya koyduğu her şeye; onun mükemmelliği, bütünlüğü ve sonsuzluğu içindeki sevgi hissiyatına, o kadar çok ulaşacağız.

Egonun Direnci

Yorum: Uzun yıllardır sizinle çalışıyorum, ancak içimdeki bir şey tamamen gruba girmeye direniyor.

Cevap: O “bir şey” değildir. O sizin egonuz, gururunuzdur. Kendiniz için bir hedef belirlemeye çalışın ve grup içinde en az bir kez kendinizi feshedin.

“Ben yokum” un ne anlama geldiğini hissedecek ve anlayacaksınız. Var olmadığınız an, Üst dünyayı ve Yaradan’ı hissetmeye başlayacaksınız.

Manevi Koşulları Hissetmek

Soru: Farklı manevi koşullar, yükselişler ve düşüşler ne ölçüde ego içindeki duygularımız olarak ölçülür?

Cevap: Ego içinde, hissettiğimiz durumlar vardır ki bunlar henüz ıslah olmamıştır. Bunlar ilk hislerdir.

Bununla birlikte, kişinin egoizmini ıslah ettiği ve sonrasında Yaradan’ı ihsan etme niteliğin içinde, O’nunla form eşitliğinde olduğu ve artık alma niteliğinde olmadığı ölçüde hissetmeye başladığı durumlar vardır. Bu doğru hissiyattır.

Yaradan’ın kişiye tam ifşası, yaratılışın amacıdır, gelişmemizin amacıdır.

“Manevi Uyanış Deneyiminizi Açıklayabilir Misiniz?” (Quora)

Manevi yükselişimize, sadece kişisel çıkar için almak isteyen, tamamen egoist bir arzuya sahip olmaktan başlıyoruz ve sonra içimizde küçük bir manevi arzu kıvılcımı beliriyor.

Manevi arzu, sevgi, verme ve herkesle olumlu bağ kurmaktır. Ancak, başlangıçta bu arzuyu böyle hissetmeyiz, bunun yerine egoist arzularımız arasında içsel bir boşluk hissederiz. Gerçek kimliğimiz, yaşamdaki anlamımız ve amacımız hakkında derin sorular ortaya çıkarır.

“Hayatın anlamı nedir?”, “Ben kimim?” ve “Neden buradayım?” gibi varoluşsal sorular, bizi bunların cevaplarını aramaya teşvik eder. Bu sorular bizi yeterince rahatsız ederse, bizi büyüten yeni ve farklı ortamlarda bir yolculuğa çıkar, her türlü metni okur ve çeşitli öğretmen ve gruplara ulaşırız.

Hayatımızın anlamını içtenlikle sorarsak, sonunda bu soruyu cevaplamak için özel olarak yaratılmış Kabala bilgeliğine ulaşırız. Kabala bilgeliğine, birbirimizle ve tek bir ruh olarak doğayla, bizi bir arada tutan doğada yaşayan sevgi ve ihsan etme gücüyle nihai birleşmemizi keşfetmek için nasıl pozitif bir bağ kurulacağına yönelik bir sürece metodik olarak rehberlik ettiği için “bağ kurma bilgeliği” de denir.

İçinde yaşadığımız gerçekliğin temel ilkelerini öğreniriz: Bir zamanlar “Adam HaRishon’un ruhu” olarak adlandırılan ve paramparça olan, tek bir ruh olarak var olduk. Adam HaRishon’un parçalanması, birbirimizi ayrı varlıklar olarak algıladığımız ve aynı zamanda doğadan kopuk hissettiğimiz bu dünyada bildiğimiz halimizi doğurdu.

Bununla birlikte, bizler bu ayrılık algısında var olurken, Kabala bilgeliğinde “kalpteki nokta” olarak adlandırılan, parçalanmadan önceki tam bir ruh olarak bağlanmış olma durumumuza ait küçük bir kıvılcıma sahibiz. Kalpteki bu nokta, içimizdeki varoluşsal soruları uyandırır ve bizi mükemmel bir şekilde bağlı, uyumlu ve ebedi ruhumuzu nihayetinde nasıl keşfedebileceğimizi aramaya teşvik eder.

Kabala çalışmalarımızın başlangıcında, insanlar ve hayvanlar arasındaki farkı, insanların kendini sevmeye yönelik ek bir egoist eğilime sahip olduğunu, bunun hayvan dünyasında bulunmadığını öğreniyoruz. Bu egoist kendini sevmeyi, bir benzersizlik duygusunu hisseden kişi, bunun kötü bir eğilim olduğu hissine de ulaşabilir ve maneviyatı keşfetmek için, “iyi eğilimi” keşfetmek için, bu kötü eğilimin üzerine çıkması gerekir.

İyi eğilim, başkalarıyla bağ kurmak ve bütünleşmektir. Kendimizi böyle bir bağa yatırım yaparak, Adam HaRishon’un ruhunun paramparça olduğu noktanın üzerinde var olan manevi güçleri davet eder ve bu manevi güçlerin etkisiyle nihayetinde tek bir ruh olarak gerçek bağımızın keşfine ulaşırız. Bu ifşa bize gerçekliğin tam bir resmini, mutlak, uyumlu, mükemmel ve ebedi bir bağ hissiyatı açar.