Category Archives: Egoizm

“Hayvanlar İnsanlar Gibi Davransaydı” (Linkedin)

İnsanoğlu Dünya’daki piramidin tepesinde yer alır. Bununla birlikte, aşırı iklim olayları, önlenemez bir virüs, solmakta olan siyasi beceri ve artan sosyal bölünmeler karşısında hızla mutlak çaresizliğe doğru sürükleniyoruz. Sadece medeniyet değil, tüm dünya kontrolden çıkmış görünüyor.

Eğer suçlu arayacak olursak, bizden başka kimse bulunmayacaktır. Bizler suç işleyenleriz. Bizler sadece en kötüsü değiliz; gezegendeki tek olumsuz elementiz. Biz olmasaydık her şey gelişir ve huzur içinde olurdu.

Hayvanlar insanlar gibi davransaydı ne olurdu bir düşünün. Etoburlar, beslenecek canlı kalmayana dek avlarını eğlenmek ve böbürlenmek için öldürürlerdi. Alternatif olarak, otoburlar da açlıktan ölünceye ya da mideleri patlayana kadar tüm otları yerlerdi.

Hayvanlar insanlar gibi davransaydı, türler sadece güç ve kontrolü sağlamak için diğer türlerin otlanma veya avlanma bölgelerine erişimini engellerdi. Hayvanlar kendilerini beslemek için değil, diğer türleri aşağılamak ya da sadece spor amaçlı birbirleriyle savaşırlardı.

İktidara geldikten sonra, egemen türler kendi aralarında sadece otorite üzerinden değil, rakiplerinin yavrularının gelecekte tehdit oluşturmasını önlemek için birbirlerini öldürürlerdi. Üstünlük savaşında, kendilerini tüm zamanların en büyüğü olarak anmak için kendi yavrularını dahi öldürürlerdi.

Hayvanlar alemi hakkında uydurulan bu gaddarlıklar, günlük hayatımızın gerçeğidir. İşte bu yüzden dünyamızın çöküşü için kendimizden başka suçlayacak kimse yok.

Kendimizi ve gezegenimizi kurtarmak istiyorsak, enerji kaynaklarımızı değiştirmekten ve plastik kullanımını engellemekten çok daha derine inmemiz gerekiyor. Kendi doğamızı kazmamız ve her birimizin içinde yatan kötülüğü ıslah etmemiz gerekiyor. Bu, hayatta kalmak için tek şansımız.

Yapmamız gereken değişiklikler davranış değişiklikleri değil, egolarımız ve benliğimiz üzerinde yapılması gereken düzeltmelerdir. Şu anki doyumsuz zihniyetinde, doğamız hiçbir şey kalmayıncaya kadar her şeyi ve her şeyi yutmaya hazırdır. Geride bırakacağı harabe bizi ve neslimizi yok edecektir.

Biz en zeki varlıklar olduğumuzu düşünüyoruz oysa hayvanlar, sanki sonsuz bolluk varmış gibi biz onu sömürürken, kendilerini destekleyenin doğa olduğunu biliyorlar. Oturduğumuz dalı kesiyoruz yine de davranışımızı “ilerleme ” olarak tanımlıyoruz.

Aptallığımızı görebilsek bile rotamızı değiştirme kararlılığımız yok. Çok güçsüz olduğumuz için tek seçeneğimiz birbirimizden güç ve cesaret almak.

Değerlerimizi sömürücülükten düşünceli olmaya ve istismar edenden duyarlı olmaya değiştirmek için toplu bir çaba başlatırsak, zihniyetimizi değiştirecek olan sosyal çevremizi değiştirmiş oluruz. Birbirimize, hayvanlara, bitkilere, toprağa ve havaya olan yaklaşımlarımızı sadece ve sadece bu değiştirecektir. Bu nedenle, ilişkilerimizi, birbirimize yaklaşımımızı değiştirmek, gezegenimizi ve kendimizi kurtarmanın ve çocuklarımıza gelecek için umut vermenin tek yoludur.

Doğanın Dilini Anlamak

Ya yabancı bir gezegene geldiysek, yerel yaratıkların dilini konuşmadığımız ya da hareketlerini, kültürlerini anlamadığımız bir yere? Yapacağımız utanç verici gaflar şöyle dursun; asıl sorun bizi ve başkalarını ciddi tehlikelere sokacak hatalar yapmamız olurdu.

Bu teorik bir soru değil, bizim günlük hayatımızdır. Bizler, evimiz olarak düşündüğümüz bu gezegende uzaylılarız. Onun dilini, hareketlerini, ya da kültürünü anlamıyoruz. Bu nedenle yaptığımız hatalar kendimiz, başkaları ve dünya sakinlerinin geri kalanı için ciddi derecede tehlikelidir.

Daha da kötüsü, uzaylı olduğumuzu bilmiyoruz. Son birkaç bin yıldır burada olmamıza rağmen gezegenin yerlileri olduğumuzu düşünüyoruz. Tarih öncesi çağlarda, hominidler (insanlar da dahil olmak üzere Hominidae (büyük maymunlar) ailesinin üyeleri) yaşadıkları doğal sistemlerin ayrılmaz bir parçasıydı. Esasen ekosistemin dokusundaki başka bir hayvan türüydüler.

Zaman içinde geliştikçe, arazi tarım teknolojisini, endüstriyi ve ekonomiyi geliştirdikçe, giderek daha baskın hale geldik. Sonunda en azından kendi gözümüzde dünyanın “hükümdarları” olduk. Şimdi sanki gezegenin sahibiymişiz gibi yaşıyoruz. Ormanları gelişigüzel yerle bir ediyoruz, hayvan türlerini ayrım gözetmeksizin tüketiyoruz, narsist zihnimizin uydurduğu ideolojilere dayalı hükümetler ve rejimler kurup bunların uygulamasında araç olarak soykırımlar yapıyoruz. Bizim gibi düşünmeyen herkesi hor görüyor, onlardan nefret ediyor, iftira atıp şeytanlaştırıyoruz, adalet ve özgürlük adına onları hapsediyor ve öldürüyoruz.

Bizler, Dünya’nın üzerinde ağırladığı en son misafirler, ev sahibimizin evini, izin istemeden, hiç düşünmeden ve hiç pişmanlık duymadan dev bir çöplüğe dönüştürdük. Aslında, ev sahibimizin onayını almak isteseydik bile, doğanın dilinde nasıl iletişim kuracağımızı öğrenmek için hiç uğraşmadığımızdan, bunu yapamazdık.

Yine de, Dünya kendini bizim zehirli varlığımızdan korumak için bize yangınlar, seller ve depremler gönderdiğinde şikayet edecek kadar küstahız. Gerçekten de, insanın küstahlığı sınırsız ve tükenmezdir. Bu yaz tanık olduğumuz doğal felaketler Dünya’nın hastalığının belirtileri değil; iyileşebilmesi için kendisini insan parazitinden arındırma çabalarıdır.

Doğanın kültürü dengedir. Her şeye ihtiyaç vardır ve her şeyin zıttı vardır. Kış ve yaz, med cezir, tropikaller ve çöller, hatta yaşam ve ölüm bile birbirini tamamlayan karşıtlardır. Birlikte, her şeyin doğru zamanda ve doğru hızda gelişmesini ve sona ermesini sağlayan Doğa’nın dinamik dengesini yaratırlar.

Doğanın dili karşılıklı sorumluluk dilidir. Tüm yaratılanlar birbirine ihtiyaç duyar, karşılıklı cömertlikleriyle var olurlar ve gerçekten ihtiyaç duyduklarından fazlasını almazlar. Bu şekilde, herkes herkesi desteklemeye yardımcı olur ve gezegendeki küresel ekosistem gelişir.

Doğa onaylamadığını gösterdiğinde, aşırı hava koşulları, depremler ve aşırı yoğunluktaki diğer doğal afetler gibi “haberciler” kullanır. Bu habercileri anlamadığımız zaman, daha güçlü olurlar. Eğer yine de fark etmezsek, şiddete dönüşür. Eğer hala dikkat etmiyorsak, zarar verenleri yok eder.

Bugünlerde Doğa, bu gezegende istenmediğimizi gösteriyor. Doğanın düşünce ve denge dilini bir an önce öğrenemezsek, her birimize verdiği hayatı elimizden alacaktır. Sonuçta, hepimiz doğanın yarattıklarıyız, tam tersi değil.

“Arzular Değiştikçe Beynimiz De Değişir” (Linkedin)

İnsan vücudu temelde diğer memelilerinkinden ve elbette diğer maymunlarınkinden farklı değildir. Yine de homo sapiens’e evrilen maymun türü hominidler, besin zincirinin dışına sıçradığımız ve yalnızca tüm canlılar üzerinde değil, tüm gezegen üzerinde mutlak hakimiyet kazandığımız noktaya kadar evrimleşmeye devam etti. Hominidler hakkında, onları öne çıkaran fark neydi? Doğa onlara gelişen arzular aşıladı. İnsanın sürekli gelişiminin nedeni bu arzulardır.

Diğer hayvan türlerindeki arzular çağlar boyunca neredeyse hiç değişmediğinden, diğer türler çok yavaş evrimleşir. Temel olarak, bir hayvanın midesi dolar dolmaz dinlenmek ister. Çiftleşme mevsimi boyunca bir eş arar ve çiftleştikten sonra iki temel arzusu olan yemek ve dinlenmeye geri döner. Dişiler (ve bazen erkekler de) kendi arzularına olduğu gibi, yavrularının da bu iki temel arzusuna bakmak için ek bir arzuya sahiptir.

Talmud’daki bir söz bu fikri özetler: “Bir günlük buzağıya öküz denir” (Baba Kama 65b). Bir günlük buzağı, tam olarak yetişkin bir boğanın istediğini, beslenmeyi ve dinlenmeyi istediğinden, aralarında temel bir fark yoktur.

Ama bir insan yavrusu ve büyümüş bir yetişkin dünyalar kadar birbirinden ayrıdır, kesinlikle karşılaştırılamazlar. Büyüyen bir insanın değişen arzularına uyum sağlamak için beyin sürekli olarak yeni taleplere uyum sağlamalıdır. İşte bu yüzden ihtiyaç (arzu) keşfin anasıdır deriz.

Ama insanlık bir yol ayrımında. Gelişen arzularımız, tüm dünyayı yutmak istediğimiz bir noktaya geldi. Sonuç olarak, bunu başarmak için teknolojiler ve araçlar geliştirdik. Ama onları uygularken evimizi yok ediyoruz. Bizi tüketmeden önce kendi arzularımızın evrimini kontrol altına almalıyız.

Dünya gezegeninin tek bir sistem olduğunu zaten biliyoruz. Bu nedenle arzularımızın evrimindeki bir sonraki aşama, ona boyun eğdirmek ve onu yok etmek yerine ondan yararlanmayı öğrenmektir.

Ondan nasıl yararlanacağımızı ancak onun bir parçası olduğumuz noktaya gelene kadar ona sempati duyduğumuz zaman bileceğiz. Bir şeyi kontrol etmek yerine onun parçası olduğumuzda, güçten vazgeçmeyiz çünkü o şey artık bizim bir parçamızdır. Kendimizi hissettiğimiz gibi onu da içimizde hissetmeye başlarız. Kontrolümüzü kısıtlamaz; algımızı tüm dünyayı kapsayacak şekilde genişletiriz.

Bu duruma ulaştığımızda, dünyayı ve kendimizi mükemmel bir şekilde nasıl yöneteceğimizi bileceğiz. Bütün kontrol bizde olacak ve herkes bilgimizden faydalanacak.

Arzuların gelişimini durduramayız, ancak yönünü bilirsek hızını artırabilir ve hedefimize hızlı ve hoş bir şekilde ulaşabiliriz.

Babil Kulesi—Bencilliğin Yükselişi

Soru: Bencilliğin büyümesini simgeleyen Babil kulesinin yapımında diller birbirine karışmıştı. Bu, insanların aynı dili konuşmalarına rağmen birbirlerini anlamadıkları anlamına gelir.

“Bir insanın içinde” ne anlama geliyor? İnsan kendini anlamayı mı bırakıyor?

Cevap: Aslında, insanlar sadece birbirlerini anlamamakla kalmaz, kendilerini de anlamazlar. İnsan neden, ne için, neyle bağlantılı olduğunun farkında olmadan yaşar.

Kişi egoistleştiği ölçüde doğadan yavaş yavaş uzaklaşır, ona karşı çıkar. Bu kaybın yerine koyacak hiçbir şeye sahip değildir. Genel olarak, hem bu hem de o taraftan kaybeder.

Soru: Babil kulesini kendi içinde inşa eden insanda ne olur? Bu durum nedir?

Cevap: Babil kulesinin inşası, Nemrut’un insanlara bencilliklerini yükseltmek için dayattığı şeydir. Bencillik, diğer tüm insan özelliklerinden üstün olduğu bir duruma ulaşmalıdır.

“İnsan, Gezegenimizi Kendilerinin De Doğanın Bir Parçası Olduğunu Söyleyecek Şekilde Görebilecek Kadar Algısal Olabilir Mi? ” (Quora)

Bizler, insanlığın, doğanın, dünyanın ve evrenin bir parçası olduğumuzu anlamaktan aciziz. Doğuştan gelen egomuz böyle bir resmi görmemizi engeller.

Bizi çevreleyen her şeyi saran doğayı hissetmek için, sadece bilgiyi emen beş duyumuzun yardımıyla her şeyi içimize kabul ettiğimiz içe dönük bir gerçeklik algısından kendimizden çıktığımız bir duruma geçmemiz gerekir.

Özgecil bir dünya algısı ile gerçeklik algımızdaki böyle bir değişimi etkileyebiliriz.

Bu nedenle, şimdilik dünyanın küresel olduğunu ve dünyanın ayrılmaz bir parçası olduğumuzu göremiyoruz. Ancak egomuz bizi ileriye doğru iter ve acı çekerek çıkış yolumuzun olmadığını ve içinde yaşadığımız dünyayı anlamamız gerektiğini hissetmeye başlarız. Aksi halde, sonunda kendimizi yok edene kadar acı çekmeye devam edeceğiz.

Acı çekmek, zihnimizi geliştirdiği için bizi daha algısal yapar. Başlangıçta acı, ondan kaçınmamız için zihnimizi geliştirir. Sonrasında ıstırap bizi ayrılmaz ve bütünsel gerçekliğin farkındalığına getirir. Yavaş yavaş keşfederiz ki sonuçta tüm evrenimiz ve içindeki bizler, bir yasaya, genel bir doğa yasasına -sevgi yasasına sahip tek bir bütünsel sistemin parçalarıyız.

Bu nedenle bizim de bu yasaya eşit hale gelmemiz gerekir. Doğa tek bir organizma olarak çalışır ve bu anlayışa özgürce ulaşmak ve kendimizi kişisel durumlarımızın her birinde ayrılmaz parçalar haline getirmek için sadece bize özgür irade verilmiştir. Yakın gelecekte olacağını umduğum böyle bir duruma ulaştığımızda – o zaman (hayvanlar gibi yaşadığımız, sadece kişisel ihtiyaçlarımızı karşılamayı amaçladığımız) hayvansal seviyenin üzerine, (kendimizden çıkıp başkalarını memnun etmeyi amaçladığımız) konuşan seviyeye kadar yükseldiğimizi göreceğiz.

O zaman kendimizi küresel, birbirine bağlı ve birbirine bağımlı bir doğa gibi hissedeceğiz: her şeyi kucaklayan, ebedi ve mükemmel.

Sevgide Var Olmak

Soru: Fizikte bir nükleer patlamanın etkileriyle ilgili iyi bilinen bir olgu var. Süreci tam olarak bilmiyorum ama aynı yüke sahip iki proton bağlandığında birbirlerini itiyorlar. Ve eğer belirli bir kuvvet uygularsanız, kimi engelleri aşarsanız ve onları bağlarsanız, o zaman bir patlama meydana gelir ve enerji açığa çıkar.

Aynı şey insanlara da oluyor. Birbirleriyle birleşmeye çalışırken, önce aralarında bir reddetme olur ama bu engeli aşarlarsa birleşmeye başlarlar ve enerji açığa çıkar. Bu enerji nedir?

Cevap: Bu manevi enerjidir. İnsanlar bencilliği, karşılıklı reddetmeyi aşıp birbirlerine yakınlaşmaya çalışırlarsa, o zaman bu tamamen farklı bir koşuldur. Aralarında yenilenmeye, daha yüksek dünyayı, daha yüksek ilişkileri, ihsan etme niteliğini kıyafetlendirmeye başlarlar.

Bunlar fiziksel dünyamızda var olan çekim ve itme değil, ancak olumsuz, egoist özelliklerimiz üzerinde yaratmamız gereken çekim nitelikleridir. Her insanda bir nitelik vardır – egoizm olarak kabul edilen şeydir bu, yani kendini memnun etme arzusudur –  ki ya bir şeye yakınlaşma, ya bir şeyi reddetme vb ile tatmin edilebilir.

Kendimizde egoizmin nitelikleri üzerinde sevgi niteliği yaratmaya çalışırsak, o zaman sevgi niteliğinde var olmanın nasıl mümkün olduğunu hissetmeye başlarız. Bu varoluşa Yaradan’ın niteliği denir.

Üst Sevgiye Nasıl Ulaşılır?

Soru: Üst yönetim gücü sevgidir ve ona akılla ulaşılamaz. Ona nasıl ulaşabiliriz?

Cevap: Üst yönetim gücü sevgidir. Buna ancak kişinin kendi içinde geliştirdiği ölçüde ulaşılabilir. Bizim dünyamızda, koşullarımızda bu duygu hiç yoktur.

Dünyevi sevgimiz egoisttir. Bir kişinin diğerine karşı doğru, doğal, gerçek tutumu değildir. Bununla birlikte, Kabala bize içimizde gerçek sevginin niteliğini oluşturan üst ışığı, üst enerjiyi çekme fırsatı verir.

“Bugünün En Önemli Açıklanmamış Hikayesi Nedir?” (Quora)

İnsanlık gelişimine eski Babil’de başladı. Egoizmin insanlık içinde ilk kez alevlendiği yer burasıdır. Kabala bilgeliği, egoizmin sonucuyla birlikte o zamanlarda açığa çıkmaya başladı. Bu, egoizmin nasıl evcilleştirileceğini ve doğayla nasıl dengeye getirileceğini anlatan bir bilgeliktir. Ancak insanlık bu yola girmeyip bencilce gelişmeye devam ettiği için, Kabala ilmi insanlığın gelişiminin sonuna kadar gizlenmiştir. Bu konuda eski kaynaklarda 5000 yıl önce bile yazılanlar bunlardır.

Çağımızda, insanlık her türlü oluşum ve problemler vasıtasıyla egoist gelişimin sonuna gelmiştir. Şimdi ne kadar hatalı ve yanlış bir egoist gelişimin olduğunu görüyoruz. Şimdi bir kez daha, doğayla dengeyi sağlama metodunu kabul edemediğimizde, başladığımız yolun sonunu görmeyi hak ediyoruz. 5.000 yıl sonra egonun maksimum büyümesine ulaştık ve gelişimimiz boyunca ne kadar hata yaptığımızı görüyoruz. Böylece kendimizi o eski zamanlarda içinde bulunduğumuz durumda buluyoruz: Kabala bilgeliği yeniden ifşa oluyor ve onun yardımıyla doğa ile dengemizi yeniden kazanabiliriz – ama bu defa egoist gelişimimizin maksimum seviyesinde.

Geçmişte, gelişimimizi dengeleyebilmiş ve büyüyen ego ile birlikte yavaş yavaş gelişmeye, kendimizi doğayla karşılıklı sevgi içinde dengelemeye başlayabilmiştik. Ancak farklı bir yol izlemek istedik ve böylece Babil Kulesi’ni inşa ettik. Kaynaklar, insanların birbirlerini anlamaktan vazgeçtikleri, birbirlerine karşı nefretle ilerledikleri ve dünyanın farklı ülkelerine yerleştikleri o zamanları, bizim egoistçe nasıl “cennetlere ulaşmak” istediğimizi alegorik olarak anlatırlar.

Bugün bunun fayda sağlamadığını görüyoruz. Bununla beraber, bizler tek bir insanlığa, dünyanın her yerine yerleşmiş tek bir gruba aidiz. Biz yine de, hala aynı bu küçük sistemiz, aynı Babil uygarlığıyız, sadece sekiz milyar insanın büyüklüğüne ulaşmak için büyüdük. Bu önemli değil çünkü buna rağmen Kabala bilgeliğinin bahsettiği doğa ile denge yasasını uygulamakla yükümlüyüz. Kabala’nın bugün bu kadar talep görmesinin ve şimdi herkese ifşa olmasının nedeni budur: doğa ile dengeyi ve huzurlu ve uyumlu bir yaşamı elde etmenin gerçekten nasıl mümkün olduğunu insanlığa göstermek için.

“Dünya Olarak Nerede Yanlış Yaptık?” (Quora)

Ego sayesinde uyumlu ve huzurlu bir hayata kavuşabileceğimizi düşünerek yanıldık.

Yaklaşık 5.000 yıldır, eski Babil zamanından beri bencilce gelişiyoruz. Teknoloji, ekonomi, kültür ve eğitimdeki gelişmelerle mutluluğa ulaşacağımızı düşünüyoruz. Ancak, böyle bir düşüncede büyük ölçüde yanılıyoruz ve zamanımızda, inşa ettiğimiz şeyin çökmekte olduğunu görüyoruz. Yakında, bizi olumlu olan her şeye götüren teknik gelişmeyi hayal etmekten vazgeçeceğimiz bir duruma geleceğiz.

O halde kendimizi nasıl durdurabilir ve büyük felaketlere varmaktan nasıl kaçınabiliriz? Çözüm, insan bilincinin gelişmesinde yatmaktadır. Egoist gelişimin sonu ve bunun olumsuz tezahürlerine dair artan anlayışla birlikte, onlar hakkında felsefe yapmadan veya teorileştirmeden doğa yasalarının ne olduğunu da öğrenmemiz gerekiyor. Özünde, insanlığın kurtuluşunun, genel doğa yasasının bilgisinde, kullanımında ve gerçekleştirilmesinde yattığını anlamamız gerekir

Sünnet—Egoist Arzuların Reddi

Prophets, Joshua, 5:4: Joshua’nın sünnet olmasının nedeni de budur: Mısır’dan çıkan bütün halk, yani erkek olan, bütün savaş adamları, Mısır’dan çıktıktan sonra yolda çölde ölmüşlerdi.

Sünnet olmak, egoist arzularınızı kullanmayı reddetmek demektir. Kullanımlarının durdurulması Mısır’dan göçle başladı ve çölde sadece 40 yıl sürdü. Bu nedenle 40 yıl boyunca sünnetsiz nesiller doğdu.

Çünkü dışarı çıkanların hepsi sünnetliydi ama yolda, Mısır’dan çıktıktan sonra çölde doğanların tümü sünnet edilmemişti.

Bu insanlar, Mısır dışında doğdukları için Mısır’da yaşayanların sünnet etmesi gereken egoist arzuları kullanmadılar. Çölde, nitelik içinde, alacak hiçbir yerleri olmadığında, sadece gökten gelen manna denilen, Bina’dan kendilerine düşen MAN ile yaşadılar. İsrail topraklarına girme durumuna ulaşmak için kendilerini besleyerek bunca yıl bu şekilde yürüdüler.

Islah edemediğimiz en önemli egoist arzu sünnete tabidir. Onu sadece reddedebilirsiniz ve kullanamazsınız.

Eğer manevi nitelik olan Bina niteliğine ulaşmak istiyorsak, o zaman egoizmimizi kendi iyiliğimiz için kullanma hakkımız yoktur ve “sünnet derisi” olarak adlandırılan şey budur.