Category Archives: Egoizm

“İnsanlığın İhtiyaç Duyduğu Gelişimsel Sıçrama” (Linkedin)

İnsanlık, son on yılda şimdiye kadarki en hızlı temposunda gelişti. Bir zamanlar sadece yürümekle mutluyduk; ne zaman ki bu yeterince hızlı olmadı, arabayla seyahat etmeye başladık. Şimdi bu yetersiz ve uzaya seyahat etmek istiyoruz. Önümüzdeki bu yarışlardan herhangi biri gerçekten hayatımızı daha iyi hale getirdi mi? Muhtemelen getirmedi. Tecrübe gösteriyor ki, teknolojik gelişmeler yatırımcılar tarafından her zaman insan aleyhine kullanılmıştır. Akıllı varlıklar olarak insan evriminin bir sonraki aşamasında, gerçekten tatmin edici bir gelişmenin, insanlar arasındaki iletişim kodunda bir değişiklik gerektireceğini anlamak zorundayız.

Doğada sürpriz yoktur, hiçbir şey tesadüfen olmaz; her şey mutlak yasalara tabidir. İnsan ırkının gelişiminde bile, biz onları tanısak da tanımasak da, evrim yasaları ve güçleri iş başındadır. Bu evrimin bir sonucu olarak, duygusal ve zihinsel algılarımız zaman içinde değişir.

20. yüzyılda uzun bir yol kat ettik. Bilim ve teknolojide devrimler, savaşlar ve atılımlar yaşadık. Ardından internet devrimi geldi ve sosyal ağlar büyük bir sesle yayıldı. İnsanlık muazzam şekilde değişti. Fakat birkaç yıl içinde, kurduğumuz yeni sosyal ilişkilerin bize büyük zarar verme potansiyeli olduğu ortaya çıktı.

Sahte haber olgusu günlük hayatımızı işgal etti ve artık kişi dünyanın herhangi bir yerindeki insanlarla anında kavga edilebilir. Herkes her yerde sorun çıkarabilir, öfkeyi kamçılayabilir ve başkalarını gezegeni yakmaya teşvik edebilir.

Geçmişte, ülkelerin nükleer kapasiteleri var ise statükoyu ve sükuneti korumanın herkesin çıkarına olduğu açıktı. Bugün, yanlış bilgilerin yayılması gibi faktörler bir nükleer savaşa yol açabilir ve dünyayı bir anda yok edebilir. Ayrıca, tüm dünya bir ağ, çevrimiçi bağlantılı, bağlı olduğu için yalnızca belirli sınırlı ülkeleri etkileyecek kararlar almak artık mümkün değil.

Bu birbirine bağlı olma, kişisel düzeyde de mevcut. İftira, zorbalık, reddetme, yok etme ve utandırma insanları perişan eder ve insanları uç noktalara iter. Dedelerimiz, altında yaşadığımız strese tanık olup değerlendirebilselerdi, ne yazık ki şimdiki hayatımızın, daha az gelişmiş olduğumuz zamandan daha kötü olduğunu söylerlerdi.

Önümüzde, insani egoist gelişimimizin maksimuma ulaştığının farkına varma görevimiz var ve var olmaya devam etmek için bizi ileriye götürecek yeni bir itici güç geliştirmemiz gerekiyor. İçinde bulunduğumuz durumu ve insanlar arasında uygun bir bağ kurma ihtiyacını hesaba katacak bir genel-toplumsal eğitim sürecine birlikte girmek zorundayız.

Daha sonra insanlığın, toplumun ve doğanın gelişimini tanımlayan yeni bir paradigma belirleyeceğiz. İçimizde yepyeni bir arzuyu, başkalarına iyilik yapma arzusunu uyandıran bir gücü keşfetmek için dar egoizmin (başkalarının zararına bencil yaklaşımın) üzerine nasıl çıkılacağı konusunda yeni rehberlik alacağız.

Gelişim sürecimizdeki bir sonraki durak, tüm sorunlarımızın kökünün, bugün gelişiminin zirvesine ulaşmış olan egoist doğamızda yattığını anlamak olacaktır. Başkalarıyla iyi geçinmemize izin vermeyen, bir anda patlamamıza ve dokunduğumuz her şeyi yok etmemize neden olan, egoizmimizdir.

Ancak egoizmi aşmayı öğrendiğimizde, tüm insan ırkına tek bir beden gibi davranmaya başlayacağız. Ancak o zaman, teknolojik gelişmelerimizin ve yeniliklerimizin avantajlarından yararlanırken, herkes için nasıl iyi bir yaşam kuracağımızı anlamaya başlayabiliriz. Sonunda, insani gelişimin bir sonraki seviyesi, her birimiz arasındaki tamamlayıcı bağların gelişimine ve beslenmesine dayanmalıdır.

Liberal Fikrin Krizi

Soru: Tarihçi ve yazar Yuval Noah Harari, liberal ve hümanist görüşlerin bir takipçisidir, ancak bir araştırmacı olarak liberal sistemin başarısız olduğu sonucuna varmıştır.

Liberal fikrin kendi krizi hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Cevap: İnsanlık kendini yanlış anlıyor. Ne tür bir liberalizm olabilir ki?! Egoistsek ve doğamızı kendimiz düzeltemezsek, kişinin komşusuna karşı sevgisi, katılım, eşitlik veya kardeşlik nasıl olabilir? O zaman konuşacak ne var?! Felsefe mi? Hiçbir şey vermez!

Doğanızı nasıl düzelteceğinizi bilmeniz gerekir.

Ondan sonra konuşabilirsiniz. Ve biz onu düzeltene kadar hala küçük bencil hayvanlar olarak kalırız. Kendimizi nasıl örttüğümüz/gizlediğimiz önemli değil, o, altında hiçbir şey olmayan bir incir yaprağıdır.

“Bu Berbat Yaz, Hayatımızın Geri Kalanının En İyi Yazı Mı?” (Linkedin)

Pandemiden korkmuyorum; korkarım ki doğa, bizim onunla ilişki kurduğumuz şekilde bizimle ilişki kurmaya başladı. Sanki kaos dünyayı ele geçirmiş gibi görünüyor. Eşi benzeri görülmemiş büyüklükte doğal afetler aynı anda birden fazla yerde meydana geliyor: bazı yerlerde duyulmamış seller, başka yerlerde, bazen birkaç yüz mil arayla eşi benzeri olmayan yangınlar ve yine başka yerlerde kavurucu sıcaklar. Aynı zamanda, koronavirüs Delta varyantı ile bir kez daha yayılıyor ve insanlığın salgın hastalıktan kurtulma çabalarını engellemekle tehdit ederken, uluslararası ilişkiler giderek gergin ve değişken bir hal alıyor. Ama hepsinden kötüsü eğilim: olumsuz. İşler sadece kötü değil, aynı zamanda hızla kötüleşiyor. Bu eğilim devam ederse, bu berbat yaz, hayatımızın geri kalanının en güzel yazı olacak.

Bazı şeyleri yeniden düşünmemiz gerekiyor. Dünyanın her yerinde aynı anda bu kadar çok krizin yaşanması, bir virüsün dünyaya yayılması ve insanlıktaki her insanın hayatını alt üst etmesi kulağa mantıksız geliyor ve bunların hepsi birbiriyle alakasız olaylardır.

Belki doğal afetler için iklim değişikliğini suçlayabilirsiniz, ancak birbirini yok etmekle tehdit eden ülkeler için onu suçlayamazsınız. Sıkıntılarımızın daha derin bir nedeni var ve onu sadece kendi içimizde bulabiliriz. Tüm krizleri incelediğimizde hepsinde ortak olan tek unsurun insan olduğunu görüyoruz. Ortak unsur bizsek, o zaman krizlerin sebebi bizim içimizdedir.

Daha doğrusu, krizlerin nedeni, doğayla ve birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuzdur. Doğa mükemmel bir sistemdir. Homeostaz dediğimiz dinamik bir dengeyi korur. Doğanın dengesinin aksine, bizler sadece almak ve ele geçirmek istiyoruz.

“Kazanan hepsini alır” tutumumuzla herkesin geçimini ve esenliğini garanti edecek şekilde işleyen bir sistemi zorladık. Daha önce hiçbirini içermeyen bir sisteme kin, şiddet ve hasislik enjekte ettik. Şimdi öyle görünüyor ki sistem bize kendi değerimizle geri ödüyor: nefret değeriyle.

Akıl almaz felaketlerden kaçınmak istiyorsak, şimdiye kadar kullandığımız değerleri terk etmeli ve doğanın karşılıklı sorumluluk ve düşünce değerini kabul etmeliyiz. Birbirimize boyun eğdirmeye çalışmadan, sağlıklı ve güvenli yaşam sürme hakkına saygı duymaya başlamalıyız, ancak bunun için hepimizin tek bir küresel sistemin parçası olduğumuzu hissetmemiz gerekir.

Bilgelerimiz tüm bunları binlerce yıl önce biliyorlardı ve bunu dinlemek isteyen herkesle konuştular. Örneğin, Kudüs Talmud’u, bağlılığımız hakkında güzel bir alegori sunar: “Eğer yazı, âdet olan kötü muameleye karşı uyarıda bulunuyorsa, ulusunuzdan olmayanlara karşı da intikam almak ve kin beslemek yasaklanmalıdır. Ayrıca, bir kişinin bir aşağılamayı affetmesi nasıl mümkün olabilir? [Diyelim ki] kişi et kesiyor ve bıçak eline düşüyor; ilkini kestiği için elinin intikamını almayı ve diğer elini kesmeyi düşünür müydü? Bu konu da öyle… kural şudur ki kişi komşusundan intikam almaz çünkü bu kendi bedeninden intikam alıyor gibidir.(Nedarim 9:4).

Gerçekten kaybedecek zamanımız yok. Doğa açıkça sabrını kaybettiğinin sinyallerini veriyor. Tüm gazabıyla patlarsa, Covid endişelerimizin en küçüğü olacak. Bu nedenle, kendimizi kurtarmak için birbirimize ve tüm doğaya, başkalarının bize davranmasını istediğimiz gibi davranmaya başlamalıyız.

Üçüncü Tapınak—Son Islah

Soru: Tapınağın yıkılması, nefes almak ve nefes vermek gibi kaçınılmaz bir süreç midir? Sadece nefes almak imkansızdır.

Cevap: Sadece nefes almak ve nefes vermek değildir. İsrail halkı Mısır sürgünündeydi, o durumdan yükseldiler, bağ koşuluna ulaştılar, Birinci Tapınağı inşa ettiler ve onun içinde kusurlar bulduktan sonra oradan düştüler.

İkinci Tapınak inşa edildi ve o da yıkıldı. Ama şimdi, Birinci ve İkinci Tapınakların yıkılmasından ve tüm sürgünlerden çıktıktan sonra, son, üçüncü sürgündeyken, onlar en büyük egoist arzulara  ulaşıyorlar.

Soru: Bu tüm insanlığın birliği midir?

Cevap: Bu henüz birlik değil, tüm insanlıkta var olan gerçek egoizm anlayışıdır. Ne de olsa, önceki bağlardan yola çıkarak, artık birbirleriyle ilişkilerinde nasıl kötü bir egoist koşul içinde olduklarını anlayabilirler.

Soru: Peki, tüm insanlık birleştiğinde Üçüncü Tapınak inşa edilecek mi? Ve gelişim programına göre de çökecek mi?

Cevap: Hayır, bu aşamada son ıslah gerçekleştirilir.

Gerçek şu ki, şimdi Üçüncü Tapınağın gelişiminde var yaşamaktayız. Bu, tüm insanlığın dünyevi düzeydeki başarısızlığını fark etmeye başlaması ve eksik olan tek şeyin aralarındaki bağ olduğunu hissetmesiyle karakterize edilir.

Ek olarak, insanlığın, birliğin yani karşılıklı nefretten ve hayattaki başarı eksikliğinden kurtuluşun İsrail adlı bir grubun elinde olduğunu ortaya koymaya başlamasıdır. Sadece onlar bağ kurma metodolojisine ve geçmiş koşulların tüm bilgi kayıtlarına sahipler. Tüm bu tarihsel koşullardan geçmiş ve bu nedenle bugün tüm insanlığa bağ kurma metodolojisini ve pratiğini sunabilen bir deney grubudur.

Geçmişte defalarca bölünme ve birlik koşulu içinde olan bu grup, bugün birliğe ulaşırsa, o zaman tüm insanlık onun peşinden koşacak, bu birliğe de katılacak ve dünya egoizmden daha yüksek bir seviyeye, yani kendi egoist doğasından tam kurtuluşa ulaşacaktır.

Ters Dünya Sevginin Dünyasıdır

Soru: “Ters bir dünya gördüm” ne anlama geliyor?

Cevap: Ters dünya, bir sevgi dünyasıdır ki bu dünyamızın zıttı olan niteliklerle yani ihsan etme, sevgi, sempati ve kişinin egoizmi üzerinde çalışma niteliklerinde yaşamaktır.

Dünyamız sadece egoizmle, onu doldurmayla çalışır. Bu nedenle üst dünyaya bizim dünyamızın zıttı denir.

Kabala’da, egoist niteliklerimden çaba sarf ettiğimde ve sanki zıt dünyayı edindiğimde, Lo Lişma’dan (kendim için) Lişma’ya (başkaları için) bir geçiş olur.

Bu çabaları uygulayarak, hala egoist enerji alırım, hala Yaradan’ı kendim için, kendi iyiliğim için ifşa etmeye çalışırım. Daha sonra, bir noktada, Yaradan bana bunu kendimle hiçbir bağım olmadan tamamen özgecil olarak yapma gücü verir. Bu benim ödülümdür.

 

“Dünyanın Sonu (Bildiğimiz Gibi)” (Linkedin)

Parmağınızı dünya haritasının herhangi bir yerine koyarsanız, eşi benzeri görülmemiş doğal afetlerin yaşandığını göreceksiniz. Doğa gezegende hasara yol açıyor ve insanlar “Dünyanın sonu mu?” diye sormaya başlıyorlar. Memnuniyetle, evet öyle. Bu, bildiğimiz dünyanın sonu ve yeni ve çok daha iyi bir dünyanın başlangıcıdır. Yaşadığımız karışıklıklar doğum sancılarıdır ve yaratılışın zirvesi olan bizler, doğumu hızlandırabilir ve kolaylaştırabilir veya zor ve acı verici hale getirebiliriz.

Ortaya çıkan dünya dengeli, sakin ve içindeki tüm yaratılanlar birbirini destekliyor. “En güçlünün hayatta kalması”nın slogan olduğu ve zayıfların acımasızca sömürüldüğü şu anda yaşadığımız dünyanın tam tersi.  Mevcut dünya öyle değil çünkü doğası gereği kayıtsız. Doğa ise doğası gereği dengelidir. Öte yandan, bizler doğamız gereği ve son derece benciliz ve piramidin tepesinde olduğumuz için her şeyin nasıl çalıştığını biz belirleriz. Özüne kadar bencil olduğumuz için dünyanın geri kalanının da aynı şekilde işlemesine neden oluyoruz ve bunun sonuçları açıkça korkunç oluyor.

İçimizdeki olumsuz taraf ezici bir şekilde baskın olduğu için hiçbir şeyi, hatta kendi çocuklarımızın geleceğini bile düşünmeden hareket ediyoruz. Biz doyumsuzuz ve hiçbir mantıklı açıklama bizi elimizden gelen her şeyi yemeyi bırakmaya ikna edemez ve bu süreçte başkalarını ne kadar aşağılarsak kendimiz hakkında o kadar iyi hissederiz. Bu tıpkı Tora’da yazdığı gibidir (Yaratılış 6:5), “İnsanın kötülüğü büyüktür… ve gün boyu kalbinin düşüncelerinin tüm yarattıkları, yalnızca kötüdür.”

Daha da kötüsü, Tora’nın 17. yüzyıldaki kapsamlı bir yorumu olan Kli Yakar, bu ayet hakkında şöyle yazar: “’Yüreğinin düşüncelerinin tüm yarattıkları, gün boyu yalnızca kötüdür’ bu, gün boyunca [insanın] arzusunun doyumsuz olduğu anlamına gelir. Gün içinde memnun olduğu gün bir saat yoktur. Aksine, her saat arzusuna daha çok şey katar.” Artık kim olduğumuzu gördüğümüze göre, etrafımızdaki dünyanın altüst olmamasını bekleyebilir miyiz?

Yüzyılı aşkın bir süredir kaynakların, hayvanların ve insanların çılgınca sömürülmesinden sonra, bildiğimiz dünyanın sonuna geldik.

Bundan sonra, antropolog Brian Hare ve araştırma bilimcisi Vanessa Woods’un en son kitaplarına verdikleri başlık gibi, sloganı “en uygun olanın hayatta kalması” değil, “en dostça olanın hayatta kalması” olan bir toplum, dengeli ve tüm sakinlerini önemseyen yeni bir dünya inşa etmeye mecbur kalacağız.

Sonunda doğanın geri kalanı gibi, dengeli ve şefkatli olmamız gerektiğinin farkına vardığımızda, işlerin başından beri böyle olduğunu anlayacağız. Örneğin Hare ve Woods, kitaplarında Darwin’in en uygun olanın hayatta kalmasına açıkça vurgu yapmasının, bulgularının yanlış yorumlanması olduğunu belirtmişlerdir. Darwin’in İnsanın Türeyişi’nden bir alıntıda, Darwin’in yazısına yeni bir bakış açısı getiriyorlar: “En cana yakın/duygudaş üyelerin en fazla olduğu topluluklar, en iyi şekilde gelişecek ve en fazla sayıda çocuğu yetiştirecektir.”

İşlerin gerçekten nasıl yürüdüğünü görme konusundaki isteksizliğimizi, tek yönetici olmaya çalışan egomuza atfedebiliriz, ama bugün, bu özlem almaya gücümüzün yetmediği bir ayrıcalıktır. Kötü niyetli davranışlarımızı daha fazla uzatırsak, doğa kırılacak ve bedelini hepimiz ödeyeceğiz. Sadece doğal afetler bize zarar vermekle kalmayacak, aynı zamanda kendimizi ülkelerin nükleer silahları birbirlerine karşı kullandığı bir üçüncü dünya savaşının içinde bulana kadar hayatımızın her alanında saldırganlık ve düşmanlık artacaktır.

Tabii ki, bu olursa, birbirimize karşı davranışlarımızı değiştirmekten başka seçeneğimiz olmadığını öğrenmemiz gerekecek. Ama bunu gerçekten yanmadan önce öğrenemez miyiz?

Üst Güçle Temas Etme Yolları

Soru: Üst güçle doğrudan temas kurmak neden imkansız?

Cevap: Çünkü her birimiz bir egoistiz. Egoizmin zıttı olan ihsan etme niteliğini kendimizde yaratmak için bir araya gelmeli ve bu niteliğe benzerlik yaratacak,  Yaradan ile benzerlik yaratacak şekilde birbirimizi etkilemeye çalışmalıyız.  Biz, adeta, Yaradan’ın imajını, kendi üzerimizdeki egoist niteliklerimizden zorla yaratırız. Bu ölçüde, O’nu kendimizde hissetmeye başlarız.

Soru: İhsan etme niteliğini geliştirerek, O’nunla doğrudan iletişim kurabilecek miyim?

Cevap: Sadece bir grup aracılığıyla. Kendinize ait böyle bir niteliğiniz, özel bir niteliğiniz yok. Bir egoist olarak kalırsın.

Birkaç kişiyle uygun bir şekilde bağ kurduysanız – en azından bir kişiyle, çok zor olsa da, on kişilik bir grupla daha iyidir – onlara ihsan etmede, sevgide, bağda ve destekte Yaradan gibi davranın, O’nun niteliklerini birlikte inceleyin ve bunları kendi aranızda birlikte oluşturmaya çalışın, o zaman sadece bir detektör değil, bir jeneratör de olursunuz.

Soru: Yaratıcı kolektif bir imaj mıdır?

Cevap: Hayır, bu şekilde yapıyorsunuz.

Soru: O, her birimizi ayrı ayrı görmüyor mu?

Cevap: O’nun hakkında konuşamayız. Sadece aramızda oluşturduğumuz modele göre bir şeyler söyleyebiliriz.

İyi Niyetler Neden Herhangi Bir İyiliğe Yol Açmaz?

Yorum: Bir Kabalistin düşünce ve arzularıyla dünya için ıslahlar yapabileceği ve genel evren üzerinde olumlu bir etkisi olabileceği söylenmiştir. Ve bunu anlamayan diğer insanlar, yaptıkları iyilik ve hayır işleriyle her şeyi sadece mahvederler.

Cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarıyla döşeli olduğunu duymak, insan için yeterince tuhaftır.

Cevabım: Tüm bu iyi niyet ve dürtülerin herhangi bir iyiliğe yol açmadığını gerçekten görmüyor muyuz?

Esasen, ıslah olmamışken yaptığımız her eylem, ne kadar güzel, asil, anlayışla, sevgiyle, başkalarına vererek yapılmış olursa olsun; hâlâ bencilce, hâlâ kendimiz için bir tür fayda içerir görünmektedir.

Dışarıdan her şey çok olumlu görünür: İnsanlar hastanelere gidiyor, hastalara yardım ediyor; emeklilere, hayır kurumlarına çok para bağışlıyor; temizlik için, çevre için savaşıyor; hatta vatanları için canlarını veriyorlar. Buna rağmen bu tür eylemler daha iyi bir dünyaya götürmez.

Soru şu: Biz onu bu şekilde düzeltmeye ve iyileştirmeye çalışırken dünyamız daha mı hızlı bozuluyor, yoksa eylemlerimizin kendisi herhangi bir iyiliğe yol açmıyor mu?

Diyelim ki Afrika’ya yardım ediyoruz ve böylece, istatistiklere göre orada açlık ve işsizlik artıyor ve  artık hiçbir şey düşünmeyen, oturup hiçbir şey yapmayan, refah içinde yaşayan insan sayısı artıyor.

Birincisi, insan azla yetinir ve gelişmek istemez. İkincisi, bu görünüşte iyi işler, aslında bizi bozar. Çünkü bizler benciliz! Bu tür kamu yardımı sistemlerini geliştirerek, aslında insanlarda gelişme arzusunu, harekete geçme arzusunu öldürüyoruz.

Egoizm Salgını ile Çoğalan Viral Bir Pandemi

Yukarıdan bize yalnızca iyi güçler gelir, ancak onları almaya hazır değilsek, onları darbeler olarak hissederiz. Koronavirüste durum böyledir. Sonunda bir pandemi şeklinde bize gelen bu gücü kabul etmeye hazır olsaydık, tehlike karşısında içsel olarak birbirimize daha da yakınlaşmak için birleşseydik, bu kendini göstermezdi.

Hayvanların ortak bir felakete karşı nasıl birleştiğine bakın. Bir selden veya orman yangınından kaçarak birlikte koştuklarında artık birbirlerine saldırmazlar. Hayatlarını kurtarmaları gerektiğini hissederler ve yırtıcı içgüdüleri, kendini koruma içgüdüsü tarafından bastırılır.

Bizler de şimdi aynı durumdayız. Doğadan veya üst güç olan Yaradan’dan aldığımız darbeler, bizi onlardan nasıl kurtulacağımız konusunda doğru sonuçlara götürmeye itmelidir.

Hayvanların nasıl davrandığını, tehlikeden kaçarken birbirlerine saldırmadıklarını görmemiz gerekiyor. Avcının içgüdüsü kaybolur ve sadece yaşam mücadelesi içgüdüsü kalır. Hayvansal seviyeden örnek alsaydık, pandemiyi yenmiş ve bu durumdan doğru ve başarılı bir şekilde çıkmış olurduk.

Ama sorun şu ki hayvan seviyesinde değiliz. Biz şımarık hayvanlarız çünkü her şeyi zehirleyen insan egoizmine sahibiz.

Dolayısıyla pandemiden kaçmak için bağ, birlik, yakınlık yönünde bile düşünemiyoruz. Küresel bir salgın bağlamında bile, hükümetler ve bireyler kar elde etmeye ve birbirlerinden kazanç sağlamaya çalışıyorlar çünkü bunun kendilerine zenginlik ve başarı getireceğine inanıyorlar.

Böylelikle onlar sorunu iki kat daha kötü hale getirirler, sorunları iki katına çıkarırlar. Başkalarıyla birlikte olmak ve böylece Gevura’nın gücünü yumuşatmak yerine, kötülüğün gücünü çoğaltırlar. Bu nedenle, acı çekerek öğrenmek zorunda kalacağız.

Salgın insanları hasta etmek veya öldürmek için değil, birbirimize nasıl davranacağımızı öğretmek için geldi. Ama şimdilik, öğrenmediğimizi görüyoruz, tam tersi yöne yani acı çekme yoluna gidiyoruz. Her ülke, diğer ülkeler ve milletler pahasına başarılı olabileceğini ve kazanabileceğini düşünüyor. Ve bu da hatadır.

Ancak yavaş yavaş, bu darbeler altında, hayvan seviyesinde olduğu gibi basit bir şekilde hayatta kalmaya düşeceğiz ve o zaman ortak bir felaketten birlikte kaçarken, birbirimize yardım etmenin ve başkalarına zarar vermemenin değerli olduğunu görmeye başlayacağız.

“Özgürlük Nerede Yaşadığınıza Bağlı Mıdır?” (Quora)

Özgürlük nerede yaşadığınıza bağlı değildir.

Yaşadığınız çevre size doğadan yani kontrolünüz dışındaki güçlerden verilmiştir. İçine doğduğunuz toplumu, aldığınız yetiştirilme tarzını ve birlikte büyüdüğünüz değerleri seçmediğiniz gibi, çevrenizi de seçmezsiniz.

Özgürlüğümüzü tek bir koşula göre gerçekleştirebiliriz: egoist insan doğamızdan özgürleşme. Kendimizi başka hiçbir şeyden özgürleştiremeyiz.

Egoist doğamızdan özgürleşmek, egoizmin bize her an dikte ettiği yasaların ve kısıtlamaların yani insan doğasının içten gelen dürtülerinin dışında yaşamak anlamına gelir. İnsan toplumuna fayda sağlamayı kişisel çıkardan daha öncelikli hale getirirsek, böyle bir özgürlüğü gerçekleştirmek mümkündür. Başka bir deyişle, özgürlük, başkalarına fayda sağlamak için otomatik olarak ve sürekli olarak kendi çıkarları doğrultusunda işleyen egoist doğamızın üzerine çıkmaktan gelir.

Başkalarına fayda sağlama arzusu içinde yaşadığımızda, hayatın egoist seviyesinden özgecil seviyeye yükseliriz ve sonra doğanın mükemmelliği ve sonsuzluğundaki akışına erişiriz. Böylece kendimizi mükemmel, sonsuz ve özgür hissederiz.

Bilinçteki bu değişimi gerçekleştirmek, nerede yaşadığımıza, uyruğumuza veya cinsiyetimize bağlı değildir.

Bu, doğuştan gelen egoist doğamızın üzerine çıkmak için kendimizi nasıl organize ettiğimize bağlıdır.