Category Archives: Egoizm

Dünya Neyi Anlamaya Gelmelidir?

Soru: Bu günlerde her şey kolaylıkla altın rengine boyanabiliyor. Ucuz görünmesine rağmen insanlar hala altından yapılmış gibi görünen parlak şeylere arzu duyuyorlar. Neden bu tutku ortadan kaybolmuyor?

Cevap: Biz altın rengine karşı ilgisiz kalamayız çünkü binlerce yıldır en değerli renk olmuştur. Eğer bir çocuğa oynaması için farklı renkler verirsek, çocuk sıcak renge doğru uzanacaktır. Gümüş için değil ama altın rengi için uzanacaktır çünkü o sıcak bir ışıktır, sıcak bir renktir.

Kişisel olarak, ben bu şekilde görmüyorum. Uzun zamandır onda bir değer hissetmiyorum.

Yorum: Bütün dünya sürekli olarak parlak ve değersiz süs eşyaları etrafında dönüp duruyor.

Benim yanıtım: Bütün dünya; egoizmin kötülüğünün, onun için bedavaya çalıştığımızın, bu egoizmin herkesin içinde kanserli bir tümör gibi bizi yiyip bitirdiğinin farkına varmalıdır.

Kişi bunu anlamalıdır ve içindeki bu egoizme karşı savaşmaya başlamalı, egoizmi en kötü, en kurnaz, en sinsi düşman olarak kendi içinde hissetmelidir ve ayrıca anlamalıdır ki dışarıda hiçbir şey yoktur ve her şey sadece kişinin içindedir.

“Dünya Sağlık Günü Değerlendirmesi: Gezegen Hasta” (Medium)

Birleşmiş Milletler tarafından 7 Nisan olarak belirlenen Dünya Sağlık Günü’nde kutlanacak pek bir şey yok. Bir zamanlar çocuk felci gibi ortadan kaldırıldığı düşünülen eski hastalıklar farklı kıtalarda geri dönüyor ve Covid-19 salgınının üzerinden iki yıl geçmesine rağmen hala pandeminin sancılarını yaşıyoruz.

BM’nin bu yılki teması “Bizim Gezegenimiz, Bizim Sağlığımız”. Doğanın tüm seviyeleri ile sağlığımız arasındaki karşılıklı bağımlılığa odaklanıyor. Dünya Sağlık Örgütü, her yıl dünya çapında 13 milyondan fazla ölümün çevre sorunlarından kaynaklandığını öngörüyor. Aslında, iklim değişikliği kanser, astım, kalp sorunları, salgınlar ve diğerleri gibi hastalıklarla bağlantılıdır.

Ölümleri saymaya ve dünyanın durumundan şikayet etmeye devam edebiliriz, ancak küresel olarak sağlık sistemlerinin başarısız olduğunu kabul edene kadar hiçbir şey değişmeyecek. Temel kaygımız, herkese iyi bir yaşamı garanti etmesi gereken tüm bilimsel gelişmelere rağmen insanlığın nasıl bu kadar düşük bir noktaya geldiğini sorgulamak olmalıdır.

İnsanlık, kendi egoist ve kötü niyetli özelliklerine göre sağlık sistemlerini doğurmuştur. Dolayısıyla kötüden iyinin çıkmasını bekleyemeyiz. Burada sözü edilen kötülük, insanoğluna kök salmış bencil, egoist niteliklerdir. Sağlık sistemleri, toplumun tüm sistemleri gibi, paranın nasıl kullanıldığına ve insanların onların düzgün bir şekilde işlemesine istekli olmalarına bağlıdır.

Çevrenin ve küresel sağlığın daha iyi durumda olmasını garanti etmesi gereken birçok uluslararası kuruluş, bu hedefleri desteklemek yerine, yalnızca finansal destek toplamak ve durumu iyileştirmek için gerçek sonuçlar ve eylemler olmaksızın konferanstan konferansa jet düzenleme yapmakla ilgilenmektedir.

Bu nedenle, yalnızca pandemilerle etkili bir şekilde mücadele edemememize şaşmamalı, üstelik neredeyse tamamen ortadan kaldırıldığı düşünülen eski hastalıklar bile yeniden ortaya çıkıyor. Bir hastalığın geri döndüğü yüzlerce yıllık bir kuluçka dönemi olabilir ve biz bu sürecin pek farkında değiliz, ancak çoğalmaları için koşulları yaratmaya devam edersek onları asla kökten yok edemeyiz.

Özellikle son birkaç on yılda keşfedilen tüm hastalıklar, insan ile çevre ve insanlar arasındaki zihinsel, fizyolojik ve biyolojik dengesizliğin sonucudur. Bunu düzeltene kadar hastalıkların nedenini ortadan kaldıramayız.

İnsanlar olarak, doğanın durumunun aramızdaki ilişkilere bağlı olduğunu anlamamız gerekiyor. Doğa üzerindeki olumsuz etkimizin görünür kanıtlarını görüyoruz, ancak aradaki bağ daha da derine uzanıyor. Bununla yüzleşmeli, tutumlarımızı değiştirmeli ve doğanın bütünlüğüne uyum sağlamaya istekli olmalıyız. Bu, bencil hesapları düşünmek ve sonuçlarına hiç aldırmadan elimizden gelen tüm açgözlülüğü yapmak yerine, yalnızca hayatta kalmak için gerekli olanı almamız ve tüm sistemin iyi işleyişine özen göstermemiz gerektiği anlamına gelir.

Kişi, insan ilişkilerinin ve doğada olup bitenlerin nasıl ilişkili olduğu sorulabilir. Doğada dört seviye vardır: cansız, bitkisel, hayvansal ve insan. İnsan dışında her şey doğanın karşılıklılık ve denge yasalarına göre var olur. Diğer seviyelerin hiçbir şeyde özgür seçimi yoktur; sadece hayatta kalmak için gerekli olanı alarak, içgüdüsel olarak hareket ederler. Tersine, insan seviyesi, kasıtlı olarak, bilinçli olarak, zarar vermek uğruna Dünya’da ve başkalarına karşı vahşet işleyen tek seviyedir. Doğadan aldığımız tüm olumsuz tepkiler, yalnızca bizim eylemlerimizin bir sonucudur. Basitçe söylemek gerekirse, bu darbeleri kendimize biz getiriyoruz.

Uyumlu bir insan ilişkileri sistemi kurmaya çalışırsak, insanlık dahil tüm doğa dengeli olacaktır. Herkese ne kadar bağımlı olduğumuzu hissettiğimizde, ortak akıl ve tek vücut şeklinde bireysel ve toplu olarak diğerlerini önemseyerek hareket ettiğimizde, eski bir atasözü olan “Sağlam kafa sağlam bedende bulunur” gerçek olacaktır.

“Neden İnsanlığın Büyük Kesimleri, Bazen Doğal Afetler Ve Savaşlar Gibi Büyük Istırap Darbelerine Maruz Kalıyor?” (Quora)

İnsanlık ne kadar gelişirse, doğanın küresel ölçekte birbirine bağlılığını ve karşılıklı bağımlılığını keşfetmeye o kadar yaklaşır. Gelişimimizin belirli bir noktasında, sıkılaşan küresel bağlantımız aracılığıyla yepyeni bir varoluş seviyesine yükselmek için bir davet alırız, karşılıklı endişeyi harekete geçirmekten başka bir şey kalmadığını anlarız.

O halde neden doğal afetler, savaşlar ve salgın hastalıklar gibi büyük ıstırap darbeleri alıyoruz? Bu, doğanın kendisini dengeye geri döndürmeye çalışması nedeniyledir ve doğanın bir bütün olarak dengeye girmesi için insanlığın belirli bir tür ahlaki ve manevi ıslahtan geçmesi gerekir.

Ve doğanın, insanlığı ıslah ihtiyacını fark etmeye teşvik etmesinin en basit ve en doğrudan yolu, bize ıstırap göndermektir.

Acı çektiğimiz an ihtiyaçlarımız anında azalır. Acı çekmemek için daha azıyla yetinmeye hazır hale geliriz. Örneğin, savaşlar sırasında ve doğal afetlerden sonra olanları ele alalım. İnsanlar, yaşamlarına lüks fazlalıklar için hiçbir hamle yapmadan azla yetinir ve birleşmeye ve birbirlerine yardım etmeye hazır hale gelirler.

Acı çekmek bizi arındırır, egoist dürtülerimizi azaltır ve bizi daha azıyla yetinmeye hazır hale getirir. O zaman güven ve destek almak için başkalarıyla bağ kurmaya hazır hale geliriz.

Hayvansal Arzuları Kurban Etmek

Soru: İnsanın hayvansal arzusunu kurban etmesi ne anlama gelir?

Cevap: Sadece kendini düşünen hayvansal egoizmden bahsediyoruz.

Başka bir deyişle, kendinizle ilgili tüm düşünceleri öldürmeniz ve yakmanız gerekir. Egoizmin doğru bir şekilde işlediğiniz kısmı, onu yiyebileceğiniz yani doğru şekilde kullanıp enerjiye çevirerek manevi durumunuzun daha da yükselmesini sağlayacak seviyeye yükseltilmelidir.

Tıpkı bugün yemek yediğiniz ve bunun hayvansal bedeninize enerji verdiği gibi, hayvansal egoist arzunuzu doğru kullanmak da manevi bedeninize enerji verir.

Manevi Köklerin Maddesellikte Tezahürü

Soru: İnsan, herkesin bir millet olarak yaşadığı Babil Kulesi’nin inşasından önce olduğu gibi, bir ahenkle manevi yoluna başlar. Sonra arzuları büyümeye başlar, bu da onu her şeyin karıştığı ve hiçbir uyumun olmadığı Babil denen duruma götürür. Daha sonra egosunu küçülttüğünde Kenan (Ahnaa – Azalma kelimesinden) denilen duruma gelir.

Bunu, önce kendi içinde ifşa ettiği anlaşılıyor ve sonra insanın gerçekten tarihsel olarak bir yere gittiğini de görüyoruz.

Manevi kökün maddesel dünyada en az bir kez kendini göstermesi ne tür bir yasadır?

Cevap: Tüm evrenin yapısı olan dünyevi yapımızın maddi ve manevi bir biçimde paralel olarak kendini ifade etmesi gerektiğinden, herhangi bir kökün insanda yavaş yavaş büyümesi ve manevi bir duruma ulaşması gerektiği söylenir.

O bu yüzden böyledir: bir zamanlar fiziksel fetih ve fiziksel ıslah vardı ve şimdi buna sadece içsel, psikolojik, manevi ıslahımızı eklememiz gerekiyor.

Bilgeler, bir insan ruhunun gelişiminin manevi aşamalarını tarif ederken, onları bu dünyanın çeşitli sembolleri ve sözleriyle kodladılar. Örneğin, Kenan topraklarına girmek, azalan egoizm demektir. Kişi egosunun üzerine çıkıp ihsan etmek için çalışmaya başladığında, işte bu toprak (arzu) İsrail olarak adlandırılır.

“Yargıç” Bir İnsan Niteliğidir

Halkının arasında ne yargıca lanet edeceksin, ne de bir hükümdara lanet edeceksin (Tora).

Soru: Yargıçlara saygı nereden geliyor? Ne de olsa sıradan bir insan, yargıcın ne seviyede olduğunu ya da egosundan ne kadar uzak olduğunu bilemez.

Cevap: Mesele şu ki, yargıç bir kişi değil, kişinin kendini yargılamasına izin veren belirli bir içsel niteliktir. Bu niteliğin başlangıcı her insanın içindedir ve herkes bunu kendi içinde geliştirmelidir. Bu olmadan, manevi dereceye yükselmeyi düşünmenin bile bir anlamı yoktur.

Ayrıca şöyle denilir: Tanrınız Rabb’in size verdiği bütün şehirlerinizde kendinize yargıçlar ve kanun uygulayıcılar kuracaksınız… (Tora).

Bu, eğer Mısır’dan çıkmak, yani egomun hapishanesinden çıkmak istiyorsam, egoist arzuları özgecil olanlardan ayıran Kızıldeniz’i (Yam Suf – Son Deniz) geçmem ve kendi içimde özgecil arzular geliştirmeye başlamam gerektiği anlamına gelir.

Ancak bunları, önceki egoist niteliklerime kıyasla kendimde bulduğum yönlendirmeler, hesaplar ve nitelikler doğrultusunda geliştirmeli ve egonun üzerine çıkmalı ve böylece tekrar tekrar nasıl yükseleceğim konusunda kendimi sürekli yargılamalıyım. Benim geçtiğim bütün bu koşullar “yargıçlar dönemi”dir.

Soru: Yargıçların ve kanun uygulayıcıların kurulduğu şehirler nedir?

Cevap: Üst dünyaya, ihsan etme, bağ ve sevgi niteliğine ego güçleri tarafından değil, ancak ıslah edilmiş egoist niteliklerden aldığınız sevgi ve ihsan etme güçleri tarafından kontrol edilme koşulunu yerine getirirseniz girebilirsiniz.

Sonra tamamen farklı, yeni bir dünya önünüzde açılır. Onu siz inşa ediyor ve yaratıyorsunuz.

Yaradan’ın Eylemlerini Yargılamak

Soru: Bu, Yaradan’ı yargılama kavramı nedir? Kişi Yaradan’ı nasıl yargılayabilir ki?

Cevap: Yaşamımızı, kendimizi, O’nun yarattığı her şeyi, bize yaptıklarını ve bizi nasıl yönettiğini yargılayarak, Yaradan’ı her zaman yargılarız.

Yaradan’ı objektif bir şekilde yargılamak için, doğanızın üzerine çıkmak ve hem kendinizden hem de Yaradan’dan bağımsız olmak için önce bağımsızlık seviyesine ulaşmalısınız.

Bu nedenle, kişi egoist niyetlerinden özgürleşene kadar, Yaradan’ın kendisi ve diğerleri ile ilgili eylemlerini objektif bir şekilde yargılayamaz.

Anlaşmazlığın Gerçek Nedeni

Anlaşmazlıkların olması gerekir. Sonuçta o zaman, tam olarak çatışmanın olduğu yerde, dünyamızdaki gibi düşmanı öldürmeye, kırmaya, onları yok etmeye değil ama birbirini tamamlamaya çalışırken farklılıkların üzerine çıkmak için çaba gösterme fırsatına sahip oluruz.

Tamamlama koşulu,  her zaman karşılıklı ihsan etmede, Yaradan’ın niteliğinin itilaf halindeki taraflar arasındaki yani yaratılanlar arasındaki çekiminde açığa çıkar. “Barış” anlamına gelen doğru tamamlamayı elde etmenin tek yolu budur.

Bu nedenle Yaradan, herkes arasında açığa çıkacağı gerçeğinden dolayı, aramızda barışı tesis etmek için, onları orta çizgide karşılıklı tamamlama formunda ıslah etmemize fırsat vermek için tüm savaşları ve sorunları uyandırır. Ve bu dünyadaki tüm savaşların sonu olacaktır.

O zamana dek savaşlar ve çatışmalar bitmeyecek ve “Yukarıda barışı yaratmak ve bize barışı getirmek” için orta çizgiye nasıl ulaşacağımızı giderek daha da iyi öğrenmemiz gerekecek.

Genellikle sorun şudur ki, her iki taraf da egoizmi içinde iken, Yaradan’ın ifşasının eksikliğinden oluşan anlaşmazlığın gerçek nedenini belirleyemez. Ve eğer tüm çatışmaların bize üst gücü ifşa etmek için daha fazla arzu, fırsat ve yetenek vermek için tasarlandığını bilirsek, o zaman zaten doğru yönde hareket edeceğiz. Ve sonra giderek daha fazla yeni çatışmalar ortaya çıkacak, ancak bunlar bizi Yaradan’ın ifşasına daha doğru ve daha kesin olarak yönlendireceklerdir.

Haman Neden Mordehay’ı Öldürmek İstiyor?

Purim hikayesinde Mordehay, krala karşı bir komployu ortaya çıkarır ve onu kurtarır. Ancak kral bir başkasını, Haman’ı yükseltir ve onu kendisinden sonra ikinci sorumlu bakan yapar.

Haman, Amalek’in soyundan biridir (“Al Menat Lekabel“in kısaltması, “Kendi iyiliği için”). O, bir insandaki egoist arzuların temsilcisidir.

Ve kralı kurtaran Mordehay, bunun için hiçbir şey almaz. Sonuçta, ihsan etme niteliği, vermenizi gerektirir. Neyi vermeyi? Her şeyi! Ne zaman? Şimdi! Ne kadar süreliğine? Sonsuza kadar!

İhsan, sadece ihsan etmek ve karşılığında hiçbir şey almamaktır. Aksi takdirde, bu ihsan etme değil, bir tür pazarlıktır.

Ancak doğa sürekli içimizde egoizmi büyütür, o gelişir, daha da büyük hale gelir. Bu nedenle Haman’ın gücü artar, Mordehay dışında herkesi dize getirir.

Mordehay kendisinin Yehudi (“Yehud“, “Birlik” kelimesinden gelmektedir) olduğunu ve bu nedenle egoizmin önünde eğilmediğini beyan eder. Egoyu temsil eden Haman, herkesin kendisine itaat etmesini ve egoizm için çalışmasını talep eder. Ama bu doğanın temel yasasına, Yaradan’a aykırıdır.

Bunu anlayanlar, bunu kabul edemezler. Mordehay da bunu kabul edemez. Ancak diğerleri, dünyadaki en yüksek gücün ihsan etme ve sevgi niteliği, özgecilik olduğunun, Mordehay’a olduğu gibi, güvenilir bir şekilde kendilerine açıklanmadığı bir durum içindedirler.

Onlar, her şeyin nasıl egoist bir şekilde kontrol edildiğini ve egoizmini kullanan herkesin başarılı olduğunu görürler.

Bu nedenle, egoist niyetlerimiz her zaman kendileri için bir tür fayda talep eder, böylece onları doldurur ve sürekli onlarla ilgileniriz. Eğer birdenbire, karşılığında hiçbir şey almadan biri için bir şeyler yapma arzusu ortaya çıkarsa, o zaman, elbette, egoizm böyle bir eğilime direnir ve onu öldürmeye çalışır. Bu nedenle Haman, Mordehay’ı mümkün olan her şekilde öldürmeye çalışır.

 

“Gizliliğin Olmadığı Bir Dünya Nasıl Görünürdü?” (Quora)

Sanki hepimiz birbirimizin önünde çıplakmışız gibi olurdu.

Kulağa korkunç gelse de, şu anda kendimiz üzerinde her türlü korumaya sahip olmamıza güveniyoruz, korumalarımızı kaldırsaydık, o zaman özgür hale gelirdik. Yani, kendimizi birbirimizden uzaklaştırmaya gerek duymazdık ve kendimizi açıp birbirimizin önünde utanmadığımızı hissedebilirdik.

Ya hiçbir şeye sahip olmadan ya da her şeye sahip olarak özgür olabiliriz. Dahası, doğanın pozitif gücüne bağlanarak ve onu hayatımıza davet ederek her türlü güvensizlik hissini bitirebiliriz.  Realitemize rehberlik eden yasaya (form eşitliği yasasına) göre birbirimize karşı tutumlarımızı ayarlayarak ki böylece onlar doğanın üst gücünün bize karşı tutumuna benzer hale gelirlerdi, o zaman kendimizi doğa ile aynı sınırsız durumda hissederdik.

Ancak şu anda doğanın tam tersi bir durumdayız.

Doğa özgecil iken biz egoistiz. Bu nedenle, mahremiyetimizin kaldırılması şu anda çoğu insan için bir kâbus gibi görünmektedir. Her şey ne kadar iyi bağ kurduğumuza bağlıdır: Her birimizin, doğuştan gelen egoist dürtülerimizin üzerinde birbirimize karşı özgecil tutumlar oluşturmak için, birbirimizi desteklediğimiz ve teşvik ettiğimiz bağlarımızı uyumlu bir şekilde gerçekleştirirsek, o zaman kendimizi tamamen güvende, emniyette ve kendimizden emin hissederiz ve mahremiyetimizi kaybetmekten korkmayız.