Category Archives: Egoizm

Nasıl Tüm Problemler İçin Bir Çare Bulunur?

Soru: İsrail’de moleküler genetik profile göre ilaçlar seçilerek bir deney yapıldı. Bilinen herhangi bir ilaca yanıt vermeyen kanserli insanlar olduğu ortaya çıktı.

Tıp tarihinde, bir hastalığın ilaca dirençli bir formu edindiği bilinen durumlar vardır, örneğin tüberküloz. Neden bugün bile birçok insan tıbbın geliştirdiği ilaçlara cevap vermiyor?

Cevap: Gerçek şu ki tıp bir anlaşmadır.

Tıp nedir? Çeşitli çirkin ve hatta son zamanlarda mutasyona uğramış formlarda olan egoizmimizin üzerine ışık çekiyoruz ve kimyasal bir formüle bürünmüş ışık ile bu çirkin egoizmi etkilemeye çalışıyoruz.

Pratikte yalnızca arzu ve ışık, birbiriyle etkileşim halinde olan alma gücü ve ihsan etme gücü vardır. Onlar birbirleriyle uyum içindeyseler, birbirlerini dolduruyorlarsa, o zaman bizler dengede, uyum içinde ve sorunsuz var oluruz.

Egoisttik alma arzusunda bir sorun olduğunda ve biri diğerini karşılamadığında, o zaman hemen ışık gizlenir. Işık çıkar, uzaklaşır ve kaybolur.

Işık arzudan belirli bir mesafeye uzaklaştığında, giderek daha fazla acı, sonra hastalık ve sonra ölüm hissetmeye başlarız. Her şey ışığın arzudan ne kadar uzaklaştığına bağlıdır. Yavaş yavaş daha fazla çıkar ve uzaklaşarak ölüme yol açar.

Son zamanlarda neler oluyor? Bizim egoizmimiz sadece büyümez, niteliklerin eşitsizliği veya niteliklerdeki farklılıklar yasasına göre, ışık ondan doğal olarak ayrılır, daha doğrusu egoizm olağandışı, mutasyona uğramış formlar kazanır.

Yani ego dönüşüyor, doğal olmayan formlar alıyor ve bu, sadece bir şeyi almak, istemek, fethetmek ve onu kendi içine çekmek için değil. Doğrudan ışıktan haz alma arzusundan, ışığın yokluğundan haz alma arzusuna dönüşür ve uyuşturucular, depresyon ve çeşitli egoistik bozukluklar gibi zıt formlar alır.

Egoizm iki-üç katı arttığında, kendini dönüştürdüğünde, hiçliğinin ve boşluğunun tadını çıkardığında, onun mutasyon formları kendini böyle gösterir.

Esasen depresyon nedir? Bir insan neden ondan kurtulamaz? Kişi boşluğundan haz arar.

Bu da bu hastalıklara çare bulamamamıza neden olur ve bu nedenle bağışıklık sisteminin zarar gördüğünü söyleriz. Hayat veren güç, ışık ve egoizmimiz, organizmamız, arzumuz arasında en azından bir miktar teması yeniden kurmanın nasıl mümkün olduğunu bilmiyoruz. Sorun budur.

Eğer, arzu, organizma ve onu canlandıran ışık arasındaki doğru bağlantıyı yeniden kurmaya başlamazsak, bunu nasıl çözebileceğimizi hayal edemiyorum.

Kabala çok basit bir formül verir. Ama kim kullanmak ister ki?! Kabala’nın çağrısını dinlemeye başlayana kadar belki yıllarca acı çekmemiz gerekebilir.

Kabala, her şeyin bizim egoizmimize dayandığını ve bunun ancak sevgiyle yenilebileceğini söyler. Ama nasıl birbirimizi sevebiliriz, nasıl komşuyu kendimiz gibi sevebiliriz? Bu, tüm sıkıntılar için her derde devadır. Ama birbirimizden nefret edersek bunu nasıl yaparız?

Kabala bilgeliği, doğada bunu yapabilecek bir güç olduğunu açıklar, sadece çalışmaya, okumaya, bu gücü kendinize çağırmaya ve istemeye başlamanız gerekir.

Evrenin sistemini, mantıklı ve oldukça gerçekçi bir şekilde çalışma şeklini incelediğinizde, evet, bunun böyle olduğunu görürsünüz ve bu kuvvetlerin dünyamızın biraz arkasına gizlendiğini hissetmeye başlarsınız. Dünyamızı şeffaf bir şekilde ve onun arkasında dünyamızla ve bizimle oynayan tüm doğa güçlerini görürsünüz. İşte bunu insana sunmalıyız, ona ifşa etmeliyiz ve o zaman tüm dertlere çare bulacağız.

Akıl Hastalığının Sebebi Nedir? (Quora)

Egoistik insan doğası (eksik ve bozuk benmerkezci arzu), akıl hastalığı da dahil bütün problemlerin sebebidir.

O, başkaları pahasına kendini tatmin etmeye çalışarak dikkate değer bir kusurla çalışır. Böyle yaparak hem kendini hem de başkalarını yiyip bitirir. Arzumuzun bu hatalı işleyişi, zihin dahil her hastalığımızın arkasındadır.

Kabala bilgeliğine göre, egoistler olarak, bizler doğanın özgecil formuna karşıyız ve doğa ile aramızdaki bu karşıtlık, bize her türlü hastalığı, sorunu ve acıyı getirir.

Doğayı, onun bütünlüğü içinde algılayabilseydik, o zaman doğanın sevgi, ihsan etme ve bağ kurma yasalarıyla işlediğini algılardık. Bu nedenle, doğanın yasalarına ne kadar karşı çıkarsak, onlarla o kadar çok uyumsuzluk içine gireriz, o zaman da içinde yaşadığımız doğanın tamamen olumlu gücünü, giderek daha fazla olumsuz bir şekilde deneyimleriz Bu nedenle, gelişimimizde ne kadar egoist olursak, o kadar çok hastalık ve acı yaşarız.

Akıl hastalığını ve diğer tüm sorunları ve acıları kökünden tedavi etmek, bu nedenle egoist insan doğamızı düzeltmeyi yani egoist dürtülerimizin üzerinde birbirimize karşı destekleyici, teşvik edici ve sevgi dolu tutumlarla olumlu bir şekilde bağ kurmayı ve bunu yaparak kendimizi doğayla uyumlu hale getirmeyi gerektirir. Bizler o zaman kendimizi birbirimizle ve dünyayla yeni keşfedilen bir uyum, barış ve dengeye yükselterek, doğanın tamamen pozitif gücünü olumlu bir şekilde deneyimlerdik.

“20. Yüzyılın Bazı Özellikleri Nelerdir?” (Quora)

20. yüzyılın ortalarında insanlık anlamsız bir varoluş dönemine girdiğini hissetmeye başladı. Sosyal bilimciler ve siyaset bilimciler, insanlığın bir zamanlar sahip olduğu daha mutlu, daha iyi ve daha kolay bir gelecek için umudunu kaybettiğini anlamaya başladılar.

O zamandan önce, insanlar bir tür ruhsal doyum için hiçbir özleme sahip değillerse, o zaman maddi doyum için özlem duyuyorlardı. İnsanlar sanata ve kültüre daha fazla ilgi duydular ve sonraki yıllarını korumak için toplumsal düzende bir değişiklik olmasını umdular. Başka bir deyişle, insanların hayattan ve dünyadan birkaç ihtiyacı vardı ve gelecekte tatmin ve mutluluk bulacaklarına güveniyorlardı.

20. yüzyılın ortalarına kadar insan egosu sürekli bir büyüme yaşıyordu ve bu, insanları düzenli olarak yeni ve farklı tatmin türleri aramaya motive etti. İnsanlık böylece kuyruğunu kovalayan bir köpek gibi koşturdu. Ancak, 20. yüzyılın ortalarından itibaren umutlar söndü. Köpek artık kovaladığı kuyruğu görmüyordu. Artık nereye koşacağını bilmiyordu. Kafası karıştı. Bu dönem, 20. yüzyılın ortalarından itibaren öne çıkmaya başladı ve insanlığın mevcut durumunun belirleyici bir özelliği haline geldi.

Sevginin Geliştirilmesi

Soru: Gücün bir birey ve bireyin davranışı üzerindeki olumsuz etkisiyle mücadele etmek için etkili mekanizmalar var mı?

Cevap: Uzun yıllar ve hatta belki nesiller boyunca, herkesin içinde, diğer herkes için yavaş yavaş bir sevgi gelişimi vardır. Başka hiçbir şey! Ancak bu şekilde egoist özümüzün üzerine çıkıp sevgi tarafından kontrol edilir hale gelebiliriz.

Yorum: Ancak bu uzun bir eğitim sürecidir.

Cevabım: Başka hiç bir şeyimiz yok.

Doğa Bizi Neye Doğru İtiyor?

Yaşamın amacı sorusu bir insanın içinde ortaya çıkar çünkü doğa bizi buna, evrenin tüm boyutunu kavrayana ve bugün sadece hayvan kişiliğimizde kendimizi hissettiğimiz dünya algısının ötesine geçen ortak bir dünyanın çerçevesini hissedene kadar geliştirmemiz gereken programına doğru iter.

Şu anda biz cansız, bitkisel ve hayvansal maddelerden oluşuyoruz. Ancak artık bir adım daha ileri gitmek zorundayız.

Biz sadece hayvanız. Ben var olduğum sürece, fiziksel bedenim var. Yani benim “ben”im bu hayvana dahildir ve onun içinde yaşar.

Ve bu “ben”i hayvani koşulumdan nasıl çekip çıkarabilirim ve onu hayvanımdan ayrı ve ondan bağımsız olarak nasıl geliştirebilirim ki bu hayvan ölse bile benim “ben”im var olmaya devam etsin? Bağımsız olarak var olması için bu “ben”i nasıl ayırabilirim? Esas olarak, Kabala’nın  düşüncesi budur çünkü bu durumda yaşamak için bir şeye sahibizdir.

“Ben”inizden ayrılmak, bağımsız olarak var olmanızı engellememek için, hayvan koşulunuzun üzerine çıkmanız demektir. Dünyamızda, bedenin nasıl bastırılacağı, pratik olarak nasıl öldürüleceği, her türlü acı, işkence, açlık grevi, meditasyon vb. ile nasıl yok edileceği hakkında uzun zamandır çok sayıda teori geliştirildi.

Kabala, kişinin bu yaşamda mevcut bedeninde iken, bedeninin üzerinde, ondan bağımsız olarak, kendi “ben”inin var olduğu hareketsiz ve engin bir dünyayı hissetmeye başlaması gerektiği gerçeğine dayanan özel bir metottur.

“Mısır’dan Çıkış Ne Zamandı?” (Quora)

Kabala bilgeliğine göre, Mısır’dan çıkış, kişinin kendisi için alma arzusundan çıkması, kendine yönelik egoist düşünceleri, sezgileri ve kararları geride bırakması ve daha yüksek bir sevgi, ihsan etme ve bağ realitesine girmesi anlamına gelir. Bu, aydınlanmış yeni bir dünyaya doğumdur.

Bizler, o dünyaya girmeden önce, sadece kendi çıkarlarımız için alma arzusu içindeyiz, kendi hayatlarımızla ilgili dar bir endişe içindeyiz ve bu koşuldan çıkmak, Mısır’ın (yalnızca kendi çıkarı için olan niyetin) kontrolünden kurtulmak ve sevgi, ihsan etme ve bağın üst gücünün yeni bir kontrolüne girmek demektir. Bu ikinci dünyada, başkalarına ve tüm doğaya fayda sağlamak için yeni bir niyet keşfeder ve onunla yaşarız.

Başka bir deyişle, Mısır’dan çıkış geçmişteki bir tarihsel olay veya sadece büyüdükçe öğrendiğimiz bir hikâye değildir. Bu daha çok manevi yolumuzda geçtiğimiz kilit bir geçiş durumudur, burada bedensel bir egoist koşulda olmaktan, üst güçle temas halinde, manevi bir sevgi, ihsan etme ve bağ koşulunda yaşamaya geçeriz.

“Kendi Doğamıza Kör Müyüz?” (Medium)

Arada bir, insanların bir ideoloji veya din adına, liderleri körü körüne takip etme ve bunun dünyanın tüm sorunlarını çözeceğine inanma istekliliğine hayret ediyorum. İnsanların fanatik olabildikleri için değil, bir şekilde hala şunu anlamadıkları için şaşırıyorum “insanın kalbinin eğiliminin gençliğinden beri kötüdür” (Yaratılış. 8:21). Her nasılsa, yalnızca kötü doğamızdan kaynaklanan, çağlar boyu süren kötü deneyimlere rağmen, bizde iyi hiçbir şeyin olmadığını göremiyoruz ki “Yeryüzünde, insanın kötülüğü büyüktür ve kalbinin düşüncelerinin tüm eğilimleri gün boyunca sadece kötüdür” (Yaratılış 6:5).

Verdiğimiz zaman bile, bunu gizli bir kendine hizmet etme güdüsü nedeniyle yaparız. Geçen yüzyılın en büyük Kabalisti ve düşünürü ve tüm zamanların en büyüklerinden biri olan Baal HaSulam, 1930’ların başlarında “Dünyada Barış” adlı makalesinde, doğamızın kötülüğünü dile getirmiştir: “Basit bir deyişle,” diye başlar “her insanın doğasının dünyadaki diğer tüm insanların hayatlarını kendi çıkarları için sömürmek olduğunu ve bir başkasına verdiği her şeyin sadece ihtiyaçtan olduğunu söyleyeceğiz.” diye yazar.  “O zaman bile,” diye vurgular, “bunun içinde başkalarının sömürüsü vardır ama bu, kurnazca yapılır, bu yüzden komşusu bunu fark etmeyecek ve isteyerek kabul edecektir.”

Liderlerin, bizi olduğumuz gibi kabul etmelerini beklemiyorum. Liderler güç ve kontrol elde etmeye kararlıdır, bu nedenle popülerliklerini artıran her türlü gündemi desteklerler. Peki ya biz, onları takip eden insanlar? Her ideolojinin ve her dinin, en iyi niyetle başlasa bile, kendi kendine hizmet ettiğini, patronluk tasladığını ve dolayısıyla yanlış olduğunu hala öğrenmedik mi?

İnsan doğası hakkındaki gerçeğin farkına varmamız hayati önem taşır çünkü ancak bunu kabul edersek, onu gerçekten değiştirmeye çalışırız. O zamana kadar yanlış fikirlere ve dogmalara sarılmaya, cehaletimiz ile birbirimizi himaye etmeye, nasihat etmeye, eziyet etmeye devam edeceğiz. Belki de bu yüzden Rudyard Kipling şöyle yazmıştır: “Cehalet kadar büyük bir günah yoktur. Bunu hatırlayın.” Doğrusu, bunu görmezden geliyoruz.

Doğamızı değiştirmeye karar verirsek, gerçekten bir alternatif olduğunu keşfedeceğiz. Dünyamızdaki her varlığı bencil ve başkalarına karşı umursamaz olarak algılamamızın nedeni, kendimizin de böyle olmamızdır. Ancak, bu hiç de gerçek değildir. Öyle olsaydı, bu dünya devam etmezdi; herhangi bir karmaşık varlık ortaya çıkmadan önce parçalanırdı.

Gerçek şu ki, dünyamızı yöneten yasa “kazanan her şeyi alır” değil, homeostazın “denge yasası”dır. Her bilim adamı ve doktor, homeostaz veya dinamik denge olmasaydı hiçbir şeyin gelişmeyeceğini bilir. Ancak mevcut algımızın kusurlu olduğunu fark etmedikçe, gözlerimizi açıp gerçeği göremeyiz.

Gezegendeki tek bencil varlıklar olduğumuzu anladığımızda, değişmeye başlayacağız. Yavaş yavaş, karşılıklı bağımlılığımızın farkına varacağız ve buna göre hareket etmeyi öğreneceğiz. Hayvanlara doğal olarak gelenleri, çabalarımızla kazanacağız. Yine de ödülümüz, herhangi bir varlığın sahip olabileceğinden daha derin bir dünya anlayışı ve algısı olacaktır.

Sadece bu yeni algıyı elde ettiğimizde, tam da dünyanın gerçekte nasıl işlediğini algılamak için bencil yaratıldığımızı anlayacağız. Baştan böyle yaratılmış olsaydık, içgüdülerimizi takip ederdik ve birden fazla varoluş seçeneği olduğunu bilemezdik. Egomuz düşmanımızdır, ama aynı zamanda olumlu dönüşüm için itici gücümüzdür. Onu bu amaç için ne kadar çabuk kullanırsak, o yeni algıyı o kadar çabuk kazanırız ve dünyamız hakkındaki gerçeği, her şeyin dengeli, uyumlu ve sevgiyle dolu olduğunu keşfederiz.

“Dünya Kötülükten Nasıl Kurtulabilir?” (Quora)

Çok basit bir şekilde, şu basit aksiyomu kabul ederek “kötülük yalnızca senin içinde var.”

Eğer içinizde kötülük olmasaydı, kötülük hissi duymazdınız ve dünyada hiç bir kötü tezahür algılamazdınız.

Dünyada gördüğümüz tüm kötülük, içimizdeki kötülüğün bir yansımasıdır ve biz onu dışımızda görürüz. Her türlü davranışın kötü olduğunu düşünürüz ve kötülüğü doğa içerisinde de görürüz, ancak kötülüğü kendi dışımızda algılamamız içimizde barınan kötülükten kaynaklanır. Bu nedenle, dünyayı kötülükten kurtarmak, kendimizi ıslah etmek demektir. Kendimizi ıslah ederek, dünyada sadece iyiyi gördüğümüz bir duruma ulaşırız.

Kendimizi ıslah etmek için, bu ıslah metodunu düzenli olarak öğrenmemiz gerekir, böylece günden güne kötülüğü yok etme ve iyiye yaklaşma metodunda giderek daha da fazla ustalaşırız.

Temelde, Kabala öğretisinin esas olarak içerdiği şey budur. Bu nedenle Kabala bilgeliği çağımızda kitlesel ölçekte: içimizdeki kötülüğü ıslah etmek, kötülüğü kökünden yok etmek için ve bunu yaparak, bizi gerçekliği mutlak iyi olarak algılamaya yönlendirmek için ifşa olmuştur.

Bağımsızlık Yanılsaması

Soru: Bugün bize öyle geliyor ki, karar veren benim, düşünen de benim. İnsan gerçekten bir şeye karar verir mi?

Cevap: Hayır, kişi hiçbir şeye karar vermez, sadece uygular.

Ama bir yanılsama var ki, sanki ben karar veririm, bir şeyler yaparım ve belli bir şekilde hareket ederim. Birinin bağımsızlığına ilişkin bu tür fikirler, insanlara özgüdür ancak bu yalnızca tüm evrensel sistem bizden gizlendiği içindir.

Peki benim yerime kim karar veriyor? Benim yerimde kim oynuyor? Neden düşünenin, benim karar verdiğimin, benim yaptığımın sözde ben olduğuna inanmaya yönlendiriliyorum? Sorun bu.

Mevcut durumumuzdan çıkmamız, onun üzerine yükselmemiz ve karar almadığımız, onları kendimiz uygulamadığımız gerçeğinin üzerine çıkmamız için, buna ihtiyaç var.

Soru: Yani şu anki koşulumuzda, biz yokuz diyebilir miyiz?

Cevap: Mevcut koşulumuzda, kendimize göre varız. Varız, bunu varsayılan bir gerçek olarak kabul etmeliyiz ama sadece zamana bağlı hissiyatlarımızın sınırları içinde. Bu nedenle, gerçek aklın bununla hiçbir ilgisi yoktur.

Zihnimiz, dünyamızın ve tüm dünyaların, tüm diğer seviyelerin cansız, bitkisel, canlı ve insan doğalarının genel bir karşılıklı bağlantı sistemidir. Bütün bunlar kesinlikle birbiriyle bağlantılıdır ve Yaradan veya doğa olarak adlandırılan tek bir programa, tek bir düşünceye itaat eder.

Soru: Diğer dünyalar nedir?

Cevap: Diğer dünyalar, dünyamızın, varlığımızın sonlu, hatalı ve sınırlı olduğunu nihayet anlamaya başladığımızda, içsel evrimimizin bir sonucu olarak yavaş yavaş geldiğimiz varoluş imkânlarıdır.

Dünya Neyi Anlamaya Gelmelidir?

Soru: Bu günlerde her şey kolaylıkla altın rengine boyanabiliyor. Ucuz görünmesine rağmen insanlar hala altından yapılmış gibi görünen parlak şeylere arzu duyuyorlar. Neden bu tutku ortadan kaybolmuyor?

Cevap: Biz altın rengine karşı ilgisiz kalamayız çünkü binlerce yıldır en değerli renk olmuştur. Eğer bir çocuğa oynaması için farklı renkler verirsek, çocuk sıcak renge doğru uzanacaktır. Gümüş için değil ama altın rengi için uzanacaktır çünkü o sıcak bir ışıktır, sıcak bir renktir.

Kişisel olarak, ben bu şekilde görmüyorum. Uzun zamandır onda bir değer hissetmiyorum.

Yorum: Bütün dünya sürekli olarak parlak ve değersiz süs eşyaları etrafında dönüp duruyor.

Benim yanıtım: Bütün dünya; egoizmin kötülüğünün, onun için bedavaya çalıştığımızın, bu egoizmin herkesin içinde kanserli bir tümör gibi bizi yiyip bitirdiğinin farkına varmalıdır.

Kişi bunu anlamalıdır ve içindeki bu egoizme karşı savaşmaya başlamalı, egoizmi en kötü, en kurnaz, en sinsi düşman olarak kendi içinde hissetmelidir ve ayrıca anlamalıdır ki dışarıda hiçbir şey yoktur ve her şey sadece kişinin içindedir.