Category Archives: Birlik

Empati Nasıl Öğrenilir?

Soru: Kısa bir süre önce Haiti’de bir deprem oldu. 2.000’den fazla insan öldü, 40.000 ev hasar gördü ve yıkıldı. 15-20 bin kişi yaralandı.

Bu haber bir gün sonra yok oldu. Hemen yerini yangınlar, depremler ve kasırgalarla ilgili haberler aldı.

Başka birine karşı empati geliştirmek mümkün müdür?

Cevap: Bu eğitime bağlıdır. Eğitim, kendimiz için daha iyi bir gelecek istiyorsak, hepimizin daha da yakınlaşmasını sağlayacak şekilde olmalıdır. Egoist olarak. Depremlerin, volkanik patlamaların ve ölümlerin olmamasını istiyorsanız, diğerlerine daha yakın olmalısınız.

Doğa tek olduğundan ve biz insanlar onun zincirinin tepesinde olduğumuz için, eğer aramızda doğru ilişkiler kurarsak, yardım edersek, ilgilenirsek, o zaman altımızdaki tüm doğa sakinleşir.

Soru: Kabala bundan mı bahseder?

Cevap: Evet. Doğayı kesinlikle bu şekilde etkileyebiliriz.

Soru: O zaman “empati” kelimesi kulağa tuhaf gelmeyecek mi?

Cevap: Başkalarına bağımlı olduğumuzu ve başkalarının da bize bağımlı olduğunu anlamamız normal bir insanlık durumudur. Ben birbirimize karşı egoist tutumdan bahsediyorum. Bir aile gibi olduğumuzda, başka yolu yoktur. Doğa bizi sonunda birbirimize bağlı olduğumuzu anlamaya zorlar. Ve bizi ona götürecek, ama yavaş yavaş öyle darbelerle ki yeterli gelmeyecek.

İşte o zaman karşılıklı destek doğal bir kavram haline gelecektir. Gidecek hiçbir yerimiz yok. Birbirimizi sevsek de sevmesek de aile içinde de aynısını yaparız. Birbirimize bağımlı olduğumuzu anlarız.

Tıpkı biz başkalarına, onlar da bize bağımlı olduğu için ve hiçbir yere kaçamayacağımızdan dolayı ülkemiz için savaşmaya gitmemiz gibidir. Burada da aynıdır. İnsanlık, doğaya karşı değil de, doğayla birleşik bir cephe gibi hareket etmek için birleşmezse, doğa bize öğretecektir.

Soru: Sonunda bize öğretir mi?

Cevap: Öğretecek! Bu kesin. Ancak tüm dünya, depremden sonraki Haiti gibi olacak.

Yorum: Bunu kendimizin yapması daha iyidir.

Cevabım: Bence de. Çünkü doğa bize çok tatsız sürprizler hazırlıyor.

Soru: Yani, büyük Kabalist Baal HaSulam’ın dediği gibi, tüm dünyanın şu ya da bu şekilde tek bir aile olacağına hâlâ inanıyorsunuz, bundan kaçamayacak mı?

Cevap: Buna ya bir dünya nükleer savaşının sonucu olarak ya da iyi yollardan ve anlayışla gelmek zorunda kalacağız.

 

Tüm Dünyayla Antlaşma

Soru: Öğretmenle antlaşma diye bir şey var mı? Yoksa bu sadece dostlarla ve Yaradan ile mi mümkün?

Cevap: Aynı şeydir. İnsanın önünde gördüğü her şey, artık kendisine manevi olarak kendini geliştirmesi için verilmiştir. Yaradan’la bağlılığa ulaşmak için öğretmeniyle, dostlarıyla ve tüm dünyayla bir antlaşma yapmalıdır. Amaç budur.

Soru: Demek ki insan henüz Yaradan’a ulaşmamışken, önünde dostlar ve başka insanlar var ve elbette onlarla bir antlaşma yapması gerekiyor çünkü Yaradan’ı hissetmiyor ama onları hissediyor.

Peki o zaman, o zaten üst güçle bağlantı halindeyken, Yaradan ile doğrudan bir antlaşma yapmak neden imkansız? Neden insanlarla çalışmak zorunda ki?

Cevap: Çünkü bu, içinde kişinin Yaradan’ı ifşa edebileceği, O’na yaklaşabileceği ve O’nu hissedebileceği durumdur. Dolayısıyla böyle bir antlaşma, tüm dünyayla, tüm evrenle, insanın beş duyusuyla hissedebildiği her şeyle ve bu durumun kaynağı olan Yaradan ile bağlantılı olarak gerçekleşir.

Soru: Kli (kab) olmadan Yaradan olmaz mı?

Cevap: Bu olmadan hiçbir hissiyat olamaz. Etrafınızdaki hiçbir şeyi görmediğinizi veya hissedemediğinizi hayal edin. Sadece boşluk olurdu! İçinde neyi tespit ederdiniz ki?

Ancak cansız, bitkisel ve canlı doğa ve insanlar aracılığıyla Yaradan sizinle konuşur; O, size bazı sinyaller gönderir.

“Beyaz Rengin Manevi Anlamı Nedir?” (Quora)

İlk olarak, beyaz, bir renk değildir çünkü hiçbir şeyi emmez. Bir renk bir şeyi emer, ancak beyazın kavramı dışarıdan hiçbir şey almamasıdır.

Bu nedenle, beyaz yokmuş gibi hissedilir. Beyaz görünüşte şeffaftır. Hiçbir şey talep etmez ve kendine hiç dikkat çekmez.

Birbirimize ve doğaya karşı tutumlarımızı buna göre ayarlasaydık yani kendimiz için bir şey alma talebimiz olmasaydı, kendimizi bugün karşılaştığımız sorunlardan arınmış, uyumlu ve huzurlu bir dünyada yaşarken bulurduk.

Başka bir deyişle, doğadan, onun herhangi bir seviyesinden – cansız, bitkisel, hayvansal ve insan – hiçbir şey istemediğimizde ve yalnızca herkesin yararını istediğimizde, o zaman bu, beyaz gibi davrandığımız anlamına gelir.

Böyle bir durumda bizi ne ayakta tutar? O zaman, var olmak için tam olarak ihtiyacımız olanı herkesten ve doğadan aldığımızı görürüz. Daha sonra elde ettiğimiz fazlalıkları başkalarının ve doğanın yararına kullanırız.

Daha sonra kendimizi başkalarına hizmetimizde geliştiririz; bu, toplumun karşılıklı olarak bu tür yöntemlere göre faaliyet göstermesi durumunda mümkündür — toplumun her bir üyesinin diğerlerine, onların ihtiyaçlarına nasıl hizmet edeceğini düşündüğü yerde.

Beyazın manevi anlamı budur. Buna karşılık, siyahın manevi anlamı benmerkezciliktir, bize başkalarına fayda sağlamaktan ziyade kendi yararımıza öncelik vererek hayatımızı mahvettiğimizi göstermek için.

Hayatımızın siyah tarafını görmek gerekir, çünkü eğer onu göremezsek, o zaman onu beyaza dönüştürmek istemeyiz yani ben-merkezli doğamızda yaşamayı, düzeltme gerektiren büyük bir sorun olarak hissetmiyorsak, ben-merkezli doğamızdan yeni bir özgecil, uyumlu ve barışçıl gerçekliğe yükselemeyiz.

Kalplerin Alevinde

Tüm gün ve gece, gündüz veya gece koşulunu hissettiğinizde, daima tetikte olmalısınız…

Alevler kendi kendine yükselene kadar dostların kalplerini uyandırmalısınız (Rabaş, Mektup 24).

Grupta karşılıklı garanti içindeysek, o zaman her birimiz yeni bir koşula, yeni bir arzuya geçmek için gruba girer ve çıkarız. Yani bu aşamalı bir süreçtir.

Bir alevi korumak bile değişken bir süreçtir çünkü oksidasyon, tutuşma vb. içerir. Bu tam olarak manevi bir temelden gelir.

Bu nedenle, karşılıklı destek için duyulan sürekli endişe, yavaş yavaş kalbimizdeki alevin kendi kendine yanmasına neden olur.

Birlikte Her Şeyi Yapabiliriz

Yaradan’ın içinde yaşadığımızı hayal etmeliyiz. O, kesinlikle her şeyi sarar, her şeyi doldurur, her şeyi kontrol eder ve her birimizi ayrı ayrı ve hepimizi birlikte hareket ettirir. Bu gerçekten içinde bulunduğumuz durumdur, bunu hissetmemize izin vermeyen sadece egoizmimizdir.

Yaradan’ın bu dünyada bir kişiye ifşası Kabala bilgeliğidir. Bunu nasıl yapabiliriz? Bizler, bir yandan Yaradan’ın dünyada var olduğu, onu kontrol ettiği, her şeyi yarattığı ve O’ndan başka hiçbir şeyin olmadığı gerçeği için uygun çabayı gösteririz.

Öte yandan, bu duruma net bir şekilde gelmemiz gerekir ve net bir şekilde demek birlikte, bencilliğimizi ortadan kaldırdığımızda ve Yaradan’ı zorla ifşa etmeye ve O’na benzemeye çalıştığımız zaman demektir. Bütün bunlar birlikte, bizi O’nun ifşasına götürür.

Bu zor bir çalışma değildir. Sadece kalbimi ve düşüncelerimi, bunun için çabaladığım ve O’nu ifşa etmek istediğim gerçeğine ayarlamam gerekiyor.

Dünyayı Farklı Bir Şekilde Görmek İster Misiniz?

Soru: Sizin için öğrencilerinize aktaracağınız en önemli şey nedir?

Cevap: Doğru dünya görüşü: dünyanın, hayatın, insanın ve bir çağın görüşü.

Bu benim için en önemli şey – bir insanı hayatının doğru görüşüne göre konumlandırmak. Bunu yapmak için, ona içinde bulunduğu dünyanın resmini ve bunun en iyi yönde nasıl değiştirilebileceğini, neyle, hangi yollarla ve bu dünya resminin ne olması gerektiğini az ya da çok açıklamam gerekiyor- çünkü bu bize bağlı.

Dünya, bizim algımızın bir türevidir. Biz dünyada yaşamıyoruz ama dünya bizim içimizde yaşıyor. Ve bu, bir insana aktarmanız gereken şeydir – dünyanızı siz yaparsınız, siz yaratırsınız, onu kendi içinizde siz boyarsınız! Bu noktaya gelmek kolay değil. Dünyayla bu şekilde ilişki kurmaya başlamak bir devrimdir, kişinin çok ciddi içsel, manevi devrimidir.

İnsanları buna getirmek, dünyanın onların hissettikleri gibi olmadığına dikkatlerini çekmek gerekiyor. Dünya, onunla nasıl ilişki kuruluyorsa onun bir türevidir, yani kendinizi başka bir dünyanın algısına göre yeniden düzenleyebilir ve yeniden ayarlayabilirsiniz. Dünyanın kendi şekli, kendi formu yoktur. Bu, programlayabileceğiniz bir resimdir. Ve böylece içinde yaşadığınız dünyayı inşa edebilirsiniz.

Soru: Ve içinde yaşadığım dünya benim için hemen değişecek mi?

Cevap: Elbette. Sizin isteklerinize, niteliklerinize ve çabalarınıza göre değişecektir. Yani dünyayı siz yaratırsınız.

Yorum: Bu günlerde, günlük Kabala derslerinizde, On Sefirot’un Çalışması ve Kabala Bilgeliğine Önsöz gibi metinleri bir süreliğine bir kenara koydunuz ve şu anda Baal HaSulam’ın “Dünyada Barış”, “Barış” ve benzeri makalelerini çalışıyoruz. Lütfen bu dönüşü açıklar mısınız?

Cevabım: Bu, gerçekten de dünyanın tamamen ona karşı tutumumuzun bir yansıması olduğunu anlamak için gerekli.

Üst ışığın dünyasında yaşıyoruz. Ve bu ışığa yaklaştığımız ve uyum sağladığımız ölçüde onu hissedeceğiz ve onu çeşitli formlarda hissedeceğiz. Ve bu formlar, bizim içsel değişimimize ve kişisel gelişimimize bağlı olarak ilerlemelidir. Bir insanı getirmem gereken şey budur.

Dünyayı farklı bir şekilde mi görmek istiyorsunuz? Haydi Yapalım!

Ancak bunun için, önce dünyayı nasıl algıladığımızı ve onu nasıl ve ne çeşit bir dünyaya değiştirebileceğimizi anlamak için bazı bilgiler ve araçlar edinmeliyiz.

Çünkü dünyanın kendisinin belirli bir niteliği ve belirli bir biçimi yoktur. Eğer buna müdahale etmezsek, o zaman hepimiz dünyayı aynı görürüz, çünkü hepimizin egoist bir arzusu vardır ve bu bizi dünyanın bu karşılıklı olan resmine ayarlar. Bu nedenle ortak bir algıya, ortak bir dile, iletişime, etkileşime vb. sahibiz.

Ama dünyanın kendi içimde çizdiğim şey olduğunu anlamaya başlarsam ve bu şekilde onu kendi dışımda görürsem, ancak o zaman dünyanın bireysel bir resmi, dünyanın düzenlenmesi üzerinde çalışabilirim. Ve burada zaten tamamen farklı bir alana gireriz. Yani neden bu kadar kötüye giden bir dünyada olduğumuzu, neden bizim tarafımızdan bu şekilde hissedildiğini ve onu farklı hissetmeye başlamak için neler yapabileceğimizi anlamaya başlarız.

Bunu yapmak için, içsel olarak yeniden düzenlenmeli ve etrafımızdaki herkes gibi, dünyanın bir resmini beş bedensel duyu organımızda hissedeceğimiz bir duruma gelmeliyiz.

Ve yavaş yavaş kendi içimizde yaratacağımız beş organda, üst dünya denilen başka bir dünyayı hissedeceğiz. Aralarındaki farkı, üst dünyanın içimizde bu dünyanın resmini nasıl çizdiğini ve bu dünyadan üst dünyaya nasıl yükselebileceğimizi hissedebileceğiz. Bunlar, kendi içimizde gerçekleştirmeye başlamamız gereken durumlardır; yavaş yavaş bize yakın hale gelmeliler.

Bu nedenle en önemli görevimiz, manevi hazırlığın belirli aşamalarından geçmek ve ardından kendimizi değiştirmeye başlamak ve buna bağlı şekilde, içsel değişimlerimizin bir sonucu olarak, içsel değişimlerimize göre çevremizdeki dünyanın resmini nasıl değiştirdiğimizi gözlemlemektir.

Gerçek şu ki bu dünya bize böyle bir durumda verilmiştir, bizim tarafımızdan yavaş yavaş değişen ilkel egoist niteliklerimizde algılanan, bize verilen belirli bir resimdir. Herkes için aynı anda az ya da çok değişirler. Bu nedenle insanlığı ve cansız, bitkisel ve hayvansal doğayı yavaş yavaş değişiyor gibi görürüz. Ancak bu gelişme, binlerce yıl boyunca çok yavaş ve tamamen bencildir.

Egoizmimizin üzerine çıkarsak, dünyanın tamamen farklı hissiyatlarına girmeye başlayacağız ve zaten farklı bir dünya, farklı bir resim, dışsal resimden bağımsız olarak kendi içimizde farklı etkileşimler göreceğiz.

Artık cansız, bitkisel ve hayvansal doğayı ve insanı değil, daha ziyade güçler dünyasını -gerçekte var olanı- göreceğiz. Ve bizim dünyamız da, aynı zamanda bizi etkileyen ve hissiyatlarımızdaki gibi bu dünyanın bize canlı ve var gibi görünen yansımalarını yaratan güçlerdir.

Ama aslında bizim için güçler dünyası ile etkileşime girmeye başlamamız önemlidir; insanları getirmem gereken şey budur. Henüz bilmiyorlar ama buna hazırlıklı olmaları gerekiyor. Hazırlık uzun yıllar sürer. Bugün bunun hakkında konuşmak zaten mümkün ve önümüzdeki kısa süre içinde, hatta belki birkaç hafta içinde kelimenin tam anlamıyla buna yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.

Bu nedenle, anlamadığımız fiziksel güçler arasındaki etkileşimleri tasvir etmek için bir kağıda bazı çizelgeler çizdiğimiz katıksız mekanik veya bir tür soyut bilimle meşgul olmak istemiyorum.

Ve bu güçleri kendi içimizde yeniden üretip gerçekleştirebildiğimizde, o zaman çalıştığımız şey, manevi eylemlerimizin uygulanması için gerekli olan teorik kısmımız olacaktır. İnsanları getirmek istediğim şey bu.

Bu nedenle derin Kabala bilimine girmek için acelem yok. Pratik olarak ona girmek için, bugün henüz içimizde olmayan bazı doğa güçlerini elimizde tutmamız gerekir; onlar henüz tezahür etmediler. Onları ifşa etmeye başlamalı ve onlarla gerçekten nasıl çalışacağımızı öğrenmeliyiz.

Gelmemiz gereken şeyin cevabı bu.

Dünyada Neler Oluyor?

Soru: Dünyanın Armagedon’a doğru gittiğini hissediyorum. Kısa zaman içinde, sadece bir iki yıl içinde, tüm gezegene yayılmış olan virüsü bize sadece bir oyuncak gibi gösterecek bir şey olacak. Dünyada neler oluyor? Kabala bu konuda ne diyor?

Cevap: Yaklaşık 50 yıldır üzerinde çalıştığım için, sadece Kabala perspektifinden konuşuyorum.

Dünya kendi ıslahına doğru ilerliyor. Belli bir gelişim programı vardır ve program istense de istenmese de az ya da çok kan dökülerek yürütülür ama yine de yürütülmektedir.

Şimdi büyük bir görevle karşı karşıyayız: Modern dünyada, sadece insanları birbirine yakınlaştırma konusunda iyi niyetimiz varsa var olabileceğimizi herkesin anlamasını sağlamak. Ne yazık ki, bu henüz gerçekleşmiyor. Bu nedenle, zıt sonuçlar görüyoruz.

Ama biliyorum ki, program bizi, ancak dünyadaki tüm insanların karşılıklı desteğiyle var olabileceğimiz anlayışına, darbeler veya havuçlarla yine de ileriye götürecek. Bu koşula gelmek zorundayız.

“Umutsuzluk Ve Umut Arasında” (Linkedin)

Her saat on binlerce sivil Ukrayna sınırını geçiyor, sırtlarında çantalar, omuzlarında çocuklar, bavulları ve arkalarında bıraktıkları hatıralarıyla sürüklenen bir insan kitlesi.

Ukrayna’nın her yerinde, Kiev’den Kharkiv’e, Odessa’dan Lviv’e kadar birçok şehirde öğrencilerim ve dostlarım var. Onlardan raporlar alıyorum ve durumlarını endişeyle takip ediyorum. Bana nasıl soğuk bodrumlara sığındıklarını veya yakındaki köylere kaçtıklarını, diğerlerinin yakıtlarının bitmemesi ve kaçmayı başarmaları için dua ederek saatlerce arabalarıyla hızla batıya doğru nasıl gittiklerini anlattılar.

Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı (UNHCR), çatışmalar nedeniyle 500.000’den fazla Ukraynalı’nın evlerini terk ederek Polonya, Macaristan, Moldova ve Romanya gibi komşu ülkelerin sınırlarını geçtiğini tahmin ediyor.

Mültecilerin Batı Avrupa ülkelerinde destek ve sıcak bir kucaklamayla karşılanacağından şüphem yok. Ayrıca sonunda evlerine döneceklerine ve ev sahibi ülkelerde daimi olarak kalmayacaklarına inanıyorum. Kanada diğerlerinin yanı sıra kapılarını kalıcı göçmenliğe açabilir.

İsrail de, Yahudilere İsrail’e yerleşme hakkını veren Geri Dönüş Yasası’na göre hareket edecek ve onları karşılamak için kollarını açacaktır. İsrail’de sadece Doğu Avrupa’dan göç edecek binlerce Yahudi için değil, diasporadaki tüm Yahudiler için bir yer var.

Bu arada, İsrail de dahil olmak üzere dünya, savaştan etkilenenlere insani yardımda bulunuyor. Ancak insanların temel ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra en önemli yardım içsel destektir. Sevgi, ihsan etme ve olumlu bağ ruhunun yakında hakim olmasını istemeliyiz.

Anlaşmazlıklar ve savaşlar, onların üzerinde birleşelim diye gelir. Sadece kalplerin birliği, her birinin diğerinin iyiliğini düşündüğü zaman insanlığı kurtaracaktır.

“Evrimi Yeniden Düşünmek” (Medium)

Uzun yıllar boyunca bize, evrimin rastgele olduğu, mutasyonların bir anda gerçekleştiği ve türlerin hayatta kalmasına en çok katkıda bulunanların diğerleri yok olurken aynı şekilde kaldığı öğretildi. Ancak bilim, evrimin rastgele değil, amaçlı olduğunu yavaş yavaş kabul ediyor.

Örneğin, thale tere adı verilen küçük, çiçekli bir ota odaklanan bir çalışmada yapılan araştırmalar, “Mutasyonun çok rastgele olmadığı ve bitkiye fayda sağlayacak şekilde rastgele olmadığı ortaya çıktı. Mutasyon hakkında düşünmenin tamamen yeni bir yolu” diyerek sonuçlandırdılar.

Sıtmaya karşı koruma sağlayan hemoglobin mutasyonunu inceleyen bir başka çalışma, mutasyonun sıtmanın yaygın olduğu Afrika’dan gelen insanlarda, nadir görülen Avrupa’daki insanlardan daha sık görüldüğünü buldu. Baş araştırmacı, “Mutasyonlar geleneksel düşünceye meydan okuyor” dedi. “Sonuçlar, genomda biriken karmaşık bilgilerin… mutasyonu etkilediğini ve bu nedenle mutasyona özgü oluşum oranlarının… belirli çevresel baskılara yanıt verebildiğini gösteriyor.”

Görünen olgulardan daha da derine bakarsak, çevrenin de belirli bir yönde geliştiğini görürüz: artan entegrasyona doğru. Henüz algılamamış olsak da, hali hazırda var olan bir duruma doğru evrimleşiyoruz. Bu, türlerin birbirinden ayrıldığı, ancak tüm yaratılışla uyum içinde olduğu bir durumdur.

Dünya dengeli bir sistemdir. Onun parçaları, kendi aralarında mükemmel bir uyum içindedir, bu da Dünya’nın bitki ve hayvanlarının hayatta kalmasını garanti eder. Görünüşünde, evrim olmamalıydı. Her şey mükemmel ve uyumlu ise türlerde hiçbir değişiklik olmaması gerekirdi.

Tüm yaratılan varlıklar arasındaki dengeye rağmen evrimin hala devam ediyor olmasının nedeni, tüm yaratılışın altında insanın kişisel durumunu sürekli iyileştirme arzusunun yatmasıdır. Yaratılan varlık ne kadar gelişmişse, arzusu o kadar yoğundur. İnsanoğlunda bu arzu egoizm ve narsisizm, kontrol, üstün olma, hatta Tanrısal olma arzusu olarak kendini gösterir. Bu, hayvanlar aleminde ve bitkilerde, birisinin doğal düşmanlarına karşı sürekli olarak kendini güçlendirme çabasında ifade edilir, ancak hakim olma ve kontrol etme arzusunda olmaz. Bu nedenle, insan seviyesi dışında her seviyede dinamik ve evrimleşen olsa da denge olduğu gibi kalır.

Bizde de fiziksel değişimler olsa da, insanlıkta asıl “evrim” bedenlerimizde değil, algımızdadır. Dünya anlayışımız geliştikçe, gerçeklik algımız değişir ve etrafımızdaki birbirine bağlı dünyayla daha uyumlu hale gelir.

Doğa tamamen entegre olduğu için ve tüm parçaları ayrılmaz bir şekilde iç içe geçtiği için, insan toplumu da birbirine daha fazla bağlı ve bağımlı hale geliyor. Buna bağlı olarak, yerleşimler de yüzyıllar boyunca göçebe klanlardan yerleşik kasabalara, şehirlere, ülkelere ve imparatorluklara dönüşmüştür.

Yerleşim yerlerinin ölçülerinin büyümesiyle birlikte, ekonomik olarak, gıda tedarikimizin sağlanmasında, eğitimde ve hayatımızın her alanında giderek daha fazla birbirimize bağımlı hale geldik. Artık tüm dünya, Çin, Rusya gibi süper güçler dahil tüm ülkelerin bile tek başına ayakta kalamayacağı noktaya geldi. Küreselleşme, tüm dünyayı tek bir köy haline getirdi, ancak sakinleri komşularını kabul etmeye isteksiz ve sürekli birbirleriyle çatışıyor.

İnsan toplumunun artan entegrasyona doğru gelişmesi tesadüf değildir. Her şeyin birbirine bağlı ve birbirine bağımlı olduğu entegre bir evrende yaşadığımız için, biz de aynı yönde gelişiyoruz. Bu nedenle, başkalarının yerine geçmek için gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen, sonunda hala herkese bağımlıyız ve hiçbir ülke üstünlüğünü sonsuza kadar sürdüremez. İrademiz dışında işbirliğine sürükleniyoruz.

Ancak karşılıklı bağımlı bir topluma yönelik evrimimiz, toplumun kendisinden daha yükseği hedefler. Bu, bizlere tüm yaratılışın birbirine bağlı olduğunu, her şeyin uyumlu olduğunu ve tüm yaratılış parçalarının birbirini tamamladığını ifşa etmeyi amaçlamaktadır. Evrimimizin nihai sonucu, tüm seviyelerinde var olduğumuz evrenin tam farkındalığıdır: fiziksel, zihinsel ve manevi.

Kendimizi gönüllü olarak uyum ve işbirliğine yönlendirirsek, nihai hedefe daha hızlı ve daha az acı verici bir şekilde ilerleyeceğiz. Bu, akıntı yönünde yüzmek yerine, akıntıya karşı yüzmeye benzer, şu anda yaptığımız şey budur. Umutsuz ve acı vericidir.

Akıntının aşağısında bizi bekleyen kıyı dingin ve huzurludur. İşbirliğimizi ve karşılıklı saygımızı gönüllü olarak artırarak ona doğru yüzersek, o güzel nehir kıyısına hızlı, hoş ve kolay bir şekilde ulaşacağız. Direnirsek, yine de oraya gideceğiz çünkü akıntının yukarısına gidemeyiz, ancak oraya bitkin düştükten, yenildikten ve işkence gördükten sonra varacağız.

“Rusya-Ukrayna Çatışmasına İlişkin Görüşünüz Nedir?” (Quora)

Mevcut Rusya-Ukrayna savaşı, insanlar olarak umutsuzca ıslah olmaktan ve olumlu bağ kurmaktan yoksun olduğumuzun farkındalığını uyandırmaktadır. Bu, uzun süre yan yana yaşayan, din, dil ve tarih bakımından benzerlikler paylaşan ve eşlerin ailelerinin Rus veya Ukraynalı olup olmadığına bakılmaksızın inşa edilmiş milyonlarca aileye ev sahipliği yapan iki ulus arasında nefretin nasıl gelişebileceğini gösteriyor. Benzerliklerine rağmen, bunun yerine farklılıklarını vurgulayarak, birbirlerinden bir nefret noktasına kadar ayrılırlar ve uzaklaşırlar. Ve nefret, sanki hiçbir ortak yanı yokmuş gibi savaşa dönüşür.

Neden böyle vahim bir durum ortaya çıkıyor? Bunun nedeni, insan doğasının (başkaları ve doğa pahasına egoistçe zevk alma arzusu) temelinde ıslak edilmemiş olmasıdır. Üstelik bu ego zaten aşırı şişmiş ve hala da sürekli şişiyor. Islah olmadan (birbirimize ve doğaya fayda sağlama niyetlerimizi karşılıklı olarak yönlendirmeden) ego, o zaman patlamaya, alevler içinde kalmaya ve çatışma ve çok fazla acıya yol açmaya mahkûmdur.

Bugün kendisini bir ulusun diğerini yenmek için saldıran egosu olarak sunan egoist doğamızı, kendimizi ıslah ederek, savaşın alevlerini söndürmekten başka seçeneğimiz yoktur. Bu sorunun tek çözümünün egonun ıslahı olduğunu görmemiz gerekiyor, çünkü sorunu özünde ele alan tek çözüm budur.

Aynı egoist güçler elimizdeyken, savaşı asıl nedeninde (büyüyen, ıslah olmamış insan egosu) onaramayacağımızı da anlamalıyız. Bunun yerine, rehber eşliğinde bir metot gerektiren, egoist dürtülerimizin üzerinde birbirimize bağ kurarak, doğada barınan olumlu gücü bağlarımıza davet edebilir ve bunu yaparak huzura kavuşabiliriz. İyi eğilimin (birbirine olumlu bağ kurma niyetlerinin) kişiden kişiye, ulustan ulusa ve tüm uluslar arasında kötü eğilimi (doğuştan gelen egoist dürtülerimizi) yenmesi için dua edelim.