Monthly Archives: Nisan 2021

Twitter’da Düşüncelerim / 6 Nisan 2021

Toplumda işleyen iki güç vardır: birleşme gücü, sevgi, yakınlaşma, diyalog, işbirliği ve insanları ayıran, onları birbirine düşüren ve rekabet yaratan güç. Bu gelişmelerin her birinin dönemleri vardır. Bu tür süreçleri kontrol edemeyiz.

Ne birbirimizle birleşemeyiz , birlik olmadan da var olamayız. Birbirimizi yenemeyiz ve kendimizi kötülüğün, egoizmin gücünden de kurtaramayız. Bir çıkmazdayız ve ne yapacağımızı bilmiyoruz. Ancak öyle ya da böyle sonucu değiştirme fırsatımız var.

Birleşme, insanın arzusu içinde gerçekleşir. Tüm arzular birleşir ve tek arzuda Üst güce benzemeye başlar. Her şey benzerliğe gelir: “Aşağıda” insanlar ve “yukarıda” doğanın Üst kuvveti. Aralarında temas ve destek geliştirirler ve birbirlerini hissetmeye başlarlar.

Üst güç, doğanın genel gücüdür. Tüm doğa bir programdır, tüm parçaları birbirine bağlıdır ve birleşiktir. Üst Güç ile uyum bize iyi bir gücün içinde yaşama hissini verir – herkes yaptığı her şeyde başarılı olabilir, çünkü bunların hepsi birleşmeyi amaçlamaktadır.

Dünyamızda, gerçek bir yalandır. Onsuz yaşayamayız. 1 Nisan Şakası sadece yılın bir günü değil. Yıl boyunca sürekli birbirimize yalan söylüyoruz. Kötü eğilim, egoizm bizi yalan söylemeye zorlar çünkü birbirimize gerçeği değil, bize faydalı olanı söylemek istemeyiz.

Çevremizdeki her şey bir yalandır. Bir yalanı Yaradan’dan geliyor, bizi doğru safhaya yönlendiriyor gibi ele alırsak, o zaman bizim için bu yalan gerçeğin bir parçasıdır. Beni gerçeğe götürürse bir yalanda olmaya hazırım.

Sonra anlayabilirim, hissedebilirim ki o beni değiştirecek, beni gerçeğe götürecek.

Yaratan Üst Güçtür ve gerçek O’nun programıdır. Program, ters formu, yalan içeriyorsa çalışabilir. Yaradan’da yalan, O’nun zıddıdır. Yaradan’ı anlamak için yaratılanlar iki formdan yaratılmalıdır: hakikat ve yalan.

Gerçek ile yalan arasında, Yaradan denen forma girebiliriz. “Bo-re” – “gel ve gör”. Bir yalandan geliyorum, O’nun zıt halinden, O’na, gerçeğe. Tüm edinim gerçeğin açığa çıkmasıdır. Gerçek, her şeyi keşfettiğimiz ve hissettiğimiz yaşamın kaynağıdır.

Ruhsal ilerleme, birbirimize karşılıklı dahil olmamız yoluyla gerçekleşir: aramızdaki mesafe ne kadar küçükse, Yaradan’a o kadar yakın oluruz. Bunun aynı mesafe olduğunu hissetmeye başlayacağız. Ve sonra, bizi ayıran Firavun’un bizim iyiliğimiz için çalıştığını göreceğiz.

 

 

Kabala ve Sufizm – Tek Öğretinin Dalları

Soru: Sufizm’in canlanmasına katkıda bulunan biriyle ilgilenir miydiniz? Aslında bu da Kabala ama İslami.  Aynı zamanda daha anlaşılır çünkü daha geniş bir insan kitlesine yöneliktir.

Sufizm bir şekilde yeniden doğarsa, bu iki akım bir çekişme yaratmadan aynı anda var olabilir mi?

Cevap: Birincisi, Sufizm ve Kabala asla birbiriyle ter düşmeyecektir. Aralarında herhangi bir çekişme olamaz.

İkincisi, hem Sufizm hem de Kabala dışlanmıştır çünkü her iki öğretiden de hem İslam’ın hem de Museviliğin dini liderleri nefret etmektedir.

Üçüncüsü, yeniden canlanmaya ihtiyaçları olduğu için Sufizm ile Kabala arasında henüz bir bağlantı olamaz. Her ikisine de hayat vermeliyiz. Sufizm sürgünde.

Sufilerle yurtdışında tanıştım: Hollanda’da, İngiltere’de, Amerika’da. İran ve Irak’tan kaçmak zorunda kalmışlar. Ama olgun ya da yaşlı insanlardı. Artık bizimle olduklarını sanmıyorum. Ve hemen hemen hiç öğrencileri yoktu.

Ama gerçekten umuyorum ki Kabala Musevilik’te yeniden doğuyorsa, Sufizm de İslam’da yeniden doğacak ve tüm dünyaya yayılacaktır. Sufizm ile ilgilenenler onu uygulamaya başlayacak. Kabala ile ilgilenenler bunu uygulayacaklar. Bu önemli değildir! Asıl mesele, bir insanın kendi üzerinde çalışması ve kendini geliştirmesidir.

Uygulama olarak hem Sufizm hem de Kabala aynı şeyi öğretir. Sufizm, Kabala gibi, İbrahim’den doğmuştur. Ancak Sufizm’i manevi bir öğreti olarak en büyük oğlu İsmail’e, Kabala’yı ikinci oğlu İshak’a geçirdi. Ama aslında, bunlar birbiriyle ilişkili yöntemlerdir.

Aralarında çelişki yoktur. Önemli olan onları geliştirmek ve yaymaktır.

Ancak, onları karıştırmanızı tavsiye etmem. Bırakın gelişsinler. Ve sonra düşünmeye ve harmanlanmasının uygun olup olmadığını ve nasıl olduğunu anlamaya başlayacaksınız.

“Kötü Huylu İlişkiler” (Linkedin)

Kanser binlerce yıldır insanlığı rahatsız ediyor. Bazı kanser raporları MÖ yedinci yüzyıla kadar uzanmakta ve Mısır’daki eski parşömenlerde göğüs kanserinden bahsedilmektedir. Çağlar boyunca sayısız tedaviler hazırlanmıştır, ancak kanser yine de yayılıyor. Bazı bilim adamları, her vaka ve her bir kişi benzersiz olduğu için, kanserle vaka bazında mücadele etmemiz gerektiğine inanıyor. Benim görüşüme göre, tüm kanser türlerinin tek bir nedeni vardır; nedeni ortadan kaldırırsanız kanseri ortadan kaldırmış olursunuz.

Kanser, bazı hücrelerin bencilce davranmaya başladığı, çevrelerini ve nihayetinde tüm organizmayı yok ettiği ve ölümüne neden olduğu hücreler arası ilişkilerde bir bozulmadır. Ancak vücudumuzdaki hücreler doğası gereği bencil değildir; işbirliği yapmaya ve hatta gerekirse bedenin iyiliği için kendilerini feda etmeye programlanmışlardır. Kanserli hücreler, içlerine kötü amaçlı bir yazılım yüklenmiş gibi yapılarını bozan ve komşularına kötü davranmalarına neden olan doğal programlarına aykırı davranmaya başlarlar. Bu kötü amaçlı yazılım, kanserin bedenlerine zarar verdiği insanlar, bizleriz. Birbirimize düşman olduğumuzda, kendi hücrelerimiz de dahil olmak üzere doğanın diğer tüm seviyelerine kötülüğü yayarız. Sonuç olarak onlar da ölene kadar birbirlerine düşman olurlar ve biz de onlarla birlikte ölürüz. Diğer bir deyişle, ruhumuz kötü davranışlarla boğuşursa, hücrelerimiz için de öyle olacaktır.

Birbirimize karşı kötü davrandığımızda, acı çekenlerin mutlaka zorbalar olması gerekmez. Aslında acı çekenler genellikle zorbalar değildir, ama sonunda herkes acı çeker. Suçlulara verilen ceza her zaman belirgin olmasa bile, kötü davranıştan dolayı kimse kazanmaz. Aynı şey kanser için de geçerlidir: Hastalananlar her zaman bencil hücreler değildir; genellikle önce başka bir organ etkilenir. Ancak sonunda, tüm vücut yok olurken, her biri eşit derecede acı çeker.

Adalet ilahi olsaydı, kanser sadece bencillere ızdırap verirdi. Ancak işler bu şekilde yürümemekte. Tıpkı tüm hücrelerin birbirine bağlı olması ve bir yerdeki zayıflığın başka bir yerde bir hastalığa yol açması gibi, bencil bir kişi de başka bir kişide hastalığı tetikleyebilir. Diğer kişi hiçbir şekilde bencil olmayabilir, ancak hepimiz bağlı olduğumuz için tüm sistem zarar görür ve insan zinciri boyunca bir yerlerde bir bağ kopar. Sonunda, vücutta olduğu gibi tüm zincir acı çeker, yani sonu beklersek adaletin yerine geldiğini görecek kimse kalmayacaktır.

Bu nedenle, kansere çözüm vakaya göre bir tedavi değil, herkes için aynı tedavidir: Vücudumuzdaki hücreler arasında, doğal olarak var olanlarla ilişkilerimizin düzeltilmesi. Birbirimize karşı kötü niyetimiz aracılığıyla kendi hücrelerimizi hasta etmek yerine, onlardan asıl sağlıklı bir vücut gibi çalışılacağını öğrenmeliyiz. Birbirimize saldırmak yerine birbirimizi savunduğumuzda, beden, zihin ve ruh olarak sağlıklı olacağız.

Büyüyen Ego Bize Nasıl Yardımcı Olur?

Soru: Eğer hepsi egodan kaynaklanıyorsa, insanın kararlarının değeri nedir?

Cevap: Onlar gerçeği egoizmden elde edemeyeceğinizi keşfetmek için gereklidirler. Ama yine de ego sayesinde ilerliyorsunuz. Bir yandan içimizde ego yardımıyla elde ettiğimiz pek çok duygu ve deneyim ortaya çıkar.

Öte yandan, hakikate bu şekilde ulaşamayacağımızın farkına varmaya başlarız. Egoizmin üzerine çıkmalıyız ve o zaman mantık ötesi inancın ne anlama geldiğini düşünmeye başlayacağız.

“Dünya Mutluluk Raporu – Algılanan Mutluluk, Mutluluk Değildir” (Linkedin)

 

En son Dünya Mutluluk Raporu’na (WHR) göre, Finliler dünyadaki en mutlu insanlar ve Afganistan halkı en mutsuz insanlar. Ayrıca, listedeki ilk dört ülke Kuzey Avrupa’dan, Hollanda beşinci sırada. Bu ilginç çünkü bu ülkeler gezegendeki en iyi yaşama sahipse, neden göçmenlerle dolu değiller? İnsanların fakir ülkelerden, en mutlu yaşamı sunabilecek ülkelere doğru, ilk adım olarak daha zengin ülkelere göç etmelerinden dolayı mı? Muhtemelen hayır, çünkü en mutlu ülkeler popülerlik ölçeğinde o kadar yüksek değil. Görünüşe göre, kişiyi mutlu eden şey, diğerini mutlu eden şey ile aynı değil. Mutluluk olarak algıladığımız şeyle mutluluğun gerçekte ne olduğu arasında büyük bir fark vardır.

WHR, hangi ülkenin daha fazla mutlu olduğunu belirlemek için birkaç faktörü araştırdı. Bunların arasında GSMH (bir ülkenin ekonomik göstergesi), gelir eşitsizliği, yaşam seçimlerini yapma özgürlüğü, güven ve başkalarına güvenebilme yeteneği, kamu kurumlarına güven, sağlıklı yaşam beklentisi, refah ve cömertlik vardır. Bu tür faktörlerin insanların mutluluğunu belirlemede büyük bir rol oynayacağı makul görünüyor, ancak gerçekte, tüm projenin anlamsız olduğu kilit bir faktörü gözden kaçırıyorlar: insanların beklentileri, yani anketleri yapanların mutluluk algılarının karşısında, insanların mutluluk olarak algıladıkları şey.

Örneğin, insanlar gelir eşitsizliğinden rahatsız olmazlarsa, diğerlerinden daha fazlasına sahip olmaları onları mutlu etmeyecek veya daha azına sahiplerse mutsuz olmalarına neden olmayacaktır. Aynı şey güven için de geçerli: Bir kişi aile üyelerine karşı güven duyabilmeyi oluşturabiliyorsa ve daha fazlasını beklemiyorsa, o zaman bu ülke dünyadaki en yozlaşmış ülkeler arasında yer alsa bile, bu, o ülkenin insanlarını daha sefil hale getirmeyecektir. Görünüşe göre araştırma Batılı zihinler tarafından tasarlandı ve ülkelerin mutluluğunu, Batılı zihinlerin mutluluk için önemli gördükleri şeylere göre sıraladı. Ancak Batılı zihinler, nesnel gerçeklik değildir.

Gerçek şu ki, nesnel bir gerçeklik yoktur; insanların mutluluğunu karşılaştıramazsınız – ne ülkeler arasında ne de çağlar arasında. Bununla birlikte, insanlar bireysel olarak mutlu olup olmadıklarını belirleyebilirler. Mutluluğumuzu ölçebilir, derecelendirebilir, hayatımızın önceki aşamalarıyla karşılaştırabilir ve kendimizi nasıl daha mutlu edeceğimizi planlayabiliriz çünkü içeride bizi neyin mutlu ettiğini biz biliyoruz: Basitçe ifade etmek gerekirse, istediğimizi aldığımız zaman mutlu oluruz. Arzularımız tatmin edildiğinde, mutlu hissederiz. Ya da belki yeniden ifade etmeliyim: Memnuniyet hissederiz.

Maalesef, biz asla memnun değiliz, olamayız da. Bilgelerimiz daha önce Midrash’ta (Kohelet Rabbah) şöyle demişti: “Kişi, dileklerinin yarısı kendi elindeyken dünyayı terk etmez; yüzü olan birisi iki yüz ister, iki yüzü olan biri dört yüz ister.” Başka bir deyişle, insan doğasının kendisi memnuniyetimizi reddeder. Sahip olduklarımızdan memnun olsaydık, medeniyetimiz olmazdı çünkü hayatlarımızı iyileştirme dürtüsü hissetmezdik. Sonuç olarak, teknolojiye sahip olmayacaktık ve insanları neyin mutlu ettiğine dair soylu sosyal ideallerimiz olmayacaktı. Yani WHR’nin kendi standartlarına göre, biz mutlu olamayız. Ama akabinde, ilk aşamada bizi mutlu ettiği söylenen şeyleri biz istemeseydik, bunlara sahip olmamak bizi neden mutsuz etsin?

Bizi neyin memnun ettiğini değil, bizi gerçekten mutlu eden şeyin ne olduğunu anlarsak, bu anlayış bariz şekilde çözülür. Daha önce bir anneyi yeni doğmuş bir bebeği ile gözlemlediyseniz, bunun ne olduğunu bilirsiniz: başkalarını memnun etmenin hazzı! Bebek battaniyesinin içinde, karnı tok ve derin bir uykudayken bile, annesi hala onu izler, battaniyesini gereksiz yere düzeltir ve gülümser. Hiç kimse bebeğinin ihtiyaçlarını karşılayan bir anneden daha mutlu değildir.

Başkalarının arzularını, annelerin bebeklerini memnun etme çabası gibi tatmin etmeye çabalarsak ve diğerleri de aynısını bizim için yapmaya çalışırsa, herkes mutlu olur. Memnun etmek için asla bitmeyen bir arzu havuzumuz olurdu, herkesin kişisel ihtiyaçları her zaman en üst düzeyde karşılanırdı ve herkes başkalarını her zaman mutlulukla memnun ederdi. Böyle bir ruh halinin neden olabileceği mutluluğun gerçekten sonu yoktur.

Burada mucize yok; bu psikolojik bir değişim. Kendi arzularımıza odaklanmak yerine, başkalarının arzularına odaklanmalıyız ve onlar da bizimkilere. Dünyayı değiştirmek ve hepimizi, dünyadaki her insanı gerçekten sonsuza dek mutlu kılmak için gereken tek şey bu. Bundan sonra, mutlu olup olmadığımızı bize söyleyecek raporlara ihtiyacımız olmayacak; biz kendimiz bilebiliriz.

Yaradan, Firavun’u Bize Getiriyor

Bu dünyadan manevi dünyaya yükseliş, Yaradan’ın yardımına giderek daha fazla ihtiyaç duyduğumuz gerçeği sayesinde gerçekleşir. Ve O’nun niteliklerini edinmemize yardım etmek için, Yaradan bize kalbin yükünü, O olmadan baş edemeyeceğimiz hissini verir. Her yerde, herhangi bir manevi koşulu yerine getiremeyeceğimize inanırız.

Ama biz de Yaradan’a soramıyoruz; nasıl yapılacağını bilemiyoruz. Bu inanç eksikliğini gösterir. Yani, Yaradan’ı hissetmeyiz, O’nun var olduğunu ve bize yardım etmeye hazır olduğunu hissetmeyiz ve sadece O’nun yardımıyla manevi koşulları yerine getirebilir, bağ kurabilir, ihsan edebilir ve dünyayı tek kaynaktan yaratılmış olarak görebiliriz.

Bu nedenle, birbirimizle ve Yaradan ile bağ kurmamıza izin vermeyen kötülük gücümüzü daha fazla açığa çıkarmamız gerekecek. Ve bağ kurma ve ihsan etme yeteneğimiz olmadığını hissettiğimizde, bunun, Yaradan’ın bize aramızda duran ve bizi duvara götüren Firavunu gösterdiği, bağa doğru ilerlememizi ve tek kalp tek adam olmaya yaklaşmamızı engellediği anlamına gelir.

Ve tüm bu kalbin yükü, Yaradan’a inanmamanın, yani bu gücün var olduğu ve önümüze her türlü engeli koyanın sadece bu güç olduğu duygusunun yokluğunun bir sonucudur.

İçsel çaresizliğimizden emin olabilmemiz için egoizmimiz olan Firavun’u bize karşı koyan Yaradan’dır. Harekete geçmem gerekir ama yapamayacağımı hissederim, egoizmimi en küçük şekilde bile alt edecek gücüm yoktur.

Ve ne kadar ileri gidersek, o kadar zayıf hissederiz, en ufak bir ihsan etme eylemini gerçekleştirmekten aciz kalırız. Ama Yaradan bunu, Mısır’da köleliği altında olduğumuz Firavun’un gücünün üzerimizdeki tam gücünü gösteren egoizme dalmamız için kasıtlı olarak ayarlar. Sadece Yaradan bizi egoizmden çekerek kurtarabilir, başka herhangi bir güç değil. Bu nedenle, Yaradan’ın bize verebileceği ihsan etme gücüne giderek daha fazla ihtiyacımız var.

Bu iki güç, Firavun’un gücü ve Yaradan’ın gücü birbirine karşı durur ve Musa, ortadaki güç, Yaradan’ın tarafına doğru ağır basmak ve Firavun’un kontrolünden çıkmak için onun üzerine yükselmek isteyen bizizdir. Ancak bu kuvvet çok zayıftır. Ve ancak Yaradan’a olan inancımızın ölçüsünde, bizi Firavun’un elinden kapıp kurtarabileceği gerçeğiyle, iyinin gücünün kötülüğün gücü üzerindeki hakimiyetini kurabiliriz.

Yaradan, Firavun’un gücünü uyandıran on darbe gönderir. Musa’ya: “Firavun’a gelin, çünkü onun kalbini katılaştırdım” diyor. Ve neden Firavun’u katılaştırarak onu daha da güçlü kılıyor?

Musa, Firavun’dan kaçmak ve bizi egoizmden çıkarmak isteyen güçtür. Musa, kendi başına çıkamayacağını, ancak Yaradan’a sarılması gerektiğini, bir bebeğin tüm gücüyle annesine sarılması gibi, O’na sarılması gerektiğini anlar. Kendini güvende hissetmesinin tek yolu budur.

Her iki güç de Yaradan’dan gelir: verme gücü ve alma gücü. Sadece ihsan etme gücünün, alma gücüne üstün gelmesi ve pratik ihsan etme eylemlerini gerçekleştirmemize izin vermesi için dua etmek bize düşmektedir.

Ve özgecil eylemlerde bulunmayı öğrendiğimizde, Yaradan’ın varlığını, O’nun gücünü ve yardımını hissedeceğiz. Böylece, daha sonra manevi bir kap, ruhumuzu, bir manevi grup formu oluşturacağımız ihsan etme arzularımızı toplamaya başlayacağız.

Bu nedenle, asıl mesele, Yaradan’ın ihsan etme uğruna manevi bir eylemi gerçekleştirme, onu gerçekleştiremememizin farkına varma ve yardım için Yaradan’a dönme ihtiyacını nerede aldığımızı düşünmektir. Sonra bu gücü O’ndan alırız ve ihsan etme eylemini gerçekleştiririz. Egoizmin üzerine bu yükselişe Mısır’dan göç denir.

“İnsan Bağında Ustalaşmak” (Linkedin)

Dünya birbiriyle daha bağlı bir duruma, karşılıklılık ve entegrasyona doğru ilerliyor. Bu gelişme eğilimini hali hazırda algılayan biri, diğerlerine bağ ruhunu aktarabilir. Salgının hızlandırdığı insanlığın olgunlaşma sürecinin işaretlerine tanık oluyoruz. Tam olgunluğa ancak başkalarını sevme düzeyine yükseldiğimizde ulaşılacaktır. Bu geçiş dönemi, olumlu değişimi başlatmaya istekli katılım seviyemize bağlı olarak acı verici veya hoş olabilir.

Şimdiye kadar, doğuştan gelen bencil doğamızın, yaşamdaki düşüncelerimize ve eylemlerimize hakim olmasına izin verdik. Bu yönde ne kadar ilerlersek, temel birleştirici doğa yasasından kendimizi o kadar uzaklaştırırız. Bu bölünme çoğaldıkça herkesin acı çekmesine yol açar. Bu nedenle, devam eden virüs salgını, bizi daha bilinçli, karşılıklı bağımlılığımızın farkında olduğumuz bir topluma doğru yönlendiriyor, böylece daha iyi bir gelecek için özlemlerimiz meyve veriyor.

İnsan ilişkilerimizde ve bağımızda nasıl ideal sonuçlar verebiliriz? Her şeyden önce, her insanın bir tür alıcı ve verici gibi davrandığını anlamak önemlidir. Sürekli mesajlar alıyoruz, bunları kendi içimizde işliyor ve iletiyoruz. Bu yüzden, insanlar arasındaki iyi bağlar ve tamamlayıcı ilişkiler hakkında düşünmeye başladığımda, kelimeler olmasa bile, olumlu bir duygu alanı zaten etrafıma yayılıyor.

Dahası, yaşamımız boyunca içinde hareket ettiğimiz çevredeki olumlu etkiyi arttırmak için, her şeyden önce çevremizi değerlendirmemiz gerekir. Bu, ilişki içinde olduğumuz insanların mevcut durumunu, ulaşmak istedikleri durumu, neyi başarı olarak değerlendireceklerini ve iyi bir geleceği nasıl tanımladıklarını kontrol etmemiz gerektiği anlamına gelir. Daha sonra, onlara uyarlanmış bu vizyona dayalı bir sosyal yardım eylem planı oluşturmalı ve bu hedefleri gerçekleştirmelerine yardımcı olmanın bir yolu olarak karşılıklı bağı derinleştirmeyi teklif etmeliyiz.

Başkalarının ihtiyaç ve isteklerine karşı bu tür bir duyarlılık, çocuklarımız ve aile üyelerimizin yanı sıra işteki arkadaşlarımız ve meslektaşlarımızla olan ilişkilerimizle de ilgilidir. Bu aynı zamanda sağlık, kariyer ve iş başarısının artmasıyla, daha iyi ilişkilerle – gerçekte her şeyle ilgili olabilir. Kesin durum ne olursa olsun, ilke her zaman aynıdır: Önce insanların nerede olduğunu ve neyi hedeflediklerini anlayın ve daha sonra onlara, etraflarındaki insanlar arasındaki iyi bağlar yoluyla hedeflerine ulaşabileceklerini nasıl göstereceğinizi düşünün.

“Bağ” kelimesinin ne anlama geldiğini daha iyi anlamak için, örnek olarak aile çemberini ele alalım. Birbirine bağlı bir aile nasıl görünür? Kimseyi savunmak veya kimseden saklanmak zorunda kalmadan, herkesin birbirine açık hissettiği, birbirini anlamaya ve desteklemeye istekli olduğu bir yerdir. Aile, atmosferin herkesi çevreleyen, sıcak, yumuşak bir bulut gibi olduğu bir birim olmalıdır.

Bakış açımızı genişletmek istersek bir adım daha ileri giderek, bu bağ odaklı yaklaşımla ülkemizin ne kadar farklı yönetileceğini öngörmeye çalışabiliriz. İnsanlar bir aile içinde olduğu gibi birlikte oturup, bağ kurabilseydi, toplumlarımız çok farklı bir şekilde davranırdı. Sabahtan akşama kadar böylesine acımasız yollarla savaşmak yerine, her adımda aramızda daha barışçıl etkileşimler olurdu.

Tüm meşru anlaşmazlıklara rağmen bizi duygusal yakınlık ve uyum durumuna ne yöneltebilir? Bir “bağ kurucu” olarak her birimiz sürekli olarak diğer kişilerin gözlerinin önüne bir ilke koymalıyız: Birini daha iyiye doğru etkilemek için, nasıl daha ileriye doğru gideceğimizi, karşılıklı önemi daha fazla nasıl geliştireceğimizi hep birlikte düşünürken, önce sempati, övgü ve anlayış içinde karşımdaki kişiyle bağ kurmalıyım. Başka bir deyişle, mutlu bir varoluş adına en verimli zemini yaratmak için, her birimiz başkalarını sevmeyi uygulamaya koymalıyız.

“Çevre Dostu Olmak Ne Demektir?” (Quora)

Çevre dostu olmak ne demektir? Ozon tabakasını korumak, kirletmemek ve / veya fosil yakıtları yenilenebilir enerjilerle değiştirmek anlamına mı geliyor, yoksa bu tür eylemlerde bir şeyler mi kaçırıyoruz?

Cansızdan bitkisel, hayvansal ve tabii ki insanlara kadar doğayı her düzeyde önemsemeliyiz. Her seviyeye ve özellikle insana zarar vermek yasaktır.

Birbirimize karşı tavrımız doğayı nasıl etkiler? Olumlu insan ilişkisine öncelik verirsek, o zaman doğanın diğer seviyeleriyle olumlu bir şekilde ilişki kurarız. O zaman aynı şekilde doğanın bize nasıl olumlu tepki verdiğini de görebiliriz.

Kabala bilgeliğine göre, insanlar arasındaki nefretin doğada olumsuz dalgalanma etkileri vardır. Doğadaki bize karşı olumsuz olayların sebebidir. Doğa bizimle sürekli iletişim halindedir ve onun mesajına ne kadar erken uyanırsak, o zaman her şeyden önce birbirimizle pozitif ilişki kurmamızı gerektirdiğini o kadar çabuk anlarız. Bu yöndeki en ufak bir hareket bile doğayı olumlu yönde etkileyebilir ve doğadan bize geri dönen uyumlu bir tepkiye tanık oluruz.

Twitter’da Düşüncelerim / 1 Nisan 2021

Yaradan bizi zıt olarak yarattı – hepimiz nefrette ve itilişte yaşıyoruz. Ancak kırılmayı hesaba katmamalıyız. Aksine, “Sevgi tüm günahları örter”. Ne kadar günah ifşa edersek edelim, onların üstündeki sevgiyi ifşa etmeliyiz.

Aramızdaki güçler ağında, birbirimize zıt olarak ve aynı zamanda, reddedişin üzerine çıkarak üst gücü ifşa ederiz. Ancak tüm farklılıkların üzerinde birleştiğimizde üst güç açığa çıkar ve üzerimizde hükmeder.

Kimin haklı kimin haksız olduğunu tartışarak iyi bir toplum örgütleyemeyeceğiz. Haklı olan, kendisine karşı olanlarla birleşmek isteyen kişidir. Böylelikle Yaradan’a ifşa ve yönetmek için bir yer veriyoruz. Sadece bir hükümet başkanımız var – o da “yukarıda”.

Hayvanlar, İnsan Olmamıza Yardımcı Olacak

Yorum: Veteriner hekimler, günümüzde hayvanların depresyon nedeniyle çok sayıda hastalığa sahip olduğunu söylüyor. Eskiden evcil hayvan hastalıkları hakkında 50 sayfalık minik bir ders kitabı vardı ve şimdi 500 sayfayı dolduruyorlar.

Bir Rus veterinerlik ders kitabında okudum: “Yeterince yüksek zekaya sahip hayvanlar (köpekler, kediler) üzülüyorlar.” Sanki bir insandan bahsediyorlar: “Pencerenin dışı kasvetli ve soğuksa ve ev aynıysa, üzülüyorlar. Sahibi onları yürütmek için acele ediyorsa ve bu onun için zorunlu bir programsa ve bunda eğlence yoksa, hayvanlar üzülüyorlar. Sahibinin kendisi kötü bir ruh hali içindeyken, sinirli olduğunda, hayvan kendini yalnız hisseder.”

Görünüşe göre sanki hayvanlar hakkında değil, bir insandan bahsediyorlar.

Cevabım: Tabii ki onlar da bir ruha sahip.

Soru: Onlara her şeyi verdiğimizi söylüyorlar. Yani, onlar bizim tüm deneyimlerimizin, nefretimizin ve dünyada olup bitenlerin kurbanıdırlar.

Cevap: Hayvanlar çok hissediyor. Çok! Bir insandan çok daha fazlasını. İnsan unutabilir, dikkati dağılabilir, böyle sistemleri vardır. Ancak hayvanlar yapmaz. Sahibinin sahip olduğu şeyi direkt olarak hissediyorlar. Ve bu yüzden yanınıza uzanır, ağzını bacağınıza koyar ve gözlerinizin içine bakar ve işte bu kadar, onun için başka hiçbir şey yoktur. Siz onun tanrısısınız. Bu ürkütücü! Bizler onu anlamıyoruz, sempati duymuyoruz ve ihmal ediyoruz.

Soru: Gerçekten bir ustamız varmış gibi hissetmediğimiz için mi?

Cevap: Evet. Böyle bir örneğimiz yok.

Soru: Bu bize ne öğretebilir? Sorumluluk hissedebilir miyiz?

Cevap: Sonunda hepimiz birbirimizi etkiliyoruz. Yine de bitkisel, hayvansal ve insan doğası birbiriyle ilişkilidir. Yani onların çektiği acı bile bizimkiyle bağlantılı ve biz bunu hala bizim seviyemizde hissediyoruz. Dolayısıyla, hayvanlara dikkat edersek, tedavi edebileceğimiz birçok hastalık ve sorun var. Yani insanları iyileştirmek için hayvanlar aracılığıyla, bu seviyede bu depresyonların ve tüm bu sorunların daha da yayılmasına izin veremezdik. Ama onu takdir edip kabul edemeyiz. Kalplerimizde kedileri veya köpekleri anlamıyoruz.

Soru: Hayvanların aslında bizi tüm bu koşullardan iyileştirmek için ortaya çıktığını söyleyebiliriz miyiz?

Cevap: Yanımızda yaşayan hayvanları kendimizin bir parçası olarak kabul etmeli ve onlar aracılığıyla kendimizi iyileştirebileceğimizi ve düzeltebileceğimizi anlamaya başlamalıyız.

Soru: Yani onları genel olarak insanlaştırır mısınız?

Cevap: Hayır, ben sadece hayvanların insanlarla etkileşimini, bir hayvanın ne kadar empati kurduğunu ve insanı ne kadar tamamladığını ve insan deneyimlerini ve ıslahlarını kendi vasıtasıyla geçirdiğini anlıyorum.

Soru: Islahlarla neyi kastediyorsunuz?

Cevap: Demek istediğim, eğer kişi yanındaki hayvana daha fazla ilgi gösterirse, hayvan aracılığıyla kendisini ıslah edecektir.

Neden olmasın? Aynı zamanda ona kendi parçanı veriyorsun: biraz kalbinden, biraz da ruhundan.

Soru: Ve bundan sonra, eğer böyle yaşarsam, yavaş yavaş başkalarına böyle davranmaya başlarım?

Cevap: Elbette. Ve

mutlaka başkalarına değil. Onun aracılığıyla, bu köpek ya da kedi aracılığıyla ya da sahip olduğunuz her neyse. Bunu yaparak dünyaya iyi tavrınızı yayıyorsunuz! Bu zaten sizin ıslahınız. Bunu sizden nasıl beklediklerine, talep ettiklerine bir bakın. Hiçbir gizli düşünceleri yoktur; onlar hala hayvan seviyesindeler.

Bence hayvanlar, onlara doğru bir şekilde davranırsak, insan olmamıza yardımcı olabilirler.