Daily Archives: Nisan 15, 2021

Birlikte Haykırmak

Eğer Yaradan’a tek başıma haykırırsam, yakarışım kaçınılmaz olarak egoist olacak ve cevapsız kalacaktır. Ancak grubun içinden haykırırsam, mutlaka oraya başkalarının arzuları da eklenecek ve bu ölçüde talep duyulacaktır. Bu nedenle, tek başına Yaradan’a dönmenin bir anlamı yoktur çünkü bu şekilde kişi kendini inşa değil yok eder.

Birlikte Yaradan’a dönmemiz ve O’ndan bağımızı gerçekleştirmesini istememiz gerektiği açıktır. Bu bağdan, O’na daha büyük bir güçle dönebiliriz ve birbirimize karşı ve bizden Yaradan’a karşı, karşılıklı ihsan etme için güç isteyebiliriz.

Aramızdaki Mısır’dan çıkarız, aramızdaki Son Deniz’i (Yam Suf) geçeriz, aramızdaki çölün içinden geçeriz, aramızda olacak olan Tora’yı alırız. Böylece, hepimiz karşılıklı ihsan içinde bağ kuruncaya kadar ilerleriz ve bu ihsanın ışığında, şimdiki dünyamız gibi değil, milyarlarca kez daha büyük, sonsuz genişlikte yeni bir dünya görmeye başlarız.

Ayrıca bu, sonsuz ve mükemmeldir, her şeyi hissettiğimiz, anladığımız ve asla yorgun hissetmediğimiz, hiçbir zorluk ve engel olmadan ilerlediğimiz bir dünya. Bütün bunlar sadece aramızdaki bağa bağlıdır.

Pesah, Mısır’dan çıkış, Firavun, Nahşon’un denize atlaması – bunların hepsi onlunun içinde gerçekleşir. Her bir durum dostlar arasındaki ayrılıkla başlar ve birliğimizin ölçüsünde, üst gücü, Yaradan’ı ifşa ettiğimiz onluda tam bir bağ ile sona erer.

Büyük olaylardan – Kızıldeniz’in ayrılması, yaşam ve ölüm, sert savaşlar hakkında – konuştuklarında tüm bunlar sadece onlunun içinde var olur. Tüm bu durumlardan geçen On Sefirot‘un bir manevi Partzuf’undan başka hiçbir şey yoktur.

“Covid-19 Nasıl Sonlandırılır?” (Linkedin)

Dünyadaki her ülke Covid-19’un dertleriyle tek başına boğuşuyor. Almanya, başka bir tecrit yolunda ilerliyor; Fransa zaten tecrit altında; Hindistan yeni doğrulanmış vakalarda rekor kırdı ve Brezilya Covid ölümlerinde rekor kırdı. Salgının herkesin sorunu olduğunu hissettiğimiz bir zaman vardı ve o zaman başkan adayı Joe Biden “Her hangi bir yerdeki enfeksiyon, her yerdeki enfeksiyondur” dedi. Şimdi, her ülke kendi başına virüsle savaşıyor. BM Genel Direktörü aşıların uygulanmasındaki eşitsizlikten şikayet etti ve bazı ülkeler nüfuslarının yarısını aşılamışken, diğerleri aşıların hiçbirinden tek bir doz almadı.

Bu tutuma devam edersek, bu salgının sonu gelmeyecek. Varyantlar ortaya çıkmaya devam edecek ve yayılma devam edecektir. Bu krizi çözmek istiyorsak, salgının küresel bir sorun olarak algılanmasına geri dönmeli ve ona öyle davranmalıyız. Küresel bir aşı bankası olmalı ve tüm insanlık için yeterli aşı üretmeliyiz. Daha sonra, ilk önce kimin alması gerektiğine öncelik vermeliyiz: yaşa göre, ülkeye göre vb. Mümkün olduğunca tarafsız olunması gerekir.

Şu anda her ülke kendi çıkarını düşünüyor ve her zamanki gibi bencil davranıyor. Aynı zamanda, Covid-19’un küresel doğası, her ülke diğer tüm ülkeleri etkilediği için, sağlığımız hakkında yerelden çok, küresel olarak düşünmeye başlamamızı gerektirir. Ayrıca, aşıların karşılanması için mali yeterlilik, aşıların uygulanmasında dikkate alınmamalıdır.

Basitçe söylemek gerekirse, insanlığa kendi ailemize davrandığımız gibi davranmalıyız. Bunu yaparsak, en azından aşıları en çok ihtiyaç duyulan yerlere göndermeye çalışacağız ve bu şekilde hepimiz pandemiden çok daha hızlı kurtulacağız. Hepimiz iyileşene kadar kimsenin güvende olmadığını unutmamalıyız. Bir bakıma salgın, doğanın bize verdiği, dikkate alınması gereken bir derstir. Şimdiye kadar bizler kötü öğrencilerdik.

Pesah Bayramı’nın Yol Gösterici Işığı

Görünüşe göre Tora’da maceralar ve büyük yolculuklar hakkında yazılmıştır: Eski Babil’den bugün İsrail’in bulunduğu Kenan topraklarına, oradan Sina çölüne, çölden Mısır’a ve içinde geçen tüm olaylarla birlikte uzun yıllar orada yaşayış ve sonra Mısır’dan kaçıp Kızıldeniz’i geçiş.

Bütün bunları, coğrafi yerlerden ve tarihi olaylardan yavaş yavaş ayırarak, bir insanın içinde meydana gelen durumlar olarak onun içine yerleştirmeliyiz.

Herkes kendi içinde, Mısır, çöl, Firavun ve Musa olarak adlandırılan nitelikleri – hikayenin tüm ayrıntılarını ve karakterlerini tasvir etmelidir. Bu hikaye, kişinin içinde ve onludaki ilişkilerin içinde ortaya çıkmalıdır.

Bunu onlu içinde hayal etmek daha zordur, çünkü maneviyata daha yakındır. Bu süreci içimizdeki hisler içinde inşa etmeliyiz ki böylece herkes, Tora’nın cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerine atıfta bulunan tüm isimlerin nasıl bir kişinin hislerine, düşüncelerine, içsel süreçlerine ve başkalarıyla olan bağlarına yansıması olduğunu hissedebilsin.

Kişi yavaş yavaş Pesah ışığının onun üzerinde nasıl çalıştığını, yani bir grupta çalışırken, ama şimdiye kadar her şeyi egoist bir şekilde yaparken, fiziksel durumundan geçiş ışığını hissetmeye başlar. İhsan etme niyetinin ne olduğunu bilmez, çünkü ikinci bir doğa elde edene kadar onu açıklamak ve tasvir etmek imkansızdır.

Pesah hikâyesi Firavun için zorlu çalışmanın getirdiği çaresizliği anlattığı gibi, kişi de egoizminin kontrolünden çıkıp komşusuna sevgiyle bir şeyler yapmaktan ümidini keser. Kendi içinde böyle güçleri, eğilimleri ve arzuları bulmaz.

Aniden içinde bir şeyin uyandığını hisseder ve özgecil ihsan etmek denen, bir kişide gerçekten böyle bir niteliğin olabileceğini anlamaya başlar.

Çünkü onu etkileyen ve ona yeni bir nitelik aktaran özel bir aydınlatma vardır. Özlememiz gereken değişiklik budur. Elbette, bu yalnızca kişinin çabasından değil, sadece yukarıdan gelen ışıktan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle tüm çalışmamız, bağımızı kurarken yaptığımız tüm açıklamalarla ilgili olarak, onluda doğru bir şekilde organize edilmesi gereken bir dua, bir taleptir.

Mısır’dan göçün tüm süreci on Sefirot içinde, onluda gerçekleşir. Bu nedenle her şeyin, duanın gücüyle elde edildiği giderek daha açık hale gelir ve tüm çabalarımızı sadece buna yönlendirmeliyiz: Birlikte dua etmek, böylece herkes dostunu hisseder ve ona yardım etmeye hazır olur.

Sonra üst güce yakarışımızda bağ kurarız, bağ gücünün aramızda ortak bir nokta bulmamıza yardım etmesini isteriz, böylece herkes kendisinden çıktığını ve üst Malhut denilen, ortak arzuya dahil olduğunu hisseder.

Eğer kişi sadece kendi içindeyse, alt dünyadadır. Ortak arzuya yükselirse, kendisini zaten üst dünyanın Malhut’unda bulur. Kişi böylelikle Pesah’ın ikinci aşamasına yani “geçiş” e girerek Mısır’dan çıkışa doğru bir adım atar. Kişi zaten Firavun’un değil, Yaradan’ın kendisine hükmetmesini istemektedir, böylece Yaradan kişinin içinde hüküm sürer. Bu nedenle, üst otoriteyi, Firavun’dan üst güce değiştirmek için, özel bir geçiş yaşayacaktır.

Kişi, egoizmine ne kadar bağımlı ve bağlı olduğunun giderek daha fazla farkına varır, bilinçli veya bilinçsiz olarak sürekli kendi çıkarına hareket etmektedir. Şimdi, Yaradan’ın yararına ve onlunun yararına nasıl hareket edebileceği hakkında giderek daha fazla düşünmeye başlar. Bu zaten Mısır’dan çıkışa yakın olduğu ve Pesah ışıklarının kişi üzerinde çalıştığı anlamına gelir.

“Musa Tarafından Kızıldeniz’i Geçişin Gerçekten Olduğunu Düşünüyor Musunuz?” (Quora)

Kabala bilgeliğine göre, Kızıldeniz’i geçiş, kişinin egoist arzularını geride bırakıp sevgi, ihsan etme ve bağ için manevi arzularına girmesinin, içsel bir manevi durumunu tanımlar. Esasen bu dünyadan manevi dünyaya geçiştir ve kendisini manevi yükseliş metoduna veren her insanda ortaya çıkan bir süreçtir.

Bu dünyanın egoist sınırlarından yani yalnız kendi çıkarımız için zevk alma arzusundan çıktığımızda, onu bir kez ve sonsuza dek terk etmeliyiz. Böyle bir değişimde geçtiğimiz sınır, “Kızıldeniz’i geçmek” olarak tanımlanır.

Egodan çıkma süreci, daha önce olduğu gibi egonun kölesi olmak için Mısır’a geri dönme arzusu (yani kendimize yönelik taleplerimizin kontrolü altında yaşamak) olarak ifade edilen güçlü egoist direnci gerektirir. Mısır’dan çıkmak isteyen ulus, daha özgecil, verici ve sevgi dolu olmak için nasıl ilerleyeceği konusunda hala bir fikre sahip değildir.

Bu durumlar, her insanın ve bir grup insanın içinde birbirleriyle bağ kurmak için egosunun üzerine çıkmaya çalışırken canlanır. Kızıldeniz’in ayrılması, Kabalistlerin Musa’nın değneğiyle sembolize edilen “mantık ötesi inanç” dedikleri bir süreçle gerçekleşir. Genel olarak, “mantık ötesi inanç”, manevi yolda ilerlemenin- sevgi, ihsan etme ve pozitif bağ yolu – öneminin, egoist ve materyalist arzularımıza kalan hizmetkârların önemi üzerine yükseltilmesi anlamına gelir. Normalde, maneviyatın önemi, egoist arayışlar için doğal olarak taşıdığımız önemden daha düşüktür ve bu nedenle maneviyatın önemini artırmak, manevi edinimi hedefleyen benzer düşünen insanların destekleyici bir ortamını gerektirir.

Kızıldeniz bölümleri, mantık ötesi inanç içinde olanlar içindir. Kızıldeniz’i geçmek, egoist arzuların kontrolü altındaki maddi geçici dünyadan, karşıt özgecil bir işletim sistemi tarafından yönetilen, ebedi manevi dünyaya geçmemiz anlamına gelir. Firavun’un orduları “mantık altında ” olarak adlandırılan, içsel durumu temsil eder. Onların boğulmaları, maneviyata geçerken geride kalan egoyu temsil eder.

Bu eylem, Nahşon’un denize atlamasıyla sembolize edilir. Nahşon neden önce Musa yerine denize atlıyor? Bunun nedeni Musa’nın zaten bu durumun ötesinde, Bina niteliğinde olmasıdır. Başka bir deyişle, sevgi, ihsan etme ve bağın manevi nitelikleri zaten Musa’yı yönetmektedir. Onun bu manevi niteliklerle bağı, ulusu yönlendirir yani egodan çıkmayı ve manevi bir bağa girmeyi amaçlayan arzular, onları yavaş yavaş egodan salıverir ve manevi bağa götürür.

Mantık ötesi inanç yoluyla ilerleme arzusu olmayan, ancak egoda kalmak isteyen arzular, mantık ötesi inanç koşulu tarafından öldürülür. Bu, onların egoları üzerinde sevgi ve ihsan etme niteliğini edinemedikleri için, Kızıl Deniz’i geçemeyecekleri manevi edinime giremeyecekleri anlamına gelir. Egoist arzular denizde ölür, egoist ve özgecil arzular arasında bir bölünmeye neden olur.

Deniz veya genel olarak su, yaşamı- Bina niteliğini, ihsan etme ve sevgiyi temsil eder. Biz suda doğarız. Su hayatın temelidir, ancak hem iyi hem de kötü sular vardır. Su hala egonun sınırları içindeyken zararlıdır, içinde bulunanları boğar.

Kızıldeniz’i geçme hakkındaki tüm hikaye, doğaüstü bir yeteneğin kazanılmasını, başkalarını kendi çıkarları olmadan önemsemenin niteliğini ve başkalarına fayda sağlamanın kendi çıkarından daha önemli hale geldiği tamamen farklı bir varoluş sistemine geçişi anlatıyor. Bir sınırı aşarız ve daha önce sıradan ego aracılığıyla sadece kendimiz için yaşarken, başkalarına sevgi ve ihsan etme hayatına geçeriz.

Kızıldeniz’i geçmek, böylece hayata karşı tutumumuzun tamamen tersine döndüğünü – egoizmden özgeciliğe, dünyevilikten maneviyata, bölünmeden bağa ve alma arzusundan ihsan etmeye – ve sadece Yaradan gibi sevgi ve verici olma arzusu tarafından yönlendirilir: hiçbir kişisel çıkarı olmayan saf ihsan gücü.