Monthly Archives: Nisan 2012

İş Yaşamın Merkezi midir?

Soru: Eğer insan nüfusunun yarısı çalışmıyor olsaydı, yani çalışanlar eğer çalışmayanlara ve sadece okuyanlara, araştırma yapanlara destek olmak, vermek zorunda kalsaydı, o zaman çalışanlar ve çalışmayıp okuyanlar arasında karşıtlık meydana çıkmaz mıydı?

Cevap : Öncelikle, birey hem çalışanlara hem de okuyanlara aynı şekilde uğraşan, katkıda bulunan kimse olarak bakmalıdır. ”Çalışan veya çalışmayan” şeklinde bir kavram olmayacaktır. Yaptığımız araştırma ve istatistiksel verilere göre, dünya nüfusunun %1-2’i gerekli gıda maddelerini üretebilir ve ek olarak nüfusun %6-7’si de insanın ihtiyacı olan diğer kalan şeyleri üretebilir. Gerekli olan herşey; anlayabildiniz mi? Diyelim ki üreten bu kişi sayısı dünya nüfusunun %10’u olsun o zaman kalan diğer kimseler ne olacak? Onlar ile ne yapılacak? Yok mu edilecekler?

Anlamamız gereken aslında, kişinin tamamen bugünkü çalışma tarzı içinde olduğu gibi çalışmak zorunda olmadığı. Geçmiş son birkaç yüzyıl dışında, kişinin, sabahtan akşam geç saate kadar çalıştığı görülmemiştir. İş, kişi için çok önemli bir hal haline gelmiştir. Rahatlık için, çocuk yuvaları bile firmalara yakın yerde olmak üzere organize edilmiştir. İş genel anlamda yaşamımızın merkezi haline, bu statüsüne ulaşmıştır.

Fakat neden bu şekilde olmalıdır ki? Neden kişi işe günde iki saat gelerek ve kalan zamanını okuyarak geçiremez? Bu şekilde kişi kendi eğitimi üzerinde çalışır, bütünsel gelişim üzerine çalışır. Kişi ve sürece ait olur ve hergün değişim derecesine göre, doğa ile kendini büyük bir denge haline getirir. Ve bu devamlı bir yenilenmedir. Bizler bunu yapmak mecburiyetinde kalacağız. Kimsenin birşeyden vazgeçmesi gerekmez; herkes bu konuda eşit olacaktır.

Bugün eğer bir kimse ile iletişime geçerseniz, öncelikle ortaya çıkanlar: Kimsiniz, neredesiniz, mesleğiniz nedir, ne kadar para kazanırsınız? İşte bunlar bizi ilgilendirir. Fakat bizler şimdi farklı bir toplum tarzına doğru geliyoruz. Ne Dünya ne de doğal kaynaklar veya çevre (çoğunu zaten kirlettiğimiz) bizim bu şekilde ilerlememize izin veremeyecektir. Bizler bunu zaten görüyoruz.

Bizler hiç bir şekilde kimsenin fikrini değiştirmeye çalışmıyoruz, diğer bilim adamları gibi, bu şekilde hareketlerimize yön vermemiz gerektiğini yani başka şekilde değil; bizler basit bir şekilde mümkün olan bir çareyi sunuyoruz. Bizler başka önerileri duymaktan da memnun oluruz. Bizler sürekli bir şekilde araştırma yapıyoruz ve bu metodolojiyi devamlı en yeni veriler ile tamamlıyoruz. Genel anlamda bu çalışma araştırmanın bir parçasıdır. Eğer bana 10 sene önce bunu sormuş olsaydınız, o zaman bugün dediğimin sadece ufak bir bölümünü benden duyardınız. Bunun yanısıra, bizler dünyadaki diğer meslektaşlarımız sayesinde çok şey keşfettik ve halen birbirimiz ile karşılıklı iletişim içinde daha da yakınlaşma sağlayarak beraberce ilerliyoruz.

Šiauliai Universitesi, 22.3.2012 tarihli Litvanya’daki dersten

Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 8 Nisan 2012, 15:39’da yayınlanmıştır.

Tüm İnsanlık İçin İntegral Eğitim Gerekir

Dr. Michael Laitman ile Psikolog Anatoly Ulyanov’un Konuşmaları

1. Konuşmadan alıntı,  11 Aralık 2011

Tüm İnsanlık İçin İntegral  Eğitim Gerekir

Dünyanın durumu hızla değişiyor ve yetişkinleri eğitmek için bir integral metodun  oluşturulmasına gerek olduğu ortaya çıkıyor. Gelişmiş ülkelerden çeşitli  mesajlar alıyorum: İşsizlik artmaktadır.

İnsanlar, işsizlik için sosyal yardım almalarına rağmen şaşkınlık içindeler. Şimdilik, bu yardımlar hâlâ  alınabilir, fakat bir sonraki adımda ne olacağı bilinmemektedir. Nihayetinde, işsiz kalacak yüzlerce milyon insandan bahsediyoruz, çünkü  kriz, ‘’öncelikli ihtiyaç’’ olmayan  tüm üretimi yok edecektir. Kimsenin ihtiyaç duymadığı şeyleri  üreten insanlar ne yapacaklar?

İnternet sayesinde, karşılıklı iletişim ve birbirimize karşılıklı olan etkimiz sayesinde, protesto hareketlerinin nasıl büyüdüğünü görüyoruz. Bütün insanlık, sıradan vatandaşlardan yönetimlere kadar, bu süreci kontrol altına almakla ve onun anlık gelişimini önlemekle ilgileniyor, çünkü modern silahlar ve olayların tahmin edilemeyen seyri, korkunç sonuçlara götürebilir.

Sivil  hatta dünya savaşları gibi her türlü felaketi engellemek için, kitlelerin global, integral eğitimi hakkında önceden düşünmeliyiz.

Sağlıklı İnsanlar, Aile ve Toplum için Anahtar

Soru: Diyelim ki yetişkinler için integral eğitim kursları düzenledik. Bu kursu tamamladıktan sonra aldıkları sonuç ne olacak?

Cevap: Unutmamalıyız ki doğa bize, şu andan itibaren, bizi tek bir amaca götüren sadece  iki yol sunuyor. Doğanın nihai amacı, tüm parçalarının tam birliğidir, genel doğanın parçası olan insanlık dahil olmak üzere.

Bu duruma – ahenk, tam denge ve homeostaz durumuna – iki yol ile ulaşabiliriz. Bunlardan biri, ıstırabın yoludur, arzularımıza ve iç dürtülerimize rağmen  bu ihtiyacın farkına varırız. Bu yol çok zor, karmaşık ve zorlama bir yoldur.

Aslında, doğa bizi sürekli bu şekilde geliştirmiştir. Bu, evrimin sürecidir – arkadan itiliriz ve böylece konforlu bir hayat  ararız. Bundan çıkan sonuç şudur ki, arkadan itilerek daha iyi bir yaşam ararız, birçok hata  yaparız, fakat sonunda gelişiriz. Geçmişte, insan, küçük toplumlar ve genel olarak tüm insanlık böyle gelişti.

Ancak layıkıyla gelişmek için bir imkân vardır, kişi tüm doğanın bütünselliğe yönelik hareket ettiğini önceden anlamıştır. Şimdi, bu gelecekteki bütünselliğin ilk işaretleri görünür oldu ve bizi, toplumun, doğanın ve evrenin bir parçası olarak bunun içinde var olmaya zorluyor.

Doğa, denge için çalışır, çünkü denge hem onun her parçasının (örneğin, vücudumuzun) hem bütün sistemin sağlığı, güvenliği ve sürdürülebilirliği için anahtardır.

Gelecekteki bu durumu, tüm insanlığın ortak hedefi olarak algılayalım ve en azından dünyanın farklı bölgelerinde, çeşitli uluslararası organizasyonlar, düşünceler ve en önemlisi eğitim aracılığıyla ona yaklaşmaya başlayalım. Eğitim zorla  olmamalı;  insanlara sadece doğanın kanunlarını, insan toplumunun  gelişim kanunlarını – davranış, öğretim, aile ilişkileri ve çocukların eğitimi – anlatmalıyız. İnsanlara, oldukça mütevazı bir maaşla, ödenekle veya bursla nasıl yaşanacağını öğretiyoruz.

Tüm bunlar insanlara öğretilmeli. Nasıl çocuk yetiştireceklerini ve nasıl birbirleriyle  geçineceklerini bilmiyorlar. İnsanlığın tamamen farklı bir şey öğrettiğini görüyoruz: Çocuğunu ve gelecek nesli, iyi yaşaması için eğitmiyor, yetiştirmiyor.

İnsanların nasıl mutlu olacağına dair düşünmüyoruz. Onları kapitalist rekabetin uçurumuna itiyoruz. Bu rekabet içinde memnuniyetle “birbirlerini yemeye” heveslidirler. Fakat bu yarışmada kazanan kimse yoktur ve sonunda, onları sürekli stres ve sorunlara mahkum ediyoruz. Sonuç olarak, hiç kimse mutluluğu bilmiyor.

Psikologların, sosyologların, ebeveynlerin, öğretmenlerin ve sorunu çoktan anlamış olan veya anlayabilen insanların, az çok doğru bir sonuca varmaları gereklidir. Bilim adamlarının yardımıyla, toplum ve internet (bugün çok önemli bir güç), tüm insanlığa bu integral eğitimin sağlıklı toplum, insan ve aile için bir anahtar olduğunu gösterebilecektir. İntegral eğitim olmadan, hayatta kalamayacağız; büyük kayıplarla ilerleyeceğiz. Elbette, aynı amaca ulaşacağız ama bu korkunç bir yol olacaktır.

Beni Konforlu Hapishanemde Rahatsız Etmeyin!

Soru: “Bütünlük’’ kelimesi global  açıdan az çok net olabilir, ama bir birey veya bir aile için, “integral (bütünsel) olmak” ne anlama gelir?

Cevap: Bütünlük için klasik bir örnek olarak dişli çarklar arasındaki ilişki biçimi gösterilebilir. Biz, birbirine geçmiş dişli çarklardan oluşan bir mekanizma gibi birbirine bağlıyız. Onlardan birinin herhangi bir hareketi, diğer hepsinde aynı yöne doğru benzer bir hareketi mecbur eder.

Ve bugüne kadar, bu ilişki henüz tamamlanmış değildir: Şu an için, bir bağlanma kutusundayız gibidir, birbirimizden belli bir mesafedeyiz ve yavaş yavaş birbirimize  temas ederiz. Yani, birbirimize göre biraz teğetsel hareket vardır ve bu ciddi bir bağ oluşturmaya başlamıştır.

Önümüzdeki yıllarda öyle bir bağa ulaşacağız ki dişli çarklar birbirleriyle tamamen uyumlu bir şekilde dönecekler. Yaşamın her düzeyinde ağır bir baskı altında olduğunuzu düşünün ve düşünceleriniz, arzularınız, eylemleriniz ve kararlarınız tamamen etrafınızdaki  koşullara ve topluma bağlıdır. Kendinizi bir hapishanedeymiş  gibi, mutlak bir kölelikteymiş gibi hissedeceksiniz.

Bu durum dayanılmaz bir haldir. İnsan bu halden kurtulmak ister. Zihinsel, ruhsal ve duygusal her seviyede, sürekli, korkunç bir baskı hissetmemek  için, herhangi bir yere kaçmak ister, hatta ölmek bile ister.

İnsanları, herkesle olan temaslarını güzel ve hoş  olarak algılamaları için hazırlamamız gerekir. Genel olarak bu durum bizim doğamıza  tamamen terstir, ama bu kaçınılmaz şekilde yaklaşıyor ve insanlığın bunun içine nasıl  gireceğini düşünmek beni korkutuyor.

Biz yavaş yavaş bu duruma yaklaşıyoruz. Bu durumun  her türlü devrimi, hükümet değişimini, bir yerde ailelerin çöküşünü, başka bir yerde mali veya ekonomik sistemlerin çöküşünü, vb.  nasıl kışkırttığını görüyorum. Bu, her ay ve her yıl geçtikçe daha da artacak. Eğer kişi bu durumda kendini  rahat  hissetmezse, adeta dünya savaşında “patlayacak.” Hiçbir şey onun umurunda olmayacak; çevresindeki  bu prangalardan  kurtulmak zorunda  kalacak! Bu yüzden, bu dayanılmaz durum için, içsel psikolojik dengelemeye ihtiyaç duyarız.

Modern insan hiç kimseyle ilişkide olmak istemez: Bilgisayarlarımızla birlikte kendimizi dairelerimize kapatmış gibiyiz. Ayrıca işte de bilgisayarla baş başayız. İşten sonra, bir süpermarkete uğrar, hazır yemek satın alır, onu mikrodalgada ısıtıp yer, sonra yeniden bilgisayar başına gider ve sonra da uyuruz. Bazen, belki sevgililerimizle veya birkaç arkadaşımızla görüşürüz, fakat hepsi budur.

Böyle bir yaşamı, insanlar kendi içsel taleplerine uygun olarak yaratmıştır. Ancak, kişi, istese de istemese de başkalarının onun içsel dünyasına, kaçamadığı konforlu hapishanesine girmeye çalıştığını görürse, bir şeyler yapmaya daha fazla mecbur kaldığını hissedecektir. Ve ardından elbette çok ciddi patlamalar olabilir.

Böyle bir durumu düşünün. Psikologlar böyle bir durumu çok iyi anlayabiliyorlar. Yanan bir binanın yüzüncü katından aşağı atlamak gibidir. Bu kişiye dersiniz ki, “ama kesinlikle öleceksin.” Ve o şöyle cevaplar, “Evet, ama bu noktada, benim için yangın, havadaki alevsiz bir saniyeden daha korkunç.’’ Sonrasında ne olacağını düşünmez.  Korkarım ki böyle durumlar bize acımasızca yaklaşıyor.

Rahatsız Edici Rahatsızlıklar

Soru: Modern insan tamamen evinin duvarları arasında kapalıdır. Evinde komik TV dizileri izler, kimliği belirsiz ve dikkat çekmeyen bilgiler arama eğilimindedir. Bu “global ilişkimiz’’ insanı nasıl etkileyebilir, anlamış değilim doğrusu. Eğer kendimi  daireme kapattıysam, sözünü ettiğiniz tüm bu kaygılar bana nasıl dokunabilir?

Cevap: Kötü koşullar aracılığıyla size dokunur. Eğer her şey eskisi gibi devam etmiş olsaydı, endişelenmeyin, kötü bir şey olmayacaktı. Kendinizi bir tür koza içine kapatıyorsunuz ve onun içinde var oluyorsunuz – bu sizin için konforlu bir durumdur.  Bunu değiştirmek istemezsiniz, evlenmek, çocuk sahibi olmak istemezsiniz, arkadaşlarınızla yakın ilişkiler istemezsiniz çünkü genellikle bu bir zorunluluk olarak algılanır. Ebeveynleriniz tamamen bir sıkıntı olmuştur: Onları aramak zorundasınız ve onları ziyaret etme gerçeğinden bahsetmiyorum bile.

Eğer hayatta her şey bu şekilde devam ediyor olsaydı, dünyadaki en iyi şey bu olurdu: Böylece, dünyaya geldim, ebeveynlerimden ayrıldım, bu kovan içinde kendime bir hücre oluşturdum, onun içinde varım – işte bu benim tüm hayatım. Fakat gerçek şu ki, doğanın amacı, bizi onunla dengeye getirmektir, yani bizi  tek bir analog sistemin unsurları gibi integral yapmak, tamamen birbiriyle bağlantılı hale getirmektir.

Bu sistemin tüm parçaları birbirine bağlıdır. Eğer bir dalgalanma varsa, sistemin belli bir kısmında bir rahatsızlık varsa, bu tüm sisteme aktarılır, aynı zamanda tüm sistem de rahatsız hale gelir ve sonra yavaş yavaş sistem kendi kanunlarına göre kendini dengeler ve sonra hareketsiz noktaya geri gelir. Biz ilerleriz…

Denge veya dengesizlik durumlarının her birinde, bütün unsurlar birbirlerini etkilerler. Bu mutlak bir bağlantıdır! Özellikle statik olmayan bir durumda insan bu ilişkiyi hisseder.

Statik olan durumda her şey sakindir. Ve tüm bağlar eşit olduğu zaman, ben kendimi onların ortasında bulurum, örümcek ağının ortasındaki bir örümcek gibi ve kendimi dengede hissederim. Ben, bu sınırlar çerçevesinde birlikte yaşamak zorundayım, ama herkes etrafımda dengede olduğu için ve ben de ortasında olduğum için, onların baskısını hissetmem. Herkes de böyle hisseder.

Fakat doğa canlı bir sistemdir. Doğa her zaman bizi, onun varoluşunun amacı olarak belirlenmiş, belli bir duruma yönlendirir. Bu nedenle, sürekli rahatsızlıklar, çarpıtmalar, homeostazda bozulmalar ve denge eksikliği hissederiz. Kendimizi çok kötü hissetmemizin nedeni de budur. 

Özgürlük Kölelikten  Daha Kötü Olduğunda

Soru: Sizin açıkladığınız  şekilde yaşayan  birçok arkadaş tanıyorum. Orta yaşlı  insanlar, kendileri için koza oluşturmuşlar. Onların, içsel endişelerden dolayı kendi evlerinde sakin bir şekilde yaşamayacaklarını mı söylemek istiyorsunuz?

Cevap: Bu sadece içsel bir sorun değildir, aynı zamanda dışsal bir sorundur. Dünya, üretim fazlasından kurtuluyor artık ve çalışan insanların yarısından fazlasına bugün işçi olarak ihtiyaç duyulmuyor. Bu insanlar kendilerini içsel olarak tamamen bir boşlukta bulacaklar, çünkü onlar köle olmaya alışmışlar.

Hemen hemen gezegenimizin tüm nüfusu bu şekilde yaşıyor. İnsan, her sabah evden altıda çıkar, eğer çocuk varsa çocuğunu alır, onu anaokuluna bırakır, işe gider, işten döner, çocuğunu alır ve süpermarkete uğrar. Akşamları çiftlerin, çocuklarını yıkamak, çocuğu yatağına  yatırmak ve hazır yemeği  yemek için yarım saati vardır ve hepsi bu kadardır – gün burada biter ve yarın tekrar aynı şey başlar.

İnsanların daha fazla serbest zamana sahip olmaya başladığı bir duruma doğru gidiyoruz  ve çaresizlik duygusu artıyor, çünkü insan artık kendini alışmış olduğu çerçeve içinde hissetmiyor, tamamen tüm çerçeveler dışındaymış gibi hissediyor. Bu çok daha kötüdür! Böylesi bir içsel özgürlük duygusu, kölelikten daha kötüdür.

Ve eğer insana başka bir kaynaktan tatmin kazanma fırsatı sağlanmazsa, ona sınırlar olduğuna dair bir  his, iş yerindeki gibi bir çerçeve, alışık olduğu görev ve hizmet duygusu verilmezse, o zaman çok büyük sorunlarımız olacaktır.

Anlamalıyız ki gelecekteki  insana, çalışmak, kendisine ve başkalarına hizmet etmek gibi tüm ihtiyaçlarını karşılamak için günde sadece 2-3 saat  gerekecektir. Geriye kalan tüm zamanda, en az 20 saat, kendi eğilimleriyle baş başa kalacaktır.

Bu sistemin, kendi dengesi dışına çıkmasına neden olmaktan kaçınmalıyız. Hepimiz – sosyologlar, psikologlar, siyaset bilimciler – dikkatli şekilde bir çerçeve düşünmeliyiz ki bu çerçeve sayesinde insanlık, kendini ona ihtiyaç duyulan, mutlu, yaşam hissi veren içsel duygularla tamamen doyuma ulaşmış ve hatta bunun ötesine geçmiş hissettiği bir durumu edinebilsin.

Hiçbir yükümlülük olmadığı zaman, üzerinde yukarıdan gelen herhangi bir baskı olmadığı zaman, daha fazla kazanmak için çok çalışmasına ve sonra komşularına   gösteriş yapmasına gerek kalmadığı zaman, bu kolay bir durum değildir. Biz, kendimizle, toplumla ve hayatla tamamen farklı bir ilişkiye doğru gidiyoruz,  bu da yeni bir eğitim, yeni bir yaşam algısı olarak düşünülmelidir. Bu oldukça zor bir  sistemdir. Fakat bu, bizim edinmek istediğimiz nihai sonuçtan ve öncelikle de doğanın yarattığı koşullardan gelmelidir.

Doğa, bizi aşırı üretiminden vazgeçmeye zorlayacak. Orta sınıf pratik olarak ortadan kalkacak. Geriye kalanlar, tüm kararları veren elitler, çok az sayıda memurlar, büyük bir işsizler kitlesi ve dünyanın çalışan nüfusunun % 10’u olarak üretimle ve tüm diğerlerine hizmet etmekle uğraşanlar olacak. Bu % 10 gerçekten gerekli olacak, fakat  bütün ötekilere ihtiyaç kalmayacak.

Aslında, insanoğlu öyle yaratılmıştır ki, nüfusunun % 90’ı tamamen farklı nitelikteki aktivitelerle meşgul olmalıdır: Kendini geliştirme ve kendi aralarında doğru şekilde bir ilişki oluşturma. Onlar, integral, global, kendi kendine yeten ve dengeli çevreyi yaratacaklar, bu da tüm toplumu doğa ile dengeye getirecek. Ancak o zaman biz var olma hakkına sahip olacağız.

Eğer sadece üretimde çalışan % 10’u  bırakırsak, yaratılışın amacı elde edilmeyecektir. Yaratılışın amacı, doğanın tüm parçalarını, tüm seviyelerini – cansız, bitkisel, hayvansal ve insan – kendi aralarında tamamen mükemmel bir uyuma ulaştırmaktır. Sadece o zaman bu sistem nihai bir denge durumuna gelecektir.

Evrensel Ahenk Yasası

Soru: Ahenkten bahsederken neyi kastediyorsunuz?

Cevap: Ahenk çok basittir. Doğada iki gücün olması gerçeğinden gelir: İhsan etme niteliği (pozitif güç) ve alma niteliği (negatif güç). Bu iki güç, farklı düzeylerde (biyolojik, fiziksel, ahlaki, vb) kendilerini dengeli sistemler olarak gösterir. Eğer bu güçler insan vücudunda dengede iseler, vücut kesinlikle sağlıklı demektir. Eğer doğada dengede iseler, mutlak dinlenme halinde olduğu anlamına gelir. Dengesizlik, her çeşit harekete yol açar.

Doğal olarak, dengesizlik gereklidir, çünkü yaşamı üretir. Belli sınırlar içerisinde iki güç arasındaki sürekli etkileşim, güçlerin birbirleriyle olan ilişkisindeki dalgalanmalar, yaşamı yaratır. Örneğin, göğüs, kalp ve diğer organların genişlemesi ve daralması, birbirlerini destekleyen ve tamamlayan muhalif güçlerin karşılıklı hareketi üzerine inşa edilmiştir. Yaşam, bunlar arasında oluşandır, onların doğru ve uyumlu etkileşimi nedeniyle oluşur.

Bizim uzun vadeli gelişimimizde, öyle bir noktaya ulaşacağız ki bütün insan topluluğu, özellikle tüm parçalarının karşılıklı olarak dalgalandığı bir çalışma  modunu elde edecek. Ancak, bu dalgalanmalar, nefes almak gibi, birbirlerine karşılıklı olarak bağlı olacaklar, ihsan etme niteliği alma niteliğine eşit  olacak. Onlar dönüşümlü olarak birbirleriyle etkileşimde olacaklar. Doğaya ne kadar ihsan edersek, o kadarını  almalıyız; doğadan ne kadar alırsak o kadarını vermeliyiz.

O zaman, uyum içinde, homeostasis içinde yaşayacağız, yani karşılıklı destek bağlamında yaşayacağız. Bizi iki temel güç – verme gücü ve alma gücü – arasında denge durumuna getiren doğa, bizim bu dengeye gelmemizi planlar. Bu, doğanın genel eğilimidir.

Bu genel evrensel yasa hakkında bizim yapabileceğimiz bir şey yoktur. Biz sadece nereye gittiğimizi, bu tamamen bağlayıcı, dışsal yasaya bilinçli ve gönüllü olarak nasıl uyacağımızı anlayabiliriz. Böylece, kendimizi sadece ulaşacağımız son durumda rahat hissetmeyeceğiz, gelişimin her aşamasında konforlu olacağız.

Ahenkli Eğitim Üzerine Kurs

Soru: Günümüzde, yetişkinlere integral eğitim kursu için devlet kuruluşlarından ve sivil toplum kuruluşlarından talep var. Bu kursun  yapısını nasıl  görüyorsunuz? İnsanların ahenkli şekilde, birbirleriyle uyumlu olarak nasıl yaşayacaklarını öğrenmeleri için, onları ne hakkında eğitmemiz gerekir?

Cevap: Ben, bunun sadece bir kurs değil, farklı disiplinlerden oluşmuş bir dizi olması  gerektiğini düşünüyorum. İnsanlar, ön bilgi  almalılar, bu bilgiyi bir grupta tartışmalılar, bir sınıfta veya sanal olarak, fakat bunu materyali anlaşılır şekilde açıklayabilen, uzman bir eğitmen ile yapmalılar.

Her şeyden önce, kişi insan psikolojisini basit, temel düzeyde incelemeli. Böylece her birimiz, ben kimim, ne şekilde düşünüyorum, hareket ediyorum ve başkalarıyla nasıl iletişim kuruyorum sorularını anlayabilir. Doğanın bize sunduğu temel gereksinimlere göre, eşler arasındaki, ebeveynler ve çocuklar arasındaki etkileşim psikolojisini, çocuklarla doğru şekilde ilişki kurmayı, çocukların eğitimini ve ev ekonomisini açıklamak gerekir: Ne kadar tüketiyoruz ve ne kadar geri veriyoruz. Yani kendimizi, denge halinde olmamıza imkân verecek bir çerçeveye yerleştirmeliyiz.

Elbette, her birimiz  yaşayacak bir eve, bir aileye, güvenliğe, sağlığa, beslenmeye vb. ihtiyaç duyarız. Tüm bunlar hepimizin temel gereksinimleridir ve kişi, toplumun tüm gerekliliklerini yerine getirdiği takdirde bu ihtiyaçlarının karşılanacağından emin olmalıdır.

Geri kalan tüm gereksinimler kişinin durumundan kaynaklanır: Kişi ya üretimde çalışır ya da sosyal hizmetlerde çalışır veya belki de başkalarına öğretir. İnsanlar neredeyse günde 2-3 saat çalışıyor olacaklar. Belki bazısı daha fazla, bazısı daha az çalışabilecek ama bu durum aldıkları maaşı belirlemeyecek.

Geri kalan insan kitlesi, gezegenimizdeki insan faaliyetlerine dair tüm sistem için bir denge, bir homeostaz yaratmakla uğraşacaklar. Farklı bir toplum  göreceğimiz zaman budur.

Tüm bunların, bilim dallarına ayrılarak açıklanması gerekmektedir. Bizi bugün daha fazla gelişmek istemediğimiz, mutlak bir doygunluk haline getiren bencilliğimizin gelişiminin sonucu olan insanlık tarihinin tamamını açıklamamız gerekir.

Artık yaşamdan hiçbir şey istemiyoruz. Bencilliğimiz son aşamasına ulaştığı için depresyon, uyuşturucu ve terörizm ile baş başayız. Bugün artık daha ileri gitmek istemiyoruz, tam tersine, aşağıya doğru batıyoruz – alkolizm, yozlaşma – çünkü ilerleme  potansiyeli göremiyoruz. Yani, bencilliğimiz maksimum seviyesine çıktığı için, kendini sonlandırmaya ve integral  formu edinmeye başladı, ancak biz buna hazır değiliz.

Bu nedenle, sonraki adımda ne yapacağımızı  anlamıyoruz ve dünyanın kaynaklarını, iletişim ağlarını ve genel olarak bütün gelişimi düzenleyemiyoruz. Yeni ortak bir paradigma, hayata karşı yeni bir yaklaşım, kişiye yaşamın tüm alanlarındaki – aile, toplum, ekoloji, ekonomi, vb –  krizi düzeltmek için bir fırsat vermelidir.

Genel bir eğitim kursundan sonra, integral  eğitim kursunu tanıtmamız gerekir. Eğitim kursu,  grupla çalışmayı gerektirir; insanlar tam anlamıyla iletişimin tüm unsurları üzerinde çalışırlar, bunu tartışmalar ve her türlü rol yapma oyunları aracılığıyla yaparlar.

Stokundaki yüzlerce farklı teknikten belli bir insanın görüntüsünü, belli bir rolü derleyen bir aktör gibi onlarla çalışırlar. Böylece integral dünyadaki davranış kuralları hakkında insanları eğitmeliyiz. Bu ona yapay gibi  görünmeyecek, çünkü ona başkalarıyla doğru iletişim hakkında öğreteceğiz ki böylece aniden daha üst bir sakinlik, huzur ve doyum hissedecek.

Kapitalizm yarışında çeşitli ekonomik başarılarla daha önceden doldurmuş olduğu içsel boşluğunu, tamamen farklı bir yönden, farklı bir plana göre doldurmaya başlayacak. Bu boşluk öyle bir şekilde doldurulacak ki ardından kendini güvenli ve güvende hissedecek. Hiç kimse onunla herhangi bir çatışmaya girmeyecek.

Elbette kursun bu bölümü, çok sayıda  grup içermelidir. Eşlerin, çocuklarla ebeveynlerin ve tüm mahallenin katılabileceği, heyecan verici ve oldukça ciddi bir etkinlik olacağını düşünüyorum.

Burada, yepyeni bir sosyal ilişkiler şekli, hayata ve dünyaya yeni bir bakış açısı oluşturmaya başlıyoruz, böylece insanlar doğanın global oluşunu, onun bütünselliğini ve iç ahengini hissetmeye başlayacaklar. Bu iç ahenk aslında içsel talebimizin olduğu yerde bulunur. Birbirimizle olan gereksiz yarışmamızda elde etmeye çalıştığımız ve yaşamlarımızda tecrübe etmek istediğimiz şey budur.

Beklememiz Mümkün Değil.

Soru: Kişinin eğitim sürecinde öğrenmesi gereken iyi ilişkilerden bahsettiniz. Bu ne demektir?

Cevap: Bugün, doğa, global ve integral bir şekilde birbirimize bağlı olduğumuzu yavaş yavaş bize gösteriyor. Ancak biz, karşılıklı yardımlaşmaya dair ortak, integral ve homojen bir sistem oluşturmak yerine, birbirimize karşı duruyoruz. Yani, biz hâlâ karşılıklı olarak yıkmayı ve kendine katmayı hedefleyen, bencil sistem aracılığıyla birbirimize bağlıyız.

Doğa, bize nazaran tamamen farklı bir taraftan kendini gösterir. İntegral, birbirine bağlı ve analog bir sistem olarak  bize davranır, ancak biz onların arasındaki sert çatışmalar üzerinde çalışırız. Bugün ortaya çıkan sonuç şudur ki sadece birbirimizle  baş edemiyor değiliz, aynı zamanda doğa ile de bir denge durumuna gelemiyoruz. Bu nedenle, mevcut krizi anlayamıyoruz.

Bu global, integral ve korkunç ekonomik kriz henüz başlıyor; sona ermedi. Hatta 7-8 yıl önce, bunun sadece bir başlangıç olduğuna dair uyarmıştım​​. Herkes diyor ki: Hayır, bunu atlatacağız, Amerika ve Japonya’da yaptığımız gibi hayatta kalacağız. Hayır, bu krizi atlatamayacağız! Anlamamız gerekiyor ki doğa bizi belirli bir hedefe doğru hareket ettiriyor. Artık bekleyemeyiz. Aksine, bu bize daha pahalıya patlayacaktır.

Şunu anlamalıyız ki doğanın kendisi gibi olmak zorundayız. Doğa, bizi bunu yapmaya zorlayacak. Bunun için yeterince gücü ve aracı vardır.

Toplum ve Kendini İfade Etme

Soru: İnsanlar arasında integral denebilecek bir ilişkiye örnek verebilir misiniz?

Cevap: İntegral iletişim, kişi dengeli bir şekilde aldığı ve verdiği zaman olur. Eğer insanlar arasındaki ilişki  bu şekilde çalışırsa, bu demektir ki onlar birbirine integral şekilde bağlıdırlar.

Kendimi tekrarlamak ya da bir sosyalist veya bir komünist gibi görünmek istemem, çünkü kesinlikle  onlardan biri değilim, fakat herkes kendi ihtiyacına göre aldığı ve topluma, toplumun ihtiyaçlarına göre verdiği zaman, integral bir toplum olur. İntegral, global iletişim budur.

Aynı zamanda, kişi, bu integral ilişkide keşfettikleri sayesinde, buna dair hisselerinde tatmin olur, keyif alır.  Başkalarına ne kadar daha fazla verirse ve ne kadar daha fazla integral topluma dahil olursa, o kadar daha fazla kendini doldurduğu ortaya çıkar. Bu sistemi keşfetmeye başlar, sistemin içine girer ve ona ait olur.

Bu sistemin ayrılmaz bir parçası haline gelir, elektrik devresine yerleştirilmiş elektronik bir parça, bir rezistans veya bir kondansör gibi,  sistem onunla genel bir ahenk içinde çalışmaya başlar ve o, bunun ondan geçişini  hisseder. İnsan, bu sisteme tamamen dahil olmanın ona fayda sağladığını anlamaya başlar. Kendisiyle, kendi nitelikleriyle katkı sağladığı için, kendi bireyselliğini kaybetmez. Eğer sen bir kondansör isen, senin rolün budur, eğer rezistans isen, rezistanssın. Yani temelde, sen olduğun gibi kalırsın.

Doğa, bilerek bizi belli bir şekilde yarattı ki özellikle herkesin, kendini sistem içinde maksimum derecede gerçekleştirerek, genel sisteme integral bir şekilde bağlanmasına fırsat verdi. Sizin kişisel, bireysel ve özel katılımınız, tüm sistemin integral hali ile çakışmaz, aksine, size mutlak bir kendini ifade etme imkânı verir.

Geleceğin Toplumu İçin Bilgi Paketi

Soru: Çok özel bir yetiştirme yöntemine ihtiyacımız var. Eğitimin bunun bir parçası olduğunu söylediniz. Bu bilgi paketinin neyi içermesi gerekir?

Cevap: Bu, insanın psikoloji, fizyoloji ve sosyal bilimler hakkında bilgi edindiği, insan toplumu hakkında öğrendiği dersleri aldığı bir kurstur.

Tarih boyunca, en önemli bölüm, egoizmin hem bireysel hem de genel olarak gelişmesinin sonucu olan insan toplumunun gelişimidir.

Daha sonra insanın davranış psikolojisi gelir: Kişinin kendisiyle, ailesiyle ve çocuklarıyla olan etkileşimi, eşler arasındaki etkileşim, ebeveyn olma, çocukların eğitimi ve toplum içindeki etkileşimler; bireysel kişiler nasıl bir toplum oluşturur.

Bu bilgi, açık ve net bir biçimde sunulmalı ve bütün toplum tarafından ulaşılabilir olmalıdır. Hem bugünkü toplum hakkında hem de doğanın bizleri yönlendirdiği gelecekteki toplum hakkında konuşmalıyız. İkisi arasındaki farklılık, bize bugün   duyduğumuz rahatsızlık hissini verir. Bu nedenle, bugünkü ve gelecekteki toplumun  esasını keşfetmemiz gerekir.

O zaman, insanlar kendi hayatlarında ne yapmaları gerektiğini görecekler. Böylece, kişiye bu amacı gerçekleştirmek üzere ilerlemesi için yardım edeceğiz: Kendini ve sosyal ilişkilerini değiştirerek toplumu değiştirmesi gerekir.

Böylece, devrimler yoluyla ilerlemek yerine, insanları birbirleriyle dostça, integral bir iletişim kurarak ve aralarında yeni ilişkiler oluşturarak ilerlemek zorunda bırakırız.

Devrimleri ve hatta dünya savaşlarını engellemek için tek yolumuz var. Tüm medya araçlarını kesinlikle harekete geçirmeliyiz ki bu fikir için çalışsınlar.

Aşağıdaki konular, geleceğin toplumu hakkındaki kursa dahil edilmelidir: Gerçekçi bir şekilde ona  nasıl geçiş yapabiliriz, niteliklerimiz nasıl olmalı ve onun  içinde var olmak ne demektir. Çocuklar gibi, “geleceğin toplumu” oyununu oynayalım ve bu oyun yavaş yavaş bizi oluşturacaktır.

Yaşamınızı geçindirmek için belirli bir miktar para aldığınızı düşünün –  daireniz  var, belki bir aileniz var, belki yalnız yaşıyorsunuz. Toplumun sizin için sağlayabildiklerine göre, mevcut durumda size ayrılan budur ve aynı zamanda, belli bir sosyal çalışmaya katılmanız  gerekiyor.

Böyle bir şey  nasıl olur? Bu tür bir toplumu nasıl inşa edebiliriz? Toplumun bütünsel bakış açısına göre doğru şekilde düşünüyor muyuz? İnsanları zorlamak mümkün mü? Hayır, değil. Peki, eğitmek?

Burada ciddi olarak yeni çözümleri benimseyecek bir yaklaşımda olmalıyız. İnsan, doğru olanı yaptığında, toplumdan ve kendi içsel durumundan destek aldığını ya da bunun tersi durumunda tersi olduğunu anlayacaktır.

Burada oldukça ciddi ve büyük olan bencilce katmanlar vardır, onları içimizde düzeltmemiz ve insanı tam anlamıyla bencilliğimiz üzerine yükseltmemiz gerekir, böylece kişi anlamaya başlar ki ancak biz aramızdaki bencilliği ihsan etme niteliğiyle  birleştirdiğimiz zaman integral toplum çalışır.

Hepimiz birer küçük dişli çark gibiyiz ve bu dişli çarklar arasındaki bağlantı, verme arzusunda, bağ kurma arzusunda ve diğerleriyle uyum içinde olma arzusunda gerçekleşir – o zaman hepsi tek bir kapalı sistem oluşturur. Fakat eğer onları birbirine bağlamak istemiyorsak, çok sert bir şekilde bağlanırlar: Birbirlerine sürtünecekler, çizilecekler ve bu sürtünmeden tam anlamıyla kıvılcım alacaklar.

İnsanlara bunu pratik olarak göstermek  gerekir. Çalışma sırasında pratik aktiviteler aracılığıyla bunu hissetmeye ve gerçekleştirmeye çalışarak deneyim kazanırız. Neden hayatta bazı şeylerin olduğunu ve bazı şeylerin olmadığını görürüz. Kendi  bencil kötülüğümüze karşı duyarlılık seviyemiz artar. Ve ardından onun küçük tezahürlerini görmeye başlarız ve niye istediğim bazı şeyleri elde edemediğimi anlarım. Çünkü bencilliğimi kullanılması gerekenden daha çok kullanmışımdır.

Biz artık sopayla ilerleyen kör kedi yavruları gibi olmayacağız, bu harekete bilinçli olarak ve bağımsız şekilde katılmaya çalışmaya başlayacağız.

Kaynakların Dağılımı Formülü

Soru: 15 yıl önce, birkaç aşamaya bölünmüş olan, kişisel gelişim eğitimine katıldım. En son aşama, gerçek yaşamda gerçekleştirdi. Biz bir araya gelerek, gerçekten ilginç olan şeyleri tartışıyorduk. Orada aslında farklı olan şey, orasının başka bir yerde kazanılmış para ile desteklenmiş olmasıydı. Sizin programınıza göre bunu nasıl gerçekleştirebiliriz? Bir soru ortaya çıkıyor: Nasıl bir daire, yiyecek, giyecek, vb edinebilirim?

Cevap: Geleceğin toplumuna  katılın. Tüm kaynakların %100’üne sahip insanlardan %100 alın ve bunları, toplum herkesin varoluşu için gerekli olan, minimum ihtiyacını  sağlamak  üzere çalışır hesabına göre dağıtın. Ve geri kalan zamanda, insanlar sadece kendileri arasındaki  integral bağı oluşturmak üzere çalışırlar.

Nereden, ne kadar almanız ve nereye eklemeniz gerektiğini, bu integral bağı oluşturmak için ne kadar kaynağa ihtiyacınız olduğunu göreceksiniz. Elbette, toplumun bu kaynakları kazanması gerekecek.

Sopadan Önce Davranmak

Soru: İntegral iletişim konsepti, tüm faaliyetlerimde önce  tüm diğer insanların çıkarlarını dikkate almalıyım demek mi oluyor?

Cevap: Evet. Fakat bunun önce incelenmesi gerekir, öğretilmesi gerekir, pratikte uygulanması gerekir. Tüm toplumun buna kısmen katılması gerekir. Herkes kesinlikle yeni dünyanın öğrencileri olmalıdır, bu eğitimi çalışmalıdır.

Bu konudaki bilgi eksikliğimiz, tüm güncel sorunlarımızın kaynağıdır. Doğayla aramızda olan etkileşimde, insan toplumuyla olan etkileşimde, dünyanın evrensel bütünlüğünde, yeni bir etkileşim sistemine girdik ve nasıl harekete geçeceğimizi  bilmiyoruz. Yeni bir dünyaya itildim ve o dünyaya ait yasaların hiçbirini bilmiyorum. Porselen mağazasındaki bir fil gibiyim.

Öncelikle, çok basit bir prensiple hareket etmeliyiz: Doğa, bizi zaten oraya götürecek. Eğer mutluluğu sopa ile edinmek istiyorsanız – buyrun. Eğer oraya kolay ve hızlı bir şekilde gitmek istiyorsanız – tabii ki. Kolay ve hızlı yol, bağımsız bilincin ve gönüllü uyumun yoludur, arkamızdan gelen sopadan önce davranmaktır.

İnsanlar, Yeni Hükümettir.

Soru: İntegral eğitim kursunu hazırladık diyelim. Onunla nereye gidiyoruz? Hükümete  mi?

Cevap: Hem hükümete hem halka, hem de bilim adamlarına, akademisyenlere gidiyoruz ki onların aracılığıyla tanıtım yapmaya başlıyoruz. Ayrıca internet üzerinden ve diğer medya kanallarıyla da tanıtım yapacağız.

Bugün hükümet, toplum ve devlet sektöründe çok sınırlı faaliyetler göstermektedir.  Hükümet kenarda duruyor gibidir ve fonksiyonları giderek daha da daralmaktadır. Çeşitli ekonomik, sosyal, eğitim ve toplum programları ve kuruluşları iş başındadır.

Pratik olarak, hükümetin fonksiyonları nelerdir? Sağlık hizmetleri bile artık hükümetin kontrolünde değil, ordu bile işe alınıyor. Bu, bir kralın ya da parlamentonun yavaş yavaş dağılarak, yan ürünler üretmesi gibidir: Yeni ve  bağımsız olan sosyal, politik ve ekonomik sistemlerin, hükümet ile herhangi bir ilişkisi yoktur.

Hükümet aracılığıyla kurs yapmamız şart değildir, ama tabii ki eğitim sisteminden kesinlikle geçmesi gerekir. Ancak bu eğitim, çocuk eğitimi değildir, profesyonel, teknik ya da üniversite eğitimi değildir. Bu, insan olmanın eğitimidir. Yeni bir insanlık  oluşturur, aksi takdirde insanlık hayatta kalamayacaktır.

Bugüne kadar, UNESCO ve Birleşmiş Milletler ile çok ciddi bir ilişkimiz oldu. Orada danışmanlık görevi yapan temsilcilerimiz var.
Ayrıca, özellikle internet mevcut olduktan sonra, halk dışında başka hiç kimseye hitap etmenin gerekli olduğunu düşünmüyorum. Yeni “hükümeti” hafife almamalıyız  diye düşünüyorum. Bu, Yaratan’ın sesidir, halkın sesidir. Sadece onu doğru kullanmayı bilmemiz gerekir.

İntegral Eğitim: Sanal ya da Fiziksel?

Soru: İnsanlar nasıl  eğitim görmeli: Sanal bir sınıfta ya da fiziksel bir sınıfta?

Cevap: Eğitimin sanal olabileceğini düşünüyorum, ancak mutlaka sınavlar olmalıdır. Sınav, toplumun her bireyini, öğrenmek zorunda bırakacaktır.

Tıpkı, daha önce insanların maaş almak için çalışmaya gitmesi gibi, şimdi kişinin bizim eğitim programlarımız kapsamında belli bir zaman geçirmesi gerekecek. Ve  bunu göz ardı edemez. Gerçekten, her ders üzerinden geçmesi, soruları cevaplaması, bize yorumlarını göndermesi gerekir, yani bu sürece aktif olarak katılmalıdır. Kurs sonunda, yüz yüze olan sınava girmesi gerekecek, böylece ne öğrendiğini gösterebilecek.

Her öğrencinin denetlenmesi gerekir, çünkü integral toplumun başarısı hepimize bağlıdır. İşte bu sistemin bir başka ilginç özelliği ile karşı karşıyayız: Sistem integral olduğu için, her birey diğer herkes kadar önemlidir.

Sanal olarak çalıştıktan ve fiziksel olarak sınava girdikten sonra, insanların grup oluşturması gerekir. Böylece pratik çalışma yapmaları gereklidir. Bu çalışma, semtlerde, her türlü halk derneklerinde, okullarda, gündüz veya akşam saatlerinde,  televizyon programlarında, sanal olarak vb. yapılmalıdır.

Bu konuya, müzik, tiyatro ve edebi eserler adanmalıdır ve bu eserler bu fikri çeşitli açılardan  temsil etmelidir.

Soru: Bu program hangi insanlar için tasarlanmıştır?

Cevap: En sıradan insanlar için olduğunu düşünüyorum. Bu sosyal düzeni anlamıyor olmalarına rağmen kendi inançlarından vazgeçmekte zorlanan entelektüeller için değildir.

Bildiğim kadarıyla, en ortalama izleyici, en fazlası orta öğrenime sahip insanlar, bundan daha fazlasına değil. Sıradan insanlar, orta sınıf için. Başkaları ile o kadar ilgilenmiyoruz, çünkü orta sınıf her toplumun temelidir. Şu an, özellikle bu insanlar, tüm bu olanlardan mağdur oluyorlar.

Düşüncenin Dayanılmaz Gücü

Soru: Bencilce davranış alışkanlıkları toplumu oluşturmuştur. İnsanlar kendi çıkarları için birbirlerini kullanıyorlar. Bunların üstesinden nasıl gelmeyi düşünüyorsunuz? Ne pahasına eski alışkanlıklar aşılacak ve yenileri oluşturulacak? Bu güç nerede?

Cevap: Hiç şüphem yok ki sadece eğitim – kademeli olarak yönlendirilerek, örnekler ve  her türlü rol oyunu egzersizleri aracılığıyla – insan bilincinde değişikliğe yol açacaktır. Elbette bu eğitim, herhangi bir baskı olmadan, ona olan ihtiyacı ve sağladığı yararları bilinçli olarak fark ederek yürütülmelidir.

Sonuç olarak, bu şekilde hareket edecek olan büyük bir insan kitlesi, tüm sistemi, tüm gezegeni etkileyecektir. Çok sayıda insan aynı şeyi düşünmeye başladığında, onların düşünceleri diğer herkesi etkiler. Bu çok büyük bir güçtür.

Eğitim sisteminiz içerisinde 100.000 kişiyi birleştirdiğinizi varsayalım (dünyada 100.000 kişinin aktif olarak, yeni ve özel bir şeyle uğraştığı böyle bir organizasyon yoktur). Böylece, bu içsel sisteme, dünyanın tüm yaşayanları arasında var olan bilinçaltı bağa, büyük bir integral güç akıtmaya başlıyorsunuz. Ve bu güç, önceden belirlenmiş formları olan, belirli bir amaca göre çalışacaktır.

İnsanlar birdenbire buna ilgi göstermeye başlayacaklar. Bunun nereden geldiğini bilmeyecekler, çünkü bizim içimizde aynı diğer düşünceler ve arzular gibi belirecek. Aniden, genç ve yaşlı herkes, bunun onlara yakın olduğunu hissetmeye başlar, buna ihtiyaç duyarlar, çünkü içsel ilişki kesinlikle tüm insanlar arasında vardır.

İntegral eğitim bilgilerinin geliştirilmesine ve uygulanmasına tamamen açığım. En önemlisi, başlamaktır.

Karanlığa Doğru İleri

Soru : Mısır’ın içinden çıkabilmek için egomuzun on musibeti atlatması gerekir, bu ne anlamına gelir?

Cevap: Mısır ile ilgili on musibet, kişinin kendinde hissettiği, egosundan kurtulmak istediği için egosunun ona bu konuda yardım ettiği haldir. Eğer darbeleri hissetmeseydim, aynı egoda kalmaya devam etmek isterdim. Fakat bu egomun içindeyken darbeleri hissediyorsam, bu darbeler benim egomdan kaçmama yardım eder.

Her darbe bir öncekinden daha fazla kuvvetli niteliğe sahiptir. Diyelim ki kumarda herşeyimi kaybettim (aslında konu bunun hakkında değil), bir sonraki darbe benim çok sevdiğim bir insanın kaybı olabilir vs. Aslında dünyadaki hiçbir şey  para ile gerçekleşmez ve birinin akrabasının kaybı ile veya herhangi birşeyin kaybı ile değişmez fakat içsel hissimiz sanki herşeyimizi kaybetmişiz gibi olur.

Şamati kitabındaki bir makalede der ki: Bir insan maneviyata girdiği zaman, bütün dünyayı, ailesini bıraktığını ve herşeyden koptuğunu hisseder. Bu kopuş gereklidir. Bu on musibet, bize sistematik bir şekilde egomuzun belli bölümlerinin üzerinde yükselebilmemiz, egomuzun dışına ulaşmamızı yani egomuzdan kaçmamıza yardım eder.

Son seviye üzerinde bizler tamamen bir karanlık içerisinde oluruz ve bir çaba daha sarf ederiz. Karanlık ileride ne olacağını bilmediğimize dair bizim için bir sembol niteliğindedir. Fakat bizler ihsan etmeye doğru yöneldiğimiz için, karanlık bizim yardımcımızdır.

Eğer Işık’a doğru ileriye hareket ederseniz, egonuz bu durumdan çok memnundur. Fakat eğer siz karanlıkta ileriye doğru ilerlerseniz egonuzun sizi rahatsız etmeyeceğine emin olabilirsiniz; egonuzun size bir zararı dokunmaz ve sonradan herşeyi kendisi için almaz.

Soru: Yani bu bir çeşit oyun gibi midir?

Cevap: Bu “oyun” on musibetten önce Mısır’da idi yani ne kadar uğraştıysak da herşey egomuz amaçlı idi. Bu nedenle, Pithom ve Ramses şehirlerini inşa ederken “İsrail’in çocukları çalışırken işten feryat ettiler.”

İşte burada bahsedilen şudur; bizler karanlığa doğru yönelmişiz ve söylemeye alıştığımız gibi Işık’a doğru değil. Daha da fazlası; yani bütün bu darbeler ve ilerleyiş bizim büyüyen bağımızı temel alıyor, bir yandan egomuz ifşa ediliyor, büyük içsel nefret, bir yandan ise apaçık farkındalık yani sadece karşılıklı bağın grubu ileriye götürmesi. Bu ne anlama gelir?

Büyük bir nefretin olduğunu gördüğünüz zaman herkes ile bağ kurmak istersiniz. Sadece başkalarını düşünüp kendiniz ile ilgili endişe duymazsınız. Tüm düşmanlarınız dahi birbirleri ile meşguldür, birbirleri ile ilgilenir. Diğerlerini düşünebilmeye hazır olabilmemiz büyük nefretimiz yerine ifşa olur. Bu insanlar için iyilik düşünmeniz bile imkansız iken onların hakkında iyi şeyler düşünmeniz ve bunun en önemli şey olduğunu anlamanız ve kendinizi düşünmemeniz halidir. Ciddi ve cazip bir şekilde egodan kopuş, sıyrılma işte burada gerçekleşir!

KabTv’nin  “Bütünsel Toplumun İnşası’ndan, 1.4.2012”

Mutluluk Ekonomisi

İnsanları bir şekilde değiştirmek zorundayız ve çok ilginç bir fenomenle karşı karşıyayız:  Doğa, bizi ölçüsüz bir tüketim toplumundan, ahenk ve denge içinde mantıklı bir tüketim toplumuna doğru değişmeye zorluyor çünkü doğanın temel yasası olarak dengenin yasasını korumak suretiyle eşit şekilde tükettiğimizde ve biri diğerine ve doğaya verdiğinde, insanların çok büyük çoğunluğu çalışmaktan kurtulmuş olacak.

Bu şu demek ki; krizin yardımıyla, şimdiden şekil almaya başlayan geleceğin toplumu kademeli olarak çok daha az çalışmak biçiminde sonuçlanacak. Günde on saat çalışmak zorunda kalmayacaklar. Zamanımızın kullanımına karşı hatalı tutumumuz, insanlar arasında yeni ilişkiler yaratmak suretiyle değişmelidir. Bu gerçekten de uzun bir zaman alacaktır.

Biz bu konu üzerinde çalışıyoruz ve çalışmaktan bağımsız olacak yüz milyonlarca insan için bir sonuca ulaşıyoruz (açıkça onlar için hiç iş olmayacak) ve büyük bir dünya üniversite kurmamız lazım. Bu insanlara doğaya ve diğerlerine karşı bütünleyici bir düşünceye gelmelerini öğretmek zorundayız.

Müşterek bir dayanışmaya giden doğru bütünleyici düşünce her şeyin herkese yeteceği kitleleri özgür kılacak.

Tüm tahminlerimize ve datalarımıza göre, dünyada yoksun kalacağımız hiçbir şey yok. Sorun şu ki insan açgözlülüğü ve egosu yüzünden hakça paylaşımda bulunamıyor.

Eğer tüm işsizleri toplar ve insanların integral eğitim alacağı bir üniversite, sınıflar kulüpler oluşturursak, memnun, dengeli, artık çok fazla tatmin peşinde koşmayan ve  gerçekten mutlu hissedecek tümüyle farklı bir toplum yaratacağız.

Geçen birkaç yıla bakarak anlaşılıyor ki, her şeyin paranın miktarıyla değil ama insanın hayatı nasıl hissettiği ile ölçüldüğü “Mutluluk Ekonomisi”  geliştiriliyor. Bu duruma gelmemiz temel prensiptir.

Burada yapay hiçbir şey yok. Yaşam bizi, toplumda yer alan ve onları nasıl dengeleyeceğimizle ilgili tüm süreçleri çalışmaya zorluyor. Bu, doğanın bizi ittiği şeydir.

Yapar gibi Görünseniz de, ama Dürüstçe ve Sonuna Kadar

Tüm kuvvetler ve algılamanın detayları bizlere Yukarıdan, üzerimizde hareket gerçekleştiren Işık’tan gelir.

Fakat Işık bizim sarfettiğimiz çabaya göre, birşey yapmaya imkanımız olmadığında bile yine de birşeyler yapmak istediğimizde üzerimizde hareket eder. Bir yandan, imkanımız olmasa da, diğer yandan yine de denemişsek.Ve bu da gerçek çabadır: Hiçbir şansım yok fakat yine de istiyorum. Evet, ben bir egoistim. Bu benim için nettir. Ama yine de bunu unutmadan, bazı belirli aksiyonlar yerine getiririm sanki ihsan etmenin hareketleri gibi.

Bu bir oyundur ancak ciddi bir oyun ve bu oyunu kuralları ile oynamak istiyorum. Bana bu fırsat verildi ve bunun avantajını kullanmak istiyorum. Plastik oyuncaklarım olmasına rağmen, ne yapabilirim ki, elimde olanlar ile çalışırım. Tabiki de, bu benim için yeterli değildir fakat bu beni zayıflatmaz. Bir şekilde en azından Yaratan’a benzer olmak istiyorum, tıpkı insanı taklit eden bir maymun gibi.

Ve sonrasında üzerime doğru Çevreleyen Işığı (Or makif) davet ederim. Bu Işık zıtlıklarından dolayı hiçbir bağlantısı olmadığından arzuları uzaktan aydınlattığından dolayı “Çevreleyen” olarak adlandırılır. Ancak, bunu denerler ve sonrasında Işık uzaktan onların üzerinde aydınlatır. Buna şükürler olsun ki, anlamaya başlarlar ve biraz daha hissederler, kalbin biraz daha ağırlığını alır ve işe devam eder ta ki gerekli olan ölçüdeki çabayı doldurana kadar.

Herhangi bir manevi hareketi gerçekleştirmek Üst Işık bize manevi özellikler bağışlayana kadar mümkün değildir. Ve bundan sonra, “simülasyon” ile ilgilenmeye devam etmemiz gereklidir ve en azından buna bir giriş iznimiz olduğu için de şükran duymalıyız. Yaratan bunu hayatımın sonuna kadar yapmamı istese dahi, ben ne tembel ne de istifa etmemiş biri  olarak bununla aynı fikirdeyim.

6 Nisan 2012’de yayımlandı.

Geçiş Dönemine Dair İşaretler

Soru: Siz bir bireyi doğanın bedeninin içindeki bir kanser hücresine benzettiniz. Bu ne kadar zaman önce gerçekleşti ?

Cevap: Bencilliğimiz yavaş yavaş aşama kaydederek gelişiminde bazı kademelere doğru ilerledi. Milattan önce 5.yüzyılda başlayarak Milattan sonra 5. yüzyıla kadar insanlık kendi  emelini zenginlik edinme yönünde  geliştirdi. 15. Yüzyıldan 20. yüzyıl sonuna doğru ise gelişim bilgi edinme emeli yönünde gerçekleşti. Bunlar hakim olan eğilimlerdi.

20. yüzyılın başında Vernadsky adındaki bir akademisyen, gelişimimizi biten ve yok olmaya ilerleyen küre  veya doğa ile dengede olan şeklinde tanımlamıştır. Daha sonra bu fikir birçok farklı bilim adamı tarafından da benimsenmiştir. Bu araştırma iyi bilinen Roma Kulübü tarafından devam ettirilmiş ve daha sonra başka dallar ortaya çıkmıştır.

Esas itibarıyla bencillik gelişimini 1960’larda gençler arasında yeni kültürün doğuşu ile  tamamlamıştı: Yaşamdan kopuş, “Beatles nesli”, hippiler vs. gibi. Bu içsel bir sorgulamanın başlangıcı idi, boşluk hissi içindeydiler ve devamlı ileriye doğru gayret etmek hissi içinde değillerdi ayrıca da bu çabayı harcamanın önemli olduğunu da düşünmüyorlardı.

Bizler isteklerimizin devamlı bizi yönlendirmesi sonucu gelişiyoruz. Sonuçta, kişi bir arzudur. Servet, şöhret ve bilgi isteklerimiz bitince ne yapacağımızı bilemiyoruz ve bizler bu isteklerimiz karşılanınca da tam tatmin olamadığımızı görüyoruz.

İşte bu genel depresyonun açığa çıkışıdır. Toplumlarımızda gördüklerimiz ise şunlar: İntihar oranının artışı, ailelerin dağılması, aileden kopmuş ve davranış bozukluğu yaşayan çocuklar vs.. Bu çabucak gerçekleşmesi gereken bir geçiş dönemidir. Bizler ciddi bir hız kazanan gelişimin tam ortasındayız.

22.3.2012 tarihli Litvanya Šiauliai Üniversitesi dersinden

Bu Makale Dr. Laitman’ın blogunda 4 Nisan 2012, 10:47’de yayınlanmıştır.

ARI Enstitütüsü Siauliai Üniversitesiyle Ortaklıkta Adım Adım İlerliyor

Šiauliai bölge sitesi ve  Litvanya TV haber portalı kanalı “Šiauliai Üniversitesi, ARI Enstitüsüyle (İsrail) sözleşme imzaladı” başlığıyla bir makale yayımladı

22 Mart tarihinde, Šiauliai Üniversitesi kütüphanesinde, Uluslararası İlişkiler ve Gelişim Rektör Yardımcısı Profesör Teodoras Tamošiūnas ve ARI Enstitüsü Direktörü Profesör  Michael Laitman (İsrail), Litvanya Šiauliai Üniversitesi ve ARI Enstitüsü (İsrail) arasında bir işbirliği anlaşması imzalandı.

Profesör Michael Laitman basın konferansında entegre eğitim ve gelişimin prensiplerini sundu. Profesör Teodoras Tamošiūnas Siauliai Üniversitesi’nin öğretmen eğitimi ile ilgili uzun bir geleneğinin olduğunu ve bu yolla, İsrail’den Michael Laitman tarafından savunulan entegre eğitimin, Siauliai’de geliştirilebileceğini söyledi. Rektör Yardımcısı, Profesör Michael Laitman’ın Šiauliai Üniversitesi’ne olan ziyaretinin ve sözleşmenin ARI Enstitüsü ile imzalanmasının Šiauliai  Üniversitesi’nin tanındığını gösterdiğini söyledi.

Basın toplantısına katılan okutman Vida Skačkauskaitė’e göre, entegral eğitim sisteminin yeni bir insan ve toplum yaratmayı hedefliyor. Ona göre, Šiauliai Üniversitesi’nin uygulamaya ve tanıtmaya başladığı entegral eğitim metodu, Litvanya’nın diğer enstitülerine bir model olarak hizmet edebilir.

Sözleşmenin imzalanmasından sonra Šiauliai Üniversitesi kütüphanesi , Profesör Michael Laitman’ın “Neden İntegral Yetiştirme?” başlığında vermiş olduğu bir konferansa ev sahipliği gerçekleştirdi. Aynı zamanda Fransa, Ukrayna ve İsrail’den başka konuşmacılar da vardı.

Profesör Michael Laitman Ontoloji ve Epistemoloji profesörüdür, Bio–Sibernetik Yüksek Mühendisi ve Felsefe Doktorudur. Profesör Michel Laitman, Dünya Bilgelik Konsül üyesi ve ARI Enstitüsü kurucu ve direktörüdür. Modern yetiştirmenin akut problemlerine uygun yaratıcı fikirler kullanmakta, eğitim stratejisinde pozitif değişiklikler aramaktadır. Profesör eğitime birbirine bağlı entegre dünyanın kanunlarını uygulayan yeni bir yaklaşım sunmuştur. .

Michael Laitman yeni dönüm noktaları ileri sürerek yeni global insan köyünde nasıl yaşanılması gerektiğini izah etti. Birbirine bağlı dünyamızda teknolojik olarak birbirine daha bağlı.

Görüşleri insan hayatının farklı alanlarını içeriyor: Sosyal, ekonomik ve çevre. İlave olarak, eğitime özel bir odaklanma verilmiştir, universal değerleri sağlayan bir sistem ve bu sayede  bizim birbirine çok yakın gerçekliğimizde uyumlu bir toplum yaratıyor.

Son otuz yılı aşkın bir süredir, Profesör Michael Laitman 18 dile çevrilen 40’ın üzerinde kitap yayımladı.

Fotoğraf: Sigita Inchyurene

2 Nisan 2012’de yayımlandı

Sadece Herşey İçin Hazır Olan Kişi Egosundan Kaçabilecektir

Rabaş, Dargot HaSulam (Merdivenin Basamakları) 924, ‘‘Ve Yaratan Musa’ya konuştu’’: Aslında bizler Yukarıdan, doğadan hiçbir şey alamayız ta ki kişi doğanın içinde olamayacağı kararına gelene kadar. Kişi doğadan umudunu kaybettikten sonra ancak Cennetten yardım talebinde bulunabilir ve bu anda ona üst doğadan yardım edilecektir.

Bağ kurmaya çalışmalı ve Islah Eden Işığı uyandırmak için aramızda ihsan etme aksiyonlarını yerine getirmeliyiz. Işık bizi etkilediği zaman hissedeceğiz ki aramızda çok ve çok az bağın kıymeti var. Şöyle denir: ‘‘Firavuna Gel, onun kalbini Ben ağırlaştırdım.’’ Yaratana benzemeyi isteyerek, O’na yakınlaşıyoruz ve aynı zamanda O’ndan uzaklaştığımızı hissediyoruz.

Burada kişinin özel bir çaba sarf etmesi gerekmektedir: Kişi savaştan kaçmaz ve kalbinin bu ağırlaştırılmasının sebebinin ihsan etmenin gücünün gerekliliği ifşa etmek için olduğunu anlar, konunun ne olduğu önemli değildir. Nihayetinde kişi herşey için hazırdır, konu ne olursa, koşulların bağlantısız olması, grup, dünya. Öyle veya böyle önemli olan şey ihsan etmenin gücünü, bağın gücünü edinmektir.

  • Ne için? Bundan kazancın ne?
  • Hiçbir şey, ihsan etmenin kendisinin gücünün dışında hiçbir şey.

Bunun hakkında sadece konuşmak yeterli değildir. Dağıtımda ve grup içinde çalışarak diğerlerine yönelik bu yaklaşımı edinmeye çalışmalıyız. Dışsal olarak açıklanmak zorunda değil fakat kişi diğerlerine ulaşmak için çaba harcarsa işte o zaman gerçek anlamda Mısır’ın kralı ile yüzyüze gelir ve görür ki kişinin egosu hiç bir şey yapmasına müsaade etmeyecektir.

Daha sonra kişi ‘‘Mısır’ın On Vebasından’’ geçer ve ne kadar çok Yukarının özel bir gücünün etkisi altında olduğunu görür, kişinin egosu aşama aşama kendisini bırakır. Her defasında ‘‘Firavun’’ başını kaldırır ve ısrar eder ve bir diğer darbeyi alır. Bu durum kişiyi egosundan ayırır ve sonunda egosundan kaçmasını sağlar.

Nereye kaçar? Kişi Firavundan kaçar yani kendini diğerlerinden ayıran bu güçten kaçar. İlkönce bu sadece bir kaçış, bunun üzerine yükselmek ve daha sonra kişi bağ kurmak üzerine pratik olarak çalışmaya başlar. Mısır’da, kendi arzusu içinde, kişi bunu yapamazdı. İşte bu şekilde ‘‘Işığın Alınmasına’’ ulaşırız yani ortak sorumluluk ve ‘‘çölde kırk yıl’’ın süreci başlar.

04.04.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 4. Bölümünden, Rabaş’ın Yazıları

Dünya’nın Tek Şansı

Soru: Bizim çalışmalarımızın etkisi, bilim insanları ve araştırmacıların sağduyuları üzerinde ne zaman bir etkiye sahip olacak?

Cevap: Onların resmin bütününü görmelerine yardım etmemiz gerekir. Onlar da şimdiden integral bir dünyanın emareleri üzerine konuşmaktadırlar; ancak kişisel gözlemlerini tek bir sistem, tek bir metodoloji içinde bir araya getiremiyorlar.

Bir de bu konunun daha da derinine girmekten korkuyorlar çünkü integral bir dünya düşüncesi onları iktidarlarla yüzleştirmeye götürmektedir. Mevcut hükümetler kendi kendilerine zarar verdiklerini kavramada o kadar başarısızlar ki egoistçe ve bireysel bir şekilde davranmaktalar. Politikacılar bütünleyici bir sezgiden yoksunlar. Onların aksine bilim insanları doğayı gözlemleyip ne gördükleri hakkında konuşuyorlar. Onların sesine kimlerin kulak verdiği ise ayrı bir konu.

Bir başka sorun da şu: Çeşitli uzman ve bilim insanı tarafından söylenen harikulade sözler olmakla birlikte aramızdaki bağlantıdan ve birliğe ne kadar ihtiyaç olduğuyla ilgili söz ettikleri konu yok; uygulama konusunda isteksizler. Para ve ordu burada yardım edemez. Dünyadaki tüm insanlar “Evet, biz global bir köy olmak istiyoruz” diye haykırsa bile, bu ittifak halindeki iradelerin bildirilmesinden sonra ne olacak? Bir dünya savaşı haricinde hiçbir şey. Onları birbirine bağlayan bağı çok şiddetli biçimde hissettikten sonra bile bu bağı kesmek için bir dünya savaşı çıkaracaklar.

Bilim insanlarının bir çözümü yok; insanı nasıl değiştireceklerini bilmiyorlar. Bir ilacınız yoksa egoizmin ne kadar da zararlı olduğunu haykırsanız ne yazar? Geçmişte, doktorlar ölümcül hastalarına bu durumu söylemezlerdi. Hastalığın ilerlemesini yavaşlatma konusunda bile bir niyet yoktu ve bu nedenle kişi karanlıkta bırakılırdı ki daha az acı çeksin. Tora: “Kör bir adamın önüne engel koymayın” der. Bir insanla ilgilenemeyecek kadar acizseniz gerçeğin ifşasına ne gerek var?

Yani Kabala Bilgeliği olmaksızın, bizlerden karşılıklı davranış güvencesi mesajı çıkmaksızın, insanlığın herhangi bir şeyi düzeltmek için tek başına şansı yok! Ve şimdi problemimiz şu ki: İnsanlarla bağlantıyı nasıl sağlayabiliriz ve egoizmi düzeltmenin, dolayısıyla dünyayı düzeltmenin mümkün olduğunu onlara nasıl izah edebiliriz?

Biz insanın düzelmesi gerekliliği hakkında çok açık konuşuyoruz. Başka hiçbir şey yardımcı olamayacak. Birçokları tüm kötülüğün insanın doğası içinde var olduğunu anlamış durumda. Bununla birlikte ellerini havaya kaldırıyor: “İnsan egoistik bir varlıktır ve bunun hakkında yapılacak hiçbirşey yok” diyorlar. Eğer bizler egoizmin düzeltilmesi yöntemini insanlara sunmazsak, eğer bunun gerçekten de mümkün olunabilirliğini açıklamazsak, dünyanın hiçbir şansı yok. Bununla beraber, şimdiye dek yarı-gönüllü olarak çalışmış durumdayız.

Tüm Dünya ile Brezilya’ya

SORU : Brezilya’daki kongreye mümkün olabilecek en iyi şekilde nasıl hazırlık yapabiliriz ?

CEVAP : Öncelikle şunu söylemeliyim ki, başta Kolombiya ve Şili’deki gruplar ile toplantıda bulunacağım. Fakat bu gerçekleşecek kongreyi herhangi bir şekilde değiştirmez. Bu nedenle Güney Amerika’daki tüm dostlarımızı ve dünyadaki tüm dostlarımızı bu kongreye davet ediyorum. Brezilya’ya gelmenizi önemle tavsiye ediyorum. Bizler için orada harika bir “karnaval” olacağını düşünüyorum.

Bir kongreye en azından bir kere katılmak önemlidir. Bir daha ne zaman Güney Amerika’yı ziyaret edeceğimi bilmiyorum ve bu yüzden haydi toplanalım. Bu herhangi bir toplantı değil fakat farklı bir tarzda iletişim, internet yoluyla olduğu gibi değil. Eğer mümkün olmazsa Kolombiya ve Şili’de buluşuruz fakat gelebilirseniz Brezilya’ya geliniz.

Bu kongre çok dilde gerçekleşecektir. Belki de Avustralya veya Uzak Doğu’da yaşayanlar için Brezilya’ya gelmek diğer kongrelere gelmekten daha kolay olur ve buna değerdir. Eğer kişi bir kongreye “fiziksel” olarak hiç katılmamış ise bu bir problemdir. Sonuçta, dünyamızda tek bir bedende varız ve bu şekildeki etkileşime ihtiyacımız vardır. Henüz kuvvetli tesir bırakan sanal bir bağ oluşturamayız.

İşadamları tüm dünyadaki toplantılara tesadüfen uçak ile uçup katılmıyorlar nitekim birbirlerini arayabilirler veya Skype da kullanabilirler. Bizler, neden insanlar uçuşlar ile bu kadar vakit kaybediyorlar diye merak edebiliriz. Eğer ofiste otursaydı  iyi olurdu; daha fazla iş yapardı. Fakat insanların, duygudan ve sıcaklıktan yoksun olsalar bile, doğrudan  iletişime gereksinimi var. Kuru, hileli şekilde ve dürüst olmaktan uzak olan bu iletişimler, kişisel ve açık toplantıların olması gereksinimini açığa çıkarır.

Bu durumda bana güveniniz, bu önemlidir. Bu şekilde oluşturulabilen iletişim ile devamı sürdürebiliriz ve bu olmadan ilerlemek çok zordur.

Kollektif  hazırlık da  bu derecede önemlidir. Bu bir kollektif kongredir ve bunu hissetmeliyiz. Bunu görmemezlikten gelmek hepimiz için bir zarar oluşturur. Başkalarının birşeyleri organize etmeleri için oturup beklememeliyiz. Eğer bu şekilde düşünürseniz zaten kongreden hiçbir fayda sağlamazsınız. Hazırlık yapmadan internet üzerinden bağlanmanın faydası yoktur, bu çalmak, gerçek anlamda çalmak anlamına gelir. Çaba harcamalısınız ve çaba karşılığında fayda sağlarsınız. Eğer kimse bunu düşünmez ise, kimse kaygı duymazsa, kongre sadece zarar getirir.

Herkes aktif bir rol, bir pay almalıdır, en azından bir şekilde, kişinin yapabilecekleri doğrultusunda. Kişi en azından kalpten endişe duymalıdır : ‘Kongre için ne yaptım?’. Katılım olmadan kanal oluşmaz. Yani ne şekilde ulaşabileceksiniz ? Ne içinde ona ulaşabileceksiniz ? Açıkça, sadece birleştirilmiş bağ içindeki çalışmamız sayesinde bu kanalımızı yaratacağız, oluşturabileceğiz.

4.2.2012 tarihli Günlük Kabala Dersi’nin 4. Bölümü’nden, ‘TES’e  (Talmud HaSefirot kitabına) giriş’

Bu makale Dr. Laitman’ın bloğunda  3 Nisan 2012, saat 13:33’de yayınlanmıştır.