Monthly Archives: Mart 2012

Geçiş Döneminde Yaşanan Zorluklar

Yeni gelişim düzeylerine geçişi hep küçük krizler teşvik etmiştir: Eğitim, sosyal, finansal ve diğer sistemler gittikçe bozulmaya başladı. Evlilikler ayrılıkla sonuçlanmaya, yavaşça fakat düzenli bir şekilde yayılan yasa dışı uyuşturucu madde kullanımı ise alkolizme baskın çıktı. Bir anda terörizm belirgin bir hale geldi.

İnsanlığın tedirginliği açığa çıkıyor. Bu, yaşamın tüm safhalarındaki acizlik ve aksaklıklar sonucu oluşan, bencil kurallara göre inşa edilmiş ve herkesin sadece kendisi ile meşgul olduğu durum yani : ”Bu senin, bu benim ve sakın bu sınırı geçme” anlamına gelir. Herkes kendi özgürlüğünü ve kişisel özel alanını savunur. Şimdi ise, doğa aramızdaki sınırları yok eder, duvarları yıkar ve bizi, bizim uzak kalmak istediğimiz, hazır olmadığımız toplu ve ortak yaşam biçimine doğru sürükler.

Egolarımızın derecesi çok küçük iken bizler herşeye açık idik. O zamanlar tek bir aile şeklinde bir köyde yaşayıp yaşamadığımız bizim için pek farketmezdi. İnsanlar kapılarını kilitlemek zorunda değillerdi ve birbirlerine karşı daha candan, daha naziktiler. Kocaman bir aile (ebeveynler, çocuklar ve torunlar) bir odayı paylaşabiliyorlardı ve birbirlerinden çekinmiyorlardı.

Şimdilerde ise bunlar farklı. Büyük bir bencillik ile bizler birbirimizden ayrıyız. Herkes kendine ait ayrı bir oda istiyor, ya bilgisayarın arkasına saklanmayı ya da telefonla meşgul olmaya gayret ederek diğerleri ile olan bağlantılarını mümkün olduğu kadar aza indirgiyor. İnsanlar artık aile olup birleşmiyorlar fakat daha çok cinsellik için beraber olup birbirlerinden uzaklaşıyorlar.

Fakat bir anda doğa bu ayrılıkları ortadan kaldırmaya başlıyor ve böyle yaparak bizim birbirimizden kopmamızı önlüyor. Şu anki yaşadığımız kriz, bugüne kadar yaşamış olduğumuz krizlerin en büyüğüdür. Bunu geciktirmek için elimizden gelen herşeyi yapıyoruz, gerçeğe aykırı beyan veriyoruz. Fakat bu durum daha alçak seviyelerdeki, birbiri ile hala bağ içinde olan toplumda kendini gösteriyor.

Şu sıralarda aile krizi diye birşey pek yok çünkü ailelerin zaten birbiri ile bağları kopmuş. Ailelerin yarısından fazlası kendiliğinden aile sayılmaz ve hiçbir şekilde kendilerini yeniden düzenlemek ve canlandırmak arzusunda değillerdir. Evlenmek istemeyen kimselerin sayısı %70’e kadar ulaştı. Bugün üyelerinin birbirlerine karşı iyi, sevgi ve saygı ile davrandığı aile neredeyse bir eski zaman modeli durumuna düşmüştür.

Diğer ikinci bir temel sorun ise uyuşturucu sorunudur. Bizler bu çirkin hadiseye itaat ediyoruz; bununla savaşımız yumuşak ve ılımlıca. Fark ettiğimiz bunun mani olamadığımız korkunç birşey olduğu çünkü içinde yaşadığımız toplum ve bu yaşam bizi kaçış yapmaya doğru farklı yollar aramaya itiyor.

Bir sonraki problem ise gençliği nasıl yetiştireceğimiz. Şu sıralarda nüfus zayıf, insan sayısında artış pek yok ve insanlar çocuklarını nasıl yetiştireceklerini, nasıl bakacaklarını bilemiyorlar. Ebeveynler çocuklarını hem geceleri hem de gündüzleri hem de gün içerisinde bırakıp ilgilenmiyorlar. Çocuklar artık aileleri ile birlikte büyümüyorlar ve bağ olmadan, nesiller arası mesafenin arttığı bir dönemde yaşıyorlar. Gelecek nesli kaybetmek üzereyiz fakat kimse onlar hakkında pek endişe duymuyor. Bizler ortaya ”Çocuklarımızın yetiştirilme tarzının iyi veya kötü olmasının farkı ne olacak; değişen ne olacak ?” diyerek konuşuyoruz. İşte bu bizim düşünce tarzımız ve problemin özünü bile uzaktan yakından kavrayamıyoruz.

Anlaşıldığı üzere önceki yaşanmış tüm krizler bizler için yeteri kadar felaket değildi ve aynı zamanda kendimizin tüm yaşam ayrıntılarımız ile iflas etmiş bir zihniyet içinde olduğumuzun farkındalığına da bizi ulaştırmadı. Gelişim süreci daima küçük ve zayıftan büyük olanlara doğru etkili olur. Bu çocuklarımızı cezalandırmamıza benzer, yani önce onları başta ikna etmeye çalışırız sonra büyük bir kargaşa ortaya çıktığında ise onları tehdit ederiz. Bu noktada, hepimiz gayet ciddi bir süreçten geçiyoruz; bu ölümle kalım kadar mühim olan bir durum.

Doğa ve bizler arasındaki iki mühim çelişki dönemleri içinden geçiyoruz. Bütünsellik, bizim doğaya ve onun tüm sistemlerine karşı olduğumuzu fark etmemizi sağlar. Demek istenilen; önceden bizlerin tamamiyle birbiri ile bağ içerisinde olması gerekiyor iken birlik içinde olmamak için elimizden gelen herşeyi yapıyoruz.

Beraber bağ içinde olmamız gerektiğinin iyi olduğunu anlıyoruz fakat bu duruma nasıl erişebileceğimizi bilemiyoruz. Dünyadaki herkes, eğer insanların eğitim, teknik, pedagoji ve kültürel sebepler nedeniyle birleşmeleri gerçekleşirse tüm bu durumu daha da kolaylaştıracağını idrak ediyor. Fakat nasıl egolarımıza karşı zıt davranabiliriz? Bizler bunu yapma yeteneğine pek sahip değiliz!

Burada yatan problem şu: Eğer birleşmemiz mümkün olmazsa aç kalacağız. Çok basit! Yiyecek, güvenlik, konut, ısıtma, fiziksel sağlık gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak durumda olamayacağız. Hayatta kalabilmek için tatmin edilmesine ihtiyaç duyulan beş temel ihtiyaç vardır.

Bu zamanda doğa bizi o kadar sıkıştırıyor ki eğer doğanın koşullarını karşılayamazsak beş temel ihtiyacımızı tedarik etmemiz mümkün olamayacak. Çevrebilimi gibi bir kavram güvenlik koşulumuzun bir parçasıdır. Yiyecek temin etmek ve ekolojik bir çevreyi tutabilmek konusunda başarısızız; ikisi de birbirine bağımlıdır ve biri diğerini etkiler.

Endişe, korku ve kargaşa insanoğlunu muhtemelen şiddetli önlemler almaya zorlayacaktır. Eğer birşey yapmazsak, bizim doğaya karşı olan direnişimiz ve karşı koyuşumuz bizleri, ıstıraba, savaşlara, yıkıma ve silinmeye doğru götürecektir. Bir noktada bizler tekrar hayatta kalabilme şansımızı tekrar değerlendirip birleşmemiz gerektiği sonucuna varacağız ve gelişimin dördüncü seviyesine ulaşacağız : ”İnsan” seviyesine.

16.1.2012 tarihli ”Bütünsel Eğitim Konuşması”ndan

Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda Mart 2012’de saat 09:34’te yayınlanmıştır.

İki Sistem Arasındaki Tutarsızlık

Gerçek şu ki, sürekli gelişerek , ego bizleri ileri itiyor. Her zaman yeni bir şey istedik ve her zaman birşeyleri takip ettik. Fakat bugün ego sabit hale geldi; maksimumuna ulaştı ve en önemlisi global hale geldi. Kendi kabuğunda istirahate çekildi.

Sonuç olarak, kendi aramızda kapalı ve tamamen birbirimize bağlı hale geldik. Aramızda herkesin diğerlerine çokça bağlı olduğu kapalı analog bir sistem oluşturduk ki dört tanıdık zinciri ile her birimiz dünyadaki herkese bağlıyız. Daha fazlası, bugün artık kavga etmeye gerek yok: Artık belli bir ülkeyi diğer ülkeler ile karşılıklı işbirliğinden ayırmak yeter ve bu ayrı tutulan ülke anında çökecektir çünkü kendi başına var olamaz.

Bu önceleri hiçbir zaman konu değildi. Bir ülke kendi izole edebilir ve bağımsız olabilirdi. Kendi başına hayatta kalabilirdi. Enerji, gıda ve toplumun ihtiyacı olan herşeyi üretmeye yeterli kaynakları olurdu ve hiçbir özel problem olmazdı.

Fakat bugün eğer onlarca başka ülkeler ile bağlantıda olmazsak hiçbir şey yapamayız. Sürekli almak, göndermek için satın almalı, satmalı ve karşılıklı gıda değişimleri yapmalı ve bu şekilde devam etmeliyiz. Global hale geldik, kapalı hale geldik. Aynı zamanda kendilerimizi değiştirseydik de bu bir problem olmayacaktı.

Böylece, dünya global ve kapalı hale gelirken bizler aynı bireysel egoistler olarak kaldık. Bu yüzden iki sistem arasında tutarsızlık vardır.

Bir yanda, her birimizin yalnız yaşamak istediği ayrık bir sistem var: “Bir aileye ihtiyacım yok. Çocuklara ihtiyacım yok. Kimseye ihtiyacım yok. Bağımsız olmak istiyorum ve kimseye bağımlı olmak istemiyorum.” Bu egomuzun bugünki konuşma şeklidir. Diğer yanda, doğa bize bunun zıttını göstermektedir. Herkes birbirine bağlıdır. Kendi başınıza var olamazsınız. Herkese bağlanmalısınız ve bu sadece siz değil aynı zamanda toplumunuz, ülkeniz ve tüm dünyadır.

Bu iki sistem arasındaki çelişkidir: İçinde olduğumuz genel sistem ve kendi kişisel, bireysel, içsel sistemimiz. Bu iki sistem birlikte çalışamadıklarından bir krizdir. İşte bu, bu konuda ne hissettiğimizdir.

Peki, bu problem o zaman nasıl çözülebilir?

26 Mart 2012’de yayımlandı.

Işık İçin Aralanan O Yer

Hedefimizin önemine dair hissiyat, Islah Eden Işıktan gelir ve kişinin kendisine kesinlikle bağlı değildir. Kişinin tek yapması gereken şey, Işığın kendi içinde ifşa olmasına izin vermektir; kişiye olacak olanlar ise, tamamen Işık tarafından halledilir.

Tüm bunları yaşayacaksın ve harika olacak, eğer yalnızca kendi içinde Işığa o yeri aralarsan. Bunun, kişide bulunan bazı özel nitelikler sayesinde gerçekleştiğini kesinlikle düşünmemeliyiz. Tek yapmamız gereken şey, öğretmeni önemseyip saymamızdır. Daha doğrusu, önemsenip sayılması gereken şey öğretmenin şahıs veya kişi olarak kendisi değildir; önemsenip sayılması gereken şey, öğretmenin paylaşıp ilettiği bilgidir. Öğretmen, bu sebepten dolayı önemsenmelidir; çünkü Işık, onun vasıtası ile iletilir. Buna ilaveten, grubu önemseyip saymalıyız; çünkü grup olmadan Işığı algılayabilmemiz, hissedebilmemiz, anlayabilmemiz ve kullanabilmemiz mümkün olmaz. Grup olmadan, Işığı içerisine alabileceğin hiçbir yerin olamaz.

Soru: “Işık için bir yer aralamak” ne anlama geliyor?

Cevap: Işığa, yani kaynağa ne kadar yapışırsan ve kendini sıfırlamak istersen, Gagalta ve Eyinayim‘inle o derecede üsttekinin AHaP‘ına dahil olmuş olursun.

Almanın kabı, Hohma Işığı ile dolu olan üsttekinin AHaP‘ıdır. Kendini sıfırlarsan, orada olabilirsin. O zaman, orada Bina‘nın sularında yüzer ve büyürsün. Herşeye sahip olursun; “bir ucundan diğerine” tüm dünyaya sahip olursun ve hepsi, sadece kendini ne kadar sıfırladığına bağlıdır.

Ancak, sen zaten bağımsız kaplarınla doğmuş bulunuyorsun. Kendini, Eyn Sof (Sonsuzluk) dünyasındayken bulunmuş olduğun koşul karşısında sıfırlamalısın. Bunun sebebi; üsttekinin, seninle kıyasla Sonsuzluk oluşudur. Bu sebepten dolayı; kendini, dış kısmında bir cenin olacak şekilde, kendi ölçüne göre eksiltmen gerekir.

Bu geçiş çok dardır, kendi “giysilerini” edindiğin doğum sancılarıdır; kendi formuna sahip olmadan ve sadece kendini sıfırlayarak üsttekinde kalmak yerine, artık kendi formunu edinirsin. Bunu dünyamızda görmeyiz; çünkü dünyamızda bir cenin, daha annesinin karnındayken bile bir forma sahiptir. Ancak maneviyatta bu farklıdır.

İçsel Kongreden, 3/3/12, Ders 2

Doğa ve İnsanlık Arasında Bir Tampon

Soru: Birleşme ve yayılma konusundaki çabalarımız dünyanın geri kalanında değişimler yaratmakta. Bu bize geri etki yapar mı? Mesela; kitleler için kurslar yaratır ve bu insanlarla iletişimi başlatırsak, onların sayısı büyüyecek. Bu, ilerlemek ve çabucak birliğe gelmek için yapabileceklerimiz üzerinde bir etkiye sahip olur mu? Bu süreç, bağlantılı mı?

Cevap: Evet, bu süreçler kesinlikle bağlantılı. Biz ilerlemek için öyle bir fırsat yakaladık ki tüm insanlığa liderlik yapabileceğiz. Eğer doğanın bakış açısından bakarsak, bizim yaratılışımıza hiç ihtiyaç yok. Bizler, doğayla ve insanlığın geri kalanıyla koordineli biçimde çalışmak zorunda olan bir tampon gibi hizmet ediyoruz; çünkü, kendi kendine ilerleyemez.

Bu sebeple yedi milyar insanla beraber olmalıyız. Bizler, onlara anlaşılabilir bir metot yaratmayı ve her şeyi çok kolay, keyifli, uygun ve bir haz alınacak şekilde tek bir yöntem içinde organize etmeyi denemeliyiz. Bizi izlemeleri için onların ilgisini harekete geçirmek zorundayız. Bu asla zorlayıcı olmamalı zira ilerlemeleri için gönüllü ve uyanık olmaları gerekir.

Onları gelişimlerinde sıklıkla cesaretlendirmeliyiz; öyle ki daha da ileri hareket etmenin öneminin farkına varacaklardır. Dolayısıyla gelişeceklerdir. Esasen, bizim eğitimimiz insanları, kişisel gelişimlerinin gerekliliğinin idrakine varmaya getirme üzerine yönetilir.

Kimsenin Haberdar Olmayacağı Yardım

Soru: Kendini sıfırlamak nedir? Kendini dostların karşısında sıfırlamak, ne anlama geliyor?

Cevap: Dostlarıma hizmet ettiğim anlamına geliyor: Onlar Yaratan’ı tamamen ifşa etsinler, ben ise onlara yalnızca yardım edeyim. Onlar, bu yaptığımdan haberdar olmayacaklar. Aynı şekilde, bir anne de bebeğine bakarken, ona sevgi ve ilgi gösterirken, bebeğinin bundan haberdar olup olmadığını umursamaz. O, kendisini herhangi bir koşul olmaksızın bebeğe adamıştır. Ben de, benzer bir şekilde, tüm dostlarıma istediklerine ulaşmalarında yardım etmek isterim, ki bu sayede onlar ve Yaratan birbirlerinden haz alabilsinler.

Peki, ya ben? Ben buradaki gizli saklı ögeyimdir. Tıpkı Yaratan kendisini bu dünyada nasıl gizliyorsa, ben de tüm insanlığı O’nun iyiliğine gizli bir şekilde yönlendirmek isterim.

Ancak dikkatli olun: Bu yaklaşımda büyük ölçüde gurur bulunur.

21.03.2012 tarihli Günlük Kabala Dersi‘nin 4. bölümünden, “TES’e Giriş

Tarafsız Bölgede Bir Buluşma

Soru: “Ben” ve hatta “Biz” hissimi kaybettiğim “Bak, ne hissedebiliyorsun?” koşulu, kişiye örnek olarak mı verilmiştir?

Yanıt: Hayır, bu his bize Yukarıdan örnek olarak verilmemiştir. Bu zaten içimizden geliştirdiğimiz ve inşa ettiğimiz ve aşağıdan harekete geçirdiğimizdir. Biz bunu her gün tüm hareketlerimizde dersten derse, dostların buluşmasından, dostların buluşmasına meydana getiririz. Tüm bunlar aşağıdan yetişir ve bu zaten bizlerin ortak başarısıdır!

Bu yüzden bence şu anda gerçekleştirmekte olduğumuz hazırlık, özellikle kongreden önce son üç günde ve kongrenin kendisinin anında bizleri global boyutta bir araya getirmeli.

Eğer önceki tüm kongreler, Aralığın başındaki ilk olanından başlayarak, üç hafta önce İsrail’de gerçekleşen son olanına kadar, o zaman şu anda çok anlamlı bir şekilde dünyaya dışarıya çıkıyoruz. Avrupa’nın kuzeyine uzak bir yere gidiyoruz, Vilnius’a, böyle bir kongreyi organize etmek için alışık olunmayan bir yere. Ne Moskova ne de Viyana. Merkezi bir nokta olarak gözükmüyor fakat bu bizim için çok önemli. Ancak, esas itibariyle, neden hayatın daha yoğun olduğu başka bir yer değil?

Bu çok anlamlıdır. Bu çok güzeldir. Sanırım, bu buluşmamızın, tarafsız bölgedeki kongremizin farklı  bir özelliği, farklı bir tonu olacak.

Yorum: Gerçekten, Avrupa ciddi bir yerdir ve eğer bir şey başlarsa bu oradan başlar. Tarihten biliyoruz ki 1.Dünya Savaşı ve 2.Dünya Savaşı Avrupa’da başlamıştır.

Yanıt: Günümüzde büyük değişikliklerin Avrupa’da gerçekleştiğini görüyoruz. Ancak, her şeye rağmen, Avrupa, ayrılma yerine, daha büyük bir birleşmeye doğru geçmeye başlamıştır. İthal mallarına ağır vergiler getireceklerinden ve sonunda ayrılacaklarından oldukça kaygılıydım.

Fakat seçeneklerini iyi bir şekilde değerlendirdiler ve gördüler ki bu onlara başka bir hareketten çok daha pahalıya mal olacaktı. Doğal olarak bu sadece ekonomik düşüncelere temelindeydi. Fakat birleşmenin, ayrılmaya göre daha karlı olduğuna dair kanıt olması iyidir. Her şey, özel bir yolda olmasına ve Onlar özelliklerine rağmen buna doğru hareket ediyor.

Bunun bizim aktivitelerimizin sonucu olduğuna dair hiç şüphe yoktur.

23 Mart 2012’de yayımlandı.

“Biz Kültürü” Depresyona olan Genetik Eğilimi Dengeliyor

Görüş: (Joan Chiao, Psikoloji Assistan Profesörü Northwestern Üniversitesi Weinberg Sanat ve Bilim Koleji): “Northwestern Üniversitesindeki yeni bir çalışmaya göre, depresyona olan genetik eğilimin topluluk bilinç merkezli bir kültürde gerçekleşmesi, bireysel değerleri olan bir kültüre göre daha az muhtemeldir”

“Gelişmekte olan kültürel nörobilim alanından gelmekte olan bu çalışma, zihinsel sağlığa, sosyal gruplar ve uluslar arasında global bir bakış atmaktadır.”

Joan Chiao: “‘A.B.D. ve Batı Avrupa gibi yüksek bireysellik kültüründen olan kişilerin uyum yerine tek olmaya, anlaşma yerine ifade etmeye  ve kendilerini eşsiz ya da gruptan farklı olarak tarif etmeye daha çok değer vermeleri muhtemeldir” dedi.

Chiao: “Bunun karşısında, ortaklık kültüründen olan kişilerin bireysellik yerine, sosyal uyuma  değer vermeleri daha muhtemeldir. Bireysel kültürdeki kişilere göre, onların grup bağlılığını ve dayanışmasını arttıran davranışları uygun bulmaları daha muhtemeldir.” dedi.

Chiao: “Ortaklık kültürleri, genetik olarak depresyona eğilimli bireylere sosyal desteğin sözlü olmayan ya da belirgin bir beklentisini verebilirler. “Bu tarz bir destek öyle görünüyor ki savunmasız bireylere, depresif olayları tetikleyen çevresel risklere ya da stres kaynaklarına tampon sağlamaktadır.” dedi.

Değerlendirmem: Şüphesiz ki, birleşme sürecinde, iyi ve kötü grupta dağıtılmıştır; daha fazlası, kötü karşılıklı olarak çıkartılır ve iyi karşılıklı olarak eklenir. Bu doğanın kanunudur, çünkü birleşme doğal egoizme karşı gerçekleşir. Kabalistler bunu doğanın temel prensiplerinden biri olarak bilirler.

Bu yüzden Kabala, kişilerin birleşmesinin, hem özel hem umumi tüm problemleri çözdüğünü savunur, bireyi ve toplumu bir sonraki gelişimden kaynaklanan basamağa yükseltir. Bunun nedeni birleşmenin ileriye üst güçle olan niteliklerin benzerliğine davet etmesidir ve böylece onun etkisi altında birleşenleri getirir.

20 Mart 2012 ‘de yayımlandı

Din Dokuz Ülkede Etkinliğini Yitirebilir

Görüş (Jason Palmer, Bilim ve Teknoloji Muhabiri, BBC Haber) : ”Dokuz ülkenin sayım verileri kullanılarak sonucu ortaya çıkan çalışmada araştırmacılar dinin etkinliğini yitirdiğinden bahsediyorlar. Çalışma, dini inançlarına sahip çıkan kişilerdeki düşüşün, sabit şekilde yükseldiği ortaya çıktı. ”

”Ekibin matematiksel modeli, dindar muhataplar sayısı ile bunların arkasındaki sosyal niyetlerin karşılıklı etkileşimini tespit eder.” Dallas, Amerika’daki toplantıda Amerika Fizik Cemiyeti, sonuç olarak, dinin o ülkelerde tümüyle ortadan kalkacağı raporunu verdi.

”Araştırmacı ekip neredeyse bir yüzyıl eskisine ulaşan sayım verilerini şu ülkeler için baz alıp dini inançlarını sorguladı: Avustralya, Avusturya, Kanada, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, İrlanda, Hollanda, Yeni Zelanda ve İsviçre. ”

”Modern laik demokrasilerin büyük bir çoğunluğunda halklar, kendilerini dini inançsız olarak özdeşleştiriyor… Ekip sonra doğrusal olmayan dinamikler modellerini uyguladı ve dinsiz kategorisinde olan sosyal ağırlıklı ve faydacı değerdeki üyelere göre de parametrelerini ayarladı. ”

”İnternette yayınlanan bir çalışmada, bu parametrelerin tüm araştırma yapılan ülkelerde birbirine benzer olduğu ve ortaya çıkan araştırmada, tümünün bir benzer davranışlar matematiği içinde olduğu iddiasındadır.”

Ve tüm ülkelerde ortaya çıkan belirtiler dinin etkinliğini yitirdiği yönündedir…

”Şüphesiz ki, bu modern toplumun ağ yapısında, toplumdaki her kişinin diğerlerinden aynı şekilde etkilendiğine inanmıyoruz” diye konuştu Dr. Wiener.

”Buna rağmen, BBC Haber’e bunun ortaya atılan sonuç olduğunu düşündüğünü söyledi.

”İlginç olan oldukça basit bir modelin verileri kaydettiği ve eğer o basit fikirler doğru ise, bunun nereye doğru gideceğini de ortaya atmasıdır. ”

”Şüphesiz ki, her bir birey için geçerli olanlar çok daha karmaşıktır fakat bunların çoğu ortalama alınarak içine dahil olur.”

Dr. Laitman’ın yorumu: İçimizde devamlı büyüyen bencilliğin dinamik sürecinde olduğumuz için, kişi sürekli kendi kendine hangi davranışının daha fazla kazanç sağlayacağını sorar. Eğer kişinin bencillik duygusuna göre kişi kendine kazanç sağlamazsa o zaman bu kazanç getirmeyen davranış reddedilir. Dolayısıyla, bizler hep yeni icraatlar, amaçlar, çevreler vs. seçeriz.

Bir zamanlar bencilliğimiz bizlere dini getirdi fakat bugün bencilliğimizi artırarak sınırların dışına taşırdı. Bugün ise bizleri gerçeklerden uzak şekilde inançlardan da uzaklaştırdı. Bir kanıta ihtiyaç vardır ve o kanıt yoksa kendisine belirgin şekilde fayda sağlamayan ortamda kendi kendine itaat edip duramaz ve yok olur.  Özünde bugün bile her din bilhassa şu veya bu milletin kültürüdür veya geleneğidir fakat bu inanç değildir.

Dr. Laitman’ın blogunda 21 Mart 2012, 13:16’da yayınlandı.

Düşüşe Geçen 999 Kişiden Biri Olmayınız

Rabaş’ın bir dersinden: Maneviyatın önemli olmadığı bir yerde, kabuklaşma (Kli olabilme)   durur. Örneğin kişi sabah dersine kalkmak için niyetlendiğinde fakat “Neden kalkmalıyım?”, “Ne öğreneceğim?”, “Bunu yapmamdaki sebep nedir?” gibi düşünceler ve hesaplamalar zihnini kaplarsa.

Maneviyatın pek önem taşımadığı anda bu şekilde düşünceler ortaya çıkar ve kişiyi yatağına kalın ipler ile bağlar ki kalkması mümkün olmaz. Bu yüzden, “bize eşlik eden güce ihtiyacımız var ki bizim düşüşümüze mani olsun.”

Tüm grupların ve aslında her bireyin şöyle veya böyle eksikliği, bize eşlik eden güçtür. Nitekim bu güç olmayınca birer birer düşeriz, aynı şöyle denildiği gibi: “1000 kişi sınıfa girer ve bunlardan 1’i öğretmen olur”. Bu kalan 999 kişinin düşmesi demektir.

Gerçekte onların düşüşü fiziksel olmayabilir fakat içsellikte zayıflaşırlar ve bu şekilde “devam etmeye” hazır olabilirler yani yaratılış amacına ve yaşamın amacına tam ulaşamadan. “Yaşamımın anlamı” ile ilgili soruya cevap bulmanın gerekliliği konusunda tartışma çıkarmazlar ama büyüdüklerini ve bunu yapmalarının gerektiğine güçleri yetmeyeceğini düşünürler. Bunların hepsi, kendileri için destekleyici inşa etmemiş olmadıklarından kaynaklanır. Bir ”trabzan” oysa onlara destek olur, yükselmelerini sağlar ve düşmelerini önler. Bu çok önemlidir.

Bu sanki karşılıklı bir anlaşma yapmak gibi; dostlar arasında ve dostlar arasındaki ilişkiler ile ilgili bir taahhüt gibidir. Bu sebeple birbirimize yardım edebilmemiz için, her grubun içinde nelerin olduğu bilmemiz çok önemlidir.

Şöyle söylendiği gibi: “Kendi şehrinde peygamber olunmaz.” Başka gruplardaki uzaktaki dostlar bazen o kişiye daha fazla yardımcı olabilir ve yanında olan dostlarından onu daha fazla etkileyebilir. Yakın dostlarına, onların kişisel çıkarlarından kaynaklanan şüphe duyabilir ve onların bencilce oluşan niyetlerinden dolayı suçlayabilir. Fakat kişi diğer gruplar hakkında böyle hissetmez. Diğer gruplardaki başka yerlerdeki insanların kendisi hakkında konuştuklarını görür ve onların kendisini ne kadar önemli olarak gördüğünü göstermek istediklerini görür. Diğer yandan kişi kendi içindeki bazı şeyleri de düzeltmesi gerektiğini anlar, aynı şöyle denildiği gibi: “Hakimleri ve polisleri kendi görevlerine göre ayırarak kabullenip görevlendirmeliyiz.”

Bu çok önemlidir. Genellikle her kolektif yükselişten sonra birçok insan düşüşe geçer çünkü bir yükselişten sonra hep kalplerin katılaşması söz konusudur. Bizler buna karşı tedbirli olup korunmalıyız!

18 Mart 2012 tarihli günlük Kabala dersinin birinci bölümünden, Şamati #8
19 Mart 2012 tarihinde, 14:33’te blogda yayınlanmıştır

Internet Nesli: Gençler Sanal Hayatlarını Gerçek Dünyaya Tercih Ediyorlar

Daily Mail Haberlerinden: “Çocukların online hayatlarında gerçekte olandan genelde daha mutlu olduklarına dair bir araştırma yayımlandı.

“Kim olmak istiyorlarsa tamamen o olabileceklerini söylüyorlar ve herhangi bir şey artık eğlenceli olmadığında da çok basitçe iptal tuşuna basabiliyorlar.

“Çocukların yaklaşık yüzde 47’si online durumdayken, normal hayatlarında yaptıklarından daha farklı davrandıklarını söylediler ve birçoğunun iddiasına göre bu onların daha güçlü ve güvende hissetmelerini sağlıyor.”

“[Psikoterapist Peter Bradley:]  “Bu tespitler çocukların siber uzayı, gerçek dünyadan ayrılabilecekleri, muhtemelen gerçek hayatta göstermeyecekleri davranışlarını ve kişiliklerinin parçalarını keşfettikleri bir yer olarak gördüklerini akla getiriyor” dedi. Siber dünyalara gerçek topluluklardan daha mutlu yerler olmalarına izin veremeyiz, aksi takdirde genç insanlardan kurulu toplumumuzda yeterince işlemeyen bir nesil oluşturmuş olacağız.”

“Gençler tarafından online iken alınan risklerin sayısından alarma geçtik” şeklinde konuştu.  “Güvenli online davranış, okullarda öğretildi, fakat gençlerin bu riskleri kendilerine ilişkilendiremedikleri görünüyor.”

Yorumum: Gelişim durdurulamaz ve bu yüzden sadece, kişiyi düzelterek siber uzayı yararlı hale getirebiliriz. Herşey bütünsel yetişme içinde yatıyor.

Genel olarak, insanlık sanal aleme geçiş içerisinde. İnsanlık, fiziksel duyularımızın taşıyıcılarından, enerji ve bilgiden uzaklaşıyor ve güç ve niteliklerin uzayına giriyor.  Madde yavaş yavaş, hislerimizde bir illüzyon olarak ortadan kaybolana kadar sertliğini kaybedecek.

19 Mart 2012 20:19’da yayımlandı