Category Archives: Yaradan

Kimlerle Birlik Olunur?

Soru: Çok az insan, ebeveynleri, eşleri ve kendi çocukları gibi, kendi aile fertleri ile bağ kurabilir. Kendi çocuklarımla birlik olamazsam, diğer insanların çocukları ile nasıl birlik olabilirim?

Cevap: Bizler, başkalarının çocukları ve aile fertleriyle değil, bizimle aynı amaca sahip benzer düşünen insanlarla birlik oluyoruz: egoist doğamızın üzerine çıkmak ve daha yüksek güçler hissetmeye başlamak için. “Daha yüksek”, mistik güçler anlamına gelmez. Onlar bizim egoizmimizin üstündedir.

Şimdi hissettiğimiz her şey doğadaki cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerindeki egoist güçlerdir. Tüm bunların üstüne çıkmalıyız. Sonra, tüm maddeyi, tüm doğayı ve tüm yaratımı gerçekten hissetmeye başlayacağız.

Bunun için, dışımızda var olan her şeyi hissetmek için, yardımlarıyla kendimizden ve egoizmimizden kurtulabileceğimiz birkaç kişiye daha ihtiyacımız var. Bu, bu şekilde işler.

Soru: Üst güç kendini nasıl gösterecek? Bu his nedir?

Cevap: Bu, bizi her şeye ve herkese bağlayacak olan ihsan etme ve sevginin niteliğidir ve bu şekilde tüm evreni yani tüm dünyaları ve tüm evrenleri dahil edeceğiz. Her şey birdenbire belirli bir sistemde bir araya gelecek ve içimizde hissedilecek.

Birleşme Hareketi

Soru: Tek ruh nedir?

Cevap: Tek ruh, Yaradan’a tamamen bağlı olan ve sonra birçok parçaya ayrılan bir arzudur, Büyük Patlama’da olduğu gibi, yalnızca daha yüksek bir seviyede.

Kişi Kabalistik bir gruba geldiğinde, ona tüm hareketimizin birleşme yönünde olduğu açıklanır.

Aslında, Antik kaynaklarda, eski Babil zamanında tüm insanlığın tek bir aile gibi olduğu yazılmıştır. Kimse başkalarına hükmetmek istemiyordu. Ama sonra aralarında ani bir egoizm patlaması yaşadılar. Bu yüzden manevi liderleri olan İbrahim, herkesi birleşmeye çağırdı.

Soru: Bu bir insanın içinde nasıl gerçekleşir?

Cevap: Kişi başka seçeneği olmadığını anlamaya başlar. Eğer kişi, Yaradan’ı, hayatın anlamını ifşa etmek istiyorsa, o zaman bir sonraki koşula geçmesi gerekir: egoist alma niteliğinden, diğerleri üzerindeki egoist güçten, birlik, sevgi, ihsan etme ve bağ durumuna geçiş.

Sürekli Yaradan’a Dönmek

Soru: Sürekli Yaradan’a dönmek mi yoksa bunu çok zor anlarda yapmak mı doğrudur?

Cevap:  Her zaman uygun olduğundan, her zaman O’na dönmemiz için bir nedenimiz olduğundan emin olmalıyız.

Soru: Bunun için bir neden mi arıyoruz?

Cevap: Bunu aramayın, gerçekten ilerleyin ve o zaman daima Yaradan’a dönmeniz için nedenleriniz olacaktır. O, sürekli hitap edilmekle ilgilenir.

Soru: Ve milyarlarca insanın tüm isteklerini aynı anda kabul edebiliyor mu?

Cevap: Sanırım öyle. Bizler, O’nun tam kontrolü altındayız ve her şey sadece bizim arzularımıza, taleplerimize bağlıdır.

Twitter’da Düşüncelerim / 13 Ocak 2021

Sürekli ortaya çıkan rahatsızlıklara seviniyorum, çünkü tam olarak onların üzerinde, tekrar tekrar dostlarla ve onların aracılığıyla – Yaradan ile bağ kurmaya çalışıyorum. Egoizmin bitmesini istemiyorum.

Onun var olduğunu görmekten mutluyum ve onun üzerinde tavrımı / Yaradan’a olan sevgimi gösterebilirim.

Neden Yaradan İle Bir Anlaşmaya Varamıyoruz?

Soru: Neden Yaradan ile bir anlaşmaya varamıyoruz?

Cevap: Bu, anlaşmaya varmak istediğiniz şeye bağlıdır. Eğer O’nun size iyilik yapmasını ve ayrıcalıklar vermesini istiyorsanız, bu gerçekleşmez. Hepimiz çok katı bir karşılıklı bağ sisteminin içindeyiz. Bu sistemde:  “Neden benimle oynuyorsun? Neden bana bu kadar uzun süre kötü davranıyorsun? Bak ne kadar acı çekiyorum !? ” gibi talepler olamaz. Bunların hiç biri yardımcı olmaz. Sonuçta, insanlığın nasıl Yaradan’a yalvarmaya çalıştığını ve sanki bizden bu tür fedakârlıklar bekliyormuş gibi, O’na kurbanlar sunduğunu görüyorsunuz. İşe yaramıyor.

Tüm egoist arzuların, özgecil bir bağ sistemi içinde tamamen doğru, sağlıklı bir karşılıklı bağ sistemi vardır. Bu sistemi mümkün olan en iyi şekilde öğrenmemiz, anlamamız ve sonra onun içinde var olmamız ve onu bu dünyada yaşarken ifşa etmemiz gerekiyor.

Yaradan’ı Memnun Etmek

Soru: İfade ettiğimiz en olumlu duygulardan biri sevinçtir. Sandviç yemenin, dostlarla arkadaşlık yaşamanın ya da Olimpiyatlarda madalya kazanmanın hazzını, tek kelimeyle ifade ediyoruz: sevinç.

Bir Kabaliste sevinç veren şey nedir?

Cevap: Kabalist, Yaradan ile benzerliğe ulaşabildiğinde sevinç duyar, çünkü insanlar aracılığıyla O’nun üzerinde iyi bir etki yaratır ve iyi bir eylem ortaya koyar.

Bu genellikle şu şekilde yapılır: ne kadar çok insan birbiriyle bağ kurarsa, üst ışığı alma, birbirleriyle birliktelikte Yaradan’ın daha yüksek hissiyatı ve O’nu ifşa etme fırsatları o kadar büyük olur.  O zaman aralarında sevinç ortaya çıkar çünkü Yaradan’ı kendi bağlarında hissederler ve O’ndan nasıl haz aldıklarını ve O’na nasıl memnuniyet verdiklerini hissederler.

Yani, bir Kabalistin hissettiği sevinç, Yaradan’ı memnun etmesi gerçeğinden gelir.

Yaradan, prensipte bizden hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, doğanın en yüksek pozitif gücü demektir. O’nun mutlu olduğunu hisseden sadece biziz. Bu gücün bizi doldurmasını sağlamak için birleşiriz.

Yaradan İle Oyunun Kuralları

Kabala bilgeliğindeki kavramlar, dünyamızda alışkın olduğumuz kavramlardan farklıdır. Oynamak aslında bir geçiştir. Atlamadan önce çömelen, kendisini hedefleyen ve ancak ondan sonra zıplayan bir kedi gibi. Hayali bir sıçrama için, tüm bu hazırlık ve ayarlama bir oyundur. Kedi şimdi, nasıl zıplayacağını göstermektedir.

Yani oyun, gelecekteki bir durumu tasavvur etmenin bir yoludur. Bu nedenle tüm hayatımız bir oyun olmalıdır. Bağ kurmak ve bağımız içinde Yaradan’ı,  varoluşumuzun amacını, sonsuz ve mükemmel yaşamı ifşa etmek için özlem duymaktayız. Bütün bunlar oyun aracılığıyla elde edilir.

Çocuklar her zaman oynarlar ve bu şekilde büyürler. Manevi hayatta da durum aynıdır ama orada, oyunu kendi elimize almalı, anlamalı ve Yaradan ile birlikte oynamalıyız. Sonuçta, oyun olmadan, O’na yakınlaşamayacağız ve O’nun ortağı olamayacağız. Kendimizi Yaradan’a ne kadar yakınmış gibi tasvir edersek, bu oyunun kurallarını o kadar iyi anlarız.

Anlaşılan o ki sürekli oynamalıyız: kişi kendisiyle oynar, grupla oynar, Yaradan’la oynar. Ve Yaradan, Leviathan ile yani tüm yaratılışla oynar. Oyunun yardımıyla, tüm insanlık, Leviathan’ı tatmak için Yaradan’la birlikte büyük bir masanın etrafında oturduğunda “Leviathan’ın yemeği” denen bir koşula ulaşırız.

Onunla oynadık, bunu Yaradan’a benzer bir insan, Adem olmak için kullandık ve O’nunla tek bir kişi haline geldik. Sonra bütün Leviathan, ıslahın sonu olan Leviathan yemeği olarak adlandırılan, bütün yaratılış doğru kullanım için hizmetimize bırakılır.

Oyundan başka bir şey yoktur. Oyun şu anki durumdan bir sonraki, daha gelişmiş duruma geçmem anlamına gelir. Hayat sürekli değişimdir, koşuldan koşula geçiştir. Bu değişikliklere sadece tüm bu oyunu başlatan ve başarılı bir uygulamadan sonra geldiğim son kişi olarak, Yaradan’ı eklemem gerekiyor.

Yaradan’ın hazırladığı koşulların doğru kullanımına gelene kadar, önce onlu içinde, mevcut durumum içinde, yaşadığım tüm koşulları keşfederim ve onluyu, ona katılımımı değiştiririm. Bizler böyle ilerliyoruz.

Buna oyun deniyor çünkü henüz içinde olmak istediğimiz duruma ulaşmadık. Aramızdaki ve Yaradan’la olan bağımızla ilgili olarak arzu edilen duruma, daha yüksek olana, daha ihsan edici ve daha gelişmiş duruma geçme çabasına oyun denir.

Oynamak her zaman mümkündür. Hayvanlar bile oynar, ama bunu tıpkı çocuklar gibi gelişimsel içgüdüleriyle, bilinçsizce yaparlar. Eğer oyunu bu dünyadan çıkıp, üst dünyaya girmek için kullanmak istiyorsak, o zaman bu oyunu kabul etmeli, kurallarını anlamalı ve üzerine yükselmek için oyunun sistemini kendimiz inşa etmeliyiz.

Her birimiz, her zaman oynuyoruz. Her insan, ya kendi iznini almadan alma arzusu ya da kendi içinde hareket etmeye davet ettiği ihsan etme arzusuyla oynatılan bir kukla gibidir. Sonra dost sevgisiyle oynar.

Her zaman bir oyun görürüz ve bu nedenle, kişiyi yalnızca ne tür bir oyun oynadığına bağlı olarak değerlendirmeliyiz: egoizminin neden olduğu olumsuz oyun ya da kendisi aracılığıyla ihsan etme arzusunu kendine çektiği olumlu bir oyun.

“Beden ve Ruh Arasındaki Bağlantı Nedir ve Kim Kimi Kontrol Eder?” (Quora)

Beden ve ruhun hiçbir bağlantısı yoktur. Ruh kendisi var olur ve manevi dünya bizlere ancak bir ruh edinirsek ifşa olur.

Bir ruh edinerek, başkaları pahasına sürekli olarak kendisi için haz almak isteyen egomuzun darlığının dışında, yeni bir gerçekliği hissetmeye başlarız. Ancak bir ruha ulaşana kadar, bildiğimiz tek şey egomuzdur. Ego, sınırlı bir arzu prizması (yemek, seks, aile, para, onur, kontrol ve bilgi) yoluyla tatmin aramamıza neden olur ve bu arzulardan haz almaya başladığımız an, haz azalır, bu da bizi eskisinden daha yeni ve farklı türde tatminler aramaya sevk eder.

Egoist gelişim biçimimiz bizi bir çıkmaza götürür: kendimizi tatmin etmek için, tatmin olmuş hissetmekten daha fazla enerji harcadığımızı hissetmeye başlarız ve bu aşamada, içimizde yaşamlarımızla ilgili temel sorular uyanır: “Hayatlarımızın anlamı nedir?” “Neden buradayız?” “Dünyada neden bu kadar çok acı var?” “Nereliyiz? Şu an neredeyiz? Nereye gidiyoruz? ” “Gerçek nedir?” ve bunun gibi.

Bu tür sorular bizim ilk manevi uyanışımızdır. Onları ne kadar çok cevaplandırmak istiyorsak, sonunda Kabala bilgeliğine ulaşana kadar çeşitli yöntemler, öğretiler, gruplar ve diğer ortamlarda o kadar çok ararız. Kabala, bu süreci “kalpteki noktanın” veya sözde “ruhun tohumu” nun uyanışı olarak tanımlar.

Kendinizi hayatın anlamı ve amacı ile ilgili temel sorulara cevaplar ararken bulursanız, bu, ruhunuza ulaşmaya çalıştığınızın bir işaretidir. Kabala bilgeliği, bu dünyada bedenlerimizde yaşarken, ruhumuza ulaşmamıza rehberlik eden bir metod olarak tasarlandı. Böyle bir edinime ulaştığımızda, o zaman var olan her şey arasındaki karşılıklı bağlantıları görerek ve ebedi ruhumuzu olumlu yönde etkilemek için her an en iyi şekilde nasıl hareket edeceğimizi bilerek, gerçekliğin derinliklerini algılar ve hissederiz.

Dünyanın Evrimi İçsel Gelişimimizdir

Dünyanın, evrimin, maddenin atomdan kademeli gelişiminin sonucu olduğu modern, materyalist gerçeklik algısının çok önemli bir açıklaması vardır. Modern insan 20. yüzyılın bilimsel başarılarına dayanarak böyle düşünüyor.

Ancak, On Sefirot’un Çalışılması, tüm gerçekliğin, işlemeye devam eden tek bir düşünce tarafından yaratıldığını açıklar. “Özünde bu düşünce, tüm çabanın nedeni, eylemi, beklenen ödülü ve özüdür.”

Yani her şey mükemmel olan, parçalara ayrılmayan ve eksik bir şey yaratmayan Yaradan’ın arzusu ile bir anda yaratılmıştır. Yaradan’a göre sebep ve sonuç zinciri boyunca kademeli bir evrim yoktur.

Evrim, sadece bizimle ilişkili olarak, O’nun algısının bir tezahürü olarak ifşa olur, O’nun resmi, O’nun gerçekliği, kesinlikle mükemmeldir ve hiçbir zaman oluşturulması, kurulması ve bir ara durumdan son duruma geçilmesi gerekmez. Bütün bunlar sadece yaratılışla ilgili olarak gerçekleşir.

Gerçekliğe karşı doğru tutum öyle olmalı ki, her şey zaten yaratılmış olmalı ve yaratılışın başlangıcından son ıslaha kadar tek bir eksik detay olmamalıdır. Her şey, Yaradan’ın Kendisi olan tek bir mükemmel gerçeklik olarak var olur. O, sadece yaratılanların bağımsız bir anlayış süreci içinde, O’nu ifşa etmesini istenmektedir.

Yaratılanlar, yetenekleri ve arzuları ölçüsünde, bu manevi, içsel gelişim yolunu geçecektir. Ama sonunda, söylendiği gibi, zaten var olan gerçekliği ifşa ederiz: “Ve sizler uzun süre saklanmış eski mevcut olanı yiyeceksiniz”. Bu nedenle, dünyanın özgür gelişim sürecinde olduğu, tamamen materyalist gerçeklik algımızı değiştirmeli ve onu Adam HaRishon’un sistemi (var olan tek şey) olarak hayal etmeliyi . Ortak ruhun bu sistemine her şey dahil edilmiştir. Ve kırılması, gizlenmesi ve kademeli olarak ifşa olması, yalnızca onu edinen kişiyle ilişkili olarak gerçekleşir.

Ama gerçekte, insanın dışında, mutlak mükemmellikte var olan, hiçbir değişikliğe tabi olmayan yalnızca sonsuz ışık vardır.

Bütün fark benim gerçeklik algımdadır: Sadece kendimi dünyanın bir parçası olarak mı hissediyorum ve bu icat ettiğim yanıltıcı bir resim mi, yoksa tüm yaratılış sistemini yani her şeyi  ( HER ŞEY – Yaradan veya Adem’in ortak ruhunun sistemi demektir) içeren daha yüksek bir gücün, Yaradan’ın varlığını mı hissetmekteyim. Yaradan’ı algıladığımızda ve O’nun ifşasına eriştiğimizde bize, insan, Adem yani üst güce benzer (Edomeh) denilecektir.

İnsanlar (Adem’in oğulları), Yaradan’ın ifşa edildiği, genel sistem olan mükemmel formu ortaya çıkarmak isteyen yaratılışın parçalarıdır.

Kendimizi Adem’in genel sisteminin bir parçası olarak algılamazsak, o zaman manevi dünyayla, Yaradan ile hiçbir bağımız olamaz. Bu nedenle, doğru gelişim, genel sistemde, yanında hiçbir şeyin olmadığı bütünsel, kapalı bir alan olarak sürekli var olmak ile başlar.

Bu gerçeklik algısı, maddesellik ve manevilik arasındaki tüm farkı belirler. Gerçekliğin geliştiğine veya zaten var olan bir gerçekliğin ifşa olduğuna inanıyor muyuz? Bu çok büyük bir farkıtr çünkü ilk durumda, gerçekliği kusurlu ve yavaş yavaş evrim geçiren olarak algılıyoruz.

Ve ikinci durumda, gerçeklik bize yavaş yavaş ifşa olur ve biz buna evrim süreci diyoruz. Ancak bu evrim, Yaradan’ın isteği üzerine anında yaratılan, gerçek, değişmeyen, var olan bir gerçekliğin ifşa edilmesidir: ” Tek bir düşünce yaratıldı ve tüm evreni yarattı, bu da neden, eylem ve beklenen ödül ve tüm çabaların özüdür” yani bu kesinlikle her şeyi içerir.

Bu gerçeklik zaten mevcuttur ve sadece onu ifşa etme çabalarımızın ölçüsünde yani niteliklerimizin benzerliği ölçüsünde kendisini bize gösterir. Egoist ve gerçek dünya algısı arasındaki fark, tam olarak bu gerçekliği nasıl deneyimlediğimizdir. Kendi manevi gelişimimi belirlemek istiyorsam, o zaman her şeyin bana, doğru çabalarıma bağlı olduğunu söylemeliyim. Bu nedenle, evrim benim içsel gelişimimdir.

Ve özünde, kendi içimdeki güçleri, zaten var olan gerçekliği ifşa edecek araçları geliştirmiyorum, sadece kilidini açıyorum. Bu, bireyci, aldatıcı, bencil algı ile genel, doğru, manevi algı arasındaki farktır.

Gerçekliği eksiksiz ve mükemmel olarak algılarsak, o zaman bunun sadece bu mükemmelliğe ulaşmak için birleşme çabalarımıza bağlı olduğu ortaya çıkar. Ve o zaman, içinde var olduğumuz gerçeği ifşa edeceğiz ve yeni bir dünya göreceğiz.

Bu yeni dünyayı biz inşa etmedik, ancak arzularımızı ve niteliklerimizi geliştirerek aramızda, çevremizde ve içimizde olanı ortaya çıkarıyoruz. Her şey kişisel ve bireyciliğe olan arzumuzun, giderek daha genel ve toplumsal hale gelmesine bağlıdır. Bu, kendimizi her şeyin birbirine bağlı ve birlik içinde olduğu, büyük bir toplumsal sistem içinde bulmamızı sağlar.

Aramızdaki bağda, gerçeklik algısı için yeni duyu organları yaratırsak, o zaman bu gizlilikten ifşaya döner.

“Manevi Olgunluğa Nasıl Ulaşabiliriz?” (Quora)

Manevi olarak olgun bir kişi, kendini yönelik hazzın peşinden gitmeyi bırakan ve onun yerine başkalarına karşı sevgi, ihsan etme ve olumlu bağı arayan kişidir.

Benzer şekilde, fiziksel hayatlarımızda, çocukken, tek bildiğimiz, kendimize yönelik hazzı nasıl alacağımızdır ve birbiri ardına eğlenceli şeylerin peşinden koşarız. Daha sonra, bedensel olgunluğun belirli bir aşamasında, yetişkin olduğumuzda, toplumda daha verici ve sorumlu bir rol üstlenmek, çalışmak ve çeşitli şekillerde sosyal olarak katkıda bulunmak zorundayız. Ancak, dünyamızda çalışan ve topluma katkıda bulunan bir yetişkin bile, kendine yönelik temel bir alma arzusuna göre hareket eder.

Manevi olgunluğa ulaşmak, arzularımıza yönelik hedefi “kendi yararımıza” dan “başkalarının yararına” çevirmemiz anlamına gelir.

Bunu yaparak, maddesel dünyamız ile manevi dünya arasındaki bir engeli aşarız. Böylece hazzımızın özü de değişir: Yemek, seks, aile, para, onur, kontrol ve bilgi arzuları arasında kendine yönelik bir zevkten diğerine geçerek haz almak yerine, hayatımızın amacına ve kaynağına – mutlak sonsuz mükemmellikte var olan sevginin, ihsan etmenin ve bağın manevi gücü ile bağlantılı olmaktan haz alırız. Başka bir deyişle, manevi olgunluk, bize getirdiği zevk uğruna değil, hayatımızın kaynağıyla bağ kurmak uğruna sevgi içinde yaşamak, ihsan etmek ve başkalarıyla pozitif bağ kurmak anlamına gelir.

Bu nedenle, manevi olgunluk, sevgi, ihsan etme ve bağın manevi gücüne bir bağlantı ve bir derece benzerlik oluşturduktan sonra gelir. Bunu yaparak, egoist hazlar aradığımız yaşamımızın maddesel seviyesinin üzerine yükseliriz.

İnsanlık olarak, böyle bir manevi olgunlukla şu anda nerede olduğumuzu görmek için, insan evriminin bir anlık görüntüsünü alırsak, eskiden yaptığımız gibi maddesel zevklerden artık aynı şekilde zevk alamadığımız, yeni bir çağa geçiş sürecinde olduğumuzu görebiliriz. Artık önümüzde pembe bir tablo da görmüyoruz. Geçmişte, mevcut sistemlerimizi değiştirmek için farklı sistemlere başvurabildik. Denediğimiz yönlerin başarısızlığını şimdiden öngörebildiğimizden, bugün artık durum böyle değil. Artık hayatın içinde herhangi özel, yeni hazların alınmasını beklemiyoruz.

Böyle bir durum, doğal evrimimizin bir parçasıdır: maddesel gelişimimizde bir sınıra ulaştık ve yeni bir manevi paradigmaya geçiş zamanı geldi. Açıkçası bu, gelecek çağımızda gerçek doyumun, tüm hazzın kaynağının (sevgi, ihsan etme ve bağın manevil gücü) peşinde koşmak olduğunu anlamak için, her zaman zevklerin peşinden koşmaktan gittikçe daha az tatmin bulduğumuz anlamına gelir. Dahası, kendi irademizden dolayı bu geçişe kendimizi vermekte başarısız olursak o zaman, manevi olarak olgunlaşma ihtiyacının farkına varmaya sevk etmek için, giderek daha fazla olumsuz duygular (tatminsizlik, boşluk, depresyon, yalnızlık, stres, kaygı ve diğer ıstırap türleri) deneyimleyeceğiz. Herhangi bir şeyden basitçe zevk alabilmekten mahrum kalacağız ve daha sonra hayatımızla ilgili “Bu neden oluyor?”, “Bütün bunların anlamı ne?”, “Bu hayat ne için?”, “Bu dünyada neden bu kadar çok acı var?” ve “Bununla ilgili ne yapabilirim?” gibi temel soruları sormaya başlayacağız.

Başka bir deyişle, hazların kendileri hakkında değil, kaynakları hakkında sorular sormaya başlayacağız. Bu tür soruları ne kadar çok sorarsak, o zaman, şimdiye kadar uğraştıklarımıza karşın – manevi olarak olgunlaşmamıza yardımcı olacak yeni ve farklı ortamlar aramaya o kadar çok yönlendiriliriz.

Bu dünyada haz aldığımız sürece, hazzın kaynağı hakkında soru sormayız. Ancak, hayattan zevk almayı bırakır bırakmaz ve ayrıca önümüzde bizleri değerli bir hedefe doğru ilerleterek, haz almaya yönelten hiçbir gelecek hedefi görmezsek, o zaman kendimizi ciddi bir varoluşsal problemin içinde hissetmeye başlarız. Daha sonra hayatın amacı ve anlamı hakkında temel sorular sormaya başlarız, sadece buradayken nasıl haz alacağımızı değil.

Böyle bir safhada, hayattan zevk almak istiyorsak, o zaman hayatın kaynağına yaklaşmamız gerektiğini anlamaya başlarız, bu da “kendi yararımız için” haz alma niyetini, “başkalarının yararına” olarak, tersine çevirmek anlamına gelir.