Category Archives: Birlik

İbrahim’in Grubunun Manevi Gelişimi

Bir seviyeden diğerine geçişin dört aşaması, on Sefirot’un durumuna veya Yaradan’ın dört harfli – “Yod-Hey-Vav-Hey” adına göre zorunludur. Yaradan tüm doğadır, onun dört gelişim seviyesi ve önceki durumdan sonraki duruma geçiştir. Ve böylece o, tüm adımların arasında ve her adımın içindedir.

Eğer bir geçiş durumu varsa, gelişimin en küçük aşamalarında bile mutlaka bu dördünden geçmelidir.

Bu nedenle, ileriye doğru hareket eden dört gelişim durumu vardır. Birincisi, mutlak hayvan durumundan insan seviyesine kısmi bir çıkıştır. İnsan, dayanışmaya, bağa, ihsan etme ve sevgiye yönelik bir harekettir ama yine de ilk koşulu içindedir.

Bu yüzden İbrahim, 5.000 kişiyi Babil’den çıkarıp ilk Kabalistik toplumunu örgütlediğinde, bu,  onun yönetimi altındaydı. Yani bu, herkesin farklı olmasına rağmen birbirine eşit davrandığı, herkesin sadece birbirini ve toplumu önemsediği, kendisini umursamadığı manevi bir toplumdu. Esas olarak, bu onların idealiydi.

İbrahim, bu temel üzerine, bu ideale doğru ilerlemeye hazır olanları Babil’den çıkardı.

Egoizmin Büyümesinin Durması Bizi Neye Mecbur Eder?

Soru: Dünyadaki bütün devrimlerin, belli bir plan dâhilinde ilerlediğine inanılıyor. Terörist kisvesi altında özel servisler birilerine saldırıyor. Bu yöntemin bir sınırı var mı?

Cevap: Bunun bizim dünyamızda ne şekilde belirlendiği ne fark eder ki? Sorunlu bölgeler her yerde. O kadar çok silah birikti ki, ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bir insan evde her şeyi yapabilir.

Mesele, cinayet aletlerinde ya da mantıkta değil, yaratılış programını iyi veya kötü yönde daha fazla uygulamak için gerekli olduğu gerçeğindedir. Tam olarak hangi yol? Bu sadece bununla ilgili.

Dünya zaten birleşme yolunu izliyor. Ondan kaçamazsınız. Tek sorun buna ulaşmak ve buna katkıda bulunmak gerektiğini anlama ölçüsündedir, yol bu ölçüde daha iyi hale gelir. Dünya bunu anlamıyorsa, anlayana kadar bir çocuk gibi cezalandırılır.

Bizler hali hazırda bu fikri dünyaya anlatabilecek durumdayız ve açıklıyoruz. Bunu az çok başarılı bir şekilde ve iyi bir tempoda yaptığımızı düşünüyorum. En azından nasıl çalıştığını görüyoruz. Dünya, gidecek hiçbir yeri olmadığını anlamaya başlıyor; insanlarda yeni, tamamen olağandışı değişikliklerin meydana geldiğini ve egoizmlerinin büyümeyi durdurduğunu hissetmeye başlıyor.

Sadece insanlığın değil, küçük bir egoist çekirdekten güneş sisteminin gezegenlerine kadar gelişen (ve egomuzun gelişimi buna sürekli olarak eşlik ediyordu) evrenin varoluş tarihinde, ilk kez, egoizm kendi kendine büyümeyi aniden durdurdu.

Küresel olmaya ve bağ kurmaya ve her parçası birbiriyle uyumlu doğanın geri kalanıyla aynı olmalarını insanlardan talep etmeye başladı. Ve insan bu koşulda değildir, kendi arasında veya doğa ile birlikte değildir.

Bu nedenle, etrafımızı saran cansız, bitkisel ve hayvansal doğanın tümü, bizi şimdi bunu yapmaya itiyor. Evrende, tüm dünyada ilk defa, son zamanlarda sürekli katlanarak büyüyen egoizm, hafif eğimli bir çizgiye ulaşmış ve daire olmaya başlamıştır. Artık büyümüyor, ancak bizi karşılıklı garanti içinde bütünsel olarak birbirine bağlı olmaya mecbur ediyor.

Nuh’un Gemisi Hiç Var Oldu Mu?

Türkiye, Nuh’un Gemisi adlı yeni bir ziyaretçi merkezinin açılışını yaptı. Ağrı Dağı’ndaki merkez, dünyanın her yerinden Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlardan gelen bağışlarla inşa edildi. Merkez, bölgede bulunan buluntuları ve fosilleri sergilemekte. Gemiyi aramak birçokları için çok heyecan verici ve gerçekten de şu soruyu gündeme getiriyor: Nuh’un Gemisi hiç var oldu mu?

Nuh’un Gemisi hikâyesinden bugün bizim için ana çıkarım, bizim de büyük bir tufanın eşiğinde olduğumuzu ve bunu önleme yeteneğine sahip olduğumuzu anlamamızdır. Yaradan’ın söylediklerini dinleyerek veya başka bir deyişle, doğanın kanunlarına uyarak büyük bir tufanın önümüze çıkmasını engelleriz, bu da nihayetinde olumlu bir şekilde bağ kurmamız gerektiği anlamına gelir.

Olumsuz insan bağları, doğadan aldığımız her darbeyi beraberinde getirir. Aksine, birbirimize iyi davranırsak, doğal afetleri ve diğer darbeleri önlemeyi başarırız.

Bu nasıl çalışır? Doğanın dengesini olumsuz insan ilişkilerimiz aracılığıyla bozmamızı engelleyen doğa yasaları vardır. Doğanın cansız, bitkisel, hayvansal ve insan olmak üzere dört seviyesi vardır ve insan seviyesi, doğanın en yüksek niteliksel seviyesidir. İnsan seviyesinde, birbirimizle olan bağlarımızda belirlediklerimiz, tartışmasız bizimle ilgili olarak doğada ne olacağını belirler.

Bu nedenle, bugün dünyamızda gerçekten önemli olan şeylere -doğanın kanunlarıyla dengeye ulaşmanın bir yolu olarak pozitif insan bağları geliştirmek için- nasıl daha dikkatli olacağımızı öğrenmeliyiz ve bunu yaparak, doğal afetlerden ve daha birçok darbeden kendimizi koruduğumuzu görecek, dahası benzerlerini henüz yaşamadığımız barışçıl ve uyumlu yeni bir dünyanın kapılarını açacağız.

Yaşamsız Bir Durumdan Yaşamı Hissetmeye

Soru: Benim dışımda olan kötü niteliklerden nasıl nefret edebilirim? Kendi içimde olanlardan nasıl nefret edebilirim?

Cevap: Bu kademeli olarak yapılır. Çok zordur. Bu yıllar alır çünkü biz en zor içsel oluşum döneminden geçiyoruz. Ne de olsa evren, cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerin oluşumundan önce milyarlarca yıldır mevcut.

Ve şimdi, biz insanlar gelişmeye başlıyoruz. Ve önceki kozmik ve jeolojik dönemlere kıyasla ne kadar hızlı geliştiğimize bir bakın. Bu muazzam bir fark! Günümüzdeki bir yıl, geçmiş seviyeler için yüz milyon yıl veya daha fazlası gibidir.

Biz şimdi cansız seviyede, evrenin geliştiği şekilde gelişiyoruz. Bu, bir piramidin en alt seviyesidir, ancak en geniş ve en kalın olanıdır ve içinde gelişirken sonuçları görmeyiz.

Nebula, gezegenler, Güneş ve galaksiler çarpışır. Her şey girdap gibi döne döne gider, ters döner, biçimlenir, patlar, dağılır ve yeniden birleşir. Bunların hiçbirini henüz görmüyoruz çünkü her şey, bir tür anlaşılmaz yığının içinde oluyor ve bize göründüğü gibi, bu mutlak bir karmaşa.

Sonunda, her şey yeryüzünün göründüğü ve yaşam koşullarının ortaya çıktığı bir sonraki seviyede kademeli olarak bir araya toplanır. Yani şimdi tüm bu koşulların oluşum safhasındayız. Bizler zaten manevi yaşamımız için koşulların yaratıldığı Dünya’dayız. Manevi Dünya zaten bir şekilde var, sadece yaşamın koşulları henüz belirlenmedi.

Hayatın anlamını bulma ihtiyacı olan insanların bir araya toplandığı uluslararası bir grup, hâlihazırda oluşturuldu. Yani destek zaten orada ama henüz bizim tarafımızdan şekillendirilmedi. Bu konuda daha aktif rol almalıyız. O zaman meydana gelecek şey şu ki, bitkiler yerden yetişmeye başlayacak, güneşe ve göğe doğru yükselecek. Bunlar bizim eylemlerimiz olmalıdır. Bu henüz sahip olmadığımız bir şeydir.

Yaşamsız bir durumdan yaşam ve ışık hissine geçiş en hassas, en ince ve en çarpıcı dönemdir çünkü cansız maddenin kademeli olarak yaşama gelmesi, bitkisel, hayvansal olana – yaşayan bir maddeye, dönüşmesi gerekir.

Yaşamın gücü onda görünür olacak çünkü o, iki nitelikten oluşur: ihsan etme ve alma. Aralarında olan şey, enerjinin ve maddenin akışıdır, ihsan etme niteliği (Yaradan) ile alma niteliği (Yaratılan) arasındaki bağdır ve bu karşılıklı iletişimde orta kısım olan, Adam denilen bir sonraki safha ortaya çıkacaktır.

Soru: Öyleyse, kendi içimizdeki dışsal niteliklerden nasıl nefret edebiliriz?

Cevap: Cevap basit: “İstemek zorundasın.” Bu ancak dostlar sayesinde mümkündür. Ama biz hala bundan kaçıyoruz.

Eski Düzene Göre

Yorum: Bir keresinde, dünyanın felaketlerden ve çevre kirliliğinden değil, işsizlikten korkması gerektiğini; Dünya işsizlerle dolup taşacak, çevresel bir felaketten daha kötü bir kaos ve felaket olacak demiştiniz.

Cevabım: Gerçek şu ki ülkeler, işsizleri desteklemek zorunda kalacaklar. Belki de bu çok da büyük bir sorun olmayacak, tabii ki yine de büyük bir yük. Toplum, malların yeniden dağıtımına ve muhtaçları bir şekilde tatmin etmeye adapte olabilmiş değil. Her şey eski düzene, paraya ve sosyal yardımlara göre çalışıyor.

Sorun, sadece işsizlerin geçimini sağlayacak hiçbir şeyleri olmayan insanlar olması da değil.  Bu kimseler, herkesin gözünde gereksiz göründüklerini hisseden ve boşluk, değersizlik ve önemsizlik hislerini kendi içlerinde doldurmaları gereken insanlar. Çok kötü sorunlara sahipler.

İnsan, bir tür işe katılım sağlayabilmek için yaratılmıştır. Hayvanların sürekli yiyecek arayışı içinde olduklarını, birbirleriyle bir nevi iletişim içinde olduklarını, bir nevi açılım içinde, bir yerden bir yere hareket halinde olduklarını görüyoruz. Sürekli içsel ve dışsal hareket halindedirler. Aralarında kavga olsa da kasten birbirlerine zarar vermezler. Bütün bunlar gerekliliktir ve tüm canlıların yaşam döngüsünde yerleşiktir.

Çalışmadan ayrılan insan, bir nevi ölüdür. Twitter, Facebook ve diğer sitelerde ne kadar süre kalabilirim ki? Bugün televizyonda öyle programlar var ki izlenecek hiçbir şey yok. Yani insanlar o kadar çok bozuluyor ki, kesinlikle içlerindeki insani olan özellikler yok oluyor. Herhangi bir gelişim ile ilgilenmiyorlar.

Neden okula gidiyoruz? Biraz okuyup yazmayı, hatta kalemle yazmayı bile değil, bilgisayarda yazmayı öğreniyoruz,  işte bu kadar.

Başka neye ihtiyacım var? Bir yazışmada sadece “ha-ha” ve “ho-ho” gönderiyorum ve bunlar yeterli oluyor. TV şovlarını izliyorum ve bu da yeterli.  Ne okulu? Ne için?

Bir zamanlar okul, insanı işçi olmaya hazırlamak için tasarlanmıştı ve eğer üniversitede eğitimine devam ederseniz, o zaman bir memur veya bir çalışan olurdunuz, vb. Ama şimdi neden artık rahatsız ediyor? Yani okul ölüyor. Bütün kültür ölüyor. Bu televizyon ekranında kapanıyor ve bu da dedikleri gibi, “süpürgeliğin altına” atılıyor. İnsanlar işte böyle bir durumda. Onlara bundan sonra ne olacak?

Her şeyi şansa bırakabiliriz, ancak doğanın kendi yasaları, kendi planları ve kendi amacı vardır. Bu nedenle, sadece hayatın tadını çıkarmak çok zordur. O bizi her zaman sarsacaktır. Dünyada savaşlar, isyanlar ve vahşice şeyler olacaktır.

Hiçbir devlet bununla başa çıkamayacak çünkü tüm ülkelerde insanların %90’ı işsiz kalacaktır. Onlarla ne yapacaksınız?

Geriye kalan tek şey, küçükten büyüğe herkes için integral bir yetiştirme ve eğitim metodudur. Sadece bu metot, insanı bir üst seviyeye yükseltebilir ve o zaman doğa ile uyum içinde olur, çelişkiler yaşamazsınız. Bu harekette kesinlikle iyi işaretler bulacaksınız.

“Eğer Doğru Soruyu Sorarsak, Cevap Bellidir” (Linkedin)

Nihayetinde, herkesin istediği şey, iyi bir hayata sahip olmaktır. İyi bir yaşam, herkes için aşağı yukarı aynı anlama gelir: yaşamak için iyi bir yer, sofrada yemek, sağlık, çocuklar için eğitim ve en önemlisi – parlak bir yarının kesinliği. Kendimize, böyle bir yaşam sürmekten bizi neyin alıkoyduğunu sorduğumuzda, çoğu insan için açıktır ki, yalnızca egomuzun tüm biçimleri (gurur, tiranlık, sömürü, zorbalık, zalimlik) iyi bir yaşam sürmemizi engeller. Ancak, egoyu nasıl yeneceğimizi sormak yerine, kendimizi diğer insanların egolarından nasıl koruyacağımızı, en iyi durumda ya da en kötüsünde, kendi egolarımızı diğer insanlara nasıl empoze edebileceğimizi soruyoruz.

Bu, bariz soruyu sormamamızın bir nedeni var: Mutluluğa giden yolumuzdaki tek engeli nasıl aşacağız? Bizi engelleyen şey yani ego, dikkatimizi dağıtır ve dikkatimizi başka şeyleri veya insanları sorun olarak görmeye yönlendirir. Ama bir an için duygularımızın üstüne çıkar ve mantıklı düşünürsek, eğer birbirimize yakın hissetseydik, düşman gibi değil de aile gibi hissetseydik, birbirimize karşı savaşmayacağımızı anlarız.

Egonun bize oynadığı oyunlar yeni değildir. Binlerce yıldır bizi birbirimize düşürüyor. Binlerce yıldır birbirimizi öldürüyor, sömürüyor, taciz ediyor ve komşumuzun acısına seviniyoruz. Bunu başka hiçbir varlık yapmaz, sadece insanlar çünkü “ego” denen içsel yılana sadece insanlar sahiptir.

Eski toplumlar bugün bizimki kadar zehirli değildi. Bazı durumlarda, gerçekten bir aile gibi yaşadılar. Ancak ego sabit kalmaz; yoluna çıkan her şeyi şiddetlendirir ve zehirler. İnsanlık her seçeneği denedi. Aşırı solu ve aşırı sağı, kapitalizmi ve sosyalizmi, anarşi ve katı düzeni, monarşiyi, demokrasiyi, teokrasiyi denedi, liste uzayıp gider. Hiçbiri işe yaramadı ve ego zihinlerimizi ve kalplerimizi yönettiği sürece, hiçbir şey işe yaramayacaktır.

İnsanlık bitmek bilmeyen bir savaşın içine gömülürken, yaklaşık 4000 yıl önce yaşamış bir adam doğru soruyu sordu: İnsanlık, kalbimizdeki egoyu nasıl yenebilir? Bulduğu cevap onu o kadar mutlu etti ki, insanlığa nasıl yardım edeceğini anladı ve gittiği her yere bunu yaymaya başladı. Bu adamın adı İbrahim’di ve tüm insanlığa verdiği mesaj, diğer insanların egolarını, hatta kendi egomuzu yenmeye çalışmak yerine, olumluya, egoist olmayan bağları beslemeye odaklanmamız gerektiğiydi.

Yeni fikri sayesinde “merhamet adamı” olarak tanınan İbrahim, haklı olduğunu anlayan taraftarlar toplamaya başladı. İbrahim, anavatanı Babil’deki egoist otoritelerin baskısıyla yola çıktı ve Kenan’a doğru yöneldi. Yol boyunca, fikrindeki güzelliği gören daha fazla taraftar topladı. Henüz bir ulus değildiler; onlar, öğretmenlerinin fikrine sempati duyan bir insan kalabalığıydı. Ancak İbrahim’in metodunu, yabancılaşma ve bencillik yerine, özen ve düşünceyi besleyerek kendi aralarında uygulamaya başladıklarında, daha önce görülmemiş bir birlik şekli oluşturmaya başladılar.

Bu insanlar, birliktelikleri sayesinde insanların daha önce bilmediği bir şeyi keşfettiler: Her şey birbirine bağlı. Ben-merkezci doğalarına, verme unsurunu ekledikleri için, gerçekte her şeyin sadece almakla kalmayıp, diğer her şeye verdiğini de hissedebiliyorlardı. Bu şekilde, dünyanın geri kalanı için bir model haline gelen, dengeli ve uyumlu bir toplum kurdular. Bu toplum “İsrail halkı” olarak tanındı.

Ancak dayanışmalarını koruyamadılar. Her insandaki ego büyüdükçe, onların da egoları büyümeye devam etti ve sonunda onlar da buna yenik düştüler. Bununla birlikte, İbrahim’in mirası onlarda kaldı ve aralarından çok azı bu öğretiyi kitaplarda ve öğretmenlerde canlı tuttu.

Bugün, dünya seçeneklerini tükettiği için bu bilgelik tüm dünyaya açılıyor. Egoyu yenmenin bir yolunu bulmaya yönelik bu boşuna çabalar, insanların zihinlerini egoyu bastırmaya değil, bağı güçlendirmeye çalışan bir bağ kurma bilgeliğine açtı. Öğretmenim RABAŞ ve babası Baal HaSulam böyle öğretmenlerdi ve onların öğretilerini her dilde ve her yerde erişilebilir kılmak için elimden geleni yapıyorum. Bugün, doğru soruyu sormaya hazırız: Egoyu nasıl yeneriz? Bugün, ego bizleri daha fazla sefaletten başka hiçbir yere götürmeyen, yanlış ideolojilere çekemeyecektir.

İçsel Değerler Etkili Olduğunda

Yorum: Bizler öyle zannediyoruz ki eski zamanlarda insanlar ilkeldi. Ama siz, onların, aralarındaki bağın açıkça farkında olduklarını söylediniz.

Benim Yorumum: Ne yönden ilkeldiler? Âdem’den önce ve sonra yirmi nesil, Nuh’tan önce on ve Nuh’tan İbrahim’e kadar on nesil Yahudi, ilkel değildi. Onlar, aralarındaki bağ vasıtasıyla üst dünyaya ulaşıyorlardı. Bunun kaderleri olduğunu ve bu dünyada bu nedenle var olduklarını anladılar.

Bu nedenle onlar gereksiz hiçbir şey yapmadılar ve büyük anıtlar, saraylar, tanrı heykelleri yaratmamışlardır.  Onlar hiçbir şey inşa etmediler! Buna ihtiyaç duymadılar. Onlar içsel çalışma yapıyorlardı. Herkesin kalacak yeri, ekmeği, suyu, eti, sütü, ihtiyacı olan her şey vardı ve bu onlar için yeterliydi.

Burada, İsrail’de yaşamış eski uygarlığa bakın. Geride ne bıraktılar?

Hiç bir şey. Elbette şehirler ve yerleşim yerleri vardı ama çok basit şekilde.

Ve Tapınak! O Tapınakta ne vardı ki? Özel bir şey yoktu. İki yüz metreye iki yüz metre, hatta daha az.

Her şey çok basitti çünkü içsel manevi gelişime yönelikti. Ve insanlar buradan dünyanın diğer ülkelerine sürgüne gittiklerinde, esasen hiçbir şey kaybetmediler; yanlarına bir kitap alıp gittiler. Tamamen farklı değerlerle yaşadılar.

Yunanlılar ve Romalılar ise ne yaptılar? Washington’a ilk geldiğimde şöyle bir baktım: “Burası Roma – birebir aynı! Binalar ve sütunlar, bunların hepsi antik Yunan.” Berlin’de de durum aynı.  Bin yaşındaki Reich, Roma’nın varisi. Ve Rusya’da da benzer bir şey inşa ettiler.

Ancak burada o türden bir şey yok. Burada bir şey nerede inşa edilir ki? Ya da eski tarihe ait restore etmek istediğiniz bir şeyi nereden bulabilirsiniz ki? Hiçbir şey yok. Sadece sıradan binalar inşa etmek ve onlarda yaşamak gerekiyor, hepsi bu.  Diğer her şey ise içsellikte.

Modern yeni binaların bile, ne tip olmaları gerektiği kimsenin umurunda değil. Mimari yok, özel müzik yok, kültürel anlamda edebiyat yok vs. Hiçbir şey yok ve bunların hiçbirine gerek de yok! Bedenin varlığı için gerekli olan giysi, ayakkabı ve gıdayı sağlamak için, ihtiyaç olan tek şey normal bir yaşam ortamıdır. Diğer her şey ise sadece maneviyattır.

“Nihai Haz” (Medium)

Bilim adamları, diğer karıncalarla yaptığı bir faaliyet sırasında ısıya maruz kalan bir karıncanın, bunu hissetmiyormuş gibi davrandığını keşfetti. Sanki hiçbir şey hissetmiyormuş gibi diğer tüm karıncalarla devam eder, ancak tüm karıncalar yaptığında rotasını değiştirir. Aynı şey sığırcık gibi, birçok kuş sürüsü ve birçok balık sürüsü için de geçerlidir. Birbirlerini takip etmezler, sayısız çeşitten oluşan tek bir organizmaymış gibi hareket ederler. Bunu hormon salgılayarak mı yoksa başka bir şeyle mi yapıyorlar bilmiyorum ama sonuçta birbirleriyle tam bir uyum içinde oluyorlar.

İnsanlar bu şekilde hissedemezler. Toplumla bütünleşme yeteneğimiz tamamen reddedilir; her zaman bireyselliğimizi hissederiz. Ayrıca, bireyselliğimizi toplumdan üstün tutarız, bu yüzden sığırcıkların ve balık sürülerinin çalıştığı ortak akılla bağlantı kuramayız.

Kolektif aklı hissedemediğimiz için, kolektif realitenin anlaşılması ve algılanması reddedilir. Sanki burnumuzun ötesini göremediğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Aynı zamanda, kesinlikle kolektif bir algı ile doğmadığımız için, onunla doğmaktan çok, onu geliştirerek sonsuz derecede daha fazlasını kazanacağız. Sadece kolektif aklı değil, aynı zamanda gelişiminin ardındaki düşünceyi, ona sahip olmakla olmamak arasındaki farkı ve başkalarının bu bilinci kazanmasına yardımcı olmanın yolunu da elde edeceğiz.

Böyle bir kolektif bilinç halinin var olduğunu gördüğümüzde, onu elde etmek isteriz. Bu, ona doğuştan gelen benmerkezciliğimizden daha fazla değer vermemiz için bizi motive eder. Motivasyonumuz arttıkça, o duruma ancak bencilliğimize karşı tercih yaparsak ulaşabileceğimizi anlarız.

Bir kez bu koşula geldiğimizde, tamamen hazzın yeni bir türünü, nihai hazzı keşfederiz. Bu tür bir hazda kendimizi değil, kolektif varlığımızı, birliğimizi hissetmeye çalışırız. Benliğin askıya alınması değil, gerçekte her varlıktan oluşan ve ona ait olan yeni bir benliğin eklenmesidir. Özgün benliğimiz var olmaya devam eder ve bir yenisi eklenir.

Bu kolektif bilinci bir kez edindiğimizde, sevginin gerçek anlamını ve neden herkesin ona özlem duyduğunu anlarız. Bu sevgide, ayrı benliklerimizi hissederiz ve aynı zamanda herkesin kendi benliklerinin üzerine çıkma ve başkalarıyla sevgide birleşme çabalarını hissederiz.

Aslında bu durumda, egonun amacı değişir ve yeni rolü, nefret ve ayrılık durumu ile sevgi ve bağ durumu arasında ayrım yapmaktır. Kişinin egosu ne kadar büyükse, sevginin sevinci de o kadar büyük olur çünkü daha büyük bir egonun üstesinden gelmek için, daha büyük bir sevgi gerekir.

Sürecin sonunda, kişi egonun mutlak bencilliğini hisseder ve aynı zamanda kolektif bilinçte var olan mutlak sevgiyi de hisseder. Balıkların ve kuşların içgüdüsel olarak hissettiklerini, ancak Yaratılışın her zerresi için sevgiyi geliştirdiğimizde hissedebiliriz. Bu nihai sevgi, beraberinde nihai hazzı getirir. Hepimizin hissetmeye özlem duyduğu nihai sevgi, kesinlikle sevilmek değil, başkaları için mutlak sevgi hissetmektir. Bunu deneyimlediğimizde, her şeyin mutlak sevgi olduğunu görürüz.

Bağ Kutlamasına Davet

Tüm insanlık tarihine bakarsanız, insanların her zaman insan toplumunda varlık koşullarını iyileştirmeye çalıştıkları açıktır; yani birlikte nasıl var olacaklarını arıyorlardı.

Kısa bir süre için savaşlar bitti ve barış sağlandı ama sonra yeniden başladı. Ve şimdiye kadar insanlık, milletler arasında iyi bir yaşama, barışa, uyuma ve yakınlaşmaya nasıl ulaşacağını anlamadı.

Karşılıklı iddialardan vazgeçip, karşılıklı anlayışa varırsak hayatın daha iyi olacağı herkes için açıktır. Ama egoizmimiz yüzünden bunu yapamıyoruz. Herkesin içinde, başkalarıyla olan bağına karşı çıkan, haz alma arzusuna sahip bir egoist vardır.

Ne de olsa bağ, benim bir başkasına yardım etme isteğimi ve onun bana yardım etme isteğini gerektirir; öyle ki, benim ne fayda elde edeceğimi ve onun ne alacağını hesaplamadan, sadece bunun herkes için iyi olduğundan emin olmak için tek bir kişi gibi oluruz.

Bu formül bizim için net değildir ve onu asgari düzeyde bile uygulayamıyoruz. Bu nedenle insanlık, herkesin birbirini destekleyeceği ve herkese – çocuklara, kadınlara, erkeklere – iyi ve güvenli bir yaşam sunacağı, evrensel bağ durumuna yaklaşmanın yollarını arıyor. Bu anlaşma ile dünya hepimize kaynaklarını sağlayabilecek; sadece herkese yetecek kadar doğru ve iyi niyetli bir şekilde dağıtmak gerekli olacaktır.

Bilinçaltında, insanlık bunun herkes için daha iyi olacağını anlar. Ama aynı zamanda, binlerce yıldır, giderek daha fazla koptuk ve tek bir kişi gibi, kardeşçe sevgi içinde yaşamanın bu doğal koşulunu nasıl yerine getireceğimizi hiç düşünmüyoruz.

Ancak binlerce yıldan fazla bir süredir insanlık, daha yakınlaşıp, birleşip ve birbirimize sahip çıkabilmiş olsaydık, hayatın ne kadar harika olacağı fikrine sahipti. Bu, bizleri ıstıraptan, güç ve kaynakların tükenmesinden ne kadar çok kurtarırdı. Tüm işler birlikte kolayca ve zevkle, güvenle ve neşeyle yapılabilirdi.

İnsanlık bunu uzun zamandır konuşuyor ve düşünüyor ve aslında eski çağlarda bir noktada, dünyanın farklı yerlerinde, komünler gibi birlikte hareket eden topluluklar vardı. Onlar, bu komünlerin her birinde egoizm patlayana ve tüm uyumu ve birliği yok edene kadar var oldular.

Bugün, tüm bu girişimlerin çoktan aşıldığı ve bir kenara atıldığı bir aşamadayız: aşırı sağ ve aşırı sol fikirler, radikalizm, kapitalizm, sosyalizm, anarşizm vb. gibi tüm bu oluşumlarda, herkesi az çok tatmin edecek şekilde tutabileceğimiz tek bir ilke yoktu.

İşte bu yüzden, yirminci yüzyılın sonundan itibaren Kabala ilmi, insanlığa ifşa olmaya başlandı ve özellikle günümüzde kararlı bir şekilde ifşa oluyor. Ondan önce Kabala, diğer tüm metotların aksine gizlendi ve dağıtılması yasaklandı. Kabalistler, onu dikkatlice gizlediler ve insanlığın, varoluşun ancak egoist arzusunun, doğasının üzerine çıkmasıyla mümkün olduğunu anlayacağı zamanı beklediler.

Bugün tüm metotları, tüm teknikleri denediğimizi, uygulamaya çalıştığımızı ve bunun imkânsız olduğuna inandığımızı söyleyebiliriz. Geriye sadece Kabala bilimini takip etmek kalıyor. Bizim tarafımızdan sadece küçük bir müdahale gerekiyor ama sonunda, tüm ıslahlar yukarıdan yani doğanın kendisinden ifşa olmalıdır.

İşte bu yüzden, bağımız aracılığıyla, binlerce yıldır bu dünyada insanlığa eşlik eden tüm hayallerin ve umutların en uygun, en iyi biçimde gerçekleştiği, uyanma hazzını elde etmeye çalışmak için burada toplandık. O zaman insanlık, sonunda doğru karara vardığımızı görecektir.

Üst güç, üst ışık, Yaradan üzerimizde parlar ve Yaratılışın doğasına göre O’na en yakın olan, ruhumuzun kökü “kalpteki nokta”da O’nun etkisini hissederiz.

Bu nedenle, Yaradan’a yaklaşmalı ve gelişim sürecine kendi tarafımızdan yardım etmeliyiz, böylece sadece üst gücün tarafından değil, yaratılışın tüm parçalarını bir araya getirmek ve birleştirmek isteyen, aynı zamanda yaratılışın kendisinin zamanımızda uyanan kısımları nedeniyle de gelir, bu yüzden “son nesil” olarak adlandırılır.

Bunlar, önceki nesillerde binlerce yıldır olduğu gibi, sadece seçilmiş bireyler değildir. Bugün hem erkek hem de kadın birçok insan uyandı. Tüm insanlığı, mevcut seviyesinden, şimdiye kadar acı ve sıkıntılar içinde var olduğu yerden, yüce güzel bir duruma, anlayış ve farkındalığa, mükemmel halin büyük bir ifşasına, Yaradan’ın doğasına erişmeye yükseltmek için, kendi içsel değişimleri üzerinde çalışmaya hazırlar.

İyilik yapan, herkesi seven O’ndan başka bir güç yoktur. Ve biz bu sevgiye yaklaşmalı ve ona dahil olmalıyız. Aramızda sevginin hüküm sürmesi için öğrenmemiz gereken şey budur ve o zaman Yaradan aramızda kendisini ifşa edecektir.

Umarım bu ifşaya yakınızdır. Her şey çabalarımıza bağlı. Aramızdaki tüm boşluğu doldurması için, aramızdaki sevgiyi ortaya çıkarmak gerekir. Ve o zaman Yaradan, O’nun ifşası için hazırladığımız bu sevgide tezahür edecektir. Devam edin ve iyi şanslar!

“Gezegene Zarar Verme Açısından Geri Dönüşü Olmayan Noktayı Geçtik Mi?” (Quora)

Böyle bir nokta yoktur. En büyük niteliğimiz olan düşüncemizin, doğayı değiştirebileceğine güvenmemiz gerekiyor. Yalnızca düşüncelerimizi yönlendirmemiz gereken istikameti anlamamız gerekir. Ne hakkında düşünmeliyiz? Peşinde olmamız ve talep etmemiz geren koşul veya durum nedir?

Gezegenimizi korumak için, olumlu insan bağları hakkında düşünmeliyiz. Yani, bağımızda doğayı nasıl güvende tutabiliriz? Hep birlikte dünyamızı nasıl koruyabiliriz? Gezegenimizi gerçekten daha iyi yapmak istiyorsak; o halde, baktığımız her yerde nasıl olumlu bir şekilde bağ kuracağımız konusunda endişe duyan insanları görmeliyiz.

Bunun, yaygın olarak sürdürülebilir olmakla ilişkilendirdiğimiz geri dönüşüm veya diğer etkinliklerle ilgisi yoktur. Tamamen doğal, mükemmel bir şekilde birbirine bağlı ve küresel bir duruma ulaşalım diye, birbirimize yakınlaşır ve birbirimizi dikkate alırsak, o zaman olumsuz güçler dünyadan kaybolacaktır.

Anlamamız gereken şu ki; eğer birbirimiz hakkında daha iyi düşünmeye başlarsak, o zaman gezegenimiz tüm kötülüklerden kurtulur çünkü düşüncelerimiz doğadaki en kuvvetli güçtür. Aynı şekilde, birbirimiz hakkındaki olumsuz düşüncelerimiz, gezegene zarar vermekten tamamen sorumludur. Bu nedenle; genellikler sürdürülebilir olduğunu düşündüğümüz enerjileri ve eylemleri, ne kadar çok geri dönüştürürsek ve onlara ne kadar yatırım yaparsak, gezegenimiz de o kadar kötüleşir. Gezegenimizi daha iyi korumak ve geliştirmek için, birbirimize karşı tavrımızın değiştiği bir duruma ulaşana kadar, hiçbir şey bizim faydamıza işlemeyecektir.