“Kötülüğü Veya Yanlış Giden Şeyleri Nasıl Düzeltiriz?” (Quora)

Herkesin değişmesi, kendini geliştirmesi ve topluma faydalı bir parçası olması için kapı daima açıktır. İnsan toplumuna karşı en kötü suçları işleyenler bile,  sadece her gün duyduğumuz bir veya birkaç kişiye yönelik cinayet veya hırsızlıktan da bahsetmiyorum, dünyanın kötüleri olarak kabul edilenler bile ne yaptıklarını anlayacakları ve aynı zamanda değişmeyi arzulayacakları bir uyanış anına sahip olacaklar.

Örneğin, kendi ülkesinde toplu katliam ve soykırım uygulayan Adolf Hitler’i ve Avrupa’daki yıkımı ele alalım. Bu tür insanların özgür seçimleri yoktur. Üst güç onları bu tür gaddarlıkları gerçekleştirmeleri için yönlendirir ve kendilerinin ne yaptıkları hakkında hiçbir fikirleri yoktur.

Daha sonraki enkarnasyonlarda, onlar insanlığa getirdikleri zararı kabul etmek zorunda kalacaklardır. Böyle insanlarla ilgili olarak “hizmetçilerin ve kralların kalpleri Yaradan’ın elindedir” denir. Yani, insan gelişimini yönlendiren bir üst takdir vardır ve insanlığın belirli darbeleri deneyimlemesi gereken belirli zamanlar gelir ve daha sonra “Yaradan”, “doğa” veya diğer birkaç isimle adlandırılabilen üst takdir, insanlığın gelişiminde deneyimlemesi gereken belirli bir miktarda acıyı uygulamak için Hitler gibi belirli bir kişi aracılığıyla hareket eder.

Dünyaya onların vasıtasıyla iyiliğin geldiği diğer insanlar da vardır ama ne yazık ki, dünyamıza neredeyse hiç iyilik gelmez, bu yüzden bu örnekler çok daha nadirdir.

Bununla birlikte, topluma karşı şurada burada suç işleyen sıradan insanları tartışırsak, bu tür insanlar her zaman bölücü eğilimlerinin üzerine çıkma ve topluma faydalı katkılar sağlama yeteneğine sahiptir.

Uç bir örnek olarak seri katilleri alırsak, bunlar hala anlaşılması çok karmaşık konulardır çünkü onları tam olarak anlamak için, enkarnasyonların nasıl çalıştığını anlamamız gerekiyor. Örneğin, kişinin bu enkarnasyonda zarar verdiği bir kişi, gelecekteki bir enkarnasyonda ilgilenmesi gereken çocukları olabilir.

Parçası olduğumuz sistemin tamamını anlamak için sadece algı araçlarından yoksunuz. Dünyamızda, insanları belirli zamanlarda gerçekleştirdikleri belirli eylemlere göre yargılamaktan başka seçeneğimiz yok çünkü onları değerlendirmenin başka bir yolu yok. Ayrıca, insan toplumunda belirli bir dengeyi sürdürmek ve her türlü kötülüğün açığa çıkmasına çok fazla izin vermemek zorundayız.

Oysa doğadaki gerçeği algılayabilmek için doğanın başlangıcını ve sonunu görmemiz gerekir. Ve böyle konularda tecrübeliler kadar bilgesi yoktur. Gerçekliğin düzenine ve gelecekteki durumlarımızın en son hallerine kadar nasıl gelişmesi gerektiğine dair böyle bir algıya erişmiş insanlar var. Bu tür insanlar aynı zamanda, insan gelişiminin her köşesinde ve kuytularında neler olduğunu görebilir, meydana gelen her türlü ıstırabın arkasındaki nedeni ve amacı anlayabilir ve buna göre tarih boyunca meydana gelen her olayı haklı çıkarabilirler.

Böyle bir algı olmadan, o zaman bu dünyada dar algılarımızla hareket ederiz. Burada söylediklerimi anlamak ve aynı fikirde olmak çok zor, ancak mümkün olduğunca basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, eğer doğayı başlangıcından sonuna kadar görerek gerçekliğin tam algısını ve hissini elde edersek, o zaman gerçekleşmiş olan her şeyi kelimenin tam anlamıyla haklı çıkarabileceğiz.

Bu yüzden Kabala bilgeliğini öğretiyor ve yayıyorum. Kabala, gerçekliğin tam algısına nasıl ulaşacağımız konusunda bize rehberlik eden bir bilgeliktir. Bunu yaparak, hayatımızı hatasız ve her türlü korkunç patlamalardan arınmış olarak nasıl yöneteceğimizi bileceğiz. Yüksek bir birleşme ve sevgi duygusunun tüm insanlar arasında yaşayacağı uyumlu ve barışçıl bir toplum inşa etmek için gerekli araçları kazanacağız. Ayrıca, belirli insanların neden belirli eğilimlerle doğduklarını da tam olarak göreceğiz.

Belli eğilimleri olduğu için kimse suçlanamaz. Nasıl ki bazı insanlar bilim insanı olmayı arzuluyorlarsa, diğer insanlar müzisyen olmayı arzuluyorlar vb. gibi, aynı şekilde bazı insanların da toplumun kötülük olarak gördüğü öldürme ve çalma gibi eğilimleri vardır. Farklı insanların sahip olduğu kesin eğilimlere karşı bir duyarlılık geliştirseydik, o zaman onlara enerjilerini topluma fayda sağlayacak şekilde kanalize etme konusunda rehberlik edebilirdik. Örneğin, bu tür insanları, İnsanları yakalamak yerine balık tutmaya, insanları bıçaklayarak öldürmek yerine, kasap olarak çalışmaya veya onları iyileştirmek için cerrah olarak insanları kesmeye, ya da kendimiz için bencilce kazanmak amacıyla başkalarından çalmak yerine başkalarına vermek için kendi egolarımızdan çalmaya yönlendirebiliriz. Sonuç olarak, bizler haz alma arzularından yapıldık ve hazzın türü, birlikte yetiştirildiğimiz toplumdaki değerlere ve örneklere bağlıdır.

Doğanın eğilimlerimizi içimize yerleştirdiğini anlamalıyız ve belirli eğilimlere sahip olduğumuz için cezalandırılmamalı veya suçlanmamalıyız. Bunun yerine, toplum her birimizi eğilimlerimize göre ayırt etmelidir ve onları toplumun yararına yönlendirdiğimiz ölçüde belirli düzeltmelerden geçeriz. Daha sonra, onu olumlu bir amaç için nasıl yönlendireceğimizi deşifre etmemiz için her eğilimin nasıl var olduğunu yavaş yavaş görmeye başlardık.

Eğilimlerimizi olumlu amaçlara yönlendirmek, toplumun bize aşıladığı sarmalayıcı değerlere ve örneklere bağlıdır. Örneğin, bir kişinin öldürme eğilimi varsa ve o kişi, tükettiği medya ve eğlence gibi toplumdaki örneklerle, kıyasıya rekabet eden “her insan kendine” değerleri ve insanlar arasında nefretin filizlenmesini teşvik eden bölücü dürtülerle birleşirse, o zaman böyle bir kişinin eğilimini olumsuz ve yıkıcı bir şekilde kullanma olasılığı daha yüksektir.

Bununla birlikte, koruyucu toplumsal değerler ve örnekler, kendi çıkarları yerine başkalarına ve doğaya fayda sağlamayı amaçlayan olumlu örneklerle, medya ve eğlence bu değerleri tanıtmaya çalışan olumlu örneklerle zenginleştirilseydi ve ayrıca eğitim sistemlerimiz bizi materyalist olarak birbirimizle rekabet edecek şekilde yetiştirmekten, bölücü dürtülerimizin üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurmak için birbirimizle işbirliği yapmaya kaydırılsaydı, o zaman öldürme eğilimi olan kişi, kendisini kucaklayan olumlu sosyal çevreye en iyi şekilde hizmet etmek için bu eğilimi nasıl kullanacağını da arardı.

Hepimiz farklı eğilimlerle doğarız ve birbirimizle pozitif ilişki kurmak için onları aşmak için birbirimizi desteklersek, o zaman doğanın bizi bir arada tutan pozitif bağlantı gücüyle yeni bir bağlantı ağına gireriz. O zaman toplumdaki en uygun yerlerimizi bulabiliriz ve sonra her birimiz kendimizi mükemmel ve bütün bir biçimde gerçekleştirebiliriz. O zaman, en kötü eğilimlerimiz bile (öldürme, tecavüz etme ve çalma) topluma olumlu katkı sağlamak için bu eğilimleri nasıl kullanacağımızı ararken olumlu bir ifade bulacaktır.

Sabrımızı Nasıl Geliştirebiliriz?

Soru: Kişi gerektiği kadar sabrı nasıl geliştirebilir?

Cevap: Bu sadece amacın önemini göz önüne almak ile olur. Ne için doğdum? Neden varım? Ne için yaşıyorum ve neden ölüyorum? Hayatın anlamı, gerçekten de, her an iyi hissetmek mi?

Bu elbette dünyevi beden için çok önemlidir. Hepimiz buna hemfikiriz çünkü bu bizim doğamızdır. Her birimiz farklı ölçüde de olsa acıdan ve zorluklardan korkarız; ancak bu böyledir ve bu konuda hiçbir şey yapamayız çünkü bu bizim egoist doğamızdır.

Ancak eğer bir gruptaysam ve grup bana yolumuzun büyüklüğünden ve hayatın amacının öneminden bahsediyorsa ve gruba karşı başımı eğerek kişisel gururumu işin içine katmayıp, onların bana hissettirdiği amacın öneminden etkilenip bana bu doğrultuda etki yapmalarına izin verirsem; ilerlemek için kendimde güç bulmaya başlarım.

Buna ek olarak arkamdaki köprüleri yakmak da önemlidir.  Ben öğretmenimi bulduğumda önceden sahip olduğum her şeyi yaktım. Güzel bir işe ve bir insanın hayatta ihtiyaç duyduğu her şeye sahiptim, ancak geriye dönüş olmasın diye, artık hiçbir şeyi geri getirmemek için hemen eski hayatımdan ayrıldım. Öğretmenim Rabaş’ın yanında yaşamak için evimi taşındım ve bu sayede geçmişimle her türlü teması kesmiş oldum.

Yeni bir hayata başladım, daha mütevazi, her anlamda daha kısıtlı ama öğretmenimin yanında bir hayat. Yani hayatımı değiştirmek zaten çok zordu.

Çevrenin ve olumsuz düşüncelerin etkisinde kaldığımızda, denizcilerin fırtınalı dalgaların onları denize düşürmemesi için kendilerini güverteye bağlaması gibi, biz de mümkün olduğunca kendimizi doğru yola bağlamalıyız.

 

Her Koşulun Üstesinden Nasıl Gelebilirim?

Bana verilen her koşulun üstesinden nasıl gelebilirim? Dostlarımla ilişkilendirirsem her koşulda çalışabileceğimi görürüm. Kendinizi aşağıdan ve yukarıdan, her iki yönden de incelemelisiniz: bir yandan tüm dostlardan daha düşük hissetmek ve aynı zamanda grubun aktif bir üyesi olarak gruba yatırım yapmak.

Bu, aynı zamanda hem en düşük hem de en yüksek koşulda olduğum ve daha sonra kendimi onluya göre doğru bir şekilde inşa ettiğim anlamına gelir. Kendimizi her zaman inşa ettiğimiz manevi Partzuf’a göre kontrol ederiz.

Kendimi onlunun merkezine göre pasifize ederim. Onlu benim teknem, on Sefirot, grubumdur. İçinde birey yoktur, sadece Yaradan’ın kendi şartlarına göre ulaşmamızı istediği ortak bağımız vardır.

O her birimizin içinde sahip olduğumuz tüm nitelikleri keşfetmemiz için içsel koşullar, egoizm ve içsel nitelikler oluşturur ve tüm bu yükle dostlarıma katılırım ve onlarla bir çember, bir küre, bir tekne, manevi bir kap oluştururum.

Herkesin görevi, tüm dostları tek bir kapta birleştirmek, onları kendi nitelikleriyle doldurmak ve bunun kendisine bağlı olduğunu hissetmektir.

Herkesin görevi, tüm dostları kendi nitelikleriyle doldurmak için tek bir kapta birleştirmek ve her şeyin ona bağlı olduğunu hissetmektir. En düşük Sefira olan Malhut yerine, en yüksek Sefira olan Keter olabilirim. Kendimi ve onluyu bu şekilde inceler, dostlarımla bu şekilde çalışırım.

Elbette tüm bunları yapan ben değil, üst ışıktır. Kendimi Yaradan’ın önünde pasifize ettiğim ve benden istediğini yaptığım ölçüde, O’na tutunarak, her şeyi nasıl yaptığını ve bana neler olduğunu giderek daha iyi anlarım.

“Manevi Dünya ve Maddesel Dünya Aslında Nedir?” (Quora)

Kabala ilminde basitçe “bu dünya” olarak adlandırılan maddesel dünya, gerçeklikle ilgili içsel hissiyatımızdır. Sanki içsel duyumuzun dışında bir dünya varmış gibi görünür ama hepsi içeridedir.

Galaksiler ve yıldızlarla dolu uçsuz bucaksız bir evreni, hatta cansız, bitkisel, hayvansal ve insani seviyeleriyle gezegenimizin uçsuz bucaksızlığını görsek de, hepsini zevk alma arzumuzda algılarız. Egoist arzumuz bizim doğamızdır ve ondan kopsaydık kendimizi ve dünyayı hissetmezdik.

“Bu dünya”, doğuştan gelen zevk alma arzumuzda algıladığımız resimdir. Gerçekte arzuya göre hareket eden daha yüksek bir gücün sonucudur. Gördüğümüz sayısız değişiklik ve hareketler sadece bizim arzumuzda gerçekleşir. Hiçbir şey bizim dışımızda hareket etmez ama daha ziyade arzularımızda hareketler meydana gelir, bu da bize değişim ve hareketi dışarıdan algılamamızı sağlar.

Buna karşılık manevi dünya, doğuştan gelen gerçeklik izlenimimizi içerir, ancak biz de bu izlenimle birlikte hareket ederiz. Eğer bu dünya arzuya etki eden daha yüksek bir gücün sonucuysa, o zaman manevi dünya etkileşimin sonucudur, kişinin eylemi ile üst gücün eylemi arasındaki bağlantıdır.

Üst güce ne kadar benzersek, manevi dünyayı o üst güçle eşdeğerliğimizin ölçüsünde o kadar çok keşfederiz.

Yaradan’ın Doğasını Edinin

Soru: Sık sık, kişinin kendisi için isterse, bunu yaparak ruhuna zarar verdiğini söylüyorsunuz.

Yaradan’dan kaderimi değiştirmesini istemeye değer mi?

Cevap: Ne için? Gerektiği gibi davranın, giderek daha iyi olmaya çalışın ve o zaman Yaradan’ın Kendisi her şeyi değiştirecektir. Siz O’nun kurallarına uymaya çalıştığınız ölçüde, O da sizinkine uyacaktır.

Soru: Diyelim ki bir seçim yaptım ve Yaradan’ın niteliğini edindim, O’nun niteliklerinde hala O’nun gücü altında mı olurum?

Cevap: O’nun değil kendi niteliklerinizin. O’nun doğasını alıyorsun. Senin oluyor. Bu durumda, kendi gücünüzü ve kendinizi gerçekleştirme fırsatını elde edersiniz. Ve zaten kendi gücünüz altındasınız, O’nun  değil.

Egoist doğanın üzerine çıkarak, özgecil doğanın yardımıyla kaderinizi kontrol edersiniz ve böylece sonsuza kadar en iyi durumda var olursunuz.

Psikolojinin Bittiği ve Kabala’nın Başladığı Yer

Soru: Bir Kabalist, bir psikologdan daha iyi bir karakter uzmanı mıdır?

Cevap: Bir Kabalist, insanların özünü bir psikologdan daha iyi anlar. Ancak öte yandan, bir psikoloğun kişinin küçük özel sorunlarını bir Kabalistten daha iyi çözmesi mümkündür.

Soru: Hangi durumlarda psikoloğa başvurmayı önerirsiniz?

Cevap: Kabala çalışmayan herhangi bir kişiye, başkalarıyla iletişim kurmakta veya belki de kendini anlamakta zorluk çekiyorsa, bir psikoloğa başvurmasını tavsiye ederim.

Ama ne için var olduklarını, hangi amaca ulaşmaları gerektiğini keşfetmeleri gerektiğini hisseden insanlar zaten bir Kabalist öğretmene ihtiyaç duyarlar.

Soru: Psikolojinin nerede bitip Kabala’nın nerede başladığı nasıl anlaşılır?

Cevap: Kişi dünyamızın çerçevesi içinde yaşıyorsa, onunla baş edebiliyorsa ve tatmin oluyorsa, o zaman Kabala’ya ihtiyacı yoktur; psikoloji ona yeter.

Fakat eğer kendisinin ve çevresindeki dünyanın içsel güçlerini edinmeden ve anlamadan doğru bir şekilde gelişemeyeceğini anlarsa, bu onu çeker ve insanlığın içsel mekanizması hakkında bilgi eksikliği tarafından engellenirse,  o zaman zaten Kabala bilimine ihtiyaç duyar.

 

Kader Kontrol Edilebilir

Soru: Kader, önceden belirlenmiş ve öncelikle kişiyi veya tüm milleti etkileyen tüm olaylar ve koşulların toplamıdır. Bu tanıma katılıyor musunuz?

Cevap: Hayır, katılmıyorum çünkü kaderden bazı koşulların birleşimi olarak bahsedemezsiniz. Kader, bize duyularımızda, hayatımızda, koşullarımızda olan şeydir ve doğanın veya (onunla aynı olan) Yaradan’ın üzerimizdeki etkisinin ve onunla etkileşimimizin bir sonucudur.

Soru: İnternette bulduğum bir şeye göre kaderin üç ana özelliği var: bütünlük, bilinmezlik ve insan iradesinden bağımsızlık. Sizce bu doğru mu?

Cevap: Hayır. Bütünlükle ilgili olarak, kişisel kaderler ve ortak kaderler ve aynı zamanda mutlak kaderler olduğunu söyleyebilirim.  Bilinmezlik ve bağımsızlık konusuna gelince, tam aksine, elbette istersek kaderimizi öğrenebilir ve onu yönetebiliriz ve bunun için belirli bir miktar ve nitelikte çaba gösterebiliriz. Yani hem algılanabilirlik hem de kontrol bizim elimizde olabilir. Bize bağlıdır.

Yorum: Farklı halkların tarihine ve kültürüne bakarsanız, çoğu durumda kader olumsuz, kasvetli, anlamsız, kör ve acımasız olarak tanımlanır.

Cevabım: Böyle söylüyoruz çünkü olup bitenlerin özünü ve amacını anlamıyoruz.

Yorum: Bu arada, Yahudi dininde de peygamberlerde de iyi bir şey yazılmamıştır.

Cevabım: Bu nasıl baktığınıza ve kime göre söylendiğine bağlıdır. Esasen, insanlığın kaderi kendisine bağlıdır. Burada bir tür ölümcül kader hakkında hiçbir şey söylenemez.

Soru: Kadere hangi sıfatı verirdiniz?

Cevap: Yönetilen.

İki Uyaranla Hareket

Yorum: Peygamberler kitabında, görevini tamamlayan Yeşu’nun, insanlara Yaradan’ın tüm güzel sözlerinden tek bir kelimeyi kaçırmamalarını ve O’na hizmet etme ahdini bozmamalarını vasiyet ettiği söylenir, aksi takdirde Tanrı’nın onlara verdiği bu topraktan kaybolacaklardır.

Bu talimatlar ve tehditler orada sürekli tekrarlanır.

Cevabım: Bunlar tehdit değil, bir şarttır, bir kural açıklamasıdır ki bunu yaparsan iyi bir duruma geleceksin, yapmazsan tam tersi. Bu bir doğa yasasıdır ve her seviyede, birbirine karşı böyle çalışır.

Soru: Açıklamalarınızda her zaman bir ızdırap unsuru var. Ve eğer kendimizi düzeltmeye başlamazsak, öyle ya da böyle yoğunlaşacaklar mı?

Cevap: Bu gereklidir. Bunun hakkında konuşmamız gerekir. Manevi seviyede ıslahlar yaparak, hayvan seviyesinde acı çekmeyi bırakacağız.

Soru: Kişinin sürekli korkması gerektiğini mi düşünüyorsunuz?

Cevap: Onları korkutmanıza gerek yok! Sadece onu ifşa etmeniz gerekiyor! Artık bir çocuk değil, bir yetişkin olduğu için, ona doğanın ve toplumun doğru resminin gösterilmesi gerekiyor.

Soru: İnsan bir uyaran tarafından arkadan itildiğinde hareket edebilir ve küçük bir aydınlatma ile öne doğru çekilebilir mi?

Cevap: Evet, ikisi de aynı anda. Sadece iki kuvvet tarafından.

Bu hareket çok basittir. Tek sorun, onun uygulanmasıdır. Hareket edeceğiz ve umarız ki uygulayacağız. Zamanımızda, Kabala biliminin kendisi bizim tarafımızdan ve bizim içimizde ifşa edilmektedir. Ve sonra kim onu doğru uygulamak isterse, o kişi için her şey iyi olacaktır.

 

Hayatın En İyi Yılları

Soru: Bazı araştırmacılar, bir insanın hayatının en iyi yılları olarak 30-34 yaş arasını kabul ediyor. Yaklaşık 45 ile 55 yaşları arasında, insanlar üzerlerinde ağır bir yük olan en büyük stresi tecrübe ediyor. İnsanlar 45 yaşından önce ve 55 yaşından sonra kendilerini memnun hissediyorlar. 75 yaşında memnuniyet eğrisinde keskin bir düşüş oluyor. Şaşırtıcı bir şekilde, ankete katılanların neredeyse hiçbiri çocukluklarını hayatlarının en iyi yılları olarak adlandırmamış.

Siz, hayatın hangi dönemini en iyi olarak adlandırırsınız?

Cevap: Ben farklı bir ölçme aracına, farklı değerlere sahibim, o yüzden söyleyemem. Ne çocukluk, ne gençlik, ne ergenlik, ne de yetişkinlik. En iyi yıllar, öğretmenimle tanıştığım, finansal olarak tamamen bağımsız olduğum ve yalnızca manevi gelişimim üzerinde çalışabildiğim zamanlardı.

Yorum: Bu, yükselişlerin ve düşüşlerin olduğu bir zaman olmasına rağmen, en iyi yılları gösterir.

Cevabım: Ama maneviydiler, başka türlü değil. Fiziksel ya da maddi değillerdi.

Soru: Yani insan, hayatının amacını belirlediğinde, hayatının en güzel dönemi o andan itibaren başlar ve devam mı eder?

Cevap: Evet ve yaş önemli değildir.

Soru: Bu sürekli devam mı eder?

Cevap: Ben öyle inanıyorum, evet. Bu dönem benim için henüz bitmedi. Umarım hayatımın sonundan önce bitmez. Hâlâ bir şeyler planlıyorum, bir şeyler bekliyorum, vs. Bu anlamda neyin iyi neyin kötü olduğunu belirleyen çoğu insanla karşılaştırıldığında, benim belli bir avantajım var.

Bir insanın, çevresinde var olan tüm durumu göz önünde bulundurarak ve genel olarak da mutlu olduğu bu yerde, hayata karşı böyle bir tavır alması gerektiğine inanıyorum. Eğer kişi bazı kalıcı değerlere tutunuyorsa, mutlu olduğunu söyleyebiliriz.

Soru: Ve başına bir hastalık gelip gelmediği ya da Tanrı bilir başka neler olduğu önemli değil mi?

Cevap: Evet. Üst yönetimle ilişki içindedir, bu nedenle bu onu zedelemez ya da mahvetmez,  düşmez. Bunu içsel gelişimi için gerekli bir koşul olarak algılar.

Soru: Başka bir deyişle, bu kişiye iyi bir tavsiye midir: sonsuz ve kalıcı bir şey bul, ona tutun ve o zaman hayatta iyi ya da kötü bir dönem diye bir şey olmayacak?

Cevap: Hayır. Bu bize bağlı değil, ruhumuzun köküne bağlı. Şikayet edecek bir şeyimiz yok. Basitçe, kendini gösteren herhangi bir koşul altında, içsel programımızın belirli bir idrak sürecini sürdürmeye çalışmalıyız.

Soru: Her insanın kendi hayat amacı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bunu nasıl belirleyebiliriz?

Cevap: Ruhunuzun kökünü idrak ederek. Çünkü etrafımızdaki beden ve tüm çevre sadece sözde bize müdahale etmek için oradadır ama aslında kendimizi, manevi kökümüzü fark etmemiz için vardır. Bu herkese verilir. Ama sadece kişi bunu isterse.

Arzu ve Niyet

Kabala bilgeliğine göre, başlangıçta yalnızca Yaradan vardı – ihsan etme ve gerçekleştirme arzusu. O, bu arzuyu gerçekleştirebilmesi için, alma, yerine getirme arzusunu yaratmıştır. Bu yaratılışın özüdür.

Sonuç olarak, tüm evren iki zıt nitelikten oluşur: Yaradan’ın nitelikleri olan ihsan etme, tamamlama, sevme arzusu ve yaratılanın nitelikleri olan alma arzusu, başkalarının pahasına da olsa sadece kendini tamamlama arzusudur.

Alma arzusu, değişmek ve Yaradan’a benzemek için ihsan etmek zorunda değildir.  Kendinden bir şey yaymaz. Ancak, bir çocuğun annesini memnun etmek için yediği gibi, ihsan etmek için alabilir ve fiilen fiziksel olarak almasına rağmen, aslında onu memnun etmek için hareket ederken ihsan ediyordur. Bizler de Yaradan için aynı şeyi yaparız.

Biz her şeyi O’ndan alırız, ancak kendimizi kısıtlar ve sadece O’na memnuniyet vermek için alacağımızı kabul edersek, o zaman Yaradan’a eşit, ihsan eden oluruz. O bize ihsan eder çünkü O ihsan etme niteliğidir, biz O’na memnuniyet vermek niyeti ile alırız ve o zaman O’na eşit oluruz.

O’nunla olan niteliklerin denkliği bize Yaradan’ı ifşa eder ve biz O’nu hissetmeye, anlamaya, keşfetmeye ve O’nunla mutlak bağ içinde olmaya başlarız.

Yani, Yaradan sadece ihsan etme arzusuna sahiptir. Yaratılışın hem bir arzusu hem de bir niyeti vardır: “Yaradan’ın hatırı için” de dahil olmak üzere “kendi iyiliğim için” veya “başkalarının iyiliği için” alma arzusu ve niyeti.

Kişi, arzularını büyükten küçüğe ve niyetlerini “kendi iyiliği için” veya “başkalarının iyiliği için” olarak değiştirerek Yaradan’a göre kendini yükseltebilir veya alçaltabilir, O’na yaklaşabilir veya uzaklaşabilir. Bu durumda niyetin kendisi, eylemin özünü değiştirir. Islahımızın amacı budur.

Eylemi değiştiremeyiz, ancak niyeti “kendi iyiliğimiz için”den “başkalarının iyiliği için”e çevirerek, eylemimizin anlamı tersine değişebilir ve almak yerine ihsan etme haline gelebilir. O’nu memnun etmek için Yaradan’dan alırsam, bu durumda O’nu memnun eden yani ihsan eden sayılırım.

Çalışmamızı bu şekilde anlamaya başlarız: alma arzusunu ihsan etme niyetiyle doğru bir şekilde birleştirerek, kişi kendini doğru bir şekilde oluşturur, Yaradan’a göre uyum sağlar. Buna üç çizgide çalışma denir.