Tuz Antlaşması

Soru: Tuz antlaşması ne anlama gelir?

Cevap: Tuz bozulmayan bir maddedir. Aksine, içine konan her şeyi korur.

Bu nedenle, kendi aramızda ve Yaradan ile yaptığımız antlaşma, sonsuz bir antlaşma anlamına gelir. Dünyamızdaki tuz, antlaşmanın tam olarak bu niteliğini temsil eder.

“Eğitim — Daha İyi Bir Şekilde Yeniden İnşa Etmemiz Gerekli” (Medium)

Geçtiğimiz iki yıl çocuklar, ebeveynler ve tüm eğitim sistemi için sinir bozucuydu. Tekrarlayan karantinalar ve sokağa çıkma yasakları sadece çocukların sosyal ilişkilerini etkilemekle kalmadı, aynı zamanda herkesi gelecek konusunda da belirsiz bıraktı. Gelecek on yılın başına kadar her şeyin eskisi gibi olmayacağı açık ama neye benzeyeceği belli değil. Her iki durumda da, fiziksel ve sanal bağlar arasında gidip gelmek kaderimiz olduğu için, her iki ortamda da anlamlı bağlar kurmayı öğrenebiliriz.

Mevcut durum, bizi bağlarla ilgili daha önceki zihniyetimizden çoktan uzaklaştırdı, ancak henüz içimizde yenilerini oluşturmadı. Makine olmadığımız için, yeni bağ kurma şeklimizin nasıl olacağını görmek hala zor; yeni bir çalışma moduna dönüşmek zaman alır.

Ancak, doğa asla geriye değil, daima ileriye gittiğine göre, net olan şudur: geçmişte olan şey asla geri dönmeyecek.

Sonunda hangi biçimi alırsak alalım, bu yalnızca yeni yollarla değil, aynı zamanda eskisinden daha olumlu bir şekilde bağ kurduğumuz bir yer olacak. Doğanın evrimi her zaman artan karmaşıklığa ve entegrasyona doğru ilerler. Her şey, daha az değil, daha çok birbirine bağımlı hale geliyor ve bu insanlık için de geçerlidir.

Ancak diğer tüm türler, doğanın emirlerini sorgusuz sualsiz kabul ederken, insan, doğadan kopmuş ve kendi arzularına sahiptir. Doğa bizi hala kendi yoluna gitmeye zorluyor ama aynı zamanda bize ters yönde büyüyen kendi arzularımızı da veriyor: Doğa bizi bütünleşmeye iterken, biz ayrılmak için çabalıyoruz. Bu yüzden hayvanlar doğanın onlara verdiğini kabul edip, uyum sağlarken biz acı çeker ve direniriz, ama boşuna.

Hissettiğimiz ıztırap, hayvanlar aleminin geri kalanına kıyasla açık bir dezavantajdır, ancak insanların başka hiçbir canlının sahip olmadığı bir avantajı vardır: Bağlanmaya zorlanmak yerine, onu düşünebilir, ayrılıkla karşılaştırabilir ve sonunda onu seçebiliriz. Her ne kadar nihayetinde bağı seçmekten başka seçeneğimiz olmasa da, tüm yaratılışın gidişatı bu olduğundan, onu kendi irademizle seçmek istersek, bunun arkasındaki mantığı, “yaratılış düşüncesini” anladığımız anlamına gelir.

Bir şeyi içgüdüsel olarak yapmak yerine, onu yapmayı seçtiğimizde yaşadığımız haz ve derinlik arasında hiçbir kıyaslama yoktur. Bu bizim eşsiz avantajımız, insanın diğer tüm varlıklar üzerindeki değeridir.

Zamanın başlangıcından bu yana acı çektiğimiz tüm darbeler, bizi avcı-toplayıcılardan klanlara, kasabalara, ülkelere, imparatorluklara ve sonunda küresel bir köye dönüşmeye yöneltti. Artan işbirliği, her zaman irademize karşı ve sayısız hayat ve tarif edilemez ıztırap pahasına gerçekleşir, ancak bu şekilde olması gerekmiyor. Nereye gittiğimizi ve yolun sonunda ne elde etmeye mahkum olduğumuzu anlarsak, oraya isteyerek gidebilir ve bilinçli ve birleşik bir insanlık oluşturmak için, bireyselliğimizi aşmak için birbirimize yardım edebiliriz.

Eğitim sistemlerimiz bu bilinci bizim içimizde aşılamaya odaklanmalıdır. Bu eğitim her yaş, ülke ve kültür için geçerli olmalıdır. Birlik olmayı birinci önceliğimiz yaparsak, aramızdaki farklılıkları hoş bir çeşitlilik, farklı bakış açılarımızı bilgimizi zenginleştiren şeyler olarak görmeye başlayacağız. Acı çekmeyi bırakmak ve bulunduğumuz yolun tadını çıkarmak istiyorsak, eğitim sistemimizi tüm doğayla eşzamanlı olarak yeniden inşa etmeliyiz: bağ, uyum ve entegrasyona doğru.

“Çocuklar Neden Savaşların ve Çatışmaların Dışında Bırakılmıyor?” (Quora)

Suriye’de bir mülteci kampında yaşayan 10 yaşındaki Shahid’e bu yıl kendisi için ne dilediği sorulduğunda, “Çadır, bir çadıra sahip olmak” yanıtını verdi. Arap sosyal medyasındaki bu yayın, bir çocuğun hayallerinin bu kadar düşebileceğini izleyen birçok kişiyi derinden sarstı.

Yayın, “Böyle bir dünyaya nasıl geldik?” ve “Neden çocukları savaşlarımızın ve çatışmalarımızın dışında bırakamıyoruz?” gibi soruları gündeme getirdi.

Bu sorunun cevabı basitçe şudur: Ne BM, ne UNESCO ne de başka herhangi bir uluslararası kuruluş veya hükümet, hiçbir büyük oyuncu çocukları bu tür durumların dışında bırakmak istemiyor. Fonlar, insanları dünyanın dört bir yanındaki mülteci kamplarında yaşamaya zorlayan ordulara ve terör örgütlerine veriliyor. BM ve UNRRA gibi görünüşte çocukları korumak için var olan örgütler olsa da, bunların hepsi yalan. Onlar yalnızca politikacıların elindeki oyunculardır.

Suriye, Esad’ın destekçileri ve düşmanları arasında birkaç yıldır sivil huzursuzluk yaşıyor. Büyükler kavga ediyor, öldürüyor, birbirine işkence ediyor ve çocuklar bu durumdan hiçbir şey kazanmıyor. Ayrıca, çatışmalarını ne olursa olsun sürdüren yetişkinler üzerinde çocukların hiçbir etkisi yok. Bu tür çocuklar büyüdüğünde, muhtemelen onlar da çatışmaya katılacaklardır.

Shahid için ne dilerdim diye sorulsa, o zaman ona, kendisinin ve herkesin sadece bir çadırı değil, bir evi olabileceğini ve dünyanın bollukla dolu olduğunu, ancak insan egosunun önümüzde olan bolluğun tadını çıkarmamıza izin vermeden bizi birbirimize düşürdüğünü açıklardım.

Her birimizin, başkaları ve doğa pahasına haz almak istememize neden olan egoist doğamız, bizi çatışmalara götürür ve bize huzur vermez.

Çatışmadan arınmış iyi bir gelecek istiyorsak ve dünyada var olan bolluğun tadını çıkarmak istiyorsak, birbirimize karşı tutumlarımızı yeniden ayarlamamız gerekiyor: egolarımızın bizi çatışmaya sürüklemesine izin vermek yerine, birbirimize daha fazla yaklaşmaya başlamalıyız. Egoist ve bölücü dürtülerimizin üzerindeki pozitif bağımız, hepimizin mükemmel ve verimli bir yaşam sürmemizin anahtarını elinde tutmaktadır.

Kalbimi Yaratılışın Amacına Nasıl Yönlendirebilirim?

Soru: Sık sık kendimi kötü düşüncelere ve arzulara sahip olduğum bir koşulun içinde buluyorum. Kalbimi tekrar tekrar yaratılışın amacına nasıl yönlendirebilirim? Gittikçe zorlaşıyor, bu benim için bir mücadele.

Cevap: Doğal olarak, bu bir mücadeledir. Bunun iki nedeni vardır: ya daha yüksek bir seviyeye çıkmak ya da büyük ihtimalle dostlar arasındaki bağ zayıflıyordur. Bu aynı zamanda bir sonraki dereceye yükselmenin bir sonucudur.

Grup içinde bağı güçlendirin ve her şeyin nasıl kolay, özgür ve sevinçli hale geldiğini göreceksiniz.

“Covid Denizinde Çok Daha Fazla Dalga” (Linkedin)

Ayrılığın ardından sık sık söylenen bir teselli vardır: “Denizde daha çok balık var.” Omikron dalgasına “Güle güle!” diyerek vedalaşırken, Covid denizinde çok daha fazla dalga olduğunu hatırlamalıyız. Omikron’un öncekilere kıyasla hafif bir dalga olmasına rağmen, peşinden geleceklerin bağışlayıcı, hatta benzer türden olacağına dair hiçbir garanti yoktur. Şu açık ki, sıkıntıları kendimize çekiyoruz. Mükemmel gerçekliğin dokusunda açtığımız delikler, gözyaşlarını gidermemiz ve oyukları düzeltmemiz gerektiğine ikna olana kadar her türlü felaketi üzerimize çekecektir.

Covid, bizi etkileyen diğer krizlerde olduğu gibi,anormal bir kaza değildir. Bu, çevremizdeki her şeye kötü davranışımızın doğrudan bir sonucudur. Covid dahil tüm krizler, bizi yavaşlatmayı ve doğaya ve daha zayıf insanlara ve uluslara yönelik vandalizmimizi dizginlemeyi amaçlamaktadır.

En başından beri Koronavirüs için minnettardım çünkü bizi yavaşlamaya zorladı. O olmasaydı bugün şu an olduğumuzdan çok daha kötü durumda olacağımızdan şüphem yok. Omikron dalgası şimdiye kadarkilerin en hafifiydi, ama hala dersimizi almadık; hala pervasız yaşam tarzımıza geri dönebileceğimiz anı bekliyoruz. Eğer düşünceli olmayı öğrenmezsek, doğa bize acı vasıtasıyla prangalarını geçirecektir.

Aynı zamanda, düşünceli olmayı öğrenir ve herkesin temel ihtiyaçlarının karşılandığından emin olursak ve bunu toplu harcamalarımıza bir kuruş bile eklemeden yapabilirsek, bugün başımıza gelen tüm krizlerden derhal bir rahatlama göreceğiz. Doğanın bize verdiği fırsatı değerlendirmeli, salgından kurtulmalı ve insanlığın acil ihtiyaçlarına yönelmeliyiz. Herkes için konut, eğitim, sağlık ve gıda tedarikini güvence altına almalıyız. Bunu yapar ve dünya çapında dengeli bir yaşam tarzı kurarsak, salgınlardan, savaşlardan ve diğer krizlerden acı çekmeye son veririz.

Dengeyi sağlamak için güven inşa etmeli ve hepimizin birbirimize bağımlı olduğumuzu anlamalıyız. Eğer tüm insanlığın bir uçurumun üzerinde olduğunu ve eğer birimiz düşerse hepimizin düşeceğini fark edersek, o zaman kimsenin düşmesine izin vermeyiz.

Tıpkı yeni türlerin hızla dünyaya yayılarak aşıları işe yaramaz hale getirmesi gibi, herhangi birinin sahip olduğu herhangi bir sorun da hemen tüm dünyayı etkileyecektir. Bunu hissetmeye gelir ve bu zihniyetle yaşarsak, sıkıntılardan kaçınacağımızdan ve denizin dalgalarının başımıza çarpmayacağından emin oluruz.

Gözyaşlarını gidermek, aramızdaki çatlakları onarmak demektir. Birbirimizi parçalamak yerine, hayatlarımızı düzeltmemize yardım edersek, gerçekliğin dokusu mükemmel ve düzgün olacak ve sonunda hayatlarımız huzurlu olacaktır.

Yaradan’la Dört Antlaşma

Soru: Maneviyatta dört antlaşma var. Bunların gerçekleştiği bir sıra var mı?

Cevap: Hayır, bizler sadece grup içindeki ortak arzumuz üzerinde çalışmalı ve onu tamamen ihsan etme kalitesine bağlamayı amaçlamalıyız. Bunların hepsi çalışma sırasında aşamalar halinde yapılır. Yaradan bize üst gücü verdiğinde, bu içimizde gerçekleşecektir.

Soru: Bu dört antlaşma ile ilgili olarak biraz kafam karışırsa ne olur?

Cevap: Onların kaç tane olduğunu düşünmeyin bile! Bizler sadece dostlarımızla ve Yaradan’a doğru ilerlemeyi çalışan tüm büyük dünya grubuyla ve sonrasında, herkesi kendi güç ve yetenekleri ölçüsünde birbirleriyle ve Yaradan ile bir antlaşmaya getirmek için, tüm insanlıkla bağ hakkında düşünmemiz gerekiyor.

 

“İnsanlıkta Hassas Bir Nokta” (Linkedin)

Ukrayna’daki çatışma, iki ülke arasında düzenli bir çatışma değil. Ortak insan ruhunda çok özel bir yerden kaynaklanan çok derin bir krizdir. İnsanlığın hassas bir noktasıdır ve hepimizi ne kadar güçlü bir şekilde etkilediğini görebiliriz.

Bu krizi diplomatik tedbirlerle çözmeyeceğiz. En iyi ihtimalle onu bir süreliğine sakinleştireceğiz, ancak daha sonra ancak daha şiddetli bir şekilde patlayacak. Bir taraf diğerini tamamen istila etse de çatışmayı sona erdirmeyeceğiz; burada kimse teslim olmayacak ve ateş tekrar patlayana kadar altında yanmaya devam edecek.

Krizi çözmek için yapmamız gereken tek şey var: bütünleyiciliğin önemini arttırmak, rakip milletlerin üyelerinin kalplerini, düşmanlığın üzerinde birleştirmenin gerekliliğinin önemini arttırmaktır. Açık olmak gerekirse, sadece savaşın bitmesini istemek onu sona erdirmez; aramızdaki ayrılığın sona ermesini istemeliyiz. Birbirimizin kalbini hissetmeyi istemeliyiz ve bu, diğer birçok yararın yanı sıra kükreyen silahları da susturacaktır.

Çok zor, çok tehlikeli bir durumun içindeyiz. Olayları bulanıklaştırmamalı veya örtbas etmeye çalışmamalıyız. Taktikler ve siyasi hileler krizi çözmeyecektir.

Tek çözüm, aralarında yükselen kin ve nefrete rağmen, insanların kalplerini yukarıya yaklaştırmaya çalışmaktır. Aksi takdirde çatışmanın çözümü olmayacak, sadece tırmanacak ve daha fazla ülkeyi içine çekecektir ve bunun ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz.

 

Sosyal Dışlanmayı Nasıl Önleyebilirim? (Quora)

Okulunda sosyal olarak dışlanan 14 yaşındaki bir kız olan Orphie, birkaç yıl boyunca şiddet gördü ve sonunda bir boykot devriyesinin başı oldu. Boykot devriyesinin amacı, sosyal dışlanmadan zarar gören kişileri desteklemektir. Örneğin devriye, tüm sınıfı ondan uzak duran bir kız çocuğu olan Elian’a doğum günü sürprizi yaptı, ailesi olduklarını ve artık yalnız olmayacağını sıcak sözleriyle hissettirerek onu teselli etti.

Birçok çocuğun ve gencin bu sefil durumu paylaştığı, dünyada kendilerine yer olmadığını hissettikleri bir toplum inşa ettik.

Sosyal dışlanma sorununu hisseden herkese, Orphie’nin grubunun Elian için yaptıkları örneğindeki gibi çalışmalarını ve çocuklara yardım etmenin yanı sıra olguyla ilgili eğitim vermek için benzer çerçevelere yol açmalarını tavsiye ederim. Toplumumuzdaki en önemli güç olmaları için büyümelerini desteklerdim, böylece kimse diğerlerinden daha kötü hissetmez ve nefrete karşı en güçlü silahın sevgi olduğunu gösterirdik. Eğer böyle bir güç yükselirse, o zaman çok daha olumlu bağlar kuran bir topluma doğru ilerlerken, sosyal dışlanmayı önleyebiliriz.

Kimsenin kendini yalnız veya dışlanmış hissetmesine gerek yok. Bunu gerçeğe dönüştürmek için, sadece toplumda karşılıklı desteği geliştirmemiz gerekiyor.

Yaradan’ın Yüceliğinde Güçlenmek

Rabaş, “Toplantının Gündemi – 2”: Bu demektir ki eğer iki dost birlikte oturur ve Yaradan’ın önemini nasıl artıracaklarını düşünürlerse, aşağıdan uyanış şeklinde Yaradan’ın yüceliğini artıracak güce zaten sahip olurlar.

Sadece birlikte oturup Yaradan’ın önemini kendi gözümüzde nasıl yükselteceğimizi düşünmemiz yeterlidir ve bu sayede O’nun büyüklüğü ile güçleniriz. Yaradan’ın gözümüzde ne kadar önemli olabileceği hakkında daha fazla düşünmeliyiz. Buna bağlı olarak ilerleyebileceğiz.

Grupta, her şey hakkında konuşabilirsiniz ama öyle bir şekilde ki konuşmanın başında ve sonunda Yaradan’la ve amaç ile bağ kurarız.

Konuşmaya, bunun bizi hedefe götüreceği, bize rehberlik edeceği ve bizi ona yaklaştıracağı gerçeğiyle başlamalıyız. Ve az önce konuştuğumuz şeyin bizi hedefe ne kadar yaklaştırdığını kontrol etmemizle bitirmeliyiz.

Sadece bu dikkate alınır ve sadece bunu takip etmeliyiz.

Sadece dostlarımda amacın büyüklüğünü hissedebildiğim ölçüde ona yaklaşabileceğim. Onu istediğim kadar geliştirebilir, kendimi adayabilir ve kendime çekebilirim, ancak bu yardımcı olmaz. Grubu etkilemeliyim ve grup da beni etkilemeli.

Bu ölçüde, hedefin yüceliğinden, belki de bana ifşa olmaya başlayacağı noktaya kadar heyecan duyacağım.

Anahtar Hızlanmadır

Soru: Bir durum meydana geldiğinde Yaradan’ın bunu benim iyiliğim için gönderdiğini biliyorum. Dostlarımın iyiliği için bilinçli olarak tepki veririm ama bir yanım bundan zarar görür. Doğru şeyi mi yapıyorum?

Cevap: Hala nerede olduğunuzu netleştirmek için size her zaman acı vereceğini anlamalısınız. Manevi Partzuf sürekli olarak çelişkili niteliklerdedir.

Malhut’ta egoist bir arzu vardır. İlk dokuz Sefirot’tan gelen üst ışığın Malhut üzerindeki etkisinden dolayı, kendisini ilk dokuz Sefirot ile ilişkili olduğu kısma (ihsan etmenin nitelikleri) ve bu niteliklere atfedemeyeceği kısma ayırabilir. Böylece o, iki kısma ayrılır.

Kendisini ihsan etme nitelikleriyle ilişkilendiren kısım, Malhut’taki ıslah edilmiş kısımdır. Ve kısıtlama (Tzimtzum) altındaki kısmı kullanma hakkımız yoktur. Bunu yapmak istesek de, kullanım kendi iyiliği için olacağı için reddederiz. Bizler bu şekilde çalışırız.

Bu çelişki insanın içinde her zaman vardır. Ona nerede olduğunu, hangi aşamada, hangi durumda olduğunu ölçme ve anlama fırsatı veren budur. Yalnızca ışığın ya da yalnızca karanlığın deneyimine sahip olamayız. Tüm hissiyatlardan çıkış yolu budur. Ya tam ışık ya da tam karanlık aynı şeydir. Kap (Kli), kendisini derecelendirebilen, ölçebilen ve tartabilen bir arzudur.

Bu yüzden endişelenmeyin, devam edin. İçinde bulunduğumuz durumları hiç düşünmemize gerek yok. Bizim için asıl olan tüm bu durumları hızlıca fark etmek, kendi içimizde işlemek ve birinden diğerine geçmektir. Hepsi bu. Ana şey hızlanmadır.