“Hâlâ Dünyayı Kurtarabiliriz” (Linkedin)

İnsanlık içinde her zaman çatışmalar olmuştur. Ülkeler arasında, Kuzey ve Güney arasında veya rejimler ve ideolojiler arasında çatışmalar olmuştur. Ama bugünkü çatışma daha derin. Bu, birbirlerini oldukları gibi kabul etmek istemeyen ve birbirlerine eziyet etmek isteyen ulusların çatışmasıdır. Yine de dünyayı çöküşünden kurtarmak için çok geç değil ve bizler, çeşitliliğin değerini anlayan insanlar, bunu yapabilecek olanlar sadece biziz.

Barışçıl bir dünya toplumu inşa etmek için, çeşitliliği takdir edecek insanlara ihtiyacımız var. Sadece farklılıkların üstünde bağı arayan insanlar, çeşitlilik arttıkça güçlenen bir toplum inşa edebilirler.

Evrimin testinde, hayatta kalmış her şey, birbirini tamamlayan zıtlıklardan oluşur. Atom seviyesinden evrendeki en karmaşık yapılara kadar her şey, bir elementin karşı elementin sahip olmadığını telafi ettiği güçlü bir yapı oluşturmak için işbirliği yapan karşıtlardan oluşur. Bu nedenle, rakibinizi yok ederseniz, kendinizi de yok edersiniz.

“Sadece ben haklıyım” tavrını sürdürdüğümüz sürece dünya bozulmaya devam edecektir. Kimin haklı olduğu hiç fark etmez. Bütün tarafları içermeyen, gerçeğin yegane hakkını talep eden, karşıtını, muadilini inkar eden bir yaklaşım, böylece kendi varlığını geçersiz kılar.

“Gece” olmadan “gündüz”, “nefret” olmadan “sevgi”, “sonbahar” olmadan “bahar” veya “zalimlik” olmadan “iyilik” düşünün.” “Olumlu” terimlerin hiçbiri, “olumsuz” karşıtları olmasaydı mevcut olmazdı. Aynı şekilde, birbirini tamamlayan ve birbirlerinin “eksikliklerini” telafi eden karşıtlar arasındaki denge olmasaydı, tüm dünyamız var olmazdı.

Dünyadaki mevcut durum ne kadar istikrarsız olursa olsun, aynı zamanda bir fırsattır. Şimdi, yalnızca rakiplerimizi kabul ederek ve hatta kucaklayarak kendimizin gelişebileceği fikrini yayabiliriz. Artan siyasi gerilimler, bizi her bir sağduyu belirtisine karşı dikkatli kılıyor ve bugün aklın sesi şunu ilan etmelidir ki; sonuna kadar savaş demek, herkesin sonu demektir.

Bu savaşta aklın kazanacağını umuyor ve dua ediyorum.

 

 

İnanç Olmadan Dua Etmek Mümkün Mü?

Soru: İnanç olmadan dua edebilir miyim?

Cevap: Nasıl dua edeceksiniz? Kime? Niye? Ne için dua edeceksiniz? Sonuçta, Yaradan ile kesinlikle hiçbir bağınız yok.

Tabii ki, bu bağı elde etmek için dua edebilirsiniz. O zaman, duyularınızda pratikte bulunmayan Yaradan’dan isteğiniz, O’nu hissetmeye başlamanız olmalıdır. İçinizde ortaya çıkmaya başlayan bu histen, yavaş yavaş Yaradan ile bir bağ geliştireceksiniz. Bu şekilde yapılmalıdır.

O’na dönmekten korkmayın. Yaradan ile bir arkadaş, bir ortak gibi, kim olduğu önemli değil, konuşmaktan korkmayın. O, sizi gerçekten anlar. Sadece O’nunla bir diyalog başlatmalısınız ve O’na her şeyi anlattığınızda ve O’ndan bir cevap almak istediğinizde bu bir diyalogdur.

 

Doğru Eğitim Olmadığında

Soru: Günümüzde çocuklarımıza neler oluyor? Şu anda gençlerin beyinlerinde neden bu kadar çok olumsuzluk var? Neden hem erkekler hem de kızlar cinsiyetlerini tam tersine değiştirmeye çalışmaktalar? Dünya’da neler oluyor?

Cevap: Sorun şu ki, insanlık yerinde durmuyor. Hayvan dünyası bile yavaş yavaş gelişiyor. İnsanlık da gelişiyor çünkü içinde egoizm gelişiyor; bu almaya, ele geçirmeye ve arzulamaya yönelik yaşamımızın ana gücüdür.

Kişi doğru eğitime sahip değilse, egoizmi kontrol edilemez hale gelir, kişinin kendisini yer ve bu da toplumu korkunç, çirkin koşullara götürür. Bugün dünyada gördüğümüz şey budur.

Bırakın O Aramızda Barış Yapsın

İçsel savaşı kazanmanın tek bir yolu vardır: tüm suçları sevgiyle örtmek ve kimin haklı kimin haksız olduğunu tartışmanın ötesine geçmek. O zaman içsel savaşın bir sonucu olan dünyevi savaş da sona erecektir.

Savaş, her şeyden önce manevi anlamda zaferle bitmezse, o zaman dünyevi zafer yardımcı olmayacaktır. Savaş bir süreliğine yatışabilir, ancak kesinlikle devam edecektir.

Bu nedenle, tüm suçları sevgiyle örtmek için savaşmalı, bu çatışma ve yüzleşmede gerçeğin kimin tarafında olduğunu bulmaya çalışmamalı, her iki kutbun üzerine çıkmalıyız. Bu yalnızca, tüm çatışma güçlerinin Yaradan’dan geldiğini ve ancak onların kaynağına yükselerek, O’na yükselerek, onları uzlaştırabileceğimizi anlarsak mümkündür.

Çatışma Yaradan tarafından düzenlenir, O’ndan başkası yoktur. Sadece iki karşıt gücü birleştirerek, iki çizgiden hangisinin doğru olduğunu seçerek değil, orta çizgide yürüyerek kazanabiliriz. Yaradan savaşı başlattı ve yürütüyor ve bu nedenle, yalnızca O’na bu anlaşmazlığı uzlaştırma talebiyle başvurulursa bunu sona erdirilebilir. Yazıldığı gibi: “O, göklerinde barışı sağlayan, bize barışı versin.”

Islahları zamanında yapmadık ve bu nedenle yolsuzluklar ihmal edilmiş bir hastalığın alevlenmesi olarak birikmiş ve patlamış durumda. Ve şimdi olan da budur. Onlarca, hatta yüzlerce yıldır bu sorunlar insanlığın içinde saklanıyor, bir iç hastalığın belirtileri olarak orada burada patlak veriyor.

Bir problem ortaya çıktıysa, bunun daha önce de var olduğunu anlamalıyız. Şimdi, bu görünür olduğunda, onu düzeltme ve ıslahın sonuna ulaşma fırsatına sahibiz.

Yaradan bizim için parçalamayı ayarladı. Egoist gücün hüküm sürdüğü paramparça bir dünyaya sahip olmamız bizim suçumuz değil. Sadece bunu ifşa etmemiz ve Yaradan’dan bir ıslah yapmasını istememiz gerekiyor, çünkü bunun aracılığıyla bizler Yaradan’a bağlıyız.

Her şeyi o yapar, biz değil. Sadece ortaya çıkan tüm problemlerden önce O’na dönmeliyiz. Tüm bunların O’nun tarafından düzenlendiğini ve O’ndan ıslahlar istememiz için bilerek yapıldığını anlıyoruz. Buna ‘Oğullarım Beni yendi’ denir.

“Neden Bazıları Diğer İnsanları Gözetlemekten Hoşlanır?” (Quora)

Başkalarını gözetleyen insanların ilk dürtüsü, kendilerini gözetledikleri kişilerden üstün olarak değerlendirmektir. Kısacası, “onlar beni görmüyor ama ben onları görüyorum.” yaklaşımıdır. İkincisi, duruma göre gözetleyenlere, gözetledikleri kişilere karşı avantaj elde etme, onlara bir şekilde komuta etme veya kendilerini onlara karşı savunma fırsatı verebilir.

Bununla birlikte, genel olarak gözetleme, insan egosuna, yani başkalarının pahasına haz almak için doğuştan gelen arzumuza hizmet eder. Egoyu büyütür ve bizim, yöneticiler veya patronlar gibi daha kontrollü hissetmemizi sağlar.

Böyle bir duygu ne iyi ne de kötüdür. Daha ziyade bu, insan egosunun (diğerlerinden daha iyi, daha güçlü ve daha akıllı olma arzularımız) kusurlu olduğunu anlamamız için değerlerimizi yeniden değerlendirmemize yol açmalıdır.

Doğa bizi tek bir bütün olarak, tek bir insanlık olarak görür. Kendimizi doğru konumlandırmak için, kendimizi aynı şekilde görmeyi hedeflememiz ve birbirimize olumlu bir şekilde bağ kurmamız gerekir. O zaman kaderimizi, kendimizi ve dünyayı doğru bir şekilde kontrol edebileceğiz. Birbirimizle pozitif bağ kurma vasıtasıyla, özgeciliği özgeciliği arttırıp büyütürüz ve egoizmi azaltırız. O zaman egoist doğamızın üzerine çıkabiliriz ve gözetlemek gibi eylemleri kötüye kullanmayız.

Her Zaman İhtiyacımız Olanı Alırız

Soru: Kendimize çektiğimiz ışıkla ne yapabiliriz?

Cevap: Talep ettiğiniz şey ıslahın ışığıdır. Size gelir gelmez, onunla ne yapacağınızı hemen anlamaya başlarsınız. Ne de olsa, bu gücün, bu anlayışın, bu ışığın size gelmesi için bir talepte bulundunuz.

Bu nedenle, sadece harekete geçin. Ne istediysen ona göre alırsın.

Aslında, her zaman ihtiyacımız olanı alırız. Belki kendi taleplerimizi anlamıyoruz ama her an ihtiyacımız olanı alıyoruz. Üstelik sadece Yaradan’dan alıyoruz, O’ndan başkası yok. Sadece bunu nasıl doğru kullanacağımızı düşünmeliyiz.

 

“Purim Nedir? Neden Önemlidir?” (Quora)

Purim, insanlığın doğa ile mükemmel uyumlu bir bağlantı içinde birleştiği “ıslahın sonu” olarak adlandırılan bir durumu temsil eder.

Islahın sonundaki Kli (kab), ıslahın sonunun ışığıyla -Ein Sof’un (sonsuzluk) Kli’si ve Eyn Sof’un ışığıyla- birleşir; burada sonsuzluk ve mükemmelliği hissederiz ve tüm sorunlarımızı ve kederlerimizi geride bırakırız ve ışıkla, neşeyle dolu sınırsız bir dünyaya gireriz. Bu nedenle günün şarap ve diğer alkollü içeceklerle dolu olması gerektiği söylenir.

Bu önemlidir çünkü çatışmaların ve problemlerin olmadığı, gerçekliği dolduran tek bir ışığın olduğu, mükemmel ebedi dünyada var olma hissini ne kadar çok taklit edersek, o zaman o mükemmel bağlantı durumunu, kendi aramızda var olacak ve bizi dolduracak şekilde çekeceğiz.

“Neden Senkronize Çalışamıyoruz?” (Medium)

Nereye bakarsanız bakın, insan toplumunda büyüyen boşluklar ve artan istikrarsızlık var, Ukrayna’daki savaş, dünyanın Rusya’ya etkili bir şekilde yaptırım uygulayamaması, ilaçların dengesiz dağıtımı, servetin, temel gıdaların, eğitimin dengesiz dağılımı vb.gibi. Şimdi doğaya bakalım. Doğada her şey dengeli ve uyumlu, en ince ayrıntısına kadar senkronizedir.

En yakındaki bedenlerin kendi hareketlerini senkronize etmesine neden olan “doğal senkronizasyon” adı verilen mükemmel bir doğa olayı vardır. Örneğin metronomlar, kasıtlı olarak farklı zamanlarda başlatsanız bile vuruşlarını kendiliğinden senkronize eder.

Ancak doğal senkronizasyon sadece kalp pilleri için geçerli değil; gerçekliğin tüm seviyeleri için geçerlidir. Cornell Üniversitesi’nde ödüllü Uygulamalı Matematik Profesörü Steven Strogatz bu olguyu şöyle açıklıyor (Dk. 10:09–10:37): “Bu konuda en çekici bulduğum şeylerden biri, atomaltından kozmik olana kadar doğanın her ölçeğinde ortaya çıkmasından ötürü ne kadar evrensel olduğudur. Yerçekimi etkileşimlerinden, elektriksel etkileşimlerden, kimyasal, mekanik, yani adını siz koyun, doğanın şimdiye kadar tasarladığı her iletişim kanalını kullanır. Her nasılsa, iki şey birbirini etkileyebilir, doğa, işleri senkronize etmek için bunu kullanır.”

Öyle görünüyor ki, gerçeklikte doğal senkronizasyondan “kaçan” tek unsur insanlıktır. Sanki tüm doğa için geçerli olan kurallar bizim için geçerli değilmiş gibi.

Bir dereceye kadar, bu doğrudur. Canlı yaşam düzeyine ait olmanın yanı sıra, bizler de hissedebilen varlıklarız ve eylemlerimiz kasıtlı kararlarla belirlenir. Eylemlerimizi senkronize etmek için, bunun olmasını istememiz gerekir.

Aksi takdirde, karar vermeyi doğaya bırakırsak, doğası gereği benmerkezci olan insan doğası, geri kalan gerçekliğin sistem merkezli doğasını geçersiz kılacaktır ve bizler son derece uyumsuz ve sonuç olarak birbirimize ciddi olarak düşman kalacağız.

Son birkaç yılda birbirimize yabancılaşma seviyemiz, başka bir dünya savaşı olasılığını gerçekçi bir senaryo haline getiren bir seviyeye yükseldi. Bundan kaçınmanın tek yolu, bilinçli ve isteyerek aramızdaki eşzamanlılığı benimsemektir. Doğanın kendiliğinden yaptığını, biz bilinçli ve gönüllü olarak yapmalıyız.

Bunun için iyi bir sebep var. Belirli bir yolu izlemeyi seçtiğimizde, bunu lehte ve aleyhteki tüm seçenekleri inceleyip değerlendirdikten sonra yaparız. Sadece içgüdülerimizi takip ettiğimiz için belirli bir şekilde davransaydık, insan değil hayvan olurduk. Bizimle hayvanlar arasındaki fark, sonunda karar verene kadar düşünmemiz, tartışmamız ve sorgulamamızdır. Sonuç olarak, gördüğümüz resim, doğadaki herhangi bir varlıktan daha eksiksiz ve daha derindir.

Yine de, duyarlı olmak için ödediğimiz bedel genellikle çok yüksektir. İnsanların bilge ve nazik olduğu barışçıl bir dünyada yaşamak istiyorsak, bunu gerçekleştirmeliyiz. Sürtüşme ve anlaşmazlık yerine senkronize olmayı ve uyumu seçmeliyiz. Bunu yapmak için, tüm insanlıkta senkronize olmanın önemini bilinçli olarak yükseltmeliyiz.

Uyum ve senkronizasyon bizi aynı, hatta benzer yapmaz. Aksine, onlar bizi uyumlu ve tamamlayıcı yapacaklar. Becerilerimizi ve yeteneklerimizi daha iyiye katkıda bulunmaktan haz almamızı sağlayacaklar ve birlikte, üyeleri güvenli, sağlıklı ve her şeyden önce mutlu olan güçlü ve sağlam bir toplum inşa edeceğiz.

“Acı Nedir?” (Quora)

Acı, bir organizmanın, yaşadığı bir soruna verdiği tepkidir. Organizmanın, bir şeylerin yanlış olduğunu bildirme şeklidir; bir tehlike uyarı sinyali gönderir ve bizi zarardan veya yaralanmadan korur. Örneğin, elimiz ateşe değerse, acı bizi hemen ateşten uzaklaştırır ve böylece elimizi korur.

Acı hareketlerimizi acı veren bir şeyden uzaklaşmaya ve keyifli bir şeye doğru gitmeye zorlar. Bu nedenle bizi niteliklerimizi değiştirmeye, yeni görüşleri kabul etmeye, acının amacını anlamaya, sonuçlar çıkarmaya ve yeni varoluş durumlarına ilerlemeye zorlar.

Acı, insan egosunu etkileyebilecek bir güçtür. Bizi arkadan iter, ilerlememizi ve gelişmemizi sağlıyor. Acının bir türü, içimizdeki boşluk hissidir. Bizi, tamamlamaya doğru iterler. Duygularımız çatışmalardan, temastan ve baskıdan ya da başka bir deyişle acıdan gelir. Zevk, yerine getirilmemiş bir arzunun, ıstırabın veya beklentinin acı verici hissinden önce geldiğinde zevk alırız.

Bununla birlikte, başkaları ve doğa ile pozitif bir bağ kurmak için insan egosundan çıktığımızda, hayatımızı boş duygulara göre yaşamak yerine, tam tatmin temelinde yaşayabileceğimizi fark etmeye başlarız. Başka bir deyişle, dürtülerimizin temelindeki acı yerine, motivasyonlarımıza sevgiden başlayabiliriz.

Tamamen farklı bir varoluş şekli, kendimize, toplumumuza, dünyamıza ve doğaya alternatif bir tutumdur. Böyle bir tutuma ulaştığımızda, insan egosu tarafından engellenmeyen doğanın tam bir resmini keşfederiz çünkü o zaman doğanın kendisi gibi mükemmel oluruz.

Başkaları Olmasaydı?

Soru: Bir insan neden birini sever ve bir başkasından nefret eder? Herkese eşit davranmak daha iyi olmaz mıydı? Neden böyle zıt kutuplar var?

Cevap: O zaman neden herkese ihtiyacım var? Bir kişi bana yeterdi. Ve böylece birçok farklı insan olduğu gerçeğinden yola çıkarak kendimi geliştirebilir, kendimi başkalarına yansıtabilir ve kendimi inceleyebilirim. Sonuçta, eğer başkaları olmasaydı, kendimi tanıyamazdım.

Soru: İnsana neden nefret verilir? Nefret olmasaydı her şey çok daha kolay olurdu.

Cevap: Hiç de değil. Nefret, sahip olduğumuz en büyük kazanımdır çünkü inşa edilebilecek her şey, nefreti reddederek ve iyiyi inşa ederek; sevgiyi inşa ederek tam olarak nefretin üzerine inşa edilebilir.

Soru:  Nefret duygusu kişinin gelişimine yardımcı mı oluyor?

Cevap: Evet, bu yukarıdan gelen bir yardımdır. Bu nedenle, insanın kötü eğilimi hakkında bunun “size karşı bir yardım” olduğu söylenir. Kötülüğe, sizin karşınızda duruyormuş gibi bakarsanız, size yardımcı olacaktır.