Kırılma Zorunlu İdi

AlmaArzusu ve İhsanEtme Arzusunun ayrı kalmamaları ve birbirlerini anlıyabilmeleri için Kapların Kırılması zorunlu idi. Birbirleriyle karışmaları ve birbirlerini anlamaları için. Aslında Kırılma bir hata olmayıp, tüm yaratılanlarda algılamalarında yanıldıklarını gösterebilmek için planlanmıştı.

Üst Alem için bu, Arzunun, Neşemanın kırılması olmayıp, Alt Aleme, kutsal bir işlemi ifşa etmek, Yaratandan ne kadar zıt olduğunu göstermek içindir sadece. Islahı elde edebilmek için gerekli bir koşul yalnızca yukarısı için. Aşağıya göre, bizler için sanki birşeyler bozuldu ve de kazara oldu oysa Yukarısı için bu zorunlu idi.

Kendinize bir bakın, beni anlıyabilmeniz için benim seviyeme inmeniz gerekecek. Ben bir hırsız ya da katil veya hertürlü kötülüğe sahip biri. Beni anlamanız olanaksız, ancak seviyemin niteliklerine uyarlandığınızda benimle bir bağ kurup, bu koşuldan  nasıl beni çekip çıkaracağınızı anlıyabilirsiniz. Başkaca bir yolu yoktur. Kutsal Olana söylendiği gibi: “Murdarlığınızda Komşu Oldum”. Sadece, bu durumdan başlıyarak beni sizinle birlikte yüceltebilirsiniz.

(05-01-10-Kabala Bilgeliğine Açılış)Dersinden alıntıdır.

Kap Nasıl Kırıldı?

Yaradan kabı nasıl kırdı? Bunu, Anayı ifşa eden Yeşsut Partsufu yapar, tüm en iyi sonsuzluk içindedir. Yişsut parsayı tutar ve bilir ki şuan ışık kaybolacak ve kaplar kırılacak, ihsan etmekten düşecek ve bu ölüm! Bizlere ÜstSistemlerin kendilerine aldıkları acıyı  anlamak kalıyor.

Kırılmanın nedeni; Tüm ışığı sadece İhsan için almak isteyen kaplara Islah Sonu Işığının ulaşması. Ben kesinlikle eminim ki tüm ışığı sadece Yaratan için, İhsanEtmek için kabul edeceğim. Işığı alıyorum, kendimi dolduruyor ve EvSahibini İhsan ettiğim için bundan hoşnut oluyorum. Sanıyorum ki Islah Sonunu elde ettim ve Einsof Dünyasındayım ve aniden keşfederimki Hohma Işığını yukarıdan aşağıya çektim ve asla Hohma Işığı Alma Kabına giremez, imkansızdır bu. Olabileceğini düşünmüş ancak yanılmışım, kabul görmiyecek birşey yaptım! Alma Kabı Işığı nasıl alabilir? O Bina ile birleşmeli ve ıslah dünyasında olan da budur.

(05-01-10-Kabala Bilgeliğine Açılış) Dersinden alıntıdır.

Daha Önce Hiçbir Şeyim Yoktu

Soru: Zohar kitabını çalışırken, bize, iki koşulun temel olduğunu söyledin:

1. Diğer Neşamalar ile bağlanmayı arzulamalıyım.

2. Zoharda anlatılan tüm fenomenlerde kendimi bulmalıyım.

Malhut de Atsilut, Atsilut dünyasındaki ZeirAnpin ile nasıl bir ilişki kurabilir? Bu iki koşul onun içinde geçerlimi?

Cevabım: Bu iki koşulu oluşturmaz isek Malhut hepten yok olur ve bu durumda Ensof tan başka hiçbir şey olmaz ne seviyeler, ne de dünyalar.Yaratana benzemek arzusuyla, yaptığım en ufak bir işlemde dahi anında Yaratan ile aramda basamaklardan oluşan bir merdiven inşa ederim. Bilinen örnekte olduğu gibi: Herşeyi kendim için istememden ötürü,  evsahibi karşımda durmasına rağmen benden saklanır. Kesinlikle onun niteliklerinin zıttındayım. Kendim için almayı kestiğim an-ilk kısıtlama uyguladığımda, evsahibinin niteliği ifşa olur ve onu tanımam süreci başlar. Ve evsahibi şöyle der: “Lezzetlerimden Tad”. Tabii onu reddetmeliyim, yoksa tekrar benden gizlenir ve “BenzerlikFormu” kuralı kırılır. Başlangiçta, Ona benzer olmak istiyorum, sağ çizgide olmak, Hasadim ışığı içinde olmak Ondan hiçbir şey kabul etmemek. Evsahibi karşımda ancak ondan almaya muktedir değilim, çünkü vermek üzere almaya yeteri kadar gücüm yok.

Bu şekilde her kez büyüyen arzularımı keşfeder ve Evsahibine yakın olabilmek, onun niteliklerine benziyebilmek için, onları hep itelerim. Kabala Bilgeliğini öğrendikçe Yaratana bağlanıyor ve her zaman üzerimde çalışıyorum, O bana İhsan ediyor ve nihayetinde ÜstIşık sayesinde vermek üzre alma koşuluna ulaşıyorum. Evsahibine vermek için aldığım haz ölçüsünde sol çizgiye geçerek onu sağ çizgiye çekmeye başlarım ve bu artık orta çizgide çalışmadır. Bu şekilde Evsahibi ile aramda oluşturduğum bağda yavaş yavaş basamaklı bir ilişki merdiveni inşa ederim. Tüm bunlar, Yaratana benzemek için oluşturduğum arzuya ve hatta küçücük bir yüzdede bile olan arzuya bağlı.

Aramızda oluşturduğumuz bağda  merdivenin basamaklarını sıfırdan başlayıp yavaş yavaş çıkarım “Dürüst Dilek” seviyesine (görünen cevap), “Vermek için Almak” seviyesine (sevgiden cevap). Ve herşey içimde, tüm dünyalar neşamamda. Şimdilik neşamamda kalpteki nokta var; hayatın temeline ulaşma arzusu. Fakat tüm seviyeler ve alemler içimde bulunurlar. Seviyeler (basamaklar) içimde ancak kalpteki noktam ilk manevi değeri, ihsan etme niteliğini edindiğinde ifşa olurlar. Bu değer, benim ilk Islah Sonu ile olan bağımdır çünkü aynen ıslah olan koşulun bir bölümüdür o. Dolayısıyla şimdi tümüyle Kalpteki Noktama fokuslanarak onu geliştirir ve içinde, Yarayana benzer hangi nitelikleri barındırdığını ifşa etmeye çalışırım. Bundan böyle, Yaratanla aramdaki bağ sadece Yaratan tarafındandır.

(03-01-10-Sefer Zohar) Dersinden alıntıdır.

Hastalıklardan Bizi Ne Kurtaracak?

İngilizce blogundan soru: Zihinsel ve Ruhsal rahatsızlıkları Kabala Bilgeliği bize nasıl açıklıyor? Ne tür tedavi edici sistemler sunuyor bizlere? Bilindiği üzre tıp pek başarılı olamıyor bu konuda?

Cevabım: Islah sadece. Bizleri bu tür rahatsızlıklardan kurtaracak yegane şeydir.

İ.B.dan soru: Yaratan neden tedavisi mümkün olmıyan fiziksel hastalıklar gönderiyor? Neden bizlere Kabaladan dahi öğrenemeyeceğimiz ıstırablar getiriyor?

Cevabım: Biz tüm hastalıkları, ıslah olma arzusu noksanlığımız nedeniyle kendimiz davet ediyoruz içimize.

(Bak: Zohar kitabına Giriş , 69 ve 71 bölümler.)

Maneviyat Asla Yok Olmaz

Zohar kitabında okuduklarımla kendimi özdeşleştirmeyi arzuladığımda az da olsa kırılmanın yerini ifşa etmeye başlarım. Neticede tüm koşullar sabit ve düzenli bir şekilde mevcutturlar. Aynen çekilmiş bir filmin tüm karelerini baştan sona içinde barındırması gibi. Ben bu filmi “kırılma” denen noktasına getirip orada neler olduğunu hissetmek istediğim an kitap bana yardım eder ve onu hissedebilirim.

Unutulmaması gereken önemli ilke, benim okuduklarımı anlayıp anlamamamın ya da hissedip hissedemememin hiç önemli olmadığı ve ÜstGücün, kitabı okurken üzerimde çalıştığıdır.

Her halükarda Işığın beni etkileyeceğini ve önemli olanın da bunu sabırla bekleyip ümit etmek olduğunu bilmektir: Üst-Gücün gelerek beni değiştireceğini!

(04-01-10 Ptihat Hohmat Kabala) Dersinden alıntıdır.

Işıksız Karanlık Olmaz

“Işık”, bendeki kötülüğü, bendeki egoyu, bendeki kötü dürtüyü keşfettiğimde ancak ifşa olur. Ötekilerle birleşebilmeyi arzulayıp da bunu elde edemeyince, içinde bulunduğum durum benim için “gece” oluyor.  Karanlığa girmiş oluyorum. Ancak içimde varolan kötü ve beter isteklere rağmen üzerimde çalışıyor ve herşeye rağmen başkalarıyla birleşmeye  ve Yaratanı etkilemeye çabalıyorum.

O halde ihsan etmeyi isteyipte yapamadığım koşula “karanlık”, “gece” deniyor. Bu koşuldan öğrenerek ve çaba göstererek, ben farkına varmadan yavaşça Işığın gelerek ötekilerle olan ilişkimi ıslah etmesini istiyorum.  ”Gece” geçerek küçük bir aydınlık ulaşmaya başlar bana ve “seher vakti” denir buna. Gerçekten ihsan etme isteğimi hissetmeye başlar, onları kendime daha yakın bulurum. Zaten  “Işık” ,  diğerlerine ihsan anlamındadır, diğerleriyle güzel ilişkide ve onların benim bir parçam olduğu hissi.

Geçmişte isteyipte başaramadığım iyi ilişki hissiyatı yokluğunda “karanlık” içinde iken, şimdi diğerleriyle iyi ilişkiler olarak hissetmeye başlamama “Işık beni aydınlatıyor” denir.

Demek ki karanlıkla aydınlık arasında olan fark benim ilişkimdeymiş. Arzularıma rağmen diğerlerine ihsan edebilir miyim edemez miyim? Bu koşulda ben “iyiye götüren Işığa” muhtaç olurum algımı, düşüncelerimi, ilişkilerimi değiştirsin diye. Yolumda oluşturduğum setleri “iyi”, “kötü”, “ışık”, “karanlık”, “gece” “gündüz” .

Taşa Nasıl Hayat Vermek

Soru: “Arzu” nedir?

Cevabım: Işıktan gayri, yaratılışın tüm malzemesidir “ arzu” . Arzu=Yoktan Var, arzunun tüm türevleri Işığın ihsanının sonucudur. Derinlemesine indiğimizde: Kalem de bir arzumu? Hayır o maddeye giydirilmiş formdur (biçimdir). Plastikte ondan kalem yapılması için bir malzeme, maddedir ancak arzu değildir. Plastikte de moleküllerden ve atomlardan oluşan, Işıktan aldığı bir form mevcuttur ve artık o saf bir madde değildir.Kuantum fiziği ile ilgilenen bilim adamları, yaratılışın temelini arzuyu bulmayı deniyorlar. Soruyorlar nasıl bulacağız herşeyin ondan oluştuğu “kök hücre”yi. Onların inatla cevap bulma arzularına rağmen keşfedebildikleri ancak parçacıklardaki referans olup, temel parçacık ifşa edilemiyor ve edilemezde çünkü o madde değil sadece arzudur. Ve arzuyu ifşa için insanın manevi dünyaya girmesi gerekiyor.

Bununla birlikte bilim adamları gelecekte bu yan parçacıkları ifşa etmeyi, muhteviyatını bulmayı umuyor. Bu bizleriz, farklı  türlerde niteliklerimiz. Onlar aslında arzunun çeşitli formlarını yapay bir tarzda sınıflandırırlar; fiziksel, kimyasal ve biyolojik gibi. Oysa tüm bu sınıflandırmalar, Işığın aynı maddeye farklı formlarda etki etmesidir. Problem şu ki bilim çözemiyor ve arzular arasında sınıra dayanmış görünüyor. Cansız, bitkisel, canlı ve konuşan dereceleri mevcut.  Ancak bizler cansızı bitkisele çevirecek yetilere sahip değiliz.

Peki cansız ile bitkisel arasında var olan fark nedir? Farkın gömülü olduğu yer bitkisel derecede bulunan bir ilavedir, yaşam ışığıdır. Ve biz bu  ilaveyi cansız bir maddeye katamıyoruz. Ve bilim burada sonuna geliyor. Dolayısıyla, sadece arzuların var olduğunu ve geriye kalan herşeyin, bizim aynı arzulara yakıştırdığımız benzerlikler, imajlar olduğunu anlamak çok önemli.

(30-12-09-Zohar Kitabı) dersinden alıntıdır.

Dejavü

Zohar kitabını okuduğumuzda birşeyler anlamıyorsak ancak o zaman öğrenebiliriz. Bundan korkmamalı ve asla kendimize yalan söyleyip anladığımızı söylememeli, aksine anlamadığımızı kabullenmeliyiz. Sonradan herşey anlaşılır olacaktır.

Zohar öğreniminde özel bir duyu gelişir, dejavü geçmişte okuduğum belli bir şeyi aniden farklı  bir sitüasyonda aynen hatırlamaya başlarım. Ve kitabı ilk okuduğumda hiçbir şey anlamazken sanki aniden özel bir anda herşey bağlanır bana, aynen dünyamızda bebeğin birden gerçeği yakalaması misali. En büyük yanılgı okuduklarımı anladığımı sanmamdır, bu düşünce benim gelişmemi engeller, oysa şuan okuduğum fenomenlerin hiçbiri henüz içimde oluşmamışlardır.

Fakat Neşamam ıslah ettikçe tüm bu fenomenleri doğru bir biçimde hissedebileceğim.  Ancak şuan onları sadece okuyor, haklarında işitiyor ve gerçekte ise ne olduklarını bilemiyorum. Bende noksan olan zıddımı algılama yetisi nedeniyle ancak almayı biliyorum, oysa kitabın kendinde sadece vermek üzerine okuyorum. Fakat tüm bunları benim anlayamamam ve tahayyül edemememin hiçbir önemi yok, çünkü önemli olan tek şey çaba, neticede ışığı davet eden ve beni tekamül ettirecek olan sadece o!

(30-12-09-Sefer haZohar) Dersinden alıntıdır.

Dünya Niteliklerimin Sonucudur

Dünya, kendi içsel niteliklerimin, duyularımın sonucudur. Bundan böyle duyularımı sonsuz bir tarzda açabilmeyi başarabilirsem o oranda dünyamı da değiştirebilirim. Aslında bana düşen sadece beş duyumu görme, duyma, koklama, tatma ve dokunma duyularımı genişletmek olmayıp içimde gömülü olan dünyayı algılayış tarzımı belirleyen “yararıma-zararıma” prensibini ve yalnızca “alma arzusunu” terk etme olmalı.

Yaşamımı belirleyen,  bu prensipten özgürleştiğimde dünyayı çok daha geniş bir perspektiften algılayabileceğim. Dışımda var olan gerçeği var olduğu haliyle, beş duyumun ötesinde, sınırsız ve bütünsel bir realite olarak deneyimleyebileceğim.

Soru şu ki kendi dışıma nasıl çıkabilirim? İçimde var olan niteliklerimi genişletmeyi anlayabilirim ancak dışıma nasıl çıkacağım,  varlığımı oluşturan doğamı, kendimi nasıl aşabilirim, bu imkansız.

Kabalistler böyle bir olasılıktan bahsederler ötekinin arzusunu hissetmeye başladığında bu da gerçekleşmeye başlar. İnsan ötekinin hissettiğini nasıl hissedebilir? Kendi algıladığı dünyasını ifşa ettiği aynı yol ile. Kendine, aynı manevi amacı edinmiş bir dost bulup onunla bağ kurarak, ona yaklaşıp dünyayı O’nun aracılığı ile hissederek. Ve  sonra ilave bir dost  daha vasıtasıyla ve ilave dost ve böyle ilavelere devam ederek.

Diğer insanlar aracılığı ile manevi realiteyi ifşa edenler kendi dışında bir varoluşun olduğunu da keşfeder. Böylece, maneviyatı hissetmenin şartı olan “komşunu kendin gibi sev” deyimi her ne kadar dünyamızda pek eski ve klişe bir deyim olsa da gündeme gelir. Fakat kabalistlere göre bu böyle değildir. Deyimin gerçekte anlatmak istediği; ötekini sevdiğinde, içinde neler olduğunu hisseder, neşamasını, duyu ve algılayışını kendine katarsın, öyle ki, kendi dışına çıkar ve ötekinin içinden var olanla dışında olanı keşfe başlarsın. Dışımda var olanı bu şekilde öğrenmeye başladıkça Üst Gücü, Yaratanı da ifşa ederim. Bu sürece “İnsan Sevgisinden-Yaratan Sevgisine” denir.

Dindar bir deyiş gibi gelebilir ancak gerçekte her insanda var olan duygusal gelişim ile ilişkilidir. Kabala  bilgeliği bizlere ötekini nasıl hissedeceğimizi öğretir ve yol gösterir. Karşılıklı ortak çalışma ile birlikte içlerine çekerek inşa ettikleri  ”ŞHİNA” denen Yaratanı (Tanrısal Kutsallığı) hissederiz. Bu şekilde Kabalanın tüm ilkeleri toplanmış olur nasıl her şeyi alırım, nasıl sınırsızca dışımda duranı algılarım.

(19-12-09Sefer haZohar) Dersinden alıntıdır.

Sağlıksız Sağlık

Baal Hasulam “Kutsalın Gizlenen ve İfşa Olunan Yüzü” makalesinde insanın Yaratanı ifşasını, dünyayı algılayışını anlatır:

“Doğru yolda gittiklerini bildiği kişilerin geçimleri ve sağlıkları yerinde olup hiç sorun yaşamazlarken, Tora’nın yolunda gitmeyen tanıdıkları geçim sıkıntısında ve birçok sorunla boğuşup sağlık sıkıntısı içindeydiler”.

Işıktan haz almanın dışında hiçbir şey yoktur. Bu hazzı doldurma dışında. Dünyada gördüğümüz her şey bu ikilinin arasında var olan ilişkinin bir neticesidir. Dünya, benim, kenarından izleyip seyirci olduğum, bana bağlı olmayan, dışımda olan bir gerçeklik asla değildir, aksine herkesin arzusunun ona dikte ettirdiğini gösteren bir gerçekliktir. Dünyayı aynı perspektiften gören iki kişi dahi bulmak mümkün değildir. Dünya, onlara kutuplar kadar zıt görünebilir ve bu onların, arzularını dolduran ışığa bağlı olan bir koşuldur.

Bu tespit dünyayı algılayışımızın  ne kadar bireysel  olduğunu gösterir. Yaratanı ifşa, maddi parametrelerle ölçülemez, bu sadece, kişinin algılamasında oluşan bir değişimdir. Bu aynen, bankadaki hesapta, sıfırların miktarının değişmeyip miktar hakkındaki  hislerin değişmesi  gibidir. Maneviyatın aydınlattığı kişi kendini herşeyi ile tatmin olmuş hisseder.

Milyarder dahi  genellikle kendini bu şekilde hissetmez. 50 milyara da sahip olsa da ilave katacağı yarım milyonun derdindedir. Onun tüm kaygısı hesabındaki yekün olmayıp, günbegün yeküne katacağı ilavenin başarısıdır ve hayatını da bu kriter ile değerlendirir. Kişi Işığı ifşa ettiğinde artık ilave bir kazanca ihtiyacı yoktur, öyle ya da böyle o artık güzellikler okyanusunda yüzüyordur. Işıkla temasa girmişse, her zaman, içinde tekamül etmekte ve hiçbir şeyin noksanlığını hissetmemektedir.

Fakat o, hasta ya da sağlıklımı?  O hep iyi hisseder hastalıklı değil. O halde muayene ettiğinde doktoru ne der?

Mesele şu ki biz kişinin, dünyayı nasıl algıladığı üzerine konuşuyoruz. Işık ifşa olunduğunda, tüm bunların nasıl oluştuğunu hiçbirimiz ne biliyor ve ne de anlıyoruz.  Kişi hastalık ve problemlerin üzerine çıkmıyor, onlardan muaf olmuyor, ancak o yinede sağlam kalıyor ve Yaratanı ile. Öyle olmasa idi, Yaratanın ona vermiş olduğunun yarısını silmiş olurdu Yaratanı ile olan ilişkisinin yarısını.

(20-12-09-Ester ve Giluy Panim şel ha Yitbarah) Dersinden alıntıdır.