Yaradan’ın Planlarında Savaşlar Yoktur

Kötü egoizmin şu anda dünyaya, doğanın bütününe verdiği savaş şeklindeki korkunç darbeyi hafifletebilir miyiz? Her şeyden önce, dört seviyeden oluşan alma arzusundan bahsettiğimiz basit gerçeği hatırlamalıyız.

Cansız, bitkisel, canlı ve insan olmak üzere alma arzusunun dört derecesinde hissedilen şey, bize dünyada var gibi görünen şeydir. Sonuçta, tüm dünyamız alma arzumuzdur.

Bu nedenle, egoist arzuyu bulmak ve düzeltmek için mümkün olan her şeyi yapmalıyız. Dünyada sakinleştirilmesi, dengelenmesi, nereden ve neden geldiği ve amacının ne olduğunun bilincine getirilmesi gereken egoizmimiz dışında hiçbir şey yoktur.

Dünyanın durumunun, aramızdaki bağ ölçüsünün bir türevi olduğunu görmeliyiz. Daha fazla bağ kurarsak dünya için iyi, bağ kuramazsak dünya için kötü olur. Bu temelde, bizler kötü veya erdemli kabul ediliriz. Yaradan’a memnuniyet veririz veya Tanrı korusun, O’na üzüntü veririz.

Yaradan savaş istemez, O iyidir ve iyilik yapar, bu nedenle O’nun planlarında savaşlar yoktur. Aksine, O’nun planları bizi kötülüğün farkındalığına ve iyiliğin eylemlerine getirmektir, böylece O’nun gibi olacağız.

Bu nedenle Yaradan’dan gelen olumsuz hiçbir şey yoktur, hiçbir kötü tutum yoktur. Islahlara katılmazsak ve bununla başımıza bela açarsak, bu zaten bizim hatamızdır. Bunun için Yaradan’ı suçlamamalıyız; O’ndan aldığımız şeyi ıslah  etmememiz kendi hatamızdır.

Sistem aracılığıyla, her şeyi Yaradan’dan öyle bir şekilde alırız ki onu kabul edebilir, anlayabilir, tepki verebilir ve düzeltebiliriz. Yapabiliriz ama istemiyoruz! Bu nedenle, bize bir ceza gibi görünen bir düşüş alırız.

Aslında bu bizi bir derece aşağı çeken bir ıslahtır. Sonuçta dördüncü sınıftaysam ve dördüncü sınıf öğrencisinin yapması gerekeni yapamazsam, üçüncü sınıfa geri gönderilirim. Üçüncü sınıfta çalışmayı yaptığımda, tekrar dördüncü sınıfa, sonra beşinci, altıncı vb. giderim. Yani her şey sisteme göre olur.

Ruhların Arasındaki Bağ Sisteminin İçinde

Bir insanın hayatında, ona hayatın kendisinde her şeyi belirleyen belirli bir program olduğunu ve onun üzerinde hiçbir kontrolünün olmadığını söylediği bazı durumlar vardır.

Her birimiz, böyle algılanan olayları hatırlayabiliriz. Bazen ne olacağını önceden bilebiliriz ve aniden önümüze daha büyük bir vizyon açılır. Bu doğaldır. Hepimiz biraz bir nevi Wolf Messing’e benziyoruz.

Soru şudur: Bu bizi nereye götürür? Kural olarak, bu hiçbir yere götürmez. Kişi basitçe yaşamaya devam eder; ona sadece geleceğin küçük bir parçası gösterilmiştir ve kişi onunla ne yapacağını bilmez.

Esas olarak bu, kişi için temelde hiçbir şeyi çözmez. Bu sadece geleceğin bir parçasıdır, maddeselliğimizin genel sisteminde açığa çıkar, ancak bir şekilde sıkı sıkıya birbirimizle bağlı olduğumuz manevi ilişkiler bizden gizlenir.

Bizler, kesinlikle sabit ve sürekli bir şekilde işleyen bir bağ ağı içindeyiz. Hiçbirimiz onun içinde herhangi bir şey yapma özgürlüğüne kesinlikle sahip değiliz. Bu ağda herkes, bu dünyada ya da o dünyada vb. algılanan her türlü kendi duyumlarından geçer. Ama yine de, bizler her zaman ruhların, “ben”lerimizin birbirine bağlı olduğu aynı sistem içindeyiz.

Bu sistem biraz açılırsa, iki katman arasındaki, olması gereken katman ile her birimizin bugün bulunduğu seviye arasındaki ilişkiyi görebiliriz. Kişi önceden hiçbir şey görmediği için, bu tesadüfi bir fenomen gibi gelir.

Elbette hayatımızda tesadüfi hiçbir şey yoktur. Her şey kesinlikle önceden belirlenmiştir.

Ama bu neye yol açtı? Belki de kişi daha farklı ya da daha doğru, daha duyarlı davranmaya ve insanlara karşı daha sıcak davranmaya başlamıştır. Ya da mesleğinde iyilik için bazı değişiklikler yapmıştır. Ancak esasen, özde hiçbir şeyi değiştirmemiştir.

Sonuç olarak, insanlık tarihi boyunca tüm peygamberlik rüyalarının, sezgilerinin, karalamalarının, falcıların kehanetlerinin bizi hiçbir şeye götürmediğini görüyoruz. Onlar her zaman çok sayıda vardı ve bugün de varlar ve gelecekte de olacaklar.

Eğer kişiye evrenin tüm sistemini, birbirimizle olan bağımızı, hayatın gidişatını ve gelecekteki hedefimizi elde etmek için açık bir metodoloji ortaya koyarsak, onaylamak ve en önemlisi kaderimizi kontrol etmek için bu bize ifşa edildiğinde ve bize keşfetme fırsatı verildiğinde, o zaman kişiye gerçekten onu kontrol etmesi için bir tür araç verildiğini söyleyebiliriz.

Aksi takdirde gelecek ifşa olmamalıdır. Bu yüzden Kabalistler bundan asla bahsetmezler. Bunun insanlığa zararlı olduğuna inanırlar.

Bir kural vardır: kör bir adamın önüne engel koymayın. Yani, yalnızca kişinin geleceği doğru bir şekilde anlayabildiği, onun uygulanması üzerinde doğru bir şekilde çalışması için kendisine yaklaştırılabileceği kadarıyla, ancak o zaman bu, kişiye ifşa edilebilir ve onu ıslah etmeye başlar.

İki Durum: Küçüklük ve Büyüklük

Soru: Rabbi Nachman, Zohar Kitabı’nı okurken, onu anlamakla ödüllendirilene kadar çok kez ağladığını yazıyor. Bu “ağlama” durumu nedir?

Cevap: Ağlamak, kişinin Yaradan’a yaklaşmak için daha da büyük bir çaba sarf etmek için, daha fazlasını anlayamadığı ve göremediği için üzüntü duyduğu küçüklük durumunu (Katnut) temsil eder.

Soru: Ayrıca şunları yazıyor: “Onlar (Raşbi’nin öğrencileri) birbirleriyle bağ ve birlik içinde olmalarına rağmen, bu bağ geçiciydi ve ilk sütunun birliği yani tek bağ olarak adlandırıldı. Ve sonra Rabbi Şimon, bu bağın güçlü ve sağlam olması için onları ikili bir bağ ile bağlamak istedi.” Bu iki çeşit bağ nedir?

Cevap: Biz yalnızca onları tek bir sistemde, tek bir onluda, tek bir ruhta birleştirmekten bahseden Tora’yı okuyan insanlar arasındaki bağdan bahsediyoruz.

Gerçek şu ki, yalnızca arzuları ihsan etmeye yönelik bir bağ vardır, küçüklük bağı denilen, bir küçüklük durumu (Katnut). Ve bir büyüklük (Gadlut) durumunu, kişinin ıslah olmuş durumdaki güçlü egoist arzularını içeren bir bağ vardır.

Herkes için Zohar‘da, Baal HaSulam’ın yorumlarıyla şöyle yazılmıştır: Birbirini sevmeyen tüm o dostlar, kendi vakitlerinden önce dünyayı terk ederler (Herkes için Zohar, Ki Tissa 54). Raşbi’nin zamanındaki tüm dostların arasında ruh sevgisi ve maneviyat sevgi vardı. Ruh sevgisi, küçüklük (küçüklük durumu) seviyesindeki sevgi demektir. Ve maneviyat sevgisi, büyüklük (büyüklük durumu) seviyesindeki sevgidir.

Bu nedenle onun neslinde Tora’nın sırları ifşa oldu. Rabbi Şimon, “Birbirlerini sevmeyen tüm dostlar, kendilerini doğru yoldan saptırırlar” derdi, çünkü onlar, alma arzuları da ihsan etme için çalıştığında, kendilerini büyük sevgi durumuna geliştirmemişlerdir.

Ayrıca Tora’da sevgi, kardeşlik ve hakikat olduğu için Tora’ya bir leke koyarlar.

“İnsan Genomunun Şifresini Çözmek – Ne Kadar Çok Bilirsek, O Kadar Az Anlarız” (Medium)

Son haftalarda gazeteler ve bilimsel dergiler, insan genomunun haritalanmasının tamamlanmasını memnuniyetle karşıladı. Smithsonian Dergisi, “Bilim adamları, genetik planımızın eksik yüzde sekizini deşifre ederek, insan evrimi ve hastalığında yeni keşifler için zemin hazırladı” diye haykırdı. Time Dergisi, haritalama projesinin liderlerinden biri olan Evan Eichler’den neşeli şekilde bir alıntı yaptı: “Genomik ve tıp camiasındaki heyecan elle tutulur cinsten. Eichler bir brifing sırasında, “Şükürler olsun, sonunda bir insan genomunu bitirdik, ancak en iyisi henüz gelmedi” dedi. “Kimse bunu bir son olarak görmemeli, bu sadece genomik araştırmalarda değil, klinik tıpta da bir dönüşümün başlangıcıdır.”

Smithsonian Dergisi’nin tanımladığı gibi “Boşluksuz” İnsan Genom Dizilimine sahip olmamız harika, ancak gerçekler gösteriyor ki ne kadar çok bilirsek o kadar az anlıyoruz. İnsan genomunun şifresini çözmek bazı problemlerin çözülmesine yardımcı olabilir, ancak hayatımızı daha kolay veya daha mutlu yapmayacak. Çevremizi anlamadığımız için, genlerimizin hangi bağlamda evrimleştiğini ve çevreyle ilgili olarak nasıl çalıştıklarını anlamıyoruz. Bu nedenle tüm formüller ve bilgiler bizim gerçekliği idrak edemeyişimizin boşluğunda yutulacak ve kendi yaptıklarımızla sorunlarımızı derinleştirip daha da kötüleştireceğiz.

İçimize kodlanmış her bir genin bir nedeni vardır. Eğer onu değiştirir veya manipüle edersek, onunla bağlantılı her şeyi değiştiririz. Doğa bilerek bozukluk yaratmaz. Sadece düzeltir. Bu nedenle, doğayı “onarmaya” çalıştığımızda, körlüğümüzden dolayı görememiş olmamızın dışında, bozulmamış olanı her zaman bozarız.

Babil Talmud’unda (Şabat 156a) bilgelerimiz, eğer bir kişi katil doğasıyla doğarsa, katil veya hırsız ya da kasap veya sünnetçi olabileceğini yazmıştır. Başka bir deyişle, insanların temel özelliklerini değiştirmeye çalışmamalı, onları sadece tüm topluma faydalı oldukları yerlerde kullanmalıyız.

İnsanların genlerini değiştirmeye çalışmak yerine, doğuştan gelen doğalarını topluma zarar vermek yerine toplum yararına kullanmayı öğretmeliyiz. Bunu yapmak için, topluma en fazla katkıda bulunanların en fazla saygı duyulan, hürmet edilen ve hayran olunan kişiler olduğu bir sosyal ortam oluşturmalıyız.

Şu anda toplumun “liderleri”, kendilerinden başka hiçbir şeye değer vermeyen ve mümkün olduğunca “benzersiz” olmayı arzulayan ya da zenginlik, güç ve nüfuz elde etmek için toplumu sömüren narsistlerdir. Bunlar herkesin hayran olduğu insanlar olduğunda, toplum parçalanmadan duramaz. Herkesin takip etmeye çalıştığı benmerkezci değerler, toplumu böler ve onu giderek daha küçük parçalara ayırır. Sonunda herkes kendi başının çaresine bakmaya bırakılacaktır. Yakınlarında kimsenin olmadığını ve herkesin potansiyel bir düşman olduğunu hissedecekler. Böyle bir durumda, sefaletten tek kurtuluş uyuşturucu ve intihar olacaktır.

Liderler kendilerini değiştirmeyecek. Onlar lider çünkü biz de onlar gibiyiz, bu yüzden olmak istediğimiz  mükemmellikte olan insanlara saygı duyuyoruz. Bu nedenle toplumun idollerinin değişmesini beklememeliyiz. Bunun yerine, olduğumuz kişiyi değiştirmeliyiz ve kendimizi değiştirdikçe, idolleştirdiğimiz kişiler de değişecek ve yeni değerler ön plana çıkacak.

Toplumun değerlerini değiştirdiğimizde, hiçbirimizde doğal olarak yanlış bir şey olmadığını keşfedeceğiz. Tek kusurumuz, doğanın bize aşıladığı şeyleri nasıl kullandığımız idi. Başka bir deyişle, suçlu olan DNA’mız değil, eylemlerimizin arkasındaki niyetti.

Şu anki niyetimiz, sadece kendimizi yükseltmek olduğundan, keşfettiğimiz ve geliştirdiğimiz her şey topluma zararlıdır. Ve zarar verdiğimiz, bizi besleyen ve ayakta tutan toplum içinde yaşadığımız için, geliştirdiğimiz ve keşfettiğimiz her şey sonunda bize zarar veriyor.

Ne olduğumuzu değil, kim olduğumuzu değiştirmemiz gerekiyor. Bizim sorunumuz ne yaptığımız değil, neden yaptığımızdır. Yaşadığımız topluma fayda sağlamak için çalışırsak, kendimize fayda sağlayacağız.

Narsist zihniyetimizden dönüşüm ortak bir çaba gerektirir, ancak küresel durum zaten o kadar kötü ki, bence başka seçeneğimiz ve kaybedecek zamanımız yok.

“Mısırlılar” – Maddi Hazlar

Soru: Tora’da Musa’nın bir Mısırlıyı öldürdüğü söylenmekte. Manevi çalışmada bu ne anlama gelir?

Cevap: Musa, kendisini “Mısır” denilen tam bir egoizm koşulu içinde tutan arzuyu öldürür. Musa bu arzusundan kurtularak özgürleşir.

Soru: Öğretmeniniz Rabaş, “Mısırlılar”ın maddi hazlar anlamına geldiğini yazar. Nedir bu hazlar?

Cevap: Kendiniz için yaptığınız ve keyif aldığınız her şey. Bu, var oluşunuzun temelidir. Ancak yavaş yavaş içinizde böyle bir niyet öldürülür çünkü herkes için bir ihsan etme ve sevgi durumu içinde kalmak için, sadece kendi arzularının esiri olma durumu üzerine yükselmeyi düşünür ve çabalarsınız.

Soru: Kendi arzularının esiri olma kötü müdür? Sonuçta bu doğaldır, bizim doğamızdır.

Cevap: Bu doğaldır ama yanlıştır çünkü bizi kendi içimize kapatır ve tüm evreni hissedemeyiz. Eğer hazlar, sadece onları düşüneceğim şekilde beni kendi sınırlarıma kapatmıyorsa, eğer hayatım dünyevi hazların üzerine, manevi hazlar denilen ihsan etme ve sevgi hazlarına yükselmekten oluşuyorsa, başkalarını memnun etmekten haz aldığımda, çalışmam, çabalarım beni yalnızca Yaradan’a yaklaştırır.

“Gökyüzündeki Nehirler Dünyayı Sular Altında Mı Bırakıyor?” (Medium)

CNN, “Antarktika’daki sıcaklıklar Mart ayında normalin 38 santigrat derece üzerine – 70 Fahrenhayt civarında – yükseldiğinde, Los Angeles büyüklüğünde sallanan bir buz sahanlığı çöktü” diye yazdı. Makale, “Isı, atmosferik nehir olarak bilinen bir nehirden içeri akın etti,” diye devam etti, “sıcak havayı ve su buharını tropik bölgelerden dünyanın diğer bölgelerine taşıyan uzun bir nem bulutu… Karaya indiklerinde yağmur ve kar döken bu “gökyüzündeki nehirler” aynı zamanda Antarktika Yarımadası’ndaki buz raflarını istikrarsızlaştıran aşırı sıcaklıklara, yüzey erimesine, deniz buzunun parçalanmasına ve büyük okyanus kabarmasına neden oluyor. Her felaket geldiğinde, onun acil nedenini ararız. Sıkıntılarımızın gerçek nedenini – insan doğasını –  kabul etmekten bu şekilde kaçınıyoruz.

Yaşanması zor hale gelen sadece iklim değil. Aynı zamanda kaybolan ormanlar ve şiddetli salgınlar bize şunu söylüyor: “Tehdit sizsiniz! Bela sizsiniz! Fazla kalıp tadını kaçırdınız!” Bilim adamları, küresel ısınmayı durdurmazsak kıyı şehirlerimizi kaybedeceğimiz konusunda uyarıyorlar. Bence durum bundan çok daha kötü: Kendi yapımımızla tüm gezegenimiz insanlar için yaşanmaz hale gelecek. Dünya bizden iğrenmiş gibi görünüyor.

Bunun, havayı, suyu ve toprağı kirlettiğimiz, ormanları yok ettiğimiz, diğer türleri yok etmek için avladığımız ve tüm ekosistemi çökertmeden dünyadan verebileceğinden çok daha fazlasını çıkardığımız için olduğu söylendi. Bunlar kesinlikle davranışlarımızdaki kusurlardır, ancak bu şekilde davranmamızın bir nedeni var. Birincil suçumuz, birbirimize karşı tutumumuzdur.

Dünyaya ne zarar verirsek verelim, birbirimize on kat daha kötüsünü yaparız. Dünya’ya verdiğimiz zarar, diğer insanlara ve milletlere zarar verme çabalarımızın bir parçasıdır; bu birbirimize karşı savaşımızın başka bir yüzüdür. Birbirimizle savaşmayı bırakırsak, ortak evimizi de yok etmeyi bırakacağız ve doğa kendini toparlayıp bize karşı bir kez daha dostça davranacaktır.

Kuşkusuz, güvensizlik ve düşmanlık hüküm sürdüğünde birbirimizle savaşmaktan vazgeçmek kolay değildir. Uluslardan bireylere kadar, saldırganlık ve tehdit baskındır ve gerçekten de ilişkilerimizi tanımlar. Yine de, Dünya, bizi çoktan kovduğu için, hayatta kalmak istiyorsak değişmekten başka seçeneğimiz yok.

Bu bir öğrenme sürecidir ancak bu, sorunumuzun çok fazla fosil yakıt yakmamız, çok fazla et yememiz veya toprağı ve suyu plastikle kirletmemiz olmadığını kabul etmekle başlamalıdır. Bizim sorunumuz, tüm bu zararları başkalarını incitmek ve yok etmek, onları alt etmek ve boyun eğdirmek, gurur duymak ve egolarımızın ihtiyacını karşılamak için yapıyor olmamızdır.

Başkalarına karşı egoist tutumumuzun temel sorunumuz olduğunu kabul ettiğimizde, onunla başa çıkabileceğiz. Kendimize egolarımızın üzerine çıkmayı ve birlikte çalışmayı öğreteceğiz. Ancak, öncelikle gökyüzündeki nehirlerin bizi boğduğu konusunda kendimizi kandırmaktan vazgeçmeliyiz. Egoizm içinde boğuluyoruz ve bu bizim gerçek sorunumuz.

İyiliğin Gücüyle Tedavi

Koronavirüs bize birkaç hafta kısa bir nefes aldırdı ve ardından yenilenen bir güçle yayılmaya başladı. Bu salgın neden bitmeyecek gibi görünüyor merak ediyoruz? Ancak bu, virüse düzgün bir şekilde yanıt vermek için yapmamız gerekeni henüz yapmadığımızın bir işaretidir.

Her zaman olduğu gibi, birbirimize karşı daha insani ve özenli bir tavırla, aramızdaki bağ veya yakınlaşmadan başka çare yok. Bu, virüsü büyük ölçüde zayıflatırdı.

Ülkenin yarısının omikron hastalığına yakalanmasından sonra, bir çeşit genel bir bağışıklığın ortaya çıkacağını bekliyorduk, ancak bir nedenden dolayı pandemi bir yere gitmiyor ve aksine yeniden büyüyor. Gerçek şu ki, önceki kurallar bu virüs için geçerli değil. Onlar daha fazla yardım etmeyecekler.

Sonuçta bu sıradan bir virüs değil, insanlar arasındaki ilişkileri düzeltmemizi gerektiren bir virüs. Şöyle görünebilir, bir virüs bizim ilişkilerimiz hakkında ne bilebilir? Ancak bu virüs her şeyi biliyor çünkü içinde tüm bilgiler var. Onun sadece bir DNA parçası olduğunu düşünüyoruz ama o canlı!

Bu, ölü bir element ya da bitki değil, aslında hayvansal düzeyde, bizimkiyle aynı. Koronavirüsün bir aklı ve duyguları var. Çevreyi algılıyor ve etkiliyor. Diğerleri ile bağ kurabiliyor, insan vücuduna nüfuz edebiliyor ve onunla o kadar bütünleşebiliyor ki, bedeni kontrol etmeye başlıyor.

Ona küçümseyici ve ihmalkâr davranmayın. Bize öyle görünüyor ki, mesela, bu virüs bugün komşuma merhaba deyip demediğimi nasıl bilsin? Ama virüs bizden daha akıllı ve o her şeyi biliyor. Virüs dünyayı kontrol ediyor çünkü o Yaradan’ın bir parçacığı.

Koronavirüs, onu etkilemek için bu dünyayla ilgili tüm bilgilerin özel bir konsantrasyonunu içeren doğanın önemli bir unsurudur. Bu nedenle o, ancak insan ilişkilerimizi geliştirerek yok edilebilir.

Bu biraz naif gelebilir ama hadi deneyelim! Kaybedecek bir şeyimiz yok. Birbirimize iyi, büyük bir dikkat ve özenle davranmaya başlayalım. Muhtaçlara, yaşlılara, çocuklara, birbirimize sahip çıkalım; sokağa çöp atmayalım ya da gürültü yapmayalım. Başkalarını düşünmeyi deneyelim ve onların kendilerini iyi hissetmeleri için her şeyi yapmaya çalışalım.

Birinin bana ne yapacağımı söylemesini beklemiyorum, aksine diğerlerine karşı nazik tavrımla nasıl yardım edebileceğimi ve onların gerçekten iyi olmasını istediğimi gösterebileceğim bir yer arıyorum. Ülkede böyle bir deney yapalım ve bir ay içinde şu sorularla Koronavirüs’te durumun ne olduğunu kontrol edelim: Pandemi devam ediyor mu, etmiyor mu? Bu ay kaç kişi öldü? Trafik kazalarında kaç kişi öldü? Kontrol etmek kolay, hadi deneyelim.

“Yarının Dünyasına Bir Yükseltici” (Medium)

Ne zaman dünya büyük bir kargaşa yaşasa, tüm insanlar arasında iyi bağlar kurma arzusu doğar. Bir ülke ne zaman bir iç krizden geçse, ulusun tüm kesimlerini birleştirme arzusu doğar. Yine de tüm bunlara rağmen hayat bizi hayal kırıklığından hayal kırıklığına sürüklemeye devam ediyor. Peki, huzura ve tatmine giden yolda eksik olduğumuz şey nedir?

Sorun şu ki, insan doğası gereği bencildir. Sadece kendimizi düşünür, kendi iyiliğimiz için düşünür ve başkalarını kendi zevkimiz için kullanırız. Bu nedenle, insanlar arasında karşılıklı bir bağ kurmak ve bu hedefi teşvik etmek için organizasyonlar ve süreçler oluşturmaya çalışmak gibi şeyler düşünsek bile, sonuçlarımız insan doğasının üstesinden gelme gücünden yoksundur yani kalbimizde, başkalarını sevmeyi kendimize olan sevginin önüne koyma gücünden yoksundur. Bu nedenle, bağ kurma çabalarımız asla uzun sürmez.

Başarmak için ihtiyacımız olan şey, özel bir güç, uhrevi bir şey, bizi bencil doğamızdan daha gelişmiş, yüce ve tamamen yeni bir şeye; ‘başkalarına sevgi’ doğasına yükseltebilecek bir tür mucize mekanizmasıdır.

Bizler, evrimsel bir sürecin ortasındayız. Son yıllarda dünya, tüm detaylarının birbirine bağlı, birbirine bağımlı ve birbiriyle ilişkili olduğu bütünsel bir sistem haline geldi. Ama biz insanlar, kendi içimize odaklanmış durumdayız ve henüz gelişmekte olan dünyaya entegre değiliz. Dünya giderek birbirine bağlı hale geldikçe, herkesin egosu aynı anda büyüyor ve bizi birbirimizden uzaklaştırıyor. Böylece, insanlık ve doğa sistemi arasındaki uyumsuzluk da büyüyor. İnsan doğası değişmezse, yıkıcı bir patlamaya gelmemiz an meselesidir.

Bizi bu korkunç kaderden kurtarabilecek ve bizi daha güvenli ve daha keyifli yeni bir etkileşim düzeyine yükseltebilecek benzersiz bir mekanizma var. Bu hayat kurtarıcı mekanizması Kabala ilminde anlatılmıştır ve bu, insan doğasını düzeltmek için bir metottur. Genel anlamda, metod, küçük gruplar halinde bağ kurma ve iletişim tekniklerini öğrenmeye ve uygulamaya dayanır. Kişi ayrıca doğanın bütünleyici sistemi ve gerçekliğin tüm parçalarını bütünleyici, mükemmel biçimli bir mekanizmaya bağlayan güç hakkında derinlemesine öğrenir.

Tüm doğanın temelinde, her şeyin bağlantı, mükemmellik ve uyum içinde ilerlediği kapsamlı bir sistem vardır. Sevgiyi talep eden bu yüce doğa yasası kesinlikle çiğnenemez. Egoist doğamızı başkalarını sevmeye doğru aştığımız ölçüde, kendimizle başkaları arasındaki mesafe, herkesi kendi içimizde hissedebilecek duruma gelene kadar kısalır. Zihinsel ve duygusal hesaplamalarımız uyumlu bir şekilde birbirine bağlanır; zihin ve kalp, her şeyin tam ve bağlantılı hale geldiği merkezlenmiş bir çizgide birleşir.

Böyle bir gelişme süreci, her birimizin başkalarına karşı gerçek sevgiyi edinmemize yol açabilir ve o zaman çevremizi de bu hedefi desteklemek için şekillendirmeye yardımcı olmaya başlayabiliriz. Bağımsızlıktan karşılıklı bağımlılığa bu dönüştürücü geçiş, ıstıraplar dünyamızı yarının dünyasına, tüm insanlığın refah bir geleceğe yükseldiği daha yakın ve daha işbirlikçi bir dünyaya yükseltecektir.

Düşüncelerin Islahı

Soru: Düşüncelerimizin ıslahı nedir?

Cevap: Yaradan denen, tek düşünceye, birleşik alana benzer hale gelmektir.

Bu düşünce, bağ kurmak için, sistemin bütünsel yönelimi için çalışmalıdır, böylece dünyamızda, hayatımızda tüm arzular, yaptığımız her şey, tek bir bütün olarak bu tek düşüncedeki düşüncelerimizin bağına yönlendirilir.

Yani her birimiz ve hepimiz ortak alanda birleşmeliyiz. Bununla sonsuzluğa, mükemmelliğe ve mutlak bilgiye ulaşacağız çünkü her şey bu alandan gelir. Bu duruma ulaştıktan sonra başka bir boyuta gireceğiz.

İhsan Etmenin Önemini Anlamak

Soru: Zohar Kitabı’nda şöyle yazıyor: Firavun’un niteliği akıldadır ve mantık ötesi inancın gücü dışında, akılla onun kontrolünden çıkmanın bir yolu yoktur. Nedir bu inancın gücü?

Cevap: O, almanın üzerinde ihsan etmedir. Kişi manevi bir duruma geçmek istiyorsa, ihsan etme onun için almaktan daha önemli olduğu zaman, manevi olan her şeyin ihsan etme niteliği üzerine inşa edildiğini anlamalıdır.

Mantık dahilinde anladığı ve kendine açıklayabildiği her şey onun egoist niteliklerinin içinde bulunmaktadır. Ancak kişi bunların üzerine çıkmak ve ihsan etme niteliğini edinmek ister.