Kırmızı Çizgi: Dikkat – İnsan Var!

Soru: Eğer insan temelde doğanın bir parçası ise o zaman doğayı tahrip edecek gücü nereden alabiliyor?

Cevap: Bizlerin hayvansal bedenimizin üzerinde “insan” olarak kabul edilen ek bir parçamız vardır. İnsan iyi de olabilir kötü de olabilir çünkü hayvan da olmayan özgür seçime sahiptir. Bu, doğanın üzerinde var olan insandır, egodur ve seçim hakkına sahip olduğunuz yer burasıdır.

Tüm yaratılış, mükemmellik içerisinde var olur: duran, bitkisel ve hayvansal – her şey, insan hariç. Her birimizin bir hayvansal kısmı vardır, beden ve bir “insan” kısmımız vardır ki bozuk olan tek parça budur. Bu, bedenin temel varlığının ötesine uzanan parçasıdır; bu parça bana doğayı kötüye kullandırtır ve hatta kendimi iyi hissetmem gerekirse eğer doğayı bile tahrip ederim.

Özgür seçimden yoksun olan bir hayvan doğayı tahrip edemez zira o kendi içgüdülerini takip ederek hareket eder. Bu yüzden, maddesel dünyamız sadece duran, bitkisel ve hayvansal düzlemlerde var olur ki bu konum mükemmellik ve dengededir. Fakat insan bu dünyanın üzerindedir.

Adamın hayvansal kısmı da aynı zamanda doğa ile ahenk içindedir. Problem, dünyayı tahrip etmeye başladığım bir derece olan “adamın içindeki insan’da” yatar. Gelişmemiş olduğumuz sürece doğaya fazla zarar vermedik zira bizler birbirimizin hayatta kalması için sade hayvanlar gibi yaşıyorduk. Fakat evrimin şimdiki seviyesine ulaştığımız böylesi büyük gücü aldığımız da problem hemen ortaya çıktı. Hatta Aristo bile bilimin dünyayı ve insanlığı tahrip edecek kötü insanlara ifşa olmayacağı konusunda uyardı.

Eğer onlar insan gücünü doğru bir şekilde kullanamazlarsa o zaman onlar hayvan seviyesinden dışarıya – kırmızı çizginin ötesine –  adım atmalarına izin verilmemelidir; onlar ancak insan gücünü doğru şekilde kullanmayı bilirlerse yapabileceklerdir. Bunu doğru bir şekilde kullanmak demek, Üst Olan’a, Yaradan’a denk hale gelerek kişinin kendi bilinç ve anlayışla çalışarak bu kırmızı alanı doğa ile eşitlemesidir. Diğer tüm parçalar gibi doğa ile aynı dengeyi edinmeliyiz ancak kendi çabalarımız vasıtasıyla zira birincil olarak bu denge eksikliğimiz vardır.

Burada ortaya çıkan hiçbir yerde özgür seçimimizin olmadığı bir doğaya sahibiz ve sadece ihtiyacımız olan onu doğru şekilde kullanmaktır. Doğamızın üzerindeki kısım Yaradan’la ilişkilidir ve insanın özgür seçiminin var olduğu yerdir fakat bu özgür seçimimiz ile ilgili olarak ne yapacağımız veya nasıl kullanacağımız hakkında hiçbir ipucu yoktur. Orada ihsan etmek için dengeye ulaşmalıyız.

Geçmişte, daha önceki Kabalistler maneviyatı “Talmud Eser Sefirot’a Giriş’te” belirtildiği gibi kendi bedenleri üzerine kısıtlamalar yaparak edindiler: “Ekmek ve tuz yiyeceksin, su içeceksin, yerde yatacaksın, ıstırap dolu bir hayat yaşayacaksın ve maneviyat için çaba harcayacaksın” o zaman maneviyata ulaşacaksın. İşin aslı, kişinin hayvansal, bitkisel ve duran seviyeleri ile ilişkili kısmı yalnızca temel gereklilikleriyle yaşadı, bir hayvan gibi ve bunların tepesinde kişi Yaradan’la nasıl benzer hale geleceğini düşünürken maneviyat çalıştı ve ilerledi.

Ancak 2000 yıl önce tüm doğayı sömürmeye, duran, bitkisel ve hayvansal kısımlara tüm bu “iç” halkaya zarar vermeye başladığımız bir konuma ulaştık. Böylece, işte bu yüzden Islah Eden Işık için böylesi bir ihtiyaca gelmiş bulunmaktayız. Kendimizi dönüştürebilmenin tek yolu budur.

Daha önceleri, Islah Eden Işık en üst basamakta çalıştı. Fakat şimdi doğanın tümünde işlemesi için çok daha büyük bir Işığa ihtiyacımız vardır zira doğanın içine nüfus ederek onu tamamıyla egoistik yaparak çok bozduk.

21.12.2010 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 4. Bölümünden Baal HaSulam’ın Yazıları  

Yabancı Topraktaki Yabancılar

Soru: Kişi neyin içinden geçmeli ki manevi dünyayı isteyebilsin?

Cevap: Bu çok basit, kişi Mısır’da sürgünde iken çok büyük manevi ıstırap hissetmelidir. Hz. İbrahim Yaradan’a şans eseri sormadı: “Bunun bana miras kalacağını nerden bileyim?” Diğer bir ifade ile manevi bir arzuyu nasıl alacağım? Her şeyden öte, “toprak” arzuyu ifade eder ve Hz. İbrahim’in sormuş olduğu “İsrail Toprağı” ihsan etmek için mutlak niyette olan manevi bir arzudur.

Öyleyse bizler buna doğru nasıl ilerleyeceğiz? Buna hiçbir arzum yok ne içsel ne de dışsal olarak.

Yaradan’ın buna cevabı şudur: Git senin gibi insanları araştır. Bağ kurmaya başla, çaba harca, tek bir çadırın altında hep beraber nasıl yaşanacağını onlara öğret. Ve sen gerçek anlamda onlarla bağ kurduğun zaman tüm sorunlarının sebebinin aranızdaki bağ olduğunu hissedeceksin.

Fakat bundan vazgeçme, daha güçlü bağ kurmaya devam et. Bunun çok kötü olduğunu hissedeceksin, bu, senin bağına hükmeden Firavunun, egonun olduğu yer olan Mısırdır.  Yedi yıl doyumdan geçeceksin yedi yıl ise eksiklikten. İlk önce her şey hoş, güzel fakat daha sonra kişisel sevgin seni boynundan yakalar ve seni boğazlar; devam edemezsin ne içsel ne de dışsal olarak. Gırtlağından seni kavrayacak ve kavrulduğunu hissedeceksin: “Dört yüz yıl! Bu durumda nasıl kalacağız?”

Öyleyse, Ben egoyu senin için öyle bir şekilde hazırlayacağım ki ego Mısır’dan çıkmak için seni zorlayacak. Eğer sen daha güçlü bağ kurmak için elinden geleni yaparsan mutlak surette Ben de sana yardımcı olacağım.

Bu durumda bağ kurmaya çalışarak, öyle ki bu çabada “İsrailoğulları manevi çalışmada haykırışa geldiler” sözündeki gibi, egonun içsel derinliğini keşfedeceksin çünkü göreceksin ki bağ kuramıyorsun. Kendini bu işe daha fazla verdikçe içsel ve dışsal sıkıntılarla karşılaşırsın. Artık bunlara dayanamayacaksın ta ki tek bir şey için haykırışa gelene kadar: sadece çıkmak, kendi doğandan ayrılmak. “Böyle bir hayattansa ölüm daha iyidir.”

Daha sonra, doğandan tamamen zıt olan yeni hayatı istediğin zaman, bunu keşfedeceksin bundan önce değil. Bunun sebebi kabın, arzun tam bütün olmalıdır. Buradaki işaret, denize atlamak için hazır olmandır.

Ek olarak, ortak sorumluluğa hazır olacaksın ki bu bile daha kötüdür ego için. Ortak sorumluluk demek ruhunu diğerlerine vermek demektir. Ortak sorumluluk kendimi bu dayanamadığım kişilere aklımda ve hissiyatımda satıyorum anlamına gelirken, ölüm hesabını kapatıyor.

Böylece Mısırdan kaçarız zira birbirimizden ne kadar çok nefret ettiğimizi keşfediyoruz. Kötülüğün bu maksimum keşfi bize başka seçim bırakmaz.

Hz. İbrahim tüm bunları kendi büyük tecrübesinden anladı. İbrahim Yaradan’ın cevabını anladı, “Senin soyun onların olmayan bir ülkede bir yabancı olacak” yani sürgünü hissetmemiz lazım. Maneviyata dönüşümün hemen olacağını düşünmeyin. Hayır, çok güçlü bir arzu ile donatılmış olmalısınız öyle ki bu arzu size kurtuluşun kapısını açacaktır.

02.10.2013 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 4. Bölümünden ‘‘Toprakların Mirası’’

Kurallar Herkes İçin Aynıdır

Soru: İnsanlığın %99’u için yaptığımız çalıştaylar, bizim çalıştaylarımızın kuralları ile aynı mıdır?

Cevap: Mutlak surette. Tüm seviyede kurallar aynıdır, sadece tanımlar seçilerek yapılmalıdır öyle ki insanlar yabancılık çekmesinler. Yasalar tüm dünyalarda aynıdır, bizim dünyamız buna dâhil. Ve her şey göz önüne alınır, aramızdaki bağlar aynıdır. Sadece Işık, Kab, MAN, MAD vb. sözlerden bahsetmiyoruz. Burada sözleri günlük hayatımızdan seçiyoruz: bağ, sevgi, uzaklaşma, yakınsaklık.

Kabala Bilgeliği bir sır olarak kalmıştı ve ifşa olmamıştı ta ki insanların buna ihtiyacı başlayana dek. Ve nihayetinde ihtiyaç ortaya çıkınca ve dünyada integral, küresel bütünsüzlük ve kırıklık görünmüş olduğundan, hemen Kabala Bilgeliği ifşa oldu ve şimdi bunu tüm dünyaya herkese anlatmalıyız fakat dünyamızın alışkın terimleri ile yapmalıyız.

 

Stockholm Kongresinden ‘‘Joy In Unıty’’ 31.08.2013, Ders 4

Aşk’ın Şarkısı

Kabalistler tarafından yazılmış şarkıları söylerken veya Kabalistlerin yazılarını okurken tüm bunların Yaradan’la bağlılık durumunda olduğunu anlamamız gerekir. Bu yüzden, burada üzüntüye, karamsarlığa veya manevi çalışmada zorluk hissine yer yoktur.

Zayıflık veya üzüntü gibi görünen her şey tamamen zıt hissiyatlardır ve özellikle umuttan, sevgi için özlemden, Işıkla beraberlikten gelir, uzaktan ışıldar sanki şafağın doğması gibi.

Bu melodiler üzüntü içinde zayıflık ve ağırlık hissiyatlarıyla minör çalabilir ancak bu kesinlikle böyle değildir. Bunlar tutkulu bir arzudan, yapışmaktan, sevinçten ve bağlılıktan gelir. Bu şarkıları söylemeye çalışın ve onları özellikle bu şekilde hissedin.

Bunlar aynen gerçek ilahilerdir. Hz. Davut’un hemen hemen tüm trajik şiirlerinde ondan nefret ve işkence eden herkesten kaçması gerektiği ve Yaradan tarafından terkedildiği için haykırması hakkındadır, tüm bunların hepsi çok yüksek seviyeden yazılmıştır. Bu melodilerin içerisinde bunu hissetmeye çalışmalıyız.

11.09.2013 Tarihli Günlük Kabala Dersinin Hazırlık bölümünden

İhsan Etmenin Kölesi Haline Gelmeyi Hayal Ediyorum

Şöyle denir: ‘‘İhsan etme Kabı ağzına kadar dolmalıdır.’’ Işığın üzerimde çalışması için, Işık’tan bunu talep etmeliyim böylece Işık, tüm arzularımın dışından düzeltmelidir.

Bunun ne tür bir arzu olduğunu ve kendimin hangi kısmından talep edeceğimi bilmiyorum ancak bu tam bir ölçü olmalıdır. Nasıl gerçekleşeceğini ve gerekli arzuları bulmak için doğru yolda gidiyor olduğumu bilmiyorum. Sürekli kendimi mümkün olduğunca ihsan etme aksiyonuna, düşüncelerine ve arzularına vermek için ve Yaradan’ın benim için organize etmiş olduğu doğru haykırışa gelmek için grubun içine dâhil olmaya çalışmalıyım.

Doğru dua zaten Işığın etkisinin bir sonucudur. Her şeyden öte hazırlıktan başka yaptığımız bir şey yok. Dua’nın kendisi birçok adım ve hazırlığın, duadan önce duanın sonucudur.

Işık karanlığın içerisinde çaresizlik ve güçsüzlük koşulunda küçük ışımalarla bizi ta ki kişi tüm aklını ve kalbini dolduracak ve kendisi üzerinde hüküm sürecek olan ihsan etmenin kölesi olmaktan başka yapacak hiçbir şeyin olmadığına hazır hale gelene kadar aşama aşama etkiler.

16.09.2013 Tarihli Günlük Kabala Dersinin Hazırlık Bölümünden

Bir Seviyeden Bir Sonrakine

Bizler  artık anladık ki, yeni manevi bir seviyeyi yalnızca aramızdaki bağ ve birlik ile keşfedebiliriz; ve şimdi bir seviyeden bir sonraki seviyeye nasıl hareket edeceğimizi şimdi anlamaya başlıyoruz. İlk defa bizler yolumuzu, onun unsurlarını ve içinde dahil olan hareketleri anlama idrakına geldik: ilk defasında sağ ayak ile sonra sol ayak ile adım atmak ve beden ise bunun ortasında. Nitekim bizler orta çizgi ile ilerleme sağlarız:  sağ ayak, sol ayak ve ileriye doğru başka bir adım, sağ ayak ilk önce ve yalnızca ondan sonra sol ayak kendi tarafımızdan yapılır.

Bizler her zaman sağ çizgiden başlarız nitekim ihsan etme, sevgi, bağın koşulsuz inanca doğru olan yol ile ilerleme sağlarız. Fakat sol çizgi ise, Işığın bize bunu nasıl ifşa ettiğine göre ifşa olur. Yani her seviyede şöyle der: ”Ben kötü eğilimi yarattım ve ben Tora’yı da lezzet versin diye yarattım”, ki kötü eğilimi ıslah etsin. Bu kötü eğilimin üzerindeki Işığın etkisi sistemine dayanır. Işık yardımı sayesinde düzeltilir, ıslah olur ki, sizler ilerleme sağlayasınız.

İçinde bulunduğumuz sistem budur. Sağ taraf ihsan etme, sevgi, bağ ve birlik (∑), bu Hesed (merhamet) tarafından gelen her şey demektir. Ben ortada iken, sol çizgi alma arzusu, bilmek, alma kuvveti yani ego anlamına gelir. Ben kendimi neye veririm? Ben kendimi kalp içindeki noktaya veririm ve böylece ben Yaradan‘ı amaçlar ve O’na ulaşmayı arzu ederim.

Soru şudur: nasıl ilerleme sağlarım? Benim ilk hareketim sağ çizgi ile başlamak olur yani ihsan etme arzusu, sevgi, birlik ve azami şekilde Yaradan ile bir olmak.

Alttaki grafiği büyütmek için lütfen üzerine tıklayınız.

Bizim birliğimiz ego üzerinde yer alır ve tabii ki, onsuz manevi çalışma içinde idare edemeyiz. İlerleme sağladığımız zaman içinde o bizimle bağ içinde olup, ilk ve en eski seviyedir.

Ortaya çıkan şudur ki ego (1) kalptir ve içinde kalp noktası vardır; bunun içinde bağ ve birliği gaye edinirim. Bunu yaptığım an, o zaman ben belli bir aydınlanmayı (3) bağımızda ve birliğimizde (2) almaya başlarım. Herhalde bizler birlik hissiyatı içinde henüz Yaradan’ı hissetmeyiz, fakat aslında bu zaten O’nun hissiyatıdır.

Bu niteliği edinmemiz durumunda ego bununla tekrar bağ kurar (1b). Tekrardan biz onu birliğe (2b) yönlendiririz ve nihayet bir sonraki, öncekinden çok daha yüksek olan seviyeye erişiriz. İşte bu şekilde ilerleme sağlarız.

21.7.2013 tarihli Kabala dersinin 2. bölümünden, Şamati 59 : ”Çubuk ve Yılan hakkında” 

Neden Bu Sıkıntıya İhtiyacın Var?

Baal HaSulam, ‘‘ Barış’’ adlı makaleden: Melekler, Yaradan’a sordu: ‘‘Adam nedir ki sen onu gözetiyorsun? Ve adamın oğlunu ziyaret ediyorsun? Bu sıkıntıya niye giriyorsun?’’…

İyi şeylerle dolu bir kuleye sahip olan ancak hiç misafiri olmayan bir kral hakkında bir kinaye vardır. Kule dolusu nasıl bir hazza sahiptir kral?

‘‘Melekler’’ doğanın özüdürler, yer çekimi kuvveti, elektrostatik kuvvet, manyetik alan kuvveti vb. gibi. Ve meleklerin sorusu çok açık, ‘‘Eğer tüm realite Senin kudretin ise, şöyle ki arzunun maddesinin önündeki, Senin görünümlerin ise öyleyse o zaman konumdan konuma hareket eden, her şeyi Yaptırdığın bu arzu maddesinin bundan çıkarı nedir?

Yaradan cevap verir, ‘‘Ben bir insan yaratmak istiyorum – elementlerin kaynaşması gibi, temellerin bir kombinasyonu gibi öyle ki bu kurmuş oldukları bağda doğrudan Benim sonucum olmayan yeni bir şeyler üretilsin.’’

İnsan derecesi (Adem) meleklerin üstündedir – doğa kanunlarının üstünde yani tamamıyla özgür seçiminde. İnsanoğlu bunların üzerinde durur; onun özgür seçimi kullanma kapasitesi vardır. ‘‘Melekler’’ onun yaratılışını anlamazlar çünkü onlar sadece Yaradan’ın yaratılışta hareket ettirdiği güçlerdir. Ve yine bunun içinde, O’nun türevi, değişmez kanunların emrinde, özel bir özgür seçim noktası ifşa olur.

Yaradan’dan kaynaklanır ve yaratılan varlığa gelir. Bu demektir ki, bunun içerisinde O, otonom, bağımsız bir şeyler yaratır – her şeyden önce O’ndan bağımsız…

Öyleyse nasıl? Bir arzu O’ndan ayrık, bağımsız, O’na zıt olabilir mi ve güç olarak eşit, Yaradan’a karşı koyabilir mi? Her şeyden sonra bu, çatışmaya, felakete, ‘‘hastalığa’’ öncülük edecek. ‘‘Melekler, İyi Ve İyilik Yapan Yaradan’ın buna nasıl izin verebildiğini anlamazlar.

Ve Yaradan onlara cevap verdi öyle ki O’nun gerçekten iyi şeylerle dolu bir kulesi vardı ve sadece insanlık buna davetliydi.

Diğer bir ifade ile sadece sıkıntılardan ve problemlerden geçen insanlar ki bu sorunlar onları düşünmek için cesaretlendirecek ve Yaradan’ın onlar için hazırlamış olduğu bağımsız bir arzuyu elde edebileceklerdir.

19.07.2013 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 3. Bölümünden, Baal HaSulam’ın Yazılarından

Bağ Seviyeleri

Baal HaSulam, Makale ”Bilgenin meyvası”: Zohar kitabında bunu kayıkta bulunan iki kişiden birinin kendi altında bir delik açması ile karşılaştırır. Arkadaşını azarlayarak der ki, ”Niçin delik açıyorsun?” ve ahmak onu şöyle cevaplandırır, ”Seni ilgilendirmeyen bir şey, ben kendi altımda açıyorum senin altında değil.” Gerçekten bir insan her şeyi mahvedebilir. 

Fiziksel dünyada, böyle bir durumda hepimiz batarız, peki ya maneviyatta ne olur?

İşte bu çoğunluğun duasının sırrıdır; kollektif olandan ayrılmak birey için yasaktır. Yalnızca kendiniz için talepte bulunmak, Yaradan’a memnuniyet vermek için olsa bile yasaktır. Aksine, bütünsel kollektif için talepte bulunulmalıdır.

Öncelikle diğerlerinin sevgisine ulaşmak gerekir. Bu seviyeden sonra ise, birey Yaradan sevgisine erişir. Burada demek istenen şey, öncelikle bizler birlikte bağ kurmalıyız ve yalnızca ondan sonra bir sonraki seviyeye gidebiliriz. Şayet bunun özü kurulmuş olan bağdan gelmez ise, herhangi bir manevi hareketin olması da mümkün değildir.

Maneviyat kendi başına var olmaz. Aksine bizler bunu Kelim (kaplarımız), kaplar ile oluştururuz. Bizler manevi dünyanın arka planında beyaz Işık olan bir resmi oluştururuz. Tabii ki, bizlere bize gelenin resmini çizmemize izin verilmez. Bizler Işığın zaten içinde potansiyel şekilde var olan resim ile sınırlı kalırız.

Bizler derece derece kendimizi inşa ettiğimiz 125 seviye ile yaklaştırıp, Işığa adapte etmeliyiz. Kelim içerisinde seviyeleri inşa edenler özellikle bizizdir. Bu nedenle bağ olmadan inşa edeceğimiz bir şey yoktur. Bu amaca doğru yönlendirilmemiş bir kişi, manevi bir harekete doğru yönlendirilmez. Diğer başka her hareket bizleri ”diğer yola”, ”beyto’(zamanında) yoluna, ızdırap yoluna getirir. Buradaki uzun ve zor yolda olmak ise, bağ ihtiyacının farkına varmamızı idrak etmemizi sağlayarak, bizleri yeniden geriye getirir.

5.7.2013 tarihli Kabala dersinin birinci bölümünden, Rabaş’ın yazıları  

Yeni Bir Toplumun Yapısı ve Kuralları

Gelecekteki toplum ne şekilde olacaktır?

Bunun hakkında yazılmış fazla bir şey yoktur. Bizler bunu derece derece, kendi başımıza inşa ve şekillendirme sürecinde keşfedeceğiz. Baal HaSulam tarafından anlatılan kurallar, eşit olacak bir topluma, grup içinde işleyen aynı kurala göre, herkesin eşit olduğuna, herkesin dostlar olduğuna açıkça ortaya koyar.

Dost (haver) kelimesi ”bağ” (hibur) kelimesinden türer. Edebi anlamda birbiri içine ”geçmek”, arzularımızı ve düşüncelerimizi paylaşarak birbirimizi tamamlamak demektir. Bu koşulda bizler bağ içindeyiz. Bu yüzdendir ki, bizim tek endişemiz diğerlerini nasıl ”dolduracağımız” olmalıdır.

Çalıştaylar için ”onlu” gruplar içinde beraber toplandığımızda, bu kuralı yerine getirmeye çalışırız. Bizler yalnızca birbirimizi tamamlamalıyız, tartışmamalıyız ve hiç bir şekilde ”çok bilen” şeklinde davranmamalıyız. Bizim yapmamız gereken tek şey, dostlarımızı tamamlayarak karşılıklı destek sağlamaktır. Başka bir şeye yer yoktur.

Bu Rabaş’ın bahsettiği komün yaşamın kurallarını açıklığa kavuşturur. Bu kural inşa ettiğimiz grubun çekirdeğine konması gereken bir kuraldır. Bir dost zarar veriyor ve diğerlerini rahatsız ediyor ise, bu kabul edilebilir bir şey değildir.Gelecek toplumunu inşa edebilmek için, bizler öncelikle aramızda bunu inşa etmeliyiz ki, diğerleri için bir örnek olsun. İnşa ederken bunun temelinin karşılıklı yardım üzerine kurulmuş olmasına dikkat etmeliyiz ve grup birbirlerine karşılıklı kirli oyunlar vs. oynanan bir yer olmamalıdır. Grubun genel hali bunu yansıtmalıdır.

Ama Baal HaSulam gelecek toplumu üzerine yazar- bir grup değil, fakat toplumu bir bütün olarak-inşa edilmesi ancak bu gelişim seviyesine ulaşıldığı zaman mümkün olan, bencilliklerinden vazgeçmeye ve bunun üzerine yükselmeye hazır olanlar için ve yeni çeşit bir  sosyal ilişkiler düzeni yaratmak isteyenler içindir. Bizlerin onları bu koşula getirmesi gerekir. Yani öncelikle, bütünsel eğitim konusunda yeni kurslar açmak, geniş bir alanda gelişme sağlamak ve de yayılmak bizler için çok önemlidir.

Böyle yaparak, bizler eşitler toplumu yaratırız; kişinin mümkün olduğu kadar ihtiyacı kadarını aldığı, herkesin iyiliği için olabilecek bir toplumu. Herkes normal yaşam için gerektiği kadarını alır ve geriye kalan ise dünyada herkesi aynı koşullara getirecek şekilde yönlendirilmelidir.

Temel ihtiyaçlar dışında başka şey üretilmeyecektir. Fakat bu tüketim maddelerinin azaltılması veya en aza indirilmesi değildir. Hayır, bizler normal insan yaşam seviyesi fazlasından bahsediyoruz. Bu bir sır değildir: bizler eğer doğa ile dengede olamazsak, bizler buna zarar vermeye başlarız ve nitekim, pratikte de aslında bizler içinde yaşadığımız evi mahvederiz.

Gelecek toplumunu inşa etme kuralları çok basittir. Bizler gruplarımızla iken fiziksel olarak bunu hissederiz. Derece derece grupların ilerleme seviyesine göre ve onların ”’uydularına” (Kabalist olmayan ama bütünsel eğitim ile meşgul olan gruplar) göre yeni topluluklar  meydana çıkacaktır. Derece derece onlar sınırlarını, alanlarını genişletecekler ve kendi kurallarını inşa edecekler, okullarını ve diğer kurumlarını başlatacaklardır. Derece derece, daha da fazla bağ içinde olacaklardır.

Diğer yandan, bu süreç Yukarıdan idare edilebilir. Bizler yukarıdan denemeye başlarız; nitekim herhangi bir kriz yukarıdan başlayıp aşağıya iner; her şey baştan bozulmaya başlar. Bizler görüyoruz ki, bir çok ülke bütünüyle buhranlı durumlar içinde ve hükümetlerin er ya da geç  insanları ıslah edecek bir bilgi sisteminin olduğunu idrak edeceğine inanıyoruz. Nitekim medeniyetimizi bu şekilde ıslah edebileceğiz.

Umuyoruz ki çok fazla kan kaybetmeden bu açıklığa kavuşur.

Özetlersek: Şayet kişisel olarak ilerleme sağlamak istersek, bu yalnızca genişleyebilirsek mümkündür. Eğer bir grup genişlemeyi durdurursa, genişlemez ise ilerlemesini durdurur. Nitekim bu içine yeni insanlar katılmadığı için değil; bizlerin yalnızca kalan nüfus ile elimizden gelen en iyi kapasite ile çalışması gerekir. Bunun için, her şeyden önce bizlerin organize olup kendimizi hazırlamamız gerekir. İşte bu yüzden, integral eğitim  metodolojisi üzerinde yoğunlaşmak bu sebeple önemlidir.

Bazılarınız bunu bir yük olarak, gerekli veya gereksiz ve hatta tehlikeli olarak da görebilir. Fakat bu bir yük değildir; bu aynı Kabala, aynı çeşit toplum organizasyonu veya aksine ruhun parçaları olup, hepsi bir ruha ve bir koşula yani ”dostunu sev” prensibine gelir. Burada yeni olan bir şey yoktur; bu yalnızca aramızda var olan bağ yasasına ait açıklamalardır. Bu yasalar belli, normal olan bir insanın konuşma dili gibi, yalnızca Kabalistler’e değil de herkes için belli olan, açıklığa kavuşan yasalardır. İşte bu kadardır; daha fazlası değildir.

Gruplarımız bile Kabala Bilgeliği konusu bölümleri ile ilgili ve kolay şekilde uygulanabilecek şekilde, ciddi şekilde çalışma yapmak ve üzerinde yoğunlaşmak üzerine eğilmişlerdir. Buna benzer şekilde bizler de, diğerlerine gerçekte kolaylıkla uygulayabilecekleri kuralları öğretiyoruz.

Krasnoyarsk Kongresinden, 14.6.2013, Ders 4

Ceza Yoktur, Yalnızca Islah Vardır

Tora (, ”Exodus”, 21:18-21:19: Ve eğer erkekler kavga ederlerse ve biri diğerine bir taş ile veya bir yumruk ile vurursa ve ölmez de hasta olup yatağa (onun) hapsolursa, eğer kalkar ve destek ile dışarıda yürürse, ortada saldırgan bir kimse kalmaz; onun yalnızca (ödeme) kendi (mecburi) tembelliği için vermesi gerekir; ve kendi tedavisini karşılamalıdır.   

Dünyasal açıdan baktığımızda, bunun ne hakkında olduğunu anlarız, fakat daha derinden incelediğimizde bizler bunun çok daha fazla karmaşık olduğunu keşfederiz. Bu topluma kendisinin yaşadığı zorluklar ve sıkıntılar sonucu adapte olan bir kişi hakkında, normal olmak, bunun bütünsel parçası olmak hakkındadır ve her kim bu yarayı açtıysa, onun bunu karşılaması gerekir.

Soru: İçsel çalışmada ”ve biri diğerine vurur” ne anlama gelir?

Cevap: Kişi bütün dünyayı içine dahil eder ve içinde bir savaş var ise, kişinin kendisinin hakim olması ve kendi seviyesine göre, neyin ”kendisi için” ve ”kendisine karşı” olduğunu açıkça ve kesin bir şekilde göz önünde tutmalıdır.

Daha üst bir mahkeme vardır, bölgesel, yöresel vs.. bu demektir ki, ortaya çıkan problemlerin derinliğine göre değişik seviyeler vardır. Bu problemler insanlar arasındaki basit bir diyalog ile çözülebilir. Bazı problemler vardır ki, onlarda da üçüncü bir şahıs aracılığına ihtiyaç vardır. Tora üçüncü şahısın aracılığı konusunda yazar, yani özel durumlarda ne yapılması gerektiğine hakim karar verir.

Bu bizim davranışımız içindeki üç çizgi hakkındadır. Bazı durumlar vardır ki, özel üst güçler aracılığı ile koşullar vs. ile çözümlenir.

Tora hapis konusuna değinmez. Tora’ya göre, yalnızca yetersiz değil ama aynı zamanda da kişiyi toplumdan izole etmek de kişiye zararlıdır. Kişiyi toplumdan izole etmek gibi daha büyük bir ceza yoktur; nitekim kişi kendisini orada tamamlar ve şayet onun bundan bağını koparır iseniz, ölü sayılmış olur. Yani izole olunamaz. Bizler kişiyi bir gruptan diğerine uzaklaştırabilir, ona daha uygun olacak şekilde onun seviyesine uyacak şekilde yönlendirebiliriz.

Geçmişte, mülteciler için sığınılacak şehirler vardı. Bu kişiler günah niyetinde bir suç işlediklerinde oraya kaçarlardı. Fakat o şehirden ayrılırsa, yakalanıp cezalandırırlardı. Sığınma şehrine gitmesi, mülteci konumuna girmesi ise o kişinin ıslahı idi.

Bu demektir ki, Üst İlahi Güç, kişinin üzerinde öyle bir şekilde işlevini sürdürmüştür ki, niyet etmeden başka birisini öldürmüş veya diğer kimseye bir zararı dokunmuştur. Bu demektir ki, bu harekette yer almamış, kendi açısından buna niyet etmemiştir. Fakat içsel açıdan bakıldığında, bu davranışı kendi doğasının ve o kişi ile bağının bir parçası olmuştur. Ortaya çıkan şey ise, niyeti bu olmasa da, kişiye zararı dokunmuş veya kişinin ölümüne sebep olmuştur. Şimdi bunu düzeltebilmesi için uzağa gitmesi gerekir. ”Ceza” kelimesi Tora’da yer almaz; orada yalnızca ”ıslah” kelimesi geçer.

Kabtv’den, ”Ebedi Kitabın Sırlarından”, 29.4.2013