Grubun Merkezinden Akan Güç

Soru: Neden bağ kurma bilgeliğinin metodu ile olan paylaşılmış katılım, içsel dayanıklılığı uyandırır?

Cevap: Eğer aranızda küçükte olsa bir bağ uyandırırsanız o zaman Üst Gücün ışıması anında bu bağın içinde ortaya çıkar. İçten çıkan ve zarfının içine sizi kapayan müthiş bir gücü keşfedersiniz. Ve artık hiçbirşey size korkutamaz; tıpkı bir kozanın içinde gibisinizdir.

İşte grubun merkezinden gelen budur. Kendinizi, meyveyi çevreleyerek onu destekleyen yumuşak tabakası ile meyvenin içindeki küçük çekirdekler gibi hissetmeye başlarsınız. Bu, Yaradan’ın sevgisinin sizi kuşatması ve sizin de onu hissetmenizdir. Fakat, bu sadece ciddi gruplar içerisinde gerçekleşir.

Umarım ki, sizler de bu şekilde bir grubun merkezini inşa edeceksiniz, hem bölgesel hem de global olarak ve içerisinde de meyvenin yumuşaklığını ve kutsamasını hissedeceksiniz, o sıcak ve yumuşak sizi çevreleyen görünürdeki sis. Hepbirlikte bunun ile, kişi tamamen yeni bir boyuta giriş yapar ve ölümsüzlük hissiyatını edinir.

10 Mayıs 2014’de yayımlandı

Büyük İlerleme İçin Eşsiz Bir Nokta

Baal HaSulam, “Şamati 59,” “Asa ve yılan hakkında”: Nedeni şudur ki, söylemiş olduğumuz gibi, O, Şehina’sını ağaçlar ve kayalar üzerine yerleştirdi. Bu yüzden, eğer kişi asanın (güç) anlayışını toprağa fırlatırsa ve kişi kendini daha yüksek bir nitelik ile çalışmaya yükseltirse, bu zaten yılan (ego – rakip)’dir. Bunun orta noktası yok; ya yılandır ya da Kutsallıktır, tüm maneviyat (Işık) ve asanın anlayışından almış olduğu çalışmadan dolayı, şimdi herkes yılanın anlayışına girmiş olur.  

Eğer eylemlerim, hareketlerim için bir ödül talep edersem ve neden, nasıl olduğunu göremeden gelişemem dersem, yere uzanıp, hiçbirşey yapmamak ve Yukarıdan, çalışmaya değer olduğunu göreceğime dair bana bir uyanış, enerji verilene kadar baklememin daha iyi olduğu ortaya çıkar.

Eğer herhangi birşey önümde ışıldar ve aydınlanırsa, gelişmek için hemfikir olurum fakat benim için hiçbirşey aydınlanmazsa, hiçbirşey beni çekmezse, o zaman nasıl gelişebilirim? Eğer, Yaradan beni bu şekilde yaratmışsa, o zaman O’nun birşeyler yapması gerekir ki, o ona kadar ben yerde uzanır ve sadece beklerim. Bu, benim O’nun yardımının önünden gitmediğim, cazibenin çekiminin eksikliğine aldırış göstermeyeceğim ve aslında egoistik yakıt olmadan  kalmaya fırsatımın olduğundan ve Yaradan’a ihsan etme yakıtı ile gelişmem için bana yardım etmesini talep ederek mutlu hissedeceğim noktasında dua ile gitmediğim anlamına gelir.

Bize düşüş olarak görünen koşul aslında maneviyata olan adımımızı belirleyebileceğimiz çok özel bir yerdir. Bunu nasıl gerçekleştireceğimi bilmiyorum; bedenim ölü durumda ve hiçbir şey yapamam ve tamamen karanlıkta olduğumu hissederim ancak aslında bu koşuldan, ihsan etmeye uyanmam gerekmektedir.

Bir aşıya ve yakıta ihtiyacım var. Gelişmem için gerekli olan yakıtı içimde bulamıyorum fakat egoistik olmayan yakıt için talepte bulunabilirim ve bu sayede de ihsan etmenin niteliği beni çekecektir ve kendimi diğerlerinde görecek, onların içinde hareket edecek ve başarılarında sevineceğimdir.

Bu bizlerin iniş koşulu ile nasıl ilişki kuracağımız şekildir. Sonrasında o anları ihsan etmek anlamına gelen, manevi seviyelere yükselmek için özel, harika fırsatlar olarak görmeye başlayacağız.  Ve sonrasında da böyle anlarda kendimize ve tüm dünyaya lanet okumak yerine, onları kutsamaya başlayacağız.

10 Mayıs 2014 tarihinde yayımlandı

Günlük Kabala Dersi’nin 2.kısmı 20 Nisan 2014, Şamati #59

Dünyanın Algısında Bir Dönüm Noktası

Soru: Doğa’daki dengesizliğin hastalığa sebep olduğunu nasıl açıklayacağız?

Cevap: Rasyonellik (Akılcılık) Antik Yunandan beri dünyada var olmuştur. Hakim bir görüşe göre, insanın doğanın üstünde olduğu ve gökten merhamet beklememek gerektiği;  daha doğrusu her şeyi kontrol altına almak bizim elimizdedir, fikridir. Bu bizi ayırıma sürüklüyor, bir materyalist felsefesinin iddasına göre kişinin doğanın parçası olmadığıdır.  Gerçekte bu fikir en büyük Egoistliktir.

Doğa bir insanın içinde bulunan durgun, bitkisel ve hayvansal seviyeleri içerir. Ve insan kendini bütün bunların dışında olduğunu düşünür; işte bu bizim problemimizdir. Şu an bu çelişki oldukça belirgindir; Ben doğanın üzerinde bulunduğumu düşünüyorum ve doğanın içinde bulunmuş olmam bana herşeyin kontrol altında olduğunu gösteriyor.

Benim dünya görüşüm arasında ki fark, doğanın üstünde olma arzum, insan faaliyetlerinin tüm alanlarını içerir ki bu da aslında ne olduğu keşfedilmiş olan, bir küresel krizi uyandırır. Çünkü düşünceme göre ben doğayı kontrol ediyorum ve aniden doğanın tamamlayıcısı olduğumu keşfetmiş olmamdır. Artık, yavaş yavaş bizi yöneten bilgisayarın bir programı dahilinde olduğumuzu buna bir şey yapamayacağımızı keşfetmiş olmamızdır. Bütün planlarımız yıkılmış ve onları aktive etmede başarılı olmanın  bir yolu yoktur. Milletimiz, çoçuklarımız ve hayatımız ile bir şeyler yapmaya çalışıyoruz fakat her şey boşuna. Neden? çünkü, doğanın üstümüzde olduğunu hissediyor, fakat bunu durumun yukarıdan olduğunu keşfetmeye başlamamızdır ve özetle bu hali beğenelim ya da beğenmeyelim bu yüzden harekete geçiriliriz. Durumumuz arasında ki uzlaşma eksikliği ve gerçekte ne oluyorsa bütün sorunlarımızın sebebi bu algı olmaktadır.

Ve bu süre içinde keşif edilen yönetimin küresel ağı, gittikçe daha fazla bağlanmış olmaktadır. Ne yaparsak yapalım bir fark yaratmıyor, buna cevaben bir patlama ve ciddi bir reaksiyon hissediyoruz. Hiç bir şey başarılı olmayacaktır, dünya parçalanıyor, aileler bölünüyor, çocuklar her yöne doğru uzaklaşıyor, her şey ellerimizden kaçıp gidiyor. Bu gibi bir çok sorun bizi bir sonuca getirmelidir, biz bu evren içinde, bu yaradılışın amacı olarak adlandırılan küresel sistem dahilinde ve bunun sadece küçük bir parçasıyız.

Bu kirizler bizi, bu programın bir parçası olduğumuzu ve bu durum programı tanıyarak ki burada özgür bir şeçime sahip olduğumuzu ve  bu kendi seçimlerimizden gerçekleştiğini keşfetmemize yardımcı olur. Ancak o zaman bize ‘insan’ denilebilir.

Ve özgür seçimimiz ile bu programı yürütmek istemezsek, o zaman kendi irademize karşı bunu yapmak zorunda kalacağız çünkü bir şey yaparken başarılı olamayacağız! Dünyada kesin olarak görülen insanlığın doğası ve programına bağlı olduğunu gösteren sorunların daha fazla ortaya çıkmasıdır. Bunun nedeni, doğanın yaratıcı olduğu, yüce bir güç ve bunun içine dahil olduğumuz ve bizim güçlerimizin ötesinde  bir programın varlığıdır. Dünya görüşünde ve buna entegre  olmuş bir krizin  ortaya çıkışıdır.

Bu yüzden umumi nüfusun dışına çıktığımızda, ailede, işde, sağlıkta ve benzeri gibi bütün sorunların tek bir nedeni ve bir çözümü olduğunu onlara açıklamamız bize bağlıdır ve bu da aramızda ki doğru kurulan bağlantı ile sağlanır.

Bu Durgun Dünya

Michael Hoffman’nın görüşleri (PhD, Columbia Universitesi, NewYork): “Gelişen bu yüzyılda bir kişinin manevi özgürlük ihtiyaçı sorgulandı.  İnsanlar özgürlük değil, ancak güvenlik aramakta. Bir iktisadi toplumda özgürlüğün herkesin kendi hakkını düşünmek olduğu varsayılır (taktir edelir) herkes kendi istediklerini ve nasıl istediklerine karar vermeye hakları vardır.

Medya tarafından beyni yıkanmış bir kişi ile kitle kültürünün anlayamadığı, piyasanın  kişiye empoze etmeye çalıştıklarını değilde  kişinin diğerlerine ihtiyacı olduğudur. Herkese büyük bir seçim aralığı verilir, fakat bu kişisel bir seçim aralığı değildir, bu seçim sistem tarafından programlanır. Büyük şehirlerde, milyonlarca insan izole edilmiş olarak yaşamakta ve birbirlerinden nefret etmektedirler.

Toplum saldırganlığı besler,  genel bir rekabet atmosferi kaliteyi gerektirir ve aynı zamanda bunu bastırır. Artan baskı bunun tersi bir reaksiyona yol açarak, en aşırı şekillerde gizli saldırgan bir enerjinin açığa çıkmasına sebeb olur. İnsanın varlığı monotondur, tüm değişiklikler hayatımızda hiç bir şeyi değiştirmez. Bir kişi hareket halinde iken bu hareket ancak fiziksel olup, iç dünyası hala durgundur.”

Benim Yorumum: Sadece durumumuzun kötülüğünün tanımlanması yolu ile kendimize karşı olan tutumlarımıza ve böyle bir yaşama  son vererek bir çözüm bulacağız. Ancak tam bir çaresizlik bizi belirleyici bir  harekete geçirmeye zorlayacaktır. Ama böyle bir durum, uzun sureli bir ızdırap çekmeyi önliyebilmek için önceden gelen ızdıraba karşı bilinçi bir hal almak ve yeni gelişmelere doğru yönde hareket ederek başarılabilir.

Bu yol Kabala Bilgeliği tarafından sunulmakta çünkü bu erdemliliğin eğitimini alarak kendimize erdemlilik ışığını çekebiliriz ve  ilerlemek ızdırap tarafından itilerek değilde bunu yerine her çeşit  keyfin çekimi ile sağlanabilir.

Görünmeyen Hediyeler

Soru: Kurtuluş için neden ümit etmeye ihtiyacımız var ki umudumuz olmadan başarmamız imkânsızdır?

Cevap: Basitçe buna ne kadar ihtiyacımız olduğunu hissetmemiz gerekli. Bir şeylere bir eksikliğimiz olmadığı sürece Kap’ta yoktur; arzulanan doyumu almaya hazır değilizdir.

Yaradan biz arzuladığımız müddetçe bize hediyeler vermeye hazırdır. O tek bir şey talep eder; bu hediyeler için bir arzumuz olsun aksi halde hediyeleri hissetmeyiz. Eğer hediyeye ihtiyacı olmayan birine bir hediye verirsen bu kişi bu hediyenin içinde herhangi bir değer hissetmeyecektir.

Bu yüzden bir eksikliğimiz olsun ve o zaman zaten var olan hediyeyi keşfetmiş oluruz, hemen yanımızda, yanı başımızda. Etrafımızı saran tüm evren hediyelerle doludur; sadece siz görmüyorsunuz ve burada nelerin olduğunu hayal etmiyorsunuz. Her şey hazır sadece tek ihtiyacınız, bir eksiklik.

Bu sanki gözlüklerimi çıkarmışım ve önümde hiçbir şey görmüyorum gibidir. Böylesi bir durumda olan birine nasıl olurda hediye verilir? Üst Işık tamamen sükûnettedir fakat hediye senin Işık için olan doğru arzunun içerisindedir. Arzunu hazırla ve hediye ifşa olacak.

Yaradan’a ‘Bana ver, bana ver!’ diye talep etmene gerek yok. Kendi eksikliğimi hazırlamaya başladığım an keşfederim ki buna hazır değilim ve o zaman Yaradan’a talep ederim: ‘benim için hazırlamış olduğun hediye için arzumu şekillendirmeme yardım et’. Ve Yaradan yardım edecektir.

Ancak ben bu arzuyu şekillendirmediğim sürece hediyeyi hissetmeyeceğim. Arzu, hediye, Işık ile tam olarak uyuşmalıdır. Bütün bir arzum olmadığı sürece kurtuluş gelmeyecek yani sürgünün hiçbir hissinin olmadığı, dünyanın kralı, Yaradan için bir ihtiyaç. Yaradan’dan ayrılık benim için ölümdür! O benim dünyamda keşfedilmeli; aksi halde çok ihtiyacını duyduğum şeyi alamayacağım.

Eğer ben sürgünün bu hissine sahip değilsem nasıl olurda kurtuluş gelebilir? Eğer benim ihtiyacım yoksa hediye nasıl ifşa olabilir? İhsan etmeyi özlemlediğimi ve buna ulaşmak için hazır olmadığımı hissetmeliyim böylece Yaradan’ı beni kurtarması, Yüceliğini ifşa etmesi için zorlamalıyım.

O’nun ifşasına ihtiyacım yok öyle olsa O’ndan egoistik olarak haz almaya başlardım; daha ziyade O’nun yüceliğinin hissiyatına ihtiyacım var. Tüm talebim bu! Beni rahatlatacak tek şey bu, sürekli ihsan etmek hakkında düşünmeli ve bunu edinmek için Yaradan’ın yüceliğine ihtiyacım olduğunu anlamalıyım.

Arzumun Yaradan’ın ifşasına yerleşmiş bir formu almaya ihtiyacı vardır. Yaradan’a ihsan etmek istiyorum, O’na nasıl ihsan etmeyi arzumun içinde hissetmek için ve O benden razı olacaktır ve bu durum vasıtasıyla bana ihsan eder. Bu şekilde bu niyette O’nunla beraberiz, birbiriyle bağlanmış durumda, karşılıklı ihsan etmenin içinde.

Kimin aldığının kimin verdiğinin farkı yoktur. Yaradan verir ve ben veririm; O ihsan eder ve ben ihsan ederim, her ikimizde eşitiz. Eğer aramızda sevgi varsa, aksiyonlarımız tamamen eşittir ve kimin ilk kimin son olduğu önemli değildir. Öyle ki O Yaradandır ve ben yaratılan, tüm ifadeler kaybolur. Bebek anne için annenin kendisinden daha mı az önemlidir?

Soru: Yaradan’ın da alması mı bunu takip eder?

Cevap: Yaradan benden razı olur. Eğer O’nda alma arzusu yoksa O nerede haz alacaktır? O benim arzularımdan razı olur! Bebeğinden haz alan bir anne gibi çünkü bebek için her şey iyi gidiyor. Annenin hazzı bebekten geliyor.

Haz için olan arzumuzun ne kadar büyük olduğunu şimdi anlayabiliriz. Bunun içinde Üst’ün ihsan etme arzusu zaten vardır ve bu yüzden her şey bizim arzumuzla başlar ve biter.

29.04.2014 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 5. Bölümünden, Baal HaSulam’ın Yazılarından

Dünyamız – Yolda Bir İstasyon

Soru: Eğer kişiye Hz. İbrahim’in düşüncesini açıklarsam, düzelmesine yardımcı olur muyum?

Cevap: Üç bin beş yüz yıl once tüm insanlık Babil’de yaşıyordu. İnsanların bazıları yaşamış oldukları gibi yaşamaya devam etmelerinin mümkün olmadığını anladılar. Büyüyen kriz, onları neden ve hangi amaçla yaşadıklarını sorgulamaya zorladı.

Bütün hayatları mahvoldu ve tamamen şaşkına döndüler. O zamanların Babil’i üç milyon nüfusu ile büyük bir imparatorluktu. Bazıları, yaklaşık beş bin kişi, doğada bir çeşit işleyişin, maddenin gelişimine dair belirli bir formülün var olduğunu anladılar.

Maddenin içinde, kendisini iten ve gelişimin tüm seviyelerinden geçiren, sonuçta da bir sonraki varoluş seviyesine getiren gelişimsel bir güç bulunmaktadır.

Tüm dünyamız bir ara istasyondur. Buraya ulaştık, çalışmalarımızı yürütüyoruz ve devam ediyoruz. Babillilerin bazıları bunu keşfettiler ve anladılar ki, buradan insan varoluşunun başka bir seviyesine dönüşüm yapmak mümkün ve bu seviye ile doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeleri beraberce Adem (İnsan) seviyesini oluşturmaktadır.

Arzulardan bahsediyoruz. Sadece arzuları görürüz ve onların kapsamında hareket ederiz. Yaradılışın bütün derdi alma arzusudur, cansız, bitkisel, hayvansal ve hatta Adem’in özü de dahil olmak üzere. Onlar, maddenin kendisini içinde bulunduğumuz doğayı yöneten daha yüksek güçlerin çizgisine getirerek, madde ile çalışma yöntemlerini değiştirmeleri gerektiğini anladılar.

Biz doğrudan doğa tarafından kontrol ediliyor olabiliriz ve bundan kaçınabiliriz ve doğanın kaynağı gibi olmayı isteyebiliriz. Bütün farklılık budur.

Belirsiz bir kaynak yani Yaradan tarafından egoistçe hareket ettirilebilirim. Bu formda var oluyorsam, o zaman varoluşun cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerini hissederim ve Adem’in seviyesinden yoksun kalırım.

Adem seviyesi Yaradan’dan aldığım her şeyi sildiğimde ve O’nun gibi olduğumda gelir. Bu varoluşun tamamen farklı bir seviyesidir. Bu cansız, bitkisel ya da hayvansal değil, dördüncü seviyedir, Adem seviyesi.

En önemli ilke şudur ki; ben sürekli Yaradan tarafından etkinleştirilerek O’ndan alabilirim ve bu varoluşun ilk formudur. Ama varoluşun ikinci bir formu daha olabilir, egomu etkinleştiren Yaradan’ın komutlarına göre varolmak istemeyebilirim. Bu durumda O’nu Yaradan olarak adlandırmam, onun yerine “Firavun”, Yaradan’ın Ahoraym’ı (sırtı) olarak adlandırırım. Yaradan’a benzemek ve O’nun gibi olmak isterim. Bunun için O’nun kontrolünü keserim, O’nun etkinleştirmesine razı olmam. İnsanların zihinlerindeki gerçek devrim budur. Bazı Babilliler bu keşif ile ilgilendi ve bu yaklaşımı kabul etti. Gördüler ki, hayat onları buna doğru itiyordu. Yaradan yavaş yavaş onları zorlamıştı, onlara sorunlar, bir kriz ve kötü hisler göndermişti.

Bugün, bizler yine Babil’deki gibiyiz; hayat çok kötü. Ve sorun şu ki; bizler Yaradan’ı bilmeyen eski Babilliler gibiyiz. O zaman bile, sadece küçük bir grup doğanın bu eyleminin maksatlı olduğunu ve  kökeninin daha yüksek bir güçte olduğunu öğrendi. Bugün, bunu biz de anlamak için öğrenmeli ve tüm dünyaya öğretmeliyiz.

Yayım tarihi: 12 Nisan, 2014

Son Devrim İçsel Bir Devrim Olacak

Soru: Bana insanlarla konuşmak zor geliyorsa ne yapmalıyım ve konuştuğum bir insanla ilişki (bağlantı) metodunu nasıl kuracağımı bilmiyorum?

Cevap: Çünkü, bu krizden nasıl çıkılacağını anlatabilmemiz de herhangi bir zorluk olamaması gerekmektedir. Böyle sorunlar dünyada olması idi, onlara yaklaşabilmemizin imkanı olmazdı. Bununla birlikte, günden güne dünya çok daha büyük sorunların içine batıyor ve kaos müthiş bir hızla ilerliyor. Bugün veya yarın ne olacağını kimse bilmiyor.

Böyle bir durumda, basitçe dışarıdaki dünyaya gitmeli ve bunun neden olduğunu onlara söylemeliyiz. Bu doğa tarafından  bizim üzerimizde gerçekten kasten yapılmaktadır. Sürekli olarak baskı altında gelişmekteyiz ve şimdi bile  üzerimizde öyle bir  baskı uygulamaktadır ki gelişimize devamı edelim.

Ancak bu kez gelişimimiz savaşların her türü  sayesinde olmamalıdır. Hepimiz aynı sorunların içinde mevcutsak bugün  kime karşı savaşalım? Bir birimizle kavga etmeye başlarsak, ki işgal edilecek hiç bir şey yokken, bize hiç bir şey yardımcı olmayacaktır.  Millet halinde yaşamak istiyorsan git ve yap!

Bugün insanlığın yaşadığı problemler dünyasal yollarla çözülemez. Bu durumu düzeltmek için gerekli araçlara sahip değiliz. Bunun nedeni, bu dünyada mevcut olan bütün araçları zaten kullanmışız ve buna rağmen hala kendimizi kötü hissediyoruz. İnsanlığın kafası karıştı: birilerine karşı bir devrim başlatırsak o zaman kendimize zarar vermiş oluruz.

Devrimler yardımcı olamaz, Ukranya daki son olaylarda ve örnek olarak Arap baharı olarak bildiğimiz Arap dünyasını kasıp kavurarak geçen karmaşa rüzgarının sonuçlarında gördüğümüz gibi sadece ulusları yok eder. Bu durumdan yararlanmak için araçlarımız yok. Doğa kendimizi değiştirmek için bizi iç eylemlerden dış eylemlere taşıyarak bizi yükümlü tutmaktadır.

Bu tam olarak herkese neyi açıklamamız ve duyurmamız gerekliliğidir. Krizi bırakmak kişinin dış karışıklıklardan değil içindeki bir iç devrim yolu ile mümkündür. Bu insanlara erişen bir mesajımızdır. Bizim bir metodumuz var, bu da bir kişiyi değiştirebilmek için onu bu dünyada sadece huzurlu bir hayat doldurduğu için değil, ama şimdi yaşadığı hayata ek olarak tamamen yeni, sonsuz, tam boyutsal bir yolu keşfetmiş olmasındandır. Bu  ilave çok anlamlı olacaktır ki, tabiri caizse, bu maddi hayattan kopacak ve fiziksel bedenin yaşamı ve ölümünü hissetmeden manevi dünyada tamamen yaşayacaktır.

Bizim bu  duruma ulaşmamız ve tabii ki, bu da tüm sorunlarımızı çözecek tüm şüpheleri ortadan kaldıracak ve tüm sorularımıza  cevap bulabilme yoludur. Daha fazla gelişmeliyiz ki bu krizden ayrılmayı mümkün kılacak sadece bir yöntemdir. Umarım herkes bu yolun tek bir yol olduğunu mümkün olduğunca çabuk anlar.

Karanlık Odadaki Işıkları Açın

“O’ndan başkası yok”u sürekli bize hatırlatacak olan bir sistem kurmamız gerekiyor. Bu sistemin, aralarında özel bir ilişki olan en azından on kişiyi mutlaka içermesi gerekiyor.

Ve bu network, ağ bağlantısında, bu karşılıklı kuvvet alanında, Üst Işık ışımaya başlar ve üst güç bulunur, o bize sürekli olarak her anın, yaradılıştan, üst güçten geldiğini hatırlatır.

Fakat, şu anda aramızda olduğu gibi, eğer bir bağlantı ağı yoksa, o zaman hatırlayamayız. Durumlar değişecektir, fakat onları üst güç ile birleştiremeyiz, bu sistem şu anda aramızda çalışmamaktadır.

Sadece bizleri birbirine bağlayacak olan aramızdaki bağlayıcı alan ortaya çıktığı anda, tıpkı bir mıknatıs ya da elektrik gibi, sonrasında birbirimize bağlanmak için harcayacak olduğumuz çaba sayesinde, hissederiz ki, bu alan içerisinde bu koşulu sağlamlaştıran bir güç vardır.

Her zaman bu çalışmaya geri döneriz. Sistem bize her zaman O’ndan başkası olmadığını hatırlatır, bu koşulu kendimiz için koruyarak ve sabit hale getirerek, özellikle gizlenme koşulundayken ki bu durumda O’nun ifşasını ve bununla da O’na memnuniyet vermek ve formların eşitliğini isteriz, tıpkı misafir ve ev sahibi gibi.

Soru: Bu manevi dünyalardaki koşullar hakkında mı bahsetmektedir?

Cevap: Bizler manevi dünyadayız ancak gizlilik koşulundayız! Bu gizliliği, içinde bulunduğumuz koşuldan ortadan kaldırmamız gerekiyor, tıpkı bilmeden hep birlikte karanlık bir odadaymışız ve ışığı açmamız gerekiyormuş gibi. Odaya girerim, fakat karanlıktan dolayı orada kimsenin olduğunu ne görebilirim ne de hissedebilirim. Işığı açmam gerekiyordur ve sonrasında kendimin diğer herkes ile birlikte olduğunu göreceğim ve anlayacağım. Bizler manevi dünyalara uçmayız. Zaten onun içerisinde bulunuyoruz ancak bu gizlilik koşulundadır.

Soru: Fakat kişi gizlilik koşulunda olduğunu unutuyor!

Cevap: Unutmuyor, fakat bunu bilerek unutmasını ve kafasının karışmasını sağlayan Yaradan’ın kendisidir. Sadece unutmuyor, maneviyetla da hiç ilgilenmek dahi istemiyor çünkü tamamen diğer işlerle ilgileniyor. Tüm bunlar onun için kasıtlı olarak düzenlenmiş durumda ki bu sayede tüm bunlara rağmen tamamen, kişi farkındalığa gelecektir.

Soru: Fakar eğer arkadaşım bana bunu hatırlatmazsa, bunu hiç bir zaman hatırlayamayacağım!

Cevap: Evet, doğru. Hepimizin, Arvut (karşılıklı sorumluluk ve garanti)’ye ihtiyacı var. Arvut olmadan bizlere Işık’ın, metodun verilmesine ihtiyaç yoktur. Sadece, yeterli sayıda dostun katılımı ile, 600.000 ruhtan oluşan tam bir sayı ile, karşılıklı olarak birbirine bağlanabilen ve amacın tek bir kalpte tek bir insan olunması gerektiğini anlayabilen  ve eğer bunun ile devam etmeye hemfikir olarak Arvut sistemini yaratmaya hazır durumdaysak, o zaman bizlere bağlanmanın metodunun verilmesine değerdir.

Aslında bu bağlanmanın bir metodu değildir, ancak bir keşfin metodudur. Bu metot Işık’ı yaktığımız ve gizliliği ortadan kaldırıdığımız bir metottur.

26 Nisan 2014 tarihinde yayımlandı.

Günlük Kabala Dersine Hazırlık, 20 Nisan 2014

Zararsız Bir Bakteri Et-Yiyen Canavar Haline Geldiğinde

Haberlerden (The Conversation): Bakteriyal hastalıklar her yıl milyonlarca ölüme sebeb olmaktadır. Bu bakterilerin bir çoğu evrimsel geçmişlerinin bir döneminde iyi huylu idi ve hastalığa sebeb olacak patojenler haline dönüşümlerinin ne zaman olabileceklerini anlayamamaktaydık. Yeni bir çalışmada, araştırmacılar bir bakterinin et yiyen bakteri haline geçişinin ne zaman olduğunun izini sürdüler.

Musser’in söylediğine göre ‘Literatürde bir çok yerde Streptococcus salgınınlarına denk gelen tarih zamanında tarafımızdan azaltılmıştır. Buna bir örnek olarak, İngiltere’de Streptoccus infeksiyonları 1983 ve 1985 yılları arasında sayısı ve şiddetinde  artma göstermiştir.

İsveç, Norveç, Kanada ve Avusturalya ile diğer bir çok ülkede hastalığa kurban olma hikayesi artık kıtalar arası bir salgın olmaktadır. Belirtileri faranjitten et-yiyen hastalık olan necrotizing fasciitis arasında değişmektedir.

Benim Yorumum: Bir bakteri çevreye ölüm taşıyan bir canavara dönüşebilir, şöyle yazılmıştır, insanın düşmanları evini doldurmaktadır. Ama düşman haline dönüşme insanlarla düşmanlar olarak arasında ki ilişkiye bağlıdır.

Sonuçta, benciliğimiz gelişimizin en yüksek aşamasındadır ve bu yüzden  rasyonel ve bilinçli olarak davranışımız,  doğanın düşük seviyeleri (durgun, vejetatif, animasyon) ile aralamızda benzer bir  ilişkiyi kurmayı gerektirir.

Eğer ilişkilerimizi dostane bir şekilde düzeltebilirsek, manevi öğretilerdeki gerçeğin doğru olduğuna ikna olacağızdır, ki bu da gelecekte kurt kuzu ile yaşayacak ve bir çocuğun onlarla oynayacağını anlatmaktadır.

Yayım tarihi: 18 Nisan, 2014

Tora’nın Alegorilerinde Manevi Eylemler

Zohar Kitabı, “VaYikra,” madde 73: Tüm kurbanlar erkek ve dişidir, çünkü kurban kalbin üstündedir, onun hakkındaki düşünce ise kalbin üstündedir. Ve kalp ile ilgili olanın ne olduğu bilinecektir,  ki bu düşünce demektir.

Akıllıca düşünce bir erkek olarak addedilir ve kalp bir dişi olarak addedilir, Bina, kalp Hohma’dan aldığını anlar ve kurban yukarı doğru yükseldiğinden dolayı tamamen erkektir.

Tora’daki tüm alegorileri (kurban, ateş, duman, vs.) maddi kavramlara göre resmetmeye çalışmanın bir anlamı yoktur. Herşey düşüncenin üzerinde olmak zorundadır ve düşünce tamamamen soyuttur.

Bu sadece içsel duygusal düzeltmelerden söz eder, kişinin arzuları ve niyetleri üzerinde çalışmasıdır, bundan fazlası değil. Tora, fiziksel seviyede bu eylemleri gerçekleştirmeye bizi zorlamaz.

Biliyoruz ki, ikinci Tapınak’ın son günlerinde, insanlar büyük bir coşkuyla Tora’da yazılı herşeyi yaptılar, hatta zavallı hayvanları bile yaktılar, ama içsel düzeltme ile uğraşmadılar, böylece ikinci Tapınak yıkıldı. İlk Tapınak’ta da aynı şey olmuştu ve o daha da yüksek bir ruhsal seviyedeydi.

İnsanlığın bedensel seviyeye tamamen düşüşü yavaş yavaş böyle gerçekleşti ve içsel ıslah mekanik hareketlere boyun eğdi.

Tora’daki tüm talimatları kelimesi kelimesine anlamamalıyız, kurbanları yemeliyiz diye söylüyorsa, Hohma’nın Işığını, düzeltilmiş arzularda bilgelik ışığını almalıyız anlamına gelir, yani kelime anlamıyla et yemeliyiz demek değildir.

Tora’nın alegorileri, içindeki fiziksel dünya ile ilgili olandan tamamen farklı görüntüler ve duygular çağırmasına hazırlıklı olmayan bir kişi için, çok kafa karıştırıcıdır. Bu lisandan, Tora’nın sadece manevi eylemlerden bahseden gerçek anlamına geçiş, büyük bir sorundur.

Yayım tarihi: 11 Nisan 2014

KabTV’den “Ölümsüz Kitabın Sırları” 10/24/13