Her Şey İçin Sorumlu Olan Tek Kişi SENsin

Soru: Neden tüm herkesin birbirine karşı sorumlu olduğu söylenmiştir?

Cevap: Eğer, genel kabımızın durumunu dünyada belirleyecek olan tek kişi bensem o zaman tabii ki her şey bana bağlıdır.

Soru: Ancak, bu oyunda ben tek başıma değilim. Diğerleri de genel kabımızın durumunu etkilemektedirler ve tabi ki toplum da var!

Cevap: Toplum da zaten bana bağlıdır, her şey bana bağlıdır. Tüm 7 milyar insan sabit bir koşuldadırlar ve ben bunu değiştiren ve her şeyi belirleyen tek kişiyim. Tüm bunlar için özgürce hareket eden tek kişi benim, fakat diğerleri hiçbir şey yapmamaktadırlar.

Ben Yaradan ile konuşurum ve O’nun önünde diğerleri için ben sorumluyum, daha iyisi için de daha kötüsü içinde! Eğer O’nun, onlar hakkında herhangi bir şikayeti varsa, o zaman benimle konuşması gereklidir. Bu karşılıklı sorumluluk olarak adlandırılır.

Karşılıklı sorumluluk, benim herkesten sorumlu olduğum anlamına gelir. Onlardan yapmalarını isteyebileceğim hiçbir şey yoktur. Yapmış oldukları her şeyden ben sorumluyum.

Düşünmeye bu noktadan başlayınız ve bunun hayali bir ürün olduğunu düşünmeyiniz. Çünkü bu gerçekten böyle, yani siz gerçekten herkes için sorumlusunuz.

Haberleri dinlediğinizde, sokaklarda neler olduğunu duyduğunuzda ya da kendilerini düzeltmeleri ve aralarında bağ kurmaları için manevi seviyeye ulaşamayan arkadaşlarınızın şikayetlerini duyduğunuzda, o zaman şunu bilmelisiniz ki, bu dakikadan itibaren her şey sizin elinizdedir. Her şey için siz sorumlusunuz.

İyi olan ya da kötü olan her şeyi hem bu fiziksel dünyada hem de manevi dünyalarda siz yaratıyorsunuz ve gerçekleştiriyorsunuz. Diğerleri yapmış olduklarından sorumlu değildirler. Onlar pasif katılımcılardır. Hiçbir şeyi belirleyemezler. Yaradan’ın onlarla nasıl ilişki kuracağını belirleyen tek kişi Sizsiniz. Onlar, kasırgalarla, tsunamilerle, savaşlarla, salgınlarla baş etmeye çalışırken kim suçludur? SİZ!

Tüm herkes birbiri için sorumludur fakat herkes de kendi niteliklerinden ve bu bakımdan da dünyanın başına neler geldiğinden sorumludur. Herkes toplumun ve dünyanın refahından sorumludur.

Sakın sizin diğerlerine bağlı olduğunuzu söylemeyin. Tüm dünyanın tam bir iyilik koşulunda olmasını belirleyeceğiniz koşula ulaşmalısınız.

30 Mayıs 2014 tarihinde yayımlandı

Günlük Kabala Dersinin 5. Bölümünden, 27 Mayıs 2014, Baal HaSulam’ın Yazıları

Mevcut Gerçekliğin Sembolü: Soru İşareti

İnsanlık ilk önce, kendini cansız, bitkisel seviyesinde ve ardından doğanın hayvansal seviyesinde kendini tanımalıdır. Dolayısı ile, ilk önce hayvan olarak var olmak zorunda ve sonrasında bu dünyada insan olarak sanayi, ticaret, teknoloji ve bilim dallarında gelişmeye başlayarak, böylece sonunda tüm bunların işe yaramadığını anlayarak ve hayatın anlamını bu şekilde deşifre edebilecektir.

Bu dünya üzerinde bir şeylerle ilgileniriz: yetişkinler, çocuklar ve hayvanlar. Yani biz bu şekilde yaşarız, fakat bu hayat ne için var? Bu hayatın ötesinde bir şey var mı? Büyümeye başlayınca bu soruları sormaya başlıyor ve çeşitli aşamalardan ve evrim çağlarından geçerek ve sonunda bu sorulara hiç bir cevap bulamıyoruz.

Sonunda sıkıntılar ve sorunlar üzerinden bize baskıda bulunan bir krize ulaşırız. Bu sadece insanlar ve toplumları etkilemez, aynı zamanda cansız seviyeyi, çevreyi, bitkileri ve hayvanları etkiler. Tüm sorunlar bunlar aracılığı ile bize ulaşır.

Hayatın anlamını sorguladığımız bir duruma ulaşırız, meraktan veya üst kaynağı keşfetme arzusu ile değil -biz nereden geldik ve niçin- ama sadece çaresizlikten ve bize hiç bir neşe getirmeyen bu boş hayatta zevk alma arzusuna ulaşma isteği ile.

İnsanlık gelişmekte ve bize baskı yapan ve soru sormaya zorlayan genel bir krize ulaşmaktadır. Bu hayat neye dairdir? Neden bu şekilde yaşıyoruz? Hepimizin bildiği gibi hayatta sorunlar ve endişeler olmadan, bu gibi soruları sormaya başlamayız. Fakat sorunlarla karşılaştığımız an, aniden sormaya başlarız.

Böylece Kabala bilgeliğinin bize söylediği gibi, hiç bir seçeneğimiz olmadığını ve hayatın anlamını bilmek için bağlantıya geçmek zorunda olduğumuzu fark ederiz. Eğer bulmacanın parçalarını bir araya getirirsek, resimde ve arkasında ne olup bittiğini, onu yöneten ve destekleyenin kim olduğunu ve bunları O’nun neden yaptığını anlayacağız.

Kabalistler bu resme nüfuz eder ve zamanın üzerine çıkar. Bize her şeyin Yaradan’ı edinmeye bağlı olduğunu söylerler. Bu hayattaki tek sorun Yaradan’a ulaşma, O’nu arayarak, O’nunla irtibata geçerek, O’nu keşfederek, O’nu anlayarak, O’nunla doğrudan diyalog içinde olabilmek için. Ben Yaradan’a dönerim, O cevap verir, bana döner ve ben de benden ne istediğini anlarım.

Eğer bu durumu elde edersek, bütün sorunlarımız çözülecektir. Neler olduğunu ve her şeyi nasıl idare edebileceğimizi anlayabileceğiz. Bu yaşam üzerindeki bir üst seviyeye nasıl yükselebileceğimizi bilmek asıl konudur. Ama bunu yapabilmek için Yaradan’ı ifşa etmek zorundayız. Yani mevcut kriz bizi bu duruma getirmek içindir.

Biz bir kriz olduğunu düşünürüz fakat “kriz” Yunancada yeniden doğuş anlamına gelir. Bu yüzden krizleri bu kadar dramatik şekilde ele almak yerine anladığımız ve nasıl bağlantı kurabileceğimizi bildiğimiz kadarı ile bize yeni başlangıçları getirmesini beklemeliyiz.

Bize Vermek İstediği Her Şeyi Almak

Soru: Yaradan ile form eşitliğini istemeliyim ancak bunu nasıl hayal edebilirim?

Cevap: Form eşitliği eşit demektir. Bu içsel olarak bir başkasından tamamıyla farklı olduğunuz anlamına gelir ancak üçüncü bir şahısa göre aynı tutum içinde davranıyormuşsunuz gibi görünür, dışarıdaki biri için aranızdaki ilişkide form eşitliği vardır.

Bu sadece biçimdedir. Farklı arzulara, farklı düşüncelere sahipsiniz, her şey farklıdır ancak kendinizi eşit bir formda sabitlersiniz.

Eğer kendimi birisine benzetirsem, bu ona eşit olduğum anlamına gelmez. Eğer tamamıyla onun gibiysem birbirimizle iletişim kuramayız. İkimiz de balıktan nefret eder, kırmızı eti severiz bu yüzden birbirimize verecek hiç bir şeyimiz yoktur.

Ona sahip olduklarımı vermeliyim, o da bana sahip olduklarını vermeli. Burada bir çeşit uyuşma olmalı, birbirine dahil olmuş bir erkek ile bir kadın gibi. Ve daha sonra ihsan eden ve alana göre bir uyumluluk olur.

Yaradan ile form eşitliğine bana vermek istediği her şeyi alarak ulaşırım. O’na ihsan ettiğim için, ikimiz de birbirimize ihsan etmiş oluruz ancak O’nunla O’ndan alarak temas kurabilirim. O’na karşı bir dişi gibiyim ve O Zer Anpin’dir.

Eğer alışım sadece O’nun içinse, bu ihsan etmek gibidir. Gelin damata bir hediye vermek isterse, bu önemlidir, bu gelinin damattan alması gibidir.

Form eşitliği çok karışık bir kavram haline gelir. Kendi arzumun içinde Yaradan’ın bana vermek istediği her şeyi almayı istemeliyim ve O bana Sonsuzluk Dünyasını vermek ister, Sonsuz Işığı. Ancak benim niyetime göre, bu tersi olmalıdır, O’nun bana verdiği kadar vermeyi istemeliyim.

Eylemlerimiz farklıdır, ben alırım ve O verir ancak niyetimize göre bu tersidir, aslında veren benim ve O zevk alır. Bu sayede durumu kurtarırım çünkü başka türlü O’na memnuniyet veremem. O’na memnuniyet verme şansım sadece bu şekilde olur.

Sadece O’nun her şeye sahip olduğunu kabul ettiğim koşulda O memnun olabilir, tıpkı taşıyamayacağı kadar sütle O’nu memnun etmek isteyen bir inek gibi.

Malhut’tan Bina’ya Uzanan Bir Zincir

Soru: Duamızı nasıl oluşturmalıyız? Üsttekilere, atalara, gruba yardım için bir talepten başlamalı ve kendimizden sadece duanın sonunda mı bahsetmeliyiz?

Cevap: Duamızı tam olarak bu biçimde şekillendirmemiz lazım ve bunu öğrenmeliyiz. Fakat şimdilik, grubun merkezinden geldiği sürece Yaradan’a istediğiniz her biçimde dönebilirsiniz. Kolektif talebimizi giderek daha düzgün biçimde şekillendireceğiz.

Dua basit bir talep değildir. Kendinizi birçok aşamadan kurulu giderek daha hassas bir tutum içine koymak zorunda kalırsınız. Her talep bir uçta sizi bağlayan adaptörlerin, bağlantıların bütün bir zinciridir ve daha sonra talebinizi bir çok kez işler ve sizi bir üst seviyeye adapte eder.

Bu sistem bir bütündür. Dua sadece kelimeler değildir fakat iki kabın düzenidir (bir harf bir kap olduğu için), bir yanda sizle ve diğer bir yanda Yaradan’la uyumludur. Sizinle ilgilenen Bina’daki ZAT‘dan başlayarak, kabuğun dünyalarının sisteminden yükseltirken katıldığınız Malhut’a kadar bu zinciri inşa etmek zorundasınız.

Bunu yapmak için, 22 harflik (İbranice) alfabesini ve “MNTZPCH”ın son beş harfini kullanmanız gerekir, bu sayede doğru bir biçimde düzenlenmiş harflerden oluşan manasına gelen manevi kaplar formunda olan duanız, Yaradan’ı, Bina’daki ZAT’ı edinirsiniz.

Bunu nasıl yapacağımızı bilmeyiz ancak tecrübeyle duamızı oluştururuz. Tapınak döneminde yaşamış olan Kabalistler bizim için Siddur’u (dualar kitabı) hazırladı. Tapınak zamanı Kutsal kapların var olduğu, Malhut ve Bina’nın birbirine bağlı olduğu bir zamandı. Ev Malhut’dur ve Tapınak ise Bina’dır.

O zamanın yüce Kabalistleri büyük Knesset’i (meclis) oluşturdular, bu onların tek bir kapta bağlandıkları ve büyük bir manevi edinim, yücelik, seviyesinde oldukları manasına gelir. Bize Siddur’u hazırlayanlalar onlardır.

Biz bu duaları bir gün edineceğiz ancak Kabalistler onları bizim için önceden yazdılar. Onları anlasak da anlamsak da, onları ifade edersek, bu şekilde düşünerek bile ilerleyebiliriz. Eğer duaları doğru biçimde okursak, bu talepleri manevi bir yolla algılıyoruz demektir, onların içerisinde büyük şeyler görebiliriz.

Kabalistler taleplerini iki yolla ifade ederler: birincisi, harflerin sıralaması manasına gelen kelimelerle ve diğer bir yol ise basitçe dolgusu olan harfler, semboller biçiminde. Her kelimenin formu, özel bir safhada, özel bir Reşimo (izlenim) ile birlikte On Sefirot manasına gelen tüm bir HaVaYaH’tır; ve duaları yazmalarının nedeni budur.

Benim işim Işık için gerekli her şeye, gruba, Rav’a, kitaplara, dağıtıma bağlanmaktır. Başka bir yol yoktur ve bunlar yeterlidir.

Arzu, Işık, Arzu

Soru: Grubun gücü bana dağıtım yaparken ve fikirlerimizi insanlara anlatırken yardımcı olabilir mi?

Cevap: Elbette, bu grubun gücü adı verdiğimiz bizi etkileyen genel kuvvettir. Ama aslında, bu işleyen ışığı işleten bizleriz. Biz grubun ve dostların gücünü kullanırız ve bağa olan arzumuzla, üzerimizde işlemeye başlayan Işığ’ı çekeriz ve daha sonra başarılı oluruz. Her şey Yaradan ‘dan geçer, genel kuvvetten.

Arzuyu ben işletirim, arzu Işığı işletir ve Işık arzuyu işletir. Bu nedenle, her eylemden sonra Yaradan’a şükretmeliyiz çünkü nihayetinde her şeyi yapan O’dur. Ancak ben arzuyu işletirim ve bunu yaparak O’nu bunu yapması için işletirim.

Bir arzu bir arzuyu etkileyemez. Bizler bir diğerini etkiliyoruz derken bile, bu doğrudan etki değildir ancak sadece Yaradan yoluyla, Işık vasıtasıyla olan etkidir. Doğrudan bağ kuramayız ve küçük parçalarla aramızdaki işbirliğini işleten Işık’tır.

Yaradan yakarışlarımıza neden cevap vermez?

Tüm yaratılışı, tüm realiteyi resmeden üst kuvvete dönmek için O’nunla grubun merkezi yoluyla konuşmak dışında başka bir yolumuz yoktur. O’na kendi başıma dönemem ve yakarışım O’na ulaşmaz. Asırlardır insanların Yaradan’a yakardığını görürüz ancak talep ettikleri şey ne olursa olsun, hiçbir şey gerçekleşmez, hiç bir cevap veya tepki yoktur.

Yaradan O’nunla doğru biçimde konuşmadığımız için bize cevap vermez. Yaradan sabit bir sistemdir, doğanın değişmez kanunu. Bu dünyanın kanunları gibidir. Herkes onunca kattan düştüğümüz zaman ağlayıp, yakınmanın kişiyi düşmekten ve kazadan kurtarmayacağını bilir.

Aynı şey Yaradan ile birlikte meydana gelir. İyi ve nazik gözükmeye çalışan biri gibi bizi affedeceğini, bize merhamet edeceğini, bize cömertliğini göstereceğini umut ederek O’na insanlara ait olan zaafları atfetmeye çalışırız, ancak bu olamaz! Yaradan doğanın genel kanunudur ve doğanın merhameti yoktur.

Eğer doğayla, Yaradan’la nasıl bir ilişkide olacağımızı bilmesek, hiç bir şey bize yardım etmez, şimdiye kadar olan şey de budur. Kabala, bununla beraber, bize nasıl davranmamız gerektiğini öğretir. Ve daha sonra bu kanunların çerçevesi içinde nasıl yöneteceğimizi ve onları nasıl kullanacağımızı bilebiliriz.

Bu yüzden kendiniz ve dostlarınız için üzülmemelisiniz tam tersine genel kuralı korumak ve doğru biçimde kullanmak niyetinde olduğumuzu anlamalıyız. Ancak bunu yapmak için, kendimizi bu kanuna adapte etmeliyiz. İsteyelim veya istemeyelim, ilerde istemek zorunda kalacağız.

Öğünü Yemek – Sunu

“Vayikra” (Tzav), 6:9: Ve Harun ve oğulları ondan geriye ne kalmışsa yemelilerdir. O, mayasız ekmeğin, kutsal yerde olması gibi yenmelidir; onu Buluşma Çadırı’nın avlusunda yemelilerdir.

Harun, Büyük Kohen’dir. Kohen, ekmek, işlenmiş un ve tütsü, kişinin içindeki ihsan etme niteliğini sembolize eder. Bu, herkesin kendi en iyi niteliklerini aldığını ve bu nitelikleri diğerlerinin faydasına olacak olan, ihsan etmeyi tamamlamaya getirdiği anlamına gelir.

Fakat Bina seviyesinde, tam ihsan etme niteliğinde olduklarından dolayı sadece Harun ve oğulları mayasız ekmeği, Matsa’yı yiyebilirler. Geriye kalan ve bu seviyede olmayanların hepsi, almak için yiyecekleri için bu yiyeceği yiyemezler ve bu da manevi ölüm olarak değerlendirilir.

Bu yüzden, Harun ve oğulları öğün-sunu üstüne çalışarak yükselirler ve tüm diğerleri düşerler.

24 Mayıs 2014’de yayımlandı  
KabTV’den “Sonsuzluk Kitabının Sırları, 12/10/13

220 Voltluk Ruh Lambası

Soru: Yaradan, yolda bana nasıl yardım eder? Eğer, her zaman beni havada asılı bir şekilde terk ederse, o zaman nasıl gelişebilirim ki?

Cevap: Yaradan, seni asılı bir şekilde havada asılı bırakmaz. O, tüm varoluşunu, hayatını düzenler, Işık, kabın önünde bekler ve aralarındaki boşluk, ki bu sizin kafanızı karıştırır, yavaş yavaş ifşa olur. Ve aynı anda, O’ndan başkası yok demeye çalışırsanız, o zaman Işık’ı kap ile birleştirir.

Sadece olan şudur ki, bu bağlantı, içinizde henüz bir başarı, bir edinim olarak hissedilmez. Halen, Işık ve kabı tıpkı, voltajın 220 volta ulaşacağı zaman yanan bir lambanın ifşa edileceği şekilde bir koşula getirmemişsinizdir. Ancak, aynı anda da, siz sadece 50 voltluk bir gerilim vermişsinizdir bu yüzden de lamba yanmaz. Çünkü gerilim lambanın yanmasına yetecek kadar güçlü değildir.

24 Mayıs 2014’de yayımlandı  
Günlük Kabala Dersinin 1.kısmı,  14 Mayıs 2014,  Baal HaSulam’ın yazıları.

Titreten Neşe

Baal HaSulam, Şamati, Makale 11, “Titreten Neşe”: Dolayısıyla, sevgi olan yerde, korku da olmalıdır, oyuk olan yere korku denir. Sonuç olarak her ikisi de olduğunda bütünlük vardır. Yoksa her biri diğerini iptal etmek ister. Sevgiye varoluş denirken, korkuya ölüm ve oyuk denir. Ancak ikisi bir arada olursa bütünlük olur. Buna aynı zamanda “iki bacak” denir ve kişi sadece iki bacağı varsa yürüyebilir.

Tüm çalışmamız iki çizgi üzerine yoğunlaşır: sağ, sol ve Yukarı’dan gelen orta çizgi. Burada aşağıda, öncelikle bütünlüğümüz için endişelenmeliyiz. Daima sağ çizgiye dönmeliyiz ve onunla ilgilenmeliyiz: mümkün olduğunca bütünlüğü hakkında, Yaradan’ın büyüklüğü hakkında, amacın önemi hakkında ve dostların ve grubun büyüklüğü hakkında düşünmek.

Diğer taraftan, durmaksızın bütünlük halinde olmak imkânsızdır, çünkü o zaman ilerleme olmayacaktır; eğer kişi bütünlük halini hiç bırakmazsa, buna her şeyin görünüşte sevgi ve neşe ile kabul edildiği “Haktan yana olan denir.

Kişi bu tür bir tutuma kendini suni bir şekilde yükselttiğinde, ne olursa olsun sevinmeye hazırdır. Bu şekilde içindeki eleştirelliği hükümsüz kılar. Yani bu tür bir tutuma adapte olması için kişiyi eğitmek mümkündür. Eğitim kişiyi bir çizgiye yerleştirir, ya sağ ya da sola ve kişi bu çizgiyi takip eder ve durmaksızın bir ilkeye tutunur.

Kişiyi neşe halinde, sürekli sevinç içinde tutan inançlar ve dinler mevcuttur; kişiyi sürekli üzüntü içinde tutanlar, kendine işkence yapmaya zorlayanlar ve bir günahkâr olduğunu hissettirenler de mevcuttur, tıpkı “oturduğu yerde kendi etini yiyen aptal” gibi.

Ancak doğru yolda ilerlemek ve bir insan yaratmak için iki yol buyunca devam edilmelidir ve kişi bunu kendi başına inşa etmelidir. Sağ çizgiyi çevresi ile geliştirmelidir, yapabildiği kadar Yaradan’ın büyüklüğünü tasavvur ederek. Kişi sağ çizgiyi öyle bir dereceye kadar inşa etmelidir ki, Yaradan’ın yücelik hissini sağlayan çevrenin önünde kendinden vazgeçebilmelidir

Yani sağ çizgide olmak, kendinden zaten vazgeçmiş olmak zorunda demektir, bu da sol çizgi sağ çizginin içinde demektir. Bununla eğer kişi, çevresinden edindiği Yaradan’ın büyüklüğü önünde kendini zapt ederse, sağ çizgisini inşa eder; böylece bu çoktan manevi çalışmanın parçası olur ve amacı sadece mutlu hissetmek değildir.

Yazım Tarihi: 19 Ekim – 2012

Nörologlar Sevdiklerimizin Kendimiz Olmaya Başladığını Doğruluyorlar

Haberlerden (Psychology Today): “Yapılan yeni bir çalışmada insanoğlunun sevgi ve dostluk kapasitesinin diğer canlı türlerinden bizi ayırdığını doğrulamaktadır. Virginia Üniversitesi’ndeki araştırmacılar insanların sinirsel bir seviyede onlara yakın olanlara empati ile fiziksel bağlantılı olduğunu buldular.

İlginçtir ki başka bir kişinin yerine kendimizi koyma yeteneğimiz, o kişinin bir yabancı ya da tanıdığımız birisi olmasına büyük ölçüde bağlıdır. … İnsanlar kendilerine öz kimliğe sahip olarak evrimleştiği, sevdikleri ile bir sinir dokusu içinde dokunmuş hale gelmiştir.”

Benim Yorumum: Biz aslında çok daha yakın bağlarla birbirimize bağlıyız, düşüncelerimiz, duygularımız ve eylemlerimizle hepimiz ve her şey için ki tek bir vücuduz – sadece egoizmimiz bizi sahte parçalara ayırmaktadır.