“Hayatı Garanti Eden Üstün İlkeler” (Medium)

Parçalanan sadece Amerika değil. Hollanda hükümeti bütünüyle istifa etti, Almanya Başbakanı Angela Merkel seçimlerden çekiliyor, İtalyan hükümeti çöküşün eşiğinde ve Koronavirüs tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Aşılar geliştirildi bile, ancak yeni ve daha bulaşıcı türlerin, aşıların öncesine göre daha hızlı ve daha yüksek bir ölüm oranıyla yayıldığı ortaya çıktı. Ve en kötüsü, eski dünyanın çöküşünde yeni bir aşamaya geçiyoruz: iş eksikliğinden yiyecek eksikliğine. Çok geçmeden uyanmazsak, açlık felaketine uyanacağız ve insanlar çocukları için bir parça ekmek nedeniyle her şeyi parçalayacaklar.

Yaklaşan iflası önlemenin tek yolu, toplumu yeni, egoist olmayan ilkeler altında yeniden inşa etmektir. Bu, özgecil olmamız gerektiği anlamına gelmez, fakat birbirimize karşı bencilce davranmaya devam edersek öleceğimizi anlamalıyız; bu kadar basit.

Yeni toplumun temeli olması gereken yeni ilke, bağ kurmak ya da daha doğrusu karşılıklılıktır. Kısaca, karşılıklılık, her kim olursa olsun herkese eşit davranmamız gerektiği anlamına gelir. Her bir kişinin, makul bir geçim sağlamaya izin veren temel gereksinimleri aldığından emin olmalıyız. Bu ilke, insanlar arasındaki herhangi bir sınırı, görüşü, ırkı, cinsel kimliğini, inancı veya diğer herhangi bir farklılığı geçersiz kılmalıdır.

Dünyanın karşı karşıya kalacağı sorun temel besinlerin eksikliği olacağından, bağımızın ilk ve en önemli ifadesi, herkese yeterli beslenmesinin sağlanması olmalıdır. İnsanlar ister Komünist ister Nazi, ya da hayal edebileceğiniz başka bir aşırı uçta olsun, yine de istisnasız herkese yaşamın temel ihtiyaçlarını sağlamalıyız.

Bunu başarmaya çalışırken, her ülkedeki herkesin bu temel ürünleri almasını garanti edecek küresel, kapsayıcı bir organizasyona ihtiyacımız olduğunu göreceğiz. Açıktır ki, böyle bir çatı örgüt, aşırı güç kullanımına ilişkin tüm haklı endişelerle küresel bir hükümet imajını akla getiriyor. Bununla birlikte, gıda üretimi ve dağıtımının küresel koordinasyonu olmadan, her yerde kaos ortaya çıkacaktır.

Kendi kendine yeten ulus devletler dönemi sona erdi. Korona virüsün tüm dünyaya bir çalı ateşinden daha hızlı yayılması gibi, herhangi bir kriz de ilerleyecektir. Gerçekten herkesin iyiliğini isteyen küresel iş birliği olmadan, hayatta kalamayacağız. Ve küresel iş birliğimizi başlatmak için, gezegendeki her bir kişiye gıda tedarikini garanti etmekten daha uygun bir şey olamaz. Bu sadece şimdiye kadarki en büyük sınavımız olmayacak, aynı zamanda insanlığın, tüm insanlığın refahına hizmet edecek yeni kurumlarını inşa etmek için uygun bir temel olacaktır.

Görünüşte bitmeyen kriz akışının hepsinin, birbirimize ve doğaya karşı tutumumuza bağlı olduğu zaten belli olmuştur- ve ben de bunun hakkında defalarca yazdım. Sayısız bilim adamı ve bilimsel kurum, diğer insanlara ve tüm doğaya yönelik kötü tutumumuzu küresel ekosistemimizin çöküşüne bağlayan çalışmalar yayınladı. Mevcut küresel kurumlar güçsüzdür; onlar gerçek bir güce sahip olmayan kuklalardır ve belki de bu sadece en iyisidir, çünkü aslında kendi ülkelerinin çıkarlarını temsil ederler ve insanlığın refahı için gerçek bir endişeleri yoktur.

Bu yazının başında da söylediğim gibi, gıda tedarik projesini denetleyecek küresel kurumun özgecil kişilerden oluşması gerekmez. Ayrıca, bildiğimiz gibi bu günlerde özgecilleri bulmak çok zor. Bunun yerine, bu projeyi yönetecek kişiler, herkesin refahını garanti altına almanın egoist çıkarımıza olduğunu veya küresel sistemin çökeceğini anlayan kişiler olacaktır. Bu anlayış zorunludur ve böyle insanları bulmak gerçeğe uygundur.

Anlaşılır bir şekilde, hükümetler böyle bir kuruma herhangi bir güç sağlamaktan mutlu olmayacaklardır ama doğaya işini yapması için güvenebilir ve onları hepimizin pahasına zor yoldan uymaya zorlayabiliriz. Önümüzde zorlu zamanlar var, ancak hayatımızın tehlikede olduğunu ve onları nasıl kurtarabileceğimizi anlarsak, belki başarabiliriz.

Zohar Kitabı – Üst Dünya İle Bir İletişim Sistemi

Zohar Kitabı bir sistemdir. Onu yazan on Kabalist, birbirleriyle birleşmeleri yoluyla, sonsuzluk dünyasını dünyamızla öyle kapattı ki, Zohar Kitabı’nı okumaya başladığımız zaman, adeta düğmelere basıyoruz ve aslında bu sistemi başlatıyoruz.

Yani, sadece basılmış olanı okumuyoruz. Kitap öyle düzenlenmiştir ki, kâğıda basılmış olan şeyler, bizden saklı olan içsel parçamızı, ruhumuzu doğrudan etkiler.

İnsan okumaya başladığında hiçbir şey hissetmez, ancak kişi bu sistemi kendi üzerinde başlatır, onunla bütünleşir ve daha yüksek bir gücün etkisine neden olur ki bu, kişinin kendi içsel kısmında, yani dışarı çıkmaya başlayan ruhunda tezahür eder.

Ve sonra insan ruhu ile üst ışık arasında temas olur ve kişi bu üst dünyada, en yüksek koşulda hissetmeye başlar. Bu kişinin ebedi, mükemmel boyuta çıkışıdır. Varoluşun bir sonraki seviyesine yükselmek için bu dünyada, bu hayatta iken başarmamız gereken şey budur.

Olumsuz Duygulardan Kurtulmak Nasıl Mümkün Olabilir?

Soru: Kişi acı çekerken güçlü olumsuz duygulardan nasıl kurtulabilir; nasıl onların üstesinden gelebilir ve Yaradan’a içtenlikle teşekkür edebilir?

Cevap: Bu yalnızca grupla bağ kurma vasıtasıyla olur. Olumsuz bir duygu hissettiğiniz ve bununla birlikte yalnız kalmak istediğin, içinize kapanmak ve sinmek istediğiniz an, hemen gruba gitmeli, kendinizi ona adamalı ve onun içinde erimelisiniz. Bu, acıdan kurtulmanın en iyi yoludur.

Soru: Öyleyse, grubu olmayan bir kişi acı çekmeye mahkûm mudur?

Cevap: Grup olmadan kişi gelişemez. Kişi, kendisi için fiziksel veya sanal bir grup bulmalıdır çünkü kişi, diğer insanlarla bağ içinde olmalıdır.

Twitter’da Düşüncelerim / 27 Ocak 2021

İnsanlık ıslah yolunda ilerledikçe, belirli halkalar, maskeler ve benzeri şeylere karşı o kadar güçlü yükselir. İnsanlığın gelişimi, egoizmin ıslahına doğru bunu yapmaya zorlar. Çünkü onlar genel egoizmin temsilcileridir.

Yeni Bir Hayatın Doğuşunun Mucizesi

Gebe kalma, hamilelik ve doğum, herhangi bir gelişim sürecinin ana unsurlarıdır. Bu maddi süreçlerde bile bilinmeyen, gizli ve kontrolümüz dışında olan pek çok şey vardır.

Bu işin mekanizmasının inceliklerini anlamak ve hatta onu kontrol etmek ve içsel işleyişini bulmak zordur. Elbette, gebe kalma, Yaradan’ın gücüyle ilgilidir.

İnsan vücudunun doğuşu hayvansal seviyeye aittir ve insan seviyesindeki doğum manevi doğumdur. Yaradan tarafından yukarıdan kontrol edilen, kendi çabaları ve süreçleri sayesinde, üst gücün, üst sistemin, içinde doğmaya başladığı, dünyamızdaki bir kişiden bahsediyoruz. Bu sayede kişi, kendisine insan, Adem yani kendisinde gelişen bu üst sisteme, Yaradan’a benzeyen diyebilecektir.

Yeni bir yaşamın, bir hücreden birdenbire nasıl gelişmeye başladığına dair bazı gizemler olduğunu hissederiz. Bu, hücrenin gelişimini hızlandıran bazı bilinmeyen kuvvetleri içerir. Bunu sıradan, bedensel hayatımızda da deneyimliyoruz ve bu nedenle hamileliği ve bir kişinin doğumunu mucize olarak görüyoruz.

Ve dahası, maneviyatta da bu bir mucizedir. En zor şey, manevi dünyaya yani kişiye etki eden manevi güçlerin hissine ilk giriştir. Ruhunun bir noktadan gelişmeye başladığını ve ona etki eden güçlerle bağ kurduğunu hisseder. Bu, ruhun başlangıcıdır, bir damla manevi meniden gelen manevi gebelik.

Bu manevi gebeliğe ulaşmak, üst güç ile insanın güçleri arasında bir bağ kurmak, uzun yıllar alır. Kişide bu duyusal temas ilk kez olduğunda, onun üst güçle, Yaradan ile ilk bağı, onun tüm tutumunu kökten değiştirir.

Kendini ve Yaradan’ı ortaklar gibi görmeye başlar ve ancak tam iptal için hazır olduğu anda, yeni bir hayata başlayabileceğini anlar. Hayata, kendisine ve Yaradan’a karşı tüm tutumu değişir.

Önceden, her şey onun doğal, egoist arzusundan geliyordu. Ama şimdi egoizminden kopmaya hazır olduğunu, bunun için gerekli anlayışa ve güce sahip olduğunu ve kendini egoizminin dışında var olduğunu hayal etmeye ve ihsan etme uğruna hareket etmeye hazır olduğunu hisseder. Yani o anda herhangi bir kişisel yararı olmadan Yaradan için hareket etmek ister.

Alma arzusundan bu ayrılma, gebelik sürecinin bileşenlerinden biridir ve ondan sonrası manevi dünyada doğumdur.

Kişinin manevi doğumuna yol açan tüm eylemler, yalnızca bir grup içinde, grup aracılığıyla yukarıdan, Yaradan’dan güçler alarak gerçekleştirilebilir. Yaradan, grubun içindedir. Kişi kendisini ona teslim etmeye hazır olduğu ölçüde, kendisini bir insan olarak inşa etmesine yardımcı olan, ihsan etme güçlerini alır. Aksi takdirde, henüz gelişmeye başlamamış ölü bir meni damlası olarak kalacaktır. Gelişim için tüm güçler grup aracılığıyla, onlu aracılığıyla gelir. Bu nedenle, ancak onluyu nasıl toplayacağınızı, birleştireceğinizi ve buna nasıl dahil olacağınızı biliyorsanız, manevi doğum hakkında konuşmaya başlayabilirsiniz.

“Avrupa’nın Çöküşü – Dünyanın Bir Yansıması” (Linkedin)

Avrupa’da neler olduğuna bakın: Hollanda hükümeti çocuk bakım yardımları skandalı nedeniyle toplu olarak istifa etti; İtalyan hükümeti çöküşün eşiğinde, Almanya başbakanı Angela Merkel seçimlerden geri çekiliyor ve siyasi gelecek belirsiz; Estonya başbakanı Juri Ratas, yolsuzluk skandalı nedeniyle istifa etti ve hükümeti çöktü. Eğer bu yeterli değilse; Belçika ve Fransa’da göçmenlerin ve radikal siyasi grup üyelerinin camları kırması, arabaları ve bir polis karakolunu yakması ve düzinelerce kolluk kuvvetleri personelini yaralaması ile şiddetli ayaklanmalar patlak verdi. Yukarıdakilerin yanı sıra, Koronovirüs daha önce hiç olmadığı gibi yayılıyor ve aşıya ve kapatmalara rağmen her gün binlerce can alıyor.

Bu bir tesadüf değildir. Dünyanın bütünlüğünü, onun amansız birbirine bağlılığını deneyimliyoruz. Bizler her seviyede birbirimize bağımlıyız. Kovid-19, bizi bir yerdeki bulaşıcı hastalığın her yerde bulaşıcı olduğunu kabul etmeye zorladı. Şimdi, uyanışımızın bir sonraki aşamasına geçmek ve herhangi bir şeyde olan bir krizin, her şeyde bir kriz olduğunu anlamak zorundayız. Koronavirüs küresel ekonomiyi mahvetti, sayısız ülkede toplumu parçaladı ve sonuç olarak hükümetler dağılıyor. Bunların hepsi, aynı sürecin parçalarıdır; şu anda küresel bir domino etkisiyle parçalanmakta olan eski, bireysellik odaklı dünyanın çöküşü.

Kriz her yerde. Küresel karşılıklı bağlılık, küresel koordinasyon ve işbirliği esasına dayanır. Bizler birbirimize bağlı isek bunun bir anlamı olur ve bir şeyleri hepimiz için daha iyi yapmak adına işbirliği yapacağız.

Pek çok kişi, zaten birbirimize bağımlı olduğumuzu fark etmiş olsa da, bu yeterli değildir. Şimdi, birbirimizden sorumlu olduğumuzu da anlamamız gerekiyor! Şu anda ülkeler, inanılmayacak kadar dik bir kayaya tırmanan dağcılar gibi davranıyor. Hepsi birbirine bağlı olduğunun farkında, ama karşılıklı bağlılıklarını zirveye çıkmak için kullanmak yerine, onları bir arada tutan ipleri kopartmaya ve zirveye giderken birbirlerinin kafasının üstünden tırmanmaya çalışıyorlar. Herhangi bir acemi dağcı size böyle bir davranışın verebileceği tek bir sonuç olduğunu ve bunun da iyi bir sonuç olmadığını söyleyecektir. Yukarı çıkmanın tek yolu, birlikte, birbirini kollayarak, herkesin kayaya iyi tutunduğundan emin olarak ve eğer biri kayarsa, ayağını tekrar basana kadar diğerlerinin onu beklemesidir.

Artan küresel kargaşa, bize mutlak karşılıklı bağlılık içinde olduğumuzu ve herhangi bir ülkeyi devirmeye çalışmanın bir anlamı olmadığını, çünkü hepimizin onunla birlikte batacağımızı öğretmelidir. Amerika’daki başkanlık seçimlerinde ne olduğuna bakın; Birden bire fark ettik ki Amerika’daki seçimlere herkes burnunu sokuyor; Rusya, Çin, Ukrayna, İran ve hatta diğer ülkeler. Bilmediğimizi iddia etmenin bir anlamı yok. Başka yolu olamaz! Eğer bir ülkede olanlar diğer tüm ülkeleri etkiliyorsa, doğal olarak, bu diğer ülkeler her yerde olanları etkilemek isteyeceklerdir. Bunu herkes herkese yapıyor, bu nedenle bunun olmadığını savunmanın bir anlamı yok.

Sorun şu ki, böyle bir oyun ancak bu kadar uzun sürebilir ve bizler onun sonuna yaklaşıyoruz. Hükümetlerin ve toplumların hızla çöküşü, tam bir çöküşün eşiğine geldiğimizi gösteriyor. Bu gerçekleştiğinde, iki seçenekten biriyle baş başa kalacağız: İlki ve daha az olası olanı, hükümetler son dakikada güç açlıklarını kontrol altına alacaklar ve herkes tarafından kabul edilebilir ve dünyadaki tüm ülkelerin refahını garanti altına alacak dengeli bağlar kurmayı kabul edecekler.  İkincisi ve ne yazık ki daha muhtemel olan seçenek, acımasız çekişmenin tam bir yıkımla, bir nükleer dünya savaşıyla sonuçlanmasıdır. Geçtiğimiz aylarda yaşanan bölgesel çöküşler uyarı işaretleri idi. Eğer onlara kulak asmazsak, büyük olan takip edecektir.

“Manevi Uyanış Neden Bu Kadar Acı Verici?” (Quora)

Gecenin en karanlık zamanı, şafaktan öncedir. Aynı şekilde, Zohar’ın yazarları, insanlığın en karanlık zamanının, manevi uyanışından önce geleceğini belirtmiştir.

Kabalistler Rav Isaac Luria (Ari) ve Kabalist Yehuda Aşlag (Baal HaSulam),  Zohar’ın bahsettiği 20. yüzyılın sonundan 21. yüzyıla kadar olan zamanı işaret ettiler.

Baal HaSulam, çağımıza “son nesil” olarak atıfta bulundu. Bu ifade, kulağa geldiği gibi değildir yani bir kıyamet trajedisi zamanı değildir, tüm manevi koşulların nihai ve en yükseği olan, yüce bir manevi durumu tanımlar.

Kabalistler, bizim çağımızda, manevi yükselişin başlangıcına gireceğimizi ve sonunda insan evriminin son durumuna ulaşacağımızı ileri sürdüler.

Ancak, olumlu bir manevi dönüşümün gerçekleşmesi için, manevi olarak dönüşen bir sürece, kendimizi de gönüllü olarak vermeliyiz.

Sanki şu anda yeni bir çağa ve nesile doğmanın, doğum sancılarını deneyimliyoruz ve her doğumda olduğu gibi, süreç oldukça zor ve gayret gerektirir.

Bizim çağımıza kadar, yiyecek, seks, aile, para, onur, kontrol ve bilgi için bedensel arzulara göre gelişiyorduk ve çağımızda, diğer arzular gibi tam olarak saptayamadığımız yeni bir arzu hissetmeye başladık. Yeni ve daha yüksek bir seviyeye çekildiğimizi hissetmek yerine, şu anki durumumuzda artan bir memnuniyetsizlik hissederiz, arzularımız bizi doyurmakta başarısız olur. Gittikçe daha fazla bölünür ve birbirimize kızarız, kendimizi tatmin etmekte daha çok zorlanırız.

Maddi arzularımız arasında yeni bir manevi arzunun uyanışı böyledir. Nihayetinde, onu nasıl yerine getireceğimizi aramamız için böyle bir arzu ortaya çıkar, ancak bunu yapmak için, bu arzunun yerine getirilmesine rehberlik eden eğitimsel ve toplumsal etkilere ihtiyacımız vardır.

Bu yeni arzuyu yerine getirmek için bir metod keşfedip uygulayana kadar, geçmiş yaklaşımlarımız ve öğretilerimizle bunu ne kadar çok yerine getirmeye çalışırsak, o kadar çok krizle karşılaşacağız.

İlk manevi uyanışımızın bu kadar acı verici olmasının nedeni budur- çünkü bu yeni ihtiyaçla en iyi şekilde nasıl ilişki kuracağımız konusunda rehberlik olmadan, artan bir maneviyat ihtiyacı hissederiz.

Yeni ortaya çıkan manevi arzumuz için yeni bir metodun rehberliği olmadan, kendimizi her alanda, kişisel, sosyal, ekonomik, ekolojik ve küresel ölçekte daha fazla sorun ve kriz yaşarken buluruz.

Kabala bilgeliği, özellikle bu yeni ortaya çıkan arzuyu yerine getirmek için bir metod olarak geliştirildi. İlk kez 5000 yıl önce ortaya çıkmasına rağmen, Kabalistler, insanlığın bilgeliğe olan ihtiyacının henüz olgunlaşmadığını bildikleri için onu nesiller boyunca çoğunlukla gizli tuttular. Ancak, Zohar’ın yazarları, Ari ve Baal HaSulam gibi büyük Kabalistler, çağımızı insanlığın topluca bilgeliğe hazır hale geleceği ve onun sağladığı öğretiye açık olunacak bir çağ olarak belirttiler.

Başka bir deyişle, bizim çağımız şafaktan önceki karanlık olarak nitelendirilir ve çağımızın baskın duygularını sıkıntılar ve krizlerden tersine çevirmek için, yeni ortaya çıkan arzumuzu manevi olarak üretken bir yönde daha önce hiç yaşamadığımız yüksek bağ ve yücelik durumlarına nasıl yönlendireceğimizi öğrenmemiz yeterlidir.

“Işığı Karanlıkta Bulmak” (Linkedin)

Günümüzde ıstırap, kutuplaşma ve kafa karışıklığı insanların hayatlarında bolca yer almakta. Etrafımızdaki her şey kasvetli ve korkutucu göründüğünde, toplumun gitmekte olduğu ufku net bir bakış açısı ile görmek zordur, ama umutsuz bir durumda ışığı keşfetmenin de bir yolu vardır. Aslında yeni ve daha iyi bir gerçekliği mümkün kılan tam da bu zıtlıkların karşıtlığıdır.

Karanlık ve ışık arasındaki çatışma hemen hemen tüm hikâyelerimizde ve filmlerimizde tasvir edilmiştir. Her zaman iyi ve kötü karakterler vardır ve kahraman, özel niteliklerini, ihtiyacı olan herkese yardım etmek için kullanan kişidir. Ancak, kendi hikâyemize baktığımız açıya bağlı olarak, başlangıçta iyi olan karakterler kötüye dönüşür ve kötüler iyi olur. Bu, kendi yaşamlarımızdaki karanlık ve ışığın, her birimizin bireysel algısına göre değiştiği anlamına mı gelir?

Bireysel hayatta, cevap evettir. Ancak doğanın kanunları seviyesinden baktığımızda, tutarlı bir yapı fark edebiliriz; iyi, her bir parçanın diğerlerine yarar sağladığı ve tamamladığı yerde, doğanın tüm parçalarının olumlu ve faydalı bir şekilde bağlantı kurmasına yardımcı olandır ve kötü, insanlar arasında ayrılığa ve çatışmaya neden olandır.

Şayet hepimiz ışığa özlem duyuyorsak, neden dünyada karanlık var? Biz iyiyi ondan ayırabilmemiz için bu dünyada kötülük mevcuttur. Bu iki karşıt form her zaman mevcuttur. Eksi olmadan artı yoktur. Sadece zıtlıklar arasına onları etkili bir şekilde birbirine bağlayan bir şey yerleştirerek ikisinin de varlığından haz alabiliriz.

Bizler, başkalarının pahasına onlardan yararlanmaya çalışma eğilimimizin üzerinde her bir kişiye karşı olumlu bir tutum inşa etme sanatını öğrenmeye başlamalıyız ve her üyenin diğerleriyle ilgilendiği bir çevre oluşturmaya başlamalıyız.

Ancak, şu andaki dünya algımızda, birçok farklı, zıt ve hatta çatışan gruplar görüyoruz. Her biri kendi durumunu doğru, diğerlerini yanlış olarak görüyor. Aramızda böylesi bölünmeler çoğalırken insanlık nasıl ortak bir birlik koşuluna ulaşabilir?

Çözüm, onların arasında değil, farklılıkların ve ayrılıkların üzerine inşa edilmesi gereken bir birlik içinde bulunabilir. Böyle bir birlik için şöyle yazılmıştır; “Sevgi tüm günahları örter.”

Farklılıkları ve ayrılıkları kendi başlarına bırakın. Bırakın öyle kalsınlar. Onların farkında olun ve birbirimizden uzak ve zıt olduğumuzu anlayın. Farklılıklarımızın; her birimizin içinde doğup büyüdüğümüz egoist doğamızın birer parçası olduğu anlayışına ulaşmamız gerekiyor. Çünkü doğa her birimizi eşsiz görüş ve deneyimler bütününe sahip eşsiz bireyler yapmaya özen gösterdiğinden, yalnızca farklılıklarımız ve ayrılıklarımız dahilinde düşünmeye ve hareket etmeye çalışırsak, çok çeşitli toplumlar arasından her hangi bir birlikteliğin ortaya çıkmasını bekleyemeyiz.

Ancak, aynı zamanda şu da çok nettir ki; hepimizi bir seviyede birleştirmenin bir yolunu keşfedemezsek daha fazla ıstıraba katlanmaya devam edeceğiz. Öyleyse çözüm nedir?

Çözüm, anlaşmazlıklarımızın aynı seviyesinde bir birlik inşa etmek ve buna çabalamak değildir, ama onların üzerine çıkmak ve farklılıklarımızın üzerinde olumlu şekilde bağlanacağımız yeni bir tür realiteyi keşfetmektir.

Doğanın kanunları öyle bir şekilde hareket eder ki, eğer bizi ayıran şeyin üzerine çıkmaya çalışırsak, o zaman bize yardım etmesi için doğanın desteğini alırız. Böylesi bir eğilim ve çaba içinde, farklılıklarımızın üzerinde bağ kurmaya olan ortak çabamız vasıtasıyla onları harekete geçirmemizi bekleyen, doğada mevcut olan olumlu güçleri keşfederiz.

Düzenli hareketleri birlik olmak için eyleme geçirerek, herhangi bir anlaşmazlığın ve karışıklığın üstesinden gelmek için çözümü keşfedeceğiz. Bireysel, doğal karakterlerimizde farklı olsak da, farklılıklarımızın üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurma ortak eğiliminin daha büyük önem taşıyabileceğini ifşa edeceğiz ve bu bize birleşmek için güç verecektir.

O zaman, hepimizin birbirimizi desteklediği bir birlik formu yaratacağız. Başkalarına karşı olan olumsuz ve eleştirel duygularımızı kabul edebileceğiz ve onların üzerinde birleşebileceğiz. Bu, her birimizin bir beden içindeki hücreler ve organlar gibi hareket ettiği, birlikte, mutlu, kendinde emin ve güvende insanların olduğu bir topluluğun yaratımına hep birlikte dahil olduğumuz, ahenk içinde, bütün ve dengede bir dünya görmemizi sağlayacaktır.

“Kişinin Dindar Olmadan, Manevi Olarak Kabul Edilmesi Mümkün Müdür?” (Quora)

Evet, mümkündür. Din, almakla ilgili olan ve buna karşılık gelen niyetlere sahip olan bedensel alanda var olurken, maneviyat yalnızca ihsan etmeye odaklanmıştır. Ancak, insanların eylemlerine bakılırsa, bu oldukça belirsiz olabilir.

Maneviyat, yaratılışı asla farklı, karşıt ve çelişkili güçlere bölmemeyi, bunun yerine her şeyi, her şeyin arkasında konumlandırılan bir sevgi ve ihsan etme gücüne atfetmeyi gerektirir.

Manevi yükseliş, bize iyi ve kötü olarak görünen tek bir güce atfedilerek elde edilir. Başka bir deyişle, bizimle ihsan etme ve sevgi tutumu ile ilişki kuran üst güç, gelişimimizi her şeyin ardında konumlandırılmış tek bir gücün nihai keşfine yönlendirmek için, bizimle iyi ve kötü güçler aracılığıyla bir “sohbet” yürütür. Bu süreçte, bedensel gerçekliğimizde algıladığımız şeyin üzerindeki bu manevi güce yapışırız ve manevi merdivenin basamaklarını çıkarız.

Ancak manevi yolda olan insanlar, yetiştirilmeleri, eğitimleri, kültürleri ve kendi milletlerinin geleneklerinin bir sonucu olarak her türlü dini geleneği yerine getirebilirler. Dine bu şekilde davranmanın olumlu olduğunu düşünüyorum.

Yine de din, manevi ilerlemenin yerini almamalıdır çünkü ihsan etmenin ve sevginin manevi gücünün yüce edinimi, her şeyin üstünde ve ötesinde olmalıdır. Din, bizatihi kendisi bu edinime müdahale etmez. Bizi manevi edinimden alıkoyabilecek şey, yanlış bir şekilde dinin maneviyatın yerini alabileceğini düşünmektir. Başka bir deyişle, çeşitli fiziksel eylemlerde bulunmak ve belirli bir programa göre, yazılı kelimelere göre dua etmek bizi manevi edinime götürmeyecektir. Manevi gücün niteliklerini – sevgi ve ihsan etme- kendi niteliklerimiz ve ilişkilerimiz arasında, “Komşunu kendin gibi seveceksin” ilkesinde anlatıldığı gibi, uygulamayı hedefleyerek maneviyatı keşfederiz.

Başka bir deyişle, niyetler, düşünceler ve arzular son derece önemlidir ve eylemlerimiz ikincildir. Pek çok dindar insan, çocukluktan itibaren, düşünmeden bu eylemleri alışkanlıkla yürütür ve bunu yaparken manevi bir yükseliş yoktur.

Maneviyat yani sevme ve ihsan etme niyeti, bu nedenle dini eylemlerle değil, ortak bir niyetle başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurarak elde edilir. Ancak dini eylemler iptal edilmez. Onlar, manevi kökü simgeleyen bir dal gibidirler ve insanlar o kültürün içinde kalabilirler. Bu tür âdetler manevi ilerlemeye ne engel olur ne de yardımcı olur. Onlar sadece bize manevi eylemlerin var olduğunu hatırlatır ki bu da nesiller boyunca korunmalarının sebebidir.

Maneviyatın İlk Kavranışı

Pek çok grup fiziksel dünyadan manevi dünyaya geçişe yaklaştığında ve her onlu bunu kendi içinde birleştirmek ve gerçekleştirmek istediğinde, bu zaten çok büyük bir olaydır, ruhun doğuşudur.

Dünyasal yaşamdan biliyoruz ki, asıl mesele hamileliğin başlangıcıdır, korunmasıdır, böylece düşük yapılmaz ve sonrasında doğum yapılır. Bu, her türlü komplikasyonun mümkün olduğu çok karmaşık bir süreçtir. Ama bütün bunlar geçtiğinde ve bir kişi doğduğunda büyümeye başlar.

Manevi çalışmadaki en zor şey, maneviyatın ilk kavranışıdır: tüm onlu için tek olan, manevi nokta etrafında bağ kurmaktır. Eğer hepimiz onu anlarsak, gelişmeye başlarız, ondan daha fazla tatmin alırız.

Manevi gelişim süreci, inişler ve çıkışlar, alma niteliğinin dönüşümlü olarak büyümesi ve ihsan etme niteliğinden oluşur. Ne de olsa ihsan etme gücünü, onun eksikliğini hissetmeden alamayız. Ve bu yüzden önce egoizmin içine düşmeli, onun tüm kötülüklerini ve onu ihsan etme olarak ıslah etme gerekliliğini hissetmeliyiz.

Bu yüzden, atan bir nabız veya bir embriyoda meydana gelen süreçler gibi ileri geri sallanmaya devam ediyoruz. Ancak bu, ihsan etme gücünün yetkisi altında hareket etme arzumuza uygun olarak, bizim doğal alma arzumuzun üzerindeki ihsan etme gücünün çalışmasıdır.

Manevi dünyada doğumun başladığı yer burasıdır; bu, Üst güç bize karşı harekete geçsin ve istediği her şeyi bizimle yapsın diye, onluda kendini feshetme arzusuyla başlar. Yaradan gibi olmak için, kendimizi egoizmimizden tamamen ayırmaya hazırızdır.

Kişi bunu kendisi uygulamaya çalışırsa, kesinlikle düşük yapacaktır çünkü o, yalnızdır. Ama onluda, dostlarının arasında yer alırsa, o zaman bırakamayacaktır. Eğer bizler, aynı amaç için, aynı karşılıklı ihsan etme gücü ve birbirimizi desteklemek için birleşir ve çabalarsak, doğru şekilde gelişmeye başlarız.

Ve onludan ayrılır ayrılmaz, vücuttan kesilmiş bir organ gibi ölürüm ve kesinlikle bir düşük olacaktır. Sonuçta, maneviyat, bedenselliğin aksine mükemmeldir ve kısmi hiçbir şey olamaz. Birinin dışarı çıkması herkes için sorun yaratır.

Bu nedenle, aramızdaki bağı ve Yaradan’la olan bağı mümkün olan her şekilde korumak gerekir. Herkesin, diğerlerinin önünde kendini feshettiği ve herkesin Yaradan’ın önünde kendini feshettiği ölçüde, Yaradan’a, annenin rahmindeki bir damla tohumun kendisini annenin otoritesine vermesi gibi, bize bakma fırsatı veririz.