“Çocuk İstismarını Sonlandırmanın Bazı Yolları Nelerdir?” (Quora)

Çocuk istismarını sona erdirmenin nihai çözümü, zamanımızdaki tüm sorunlarımızı sona erdirmekle aynı çözümdür: Olumlu hale gelmeleri için bağlarımız üzerinde çalışmak ve başkaları için endişe duymayı kişisel endişenin önünde tutmak.

Örneğin anneler, toplumu değiştirmek için bir araya gelip bağlanırsa, böylece çocuklar ve bebekler etrafında karşılıklı bir endişe yeşerir, o zaman bu endişe tüm mesafeleri ve sınırları aşar. Böyle bir endişe, bu annelerin günde birkaç kez bağ kurması ve konuyla ilgili internette, televizyonda ve radyoda yapacakları programların yaratılması ve tüketilmesiyle ifade edilir ve bu da çocukların okullarda ve evlerinde neler yaşadığına dair farkındalık yaratır.

Böyle bir endişe, sadece anneler arasında bile olsa topluma yayılırsa, çocuk istismarı ile ilgili tabloyu ve çocukların yaşadığı diğer birkaç sorunu değiştirecektir. Ancak, şu anda bu durumdan uzaklar. Bu şekilde bağ kurmaya gerek duymuyorlar. Her anne sadece kendi çocuklarıyla ilgilenmektedir ki bu da yetersizdir.

Nitekim çocuk istismarını sona erdirmek, aynı endişeyi paylaşarak destekleyici bir ortam oluşturmayı, hepimizin birlikte bu ortak problemle ilgileneceğini, kendi çocuklarımızın yanı sıra diğer çocuklarla ilgileneceğimizi ve başkalarının da aynısını yapmasını gerektirir. Toplumda birbirimizin çocukları için böylesine karşılıklı bir endişeye ulaşana kadar, giderek daha fazla talihsiz çocuk istismarı vakası görmeye devam edeceğiz.

Burada özel bir güce, toplumu etkileyecek birleştirici bir güce ihtiyacımız var ve anneler bir araya gelip birleşmedikçe bu güç bizi es geçecektir.

En Yüksek Edinim Daima Bireyseldir

Soru: En yüksek bilinç belirli bir bireyde hissedilecek mi?

Cevap: En yüksek bilinç yalnızca belirli bir birey tarafından hissedilir. Aynı zamanda en yüksek bilince sahip ve hatta küresel bir grup vardır, ancak prensipte, her zaman herkes tarafından bireysel olarak algılanır. Tek bir grup olsa bile, yine de bunu kendi içimde algılarım. Ve dünyamızda nasıl algılarız? Yine sadece kendi içimde.

Soru: Kabalistik bir grubun üyeleri birleştiğinde ve karşılıklı olarak birbirine bağlandığında, üst seviye özün doğumunu incelemekteyiz. Bu net değil, bir hücrenin de bilinci var ama bu bilinç, hücrelerin birbirine bağlanmasının bir sonucu olarak benim bilincimle örtüşmüyor. Bu nasıl olur?

Cevap: Hayır, edinim her zaman bireyseldir. Başkalarıyla birleşsem ve kendi aramızda tüm bireysel özelliklerimizi içeren yeni bir genel duyu organı yaratsak bile, onu yine de kendi bireysel formumda hissederim. Hepsi benim orijinal niteliklerime bağlıdır.

Soru: Benim algıma göre, daha yüksek seviyelere yükseliyorum, sanki bu yüksek varlığın ‘Adem – insanı’ın bir hücresi oluyorum. Benim kişisel algım ve birleşik olanın sonucu aynı şey değil midir? Bu varlık ve ben gerçekliği nasıl hissederiz?

Cevap:  İşte bu grup algısı olasılığıdır. Diyelim ki, bir teleskopla bakıyorum, ama aynı zamanda algılıyorum da, bu benim, diğerleri değil. Başkalarıyla aynı şekilde bağlantılı olsam da, bu karşılıklı algı karşılıklı da olsa, yine bende algılanıyor. Kendimden hiçbir yere kaçmıyorum, çözülmüyorum ya da yok olmuyorum.

“Kendimi iptal ediyorum” gibi ifadeler kullanmamıza rağmen, bu bir metafordan başka bir şey değildir. Sonuçta, bu iptalde bile hala kendimi hissederim. Ve başka nerede hissedebilirim? Arzumun içinde. Hangi dönüşümü yaşadığı önemli değil, bunda hep aynıyım.

Yorum: Ama siz onlu vasıtasıyla hissedin, onluyu düşünün diyorsunuz.

Cevabım: Bu da benim arzumdur. Onlu ile birleştiğimde, bu benim arzumu temsil eder. Ve onluyla bağlantılı arkadaşların her biri, ona aynı dahiliyeti hissedecek ve bu dahil olma, her biri için bireysel olacaktır. Ve her birimiz başkalarını kendimizin bir parçası olarak hissedecek olsak da, sonunda bunu kendim aracılığıyla hissedeceğim.

Her birinin dahiliyeti ruhunun kökünden gelir ve bu bireysel olacaktır. Burada eşit olamayız. Diyelim ki şimdi ikimiz de su içiyoruz, ama sizin ve benim hissettiğimiz şeyi karşılaştırmak imkansızdır.

Soru: Yani, daha önceden hayal ettiğim gibi mutlak bir karışım yok mudur?

Cevap: Hayır. Aksine, birbirimizle tam olarak birleşemememiz, ancak sadece üstümüzde köprüler varmış gibi bağlanmış olmamız sayesinde – egoizm altta ve onun üstünde, bir köprü var – her egoizmin üstesinden geldiğimizde çarpılarak (çoğalarak) çok daha büyük bir izlenim ediniriz.

Aksi takdirde, birbirimizin içinde çözülür ve tüm doğayı, tüm yaratılışı eşitleyen ortak bir bütünü temsil ederdik.

Burada, algımızın Kabala’da söylendiği gibi 620 ile çarpılması gerçekleşir. Ancak genel olarak bu sonsuzdur. Bu nedenle, kolektif algı ayrı bir şeydir ve bireysel olan yine ayrı bir şeydir.

İhsan Etme ve Sevginin Niteliklerini Anlayın

Soru: “Yapacağız ve duyacağız” koşulu ne anlama geliyor?

Cevap: İhsan etme ve sevginin niteliğini kendi içimizde anlamaya çalışarak, aramızdaki bu koşulu yerine getirmeyi taahhüt ederiz. Ve sonra, bunu kendi içimizde ve aramızda fark ettiğimiz ölçüde, bize ne verdiğini, bizi nasıl değiştirdiğini fark edebiliriz.

Soru: Bir kişinin önce yapıp sonra duyması gerektiği ne anlama gelir?

Cevap: İlişkilerimizde, ihsan etme ve sevginin niteliğini mümkün olduğunca idrak etmektir. Ve sonra manevi niteliğin gerçekte ne anlama geldiğini anlamaya başlarız.

Soru: Bir hissiyatı “Duymak”, algılamak anlamına mı gelir?

Cevap: Evet.

“Birlik, COVID-19’la Savaşmamıza Nasıl Yardımcı Olabilir?” (Quora)

Bunu yazarken, Koronavirüs pandemisinin dünyayı vurmasının üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçti, etkileri hala çok güçlü hissediliyor ve insanlık virüsü henüz kontrol altına almış değil. Almanya başka bir tecrit yolunda, Fransa kilit altında ve Hindistan’da durum aşırılıklara ulaştı, Brezilya’da ise ölü sayısı sürekli artıyor.

Koronavirüsü belli bir süre insanlığın ortak sorunu olarak hissettik. Ancak şimdi, her ülkenin ayrı ayrı ele alması gerektiği hissiyatı var. BM Genel Sekreteri aşının küresel dağılımındaki eşitsizlikten şikayet ediyor ve bizler de pandeminin ne zaman ve nasıl biteceği sorusuyla baş başa kalıyoruz.

Birlik (ve tüm insanlığı kapsayan küresel birlikten başka bir şey değil), COVID-19 salgınını çözmenin anahtarıdır. Dünya çapında birleşip bu sorunla küresel olarak ilgilenmeye başlayana kadar, kendimizi önemsediğimiz gibi dünya çapında herkesi önemsediğimiz duruma gelene kadar, pandemi bize saldırmaya devam edecek. Bu salgından çıkmak istiyorsak birlik, karşılıklı önemseme ve karşılıklı destek gereklidir.

İnsanlığın, örneğin bazı ülkeleri karşılayabildiği için halkını aşıladığını, bazılarının ise bunu karşılayamadıkları için yapmadığını görmek yerine, tek bir aile olarak birlikte rıza ile çalıştığını görmemiz gerekiyor.

Doğa bu darbeyle hepimize aynı şekilde davranır. Bu nedenle, doğadan bizimle nasıl ilişkili olduğunu öğrenmeli ve kendimizle – tüm insanlığı tek bir varlık olarak – aynı şekilde ilişkilendirme yolunda adımlar atmalıyız. Bu nedenle, pandemiyi yenmenin anahtarı, mümkün olduğunca ilk ihtiyaç duyulan yerde yardım sunabilmektir. Bu, bireysel ve ulusal kaygılarımızın ötesinde küresel ilgi ve onay gerektirir.

Onluya Mağara Diyebilir Misiniz?

Soru: Çevreye ya da mesela içinde bulunulan onluya mağara demek mümkün mü?

Cevap: Elbette. Aslında mağara, dünyamızda bile sınırlı bir alanda yaratılabilen bir ihsan etme niteliği, sevgi niteliğidir.

Soru: Diyelim ki bir insan çevresinde böyle bir ortam yarattı ve birden orada ataları keşfeder. Ya da Adem ve Havva’yı. Bu nasıl anlaşılabilir?

Cevap: Bir kişi bütün dünyayı birlik içinde, ihsan içinde, karşılıklı bağ içinde görmek istediğinde, bu dünyada daha önce kendisinden gizlenmiş olan bu tür nitelikleri ifşa eder. İhsan etme, sevgi, birleşme ve egoizmin üzerine çıkma niteliğinin gerçekten var olduğunu hisseder. Onun için artık engel ve kısıtlama yoktur, o alanda, ihsan etme niteliğiyle yarattığı o güç ölçüsünde yaşar.

 

“Nefret Neden Var” (Linkedin)

Nereye bakarsanız bakın nefret var. Ülkelerin içinde toplumlar gittikçe daha küçük parçalara ayrılıyor gibi görünüyor, bu yüzden artık bu bir uluslararası ilişkiler meselesi değil ve her parça gerçeğin üzerinde bir tekele sahip olduğunu düşünüyor, bu da onun farklı düşünen herkes ile alay etmesini, küçümsemesini, ama esas olarak nefret etmesini haklı kılıyor. Ancak, nefretin bu endişe verici şiddetlenmesinin bir nedeni var: Onsuz kendimizi değiştirmek istemeyeceğiz.

Nefret, bizim doğuştan gelen doğamızdır, yazıldı gibi “Bir insanın kalbinin eğilimi, onun gençliğinden beri kötüdür” (Yaratılış 8:21). Aynı zamanda, doğanın geri kalanı da iyi bir eğilimden oluşur ve bu ikisi insanlık dışında her yerde dengelenir. “Eksik” olarak yaratılmamızın nedeni, bizi bilinçli olarak, kendi irademizle iyi eğilimi istemeye ve içsel kötülüğümüzde kalmaktansa eğilimlerimizi dengelemeye zorlamanın tek yolunun bu olmasıdır.

Bir yandan, başlangıçta bu iki eğilimimiz olsaydı, birbirimize, hayvanlara, bitkilere ve Dünya’ya verdiğimiz bütün zararı vermeyeceğimiz doğrudur. Öte yandan, gerçekliğin işleyişini anlamak imkansız olurdu çünkü ona ikinci bir düşünme vermeden, birbirimizle ve doğa ile doğal olarak doğru davranıyor olurduk. Bu, mükemmel insan hayvanları yaratırdı ama varoluşumuzun amacı olan insan olmaya asla gelemezdik.

Artık aramızdaki nefret apaçık ortada olduğuna göre, zıt niteliği geliştirebiliriz ve aslında geliştirmeye de başlamalıyız. Yapmalıyız çünkü yapmazsak, türümüzü ve muhtemelen Dünya yüzeyindeki her şeyi yok edeceğiz, ve yapmalıyız çünkü gerçekliğin nasıl çalıştığını öğrenebilmemizin tek yolu bu evren ve bütün gerçeklik. Ancak nefretin tam tersi olan iyiliğin ve sevginin niteliğini geliştirirsek, tüm doğanın nasıl işlediğine ilk elden tanık olabiliriz ve hayatlarımızı nasıl başarılı bir şekilde yöneteceğimizi öğrenebiliriz.

Ve bu zıt niteliği inşa etmenin yolu, birbirimiz iledir. Tıpkı şimdi birbirimizden nefret ettiğimiz gibi, bunun zıt duygusunu inşa etmeye başlamalıyız. Tıpkı doğanın hiçbir şeyi bastırmaması ve her şeyin mükemmel bir şekilde bir arada yaşamasına izin vermesi gibi, bu sevgiyi aramızda bastırmadan, nefretin üzerine inşa etmeliyiz. Başka bir deyişle, nefreti hissetmeli ve sevgiyi bizim için hissettiğimiz nefretten daha önemli hale getirmeli ve ona göre davranmaya çalışmalıyız.

Nefret gereksiz değildir; süreç için çok önemlidir. Nefreti hissetmeden asla sevmeye ihtiyaç duymayacağımızı ya da sevmeyi istemeyeceğimizi ve bu nedenle sevginin ne olduğunu asla bilemeyeceğimizi fark edersek, başlangıçtaki nefrete tam tersi bir duygu inşa edebiliriz.

Belli bir nefret seviyesinin üstesinden geldiğimizde, başka bir seviye ortaya çıkacak, daha derin, daha kötü bir seviye. Ama bunu da yalnızca sevgiyle örteceğimiz şekilde ortaya çıkacaktır. Ve nefret seviyesi öncekinden daha güçlü olacağı için, üstüne inşa edeceğimiz sevgi seviyesi de artacaktır.

Ödülü sevginin artması olduğu için, yavaş yavaş nefret duygusuna minnettar olacağız. Önce nefret etmedikçe sevemeyeceğimizi anlayacağız ve buna boyun eğmek yerine bir teşvik olarak kullanırsak daha sevgi dolu insanlar olacağız.

“Bu Hayatta Bazı İnsanlar, Özellikle Çocuklar ve Masumlar Neden Bu Kadar Acı Çekiyor?” (Quora)

Dünya acılarla dolu ve masum insanlara, özellikle de çocuklara yönelik cinayet, hırsızlık veya herhangi bir acıyı haklı çıkaramayız.

Bununla birlikte, maddesel yaşamlarımızdaki ıstırabın bizi bir miktar düzeltmeye (adaletin kabulüne ve mutluluk ve iyileşme hislerine) götürebileceğini hissetmeye başladığımızda, burada katlandığımız ıstırabı haklı çıkarmaya başlarız.

Hayatta yanlış hiçbir şey yapmayan çocuklar gibi masum insanların çektiği acıyı anlayamayız. Bu tür ıstırabın amacı, yalnızca bizlerin onun anlamını ve amacını aramamızı sağlamak içindir.

Sorun şu ki, neden acı çektiğimizi ne hissediyoruz ne de anlıyoruz ve bazı acılar çok şiddetli olabilir.

Dünyayı kasıp kavuran inanılmaz miktarda ıstırap var ve tüm bunlar, sonunda bizi daha akıllı olmaya ve burada olmamızın nedenine uyanmaya başlamaya teşvik eden genel bir arzuya bağlanır.

Adaletsizlik duyguları, anlamsızlık, amaçsızlık, boşluk, ıstırap ve hayatımızda neden her türlü olumsuz olgunun gerçekleştiğini anlamamak, ıstırabın nedeni ve nihayetinde hayatımızın anlamı hakkında soruları uyandırır.

İnsanlık ne kadar acı çekerse, acı çekmemizin nedenini ve yaşamın anlamını aramaya yönelmemize neden olan soru işareti formları da o kadar artar.

Bir Kadın Kabala’da Ne Bulur?

Soru: Kadınlar neden Kabala çalışmaya gelir ve neden bu kadar çoklar? Kabala’da ne bulurlar?

Cevap: Kadınlar bize çalışmaya gelirler, çünkü bu dünyada güvenebilecekleri hiçbir şeye sahip olmadıklarını, güvenebilecekleri bir yaşam partnerine sahip olmadıklarını hissederler; eğitilmesi, yetiştirilmesi, desteklenmesi gereken çocuklar hakkında tüm kadınsı, anne bakımı konusunda, eve bakma ve doğru aileyi kurma konusunda, bunları nasıl yapacaklarını bilmiyorlar. Ve erkekler de bilmiyor.

Dolayısıyla kadınlar bu şekilde her şeyin nasıl çalıştığına, her şeyin nasıl düzenlenebileceğine dair bazı cevaplar almaya başladıklarını ve bu nedenle Kabala’ya geldiklerini görürler. Her şeyden önce, evde, ailede, işte, yaşadıkları şehirde ve dünyada doğru atmosferi yaratabilmeleri için onlara bir tür güven, bir tür temel sağlar.

Soru: Manevi arzuları neden bu kadar büyüktür?

Cevap: Kadınların her şeyden önce maneviyat için değil, mücadele ettikleri için olduğunu düşünüyorum. Kabala’ya gelirler, çünkü materyalde kesinlikle karşılıksız bir varoluş görürler.

Neden ve ne için varız? Burada neler oluyor? Bu dünya nasıl düzenlenmeli? Çocuklarla doğru bir şeyler nasıl yapılır? Bunlara cevap yoktur ve kadın ne yapacağını bilemez haldedir. Varoluşla ilgili en önemli soruların cevaplarına sahipse, o zaman zaten sakindir.

Ve en önemli şey: “Çocuklarıma, bize ne olacak?” sorusudur. Hayatta, dünyada bu soru çok, çok canlıdır.

Kadın, her şeyden önce bunu cevaplamaya gelir. Ve burada söylenenlerin evrensel psikoloji, evrensel gelişim, evrensel ıslah vb. hakkında olduğunu anlamaya başladığında, ortaya çıkan tüm bu muazzam Kabala ölçeklerine rağmen – evrensel ve bunun ötesinde – kadınlar hala çalışmaya devam ederler ve bu gereklidir.

Bu, bilgi ve merak açısından değildir. Bir kadın için bu zorunlu olarak çok daha derindir. Üzerinde var olabileceği bir temel, bir kesinlik arar.

Bina’nın Koruyucu Gücü

Yorum: Bina genellikle suyu temsil eder, ancak bir mağarada havayı temsil ettiğini söylüyorsunuz.

Cevabım: Bu durumda Bina, hava gibidir. Bunların alegoriler olduğunu anlamalıyız. Birçok insan hala çeşitli mağaralarda veya barınaklarda yaşıyor, ancak bu onlara fazladan bir şey vermez.

Burada kastedilen şey, bir kişinin bilinçli olarak böyle bir durumu seçmesidir, böyle bir davranış modeli, onu dünya denilen egoizmin üzerine çıkaracak, böylelikle kişi Bina denilen özgeciliğin niteliğini, ihsan etme niteliğini, başkalarıyla bağ niteliğini kazanacaktır.

Kişi kendi çabalarıyla bu tür nitelikleri kendi içinde yaratır. O, ışığın, üst dünyanın, ihsan etme niteliğinin niteliğini kendine çeker. Bu, genel olarak, kişinin kendi içinde sığınak gibi bir şeyi oluşturduğu, Yaradan’ın gücü, Bina’nın gücüdür. Kişi, manevi dünyada tam olarak yükselip daha yüksek bir seviyeye çıkamasa da, en azından kendi koşulu içinde, kendisi için daha yüksek bir nitelikle dolu hayali bir şey yaratır ve onun içinde var olur.

 

Islah Metodunun Faydaları

Soru: Kabalistik ıslah metodunun özelliği nedir?

Cevap: Bize gerçek doğayı, onun bizden ne istediğini ve onunla yüzleşip onun gerçek yasalarını öğrenirsek nasıl mutlu olabileceğimizi ifşa eder.

Elimizi ateşe sokmayacağız, düz zeminde tökezlemeyeceğiz, birkaç yıl içinde ondan bir darbe alıp, susuz, yiyeceksiz ve temiz havasız kalacak şekilde hareket etmeyeceğiz. O bize yasalarını gösterecektir.

Kabala bilimi, Yaradan’ı ifşa etmenin bir metodudur. Ve Yaradan tamamen doğadır. “Elokim” (Yaradan) kelimesinin gematriası (sayısal değeri),  “Teva” ya (doğa) eşittir. Yaradan ve doğa bir ve aynıdır.

Kabala bizlere dünyamızda ve onun ötesinde işleyen tüm genel yasaları gösterir. Onları tanırsak, kaçınılmaz olarak doğru olanı yapacağız. Doğanın kanunlarını net bir şekilde anlamamız gerekir ve o zaman hata yapmayacağız. Kabala bize bu fırsatı verir.