Yaradan’ın İsimlerinin Özünü Anlamak

Soru: Üst güç hakkında konuştuğumuzda, sadece tek bir kelime kullanırız: Yaradan, yani yaratan biri. O’nun tüm isimlerinin özünü anlamak mümkün mü?

Cevap: Şimdi bununla ilgilenmenizi tavsiye etmem çünkü Yaradan’ın isimleri, bir kişinin ediminin dereceleriyle doğrudan ilişkilidir. Bunun nedeni, ruhun manevi dünyanın seviyelerinde yükselirken onların her birinde farklı isimler, tanımlar ve kodlar almasıdır.

Bu, orduda görev yapan ve rütbeler alan birine benzer: çavuş, teğmen, albay, binbaşı, general vb. Ve seviyelerin her biri kişinin ilerlemesini gösterir. Kişi burada da, ediniminin seviyelerine göre Yaradan’ı farklı isimlerle adlandırır. Bundan daha fazlası değil.

Yaradan’ı ifşa ederek ve O’na farklı isimler vererek (iyilik yapan, acımasız, inatçı, yardımsever),  O’nun ifşa ettiğiniz özelliklerini belirtirsiniz.

Ve O’nda, O’nun tüm özellikleri tek bir basit formdadır: sadece yaratılanları yükseltmek ve haz vermek amacıyla. Ama siz onları tek tek ifşa ediyorsunuz ve O’na farklı isimlerle hitap ediyorsunuz. Dolayısıyla bunlar Yaradan’ın isimleri değil, kişinin Yaradan’ı nasıl hissettiğidir. Bu tıpkı bir çocuğun bugün işlediği bazı suçlardan dolayı annesi onu azarladığı için, annesine kötü anne demesine benzer. Ama anne gerçekten kötü müdür?

Dolayısıyla, bu kelimeleri, isimleri ve unvanları Yaradan’ın Kendisine atfedemeyiz, ancak kişinin henüz düzeltilmemiş halinin bir sonucu olarak hissettiği şeye atfedebiliriz. Yaradan’ı tam olarak edindiğimizde, o zaman O, sadece iyi ve iyilik yapan olacaktır.

 

Dünyamızda ve Manevi Dünyada Ortak Bilinç

Soru: Bizim dünyamızda sözde kalabalığın bilgeliği vardır. Bu ortak bilinç ile manevi dünyadaki bilinç arasındaki fark nedir?

Cevap: Gerçek şu ki, dünyamızda ortak bir amaç için birlikte yatırım yapmak istediğimizde, kendimizi kısmen feshederiz (iptal ederiz). Bu nedenle, iyi genel bir sonuç elde etmek için herkes kendi fikrini ifade eder. Bu Kabalistik prensibi bir şekilde bilinçaltında kullanıyoruz.

Kendimi iptal ederek, başkalarına eklerim; “Haydi hep birlikte deneyelim.” Sonuç olarak, az veya çok mükemmel, her birimizin ayrı ayrı sahip olduğundan daha iyi bir şey elde ederiz. Bu, genel olarak doğru ilkedir.

Ancak Kabalistler, “Gelin, güzel bir talep oluşturmak veya bir muammayı çözmek için değil, aramızda herkesin kendini egoizmden arındırdığı boş bir alan yaratmak için birleşelim” der.

İşte o zaman kendimi uzaklaştırdığımda ve burada başkalarıyla birlikte olmak istediğimde, tüm parçalarımızı egoizmden arındırarak toplarız. Bu bilincin kişilerin kendileriyle hiçbir ilgisi yoktur. Temelde boştur, çünkü bizde yoktur. Onu sadece kendi çabalarımızla yaratırız ve o zaman daha yüksek bir seviye, daha yüksek bir bilinç onun içinde tezahür eder.

Soru: Jung, sözü edilen kolektif bilinç kavramını şöyle sunmuş: Grubun tüm üyeleri tarafından kabul edilen ve anlaşılan ortak arketiplere dayalı birleşme. Bu tür bir birlik ile kendini iptal etmeye dayalı bilinç birliği arasındaki fark nedir?

Cevap: Kabalistlerin farklı hedefleri ve farklı bir metodu vardır. Metot, hedefe, neyi başarmak istediğime bağlıdır. İhsan etme niteliğine ulaşmak, başkaları ile kendi üzerimde bağ kurmak isterim. Yani, içimde olmayan bir niteliği, benim üzerimde ortaya çıkacak şekilde kendimden tasvir etmek isterim. Bu durumda, ben sanki kendimi resmetmek istediğim temelim.

Soru: Öyleyse, fark bilgi alanıyla bağ seviyesinde midir?

Cevap: Elbette! Bu şekilde yükselirken, bu alana hiçbir kızgınlığımı, hatamı veya herhangi bir şeyi getirmem. Bunu yaptığım ölçüde, en azından ışımasının bir kısmını hissetmeye başlarım.

“Çalışmaya Kim Gelir” (Linkedin)

İnsanlar sık sık bana, Kabala öğrencisi olma olasılığı en yüksek kişinin kim olduğunu ve neden bazılarının onunla ilgilendiğini ve bazılarının istemediğini, hatta reddettiğini soruyorlar. İlk bahsettiğim şey, Kabala’nın, hayatın anlamını soran herkes için olduğunu yazan, Zohar Kitabı üzerine Sulam [Merdiven] yorumunun yazarı Baal HaSulam’ın bilinen sözleridir. Bununla birlikte, birçok insan hayatın anlamını sorar ama sonunda Kabala çalışmaz, bu yüzden Kabala çalışmaya gelen çoğu kişi sık sık hayatın anlamını sormuşken, hayatın anlamını soran herkes sonunda Kabala çalışmaz.

Covid, insanların kaygı düzeyini önemli ölçüde artırdı. Birçoğu hayatın anlamını sormaya başladı bile. Ancak, bu başlı başına ciddi bir Kabala öğrencisi olmak için yeterli değildir. İnsanlar salgın sırasında her türlü durumdan geçtiler: Görünürde hiçbir sebep olmaksızın darbelere maruz kaldılar, onlarla başa çıkamayacaklarını hissettiler, sonsuz bir hayatta kalma mücadelesine zorlandılar ve çoğu zaman arkadaşları, aileleri veya yetkililerden çok az destek aldılar. Bu tür koşullar, kişiyi neden cezayı hak ettiğini, bu hayatta neyin yanlış olduğunu ve başkalarının nasıl mutlu olurken kendilerinin olmadığını sormaya kolaylıkla teşvik edebilir.

Bununla birlikte, bir krizin ortasında dolaşan insanlar (genellikle) Kabala çalışmak için en iyi adaylar değildir. Kabala, öğrenci adına bağlılık gerektiren uzun bir süreçtir. Bu nedenle, Kabala çalışmaları için en iyi adayların, bir krizin ortasında olmayan, ancak daha önce birini (veya daha fazlasını) deneyimlemiş ve o zamandan beri hayatlarını istikrara kavuşturmuş olanlar olduğunu söyleyebilirim. Yine de, hayatın anlamı hakkındaki soru pes etmez. Bu olduğu zaman, bu, sorunun kişiyi ciddi ve kararlı bir öğrenci yapacak kadar derin olduğunun bir işaretidir.

Kişi Kabala çalışmaya başladığında yeni ufuklar açılır. Genişletilmiş gerçeklik algısı, öğrencinin alıştığı veya üzerinde büyüdüğü tanıdık normları ve sınırları aşar. Bu, hayatın yüklerinin çoğunu ve hepimizin sahip olduğu birçok “derin suçluluk duygusunu” alır çünkü işlerin nasıl yürüdüğünün farkına varılması, hepimizin ego odaklı olduğumuzu ve bu nedenle bencil olmanın değiştirilemeyeceğini ortaya çıkarır.

Bu bir öğrenciyi pervasız yapmaz çünkü Kabala bilgeliği, aynı zamanda egolarımızın efendisi olabileceğimizi de öğretir. Onu yok etmiyoruz veya bastırmıyoruz, daha ziyade gücünü olumlu amaçlar için kullanıyor ve ortak fayda için çalışmasını sağlıyoruz. Bu nedenle Kabala öğrencileri bir yandan çok bireyseldir, ancak diğer yandan topluma son derece bağlıdır ve herkesin başarısı için coşkulu bir şekilde işbirliği yapar.

Özellikle günümüzde, ego insan toplumunun her parçasını ve her bir kişiyi bireysel olarak yok ederken, egoyu nasıl dizginleyebileceğimizi ve onu yapıcı bir şekilde nasıl kullanabileceğimizi bilmek özellikle önemlidir. Bu nedenle, Kabala öğrenmeye hazır ve istekli olanların çalışmalarından ciddi anlamda kazanacakları çok şey vardır ve toplum, onların öğrenmelerinden kendilerinin kazanacağından daha fazlasını kazanacaktır.

Yanlış Bilgilere Karşı Koruyucu Kabuk

Yorum: Medyada şu anda, bir aşırı uçtan diğerine giden bir eğilim var. Bazı medya sürekli olarak olumsuz olayları ele alır. Diğerleri bu olayları geçiştirmeye çalışır ve yalnızca iyi haberleri göstermek isterler; kötü haber yok gibi görünür. Görünüşe göre insanlık artık ne yapacağını bilmiyor.

Cevabım: Önemli olan şu ki, eski filmler ve iyi haberler insanları sakinleştirir. Yararı yoksa neden tüm kötü şeyleri görmek istesinler ki? Kabuğumda, sözde sabun köpüğünde, her türden pembe dizilerle yaşamayı ve iyi hissetmeyi tercih ederim.

Bir düşünün, hayat akıp gidiyor, ben de onu hoş bir şekilde geçireceğim. Neden kötü haberleri dinleyip cinayetler ve sürekli çete kavgaları veya mahkeme salonu kavgaları hakkındaki bu korkunç filmleri izlemeliyim?

İnsan, sonunda ondan bıkmaya başlar, bu dünya ile temas kurmak istemez ve kendi dünyasına çekilir. Bu yüzden sürekli etrafımızda bir tür koruyucu kabuk inşa ediyoruz.

Bunun kesinlikle doğru olduğuna inanıyorum. Sonuçta, aldığımız bilgiler kusurlu ve önyargılı. Bazıları, reytinglerini yükseltmek için onları sansasyonelleştirmektedir. Bu nedenle, konuları çarpıcı görünecek şekilde saptırır, her şeyi dünyanın sonu gibi gösteren manşetlere sahip makaleler yayınlarlar. Bakıyorsunuz ve içinde hiçbir şey yok, hatta yazıları bile vasat.

Soru: Bu içsel boşluk nereden geliyor?

Cevap: Bundan biraz para kazanmak için, herkesin öne çıkması gerekiyor. Olan şey budur. Tabii ki sonunda boşluk var.

Bu nedenle bunu yapmayı reddedenler haklıdır. Gerçeği reddetmiyorlar, tüm bu muhabirler ve yapımcılar tarafından oynanmakta olan yalanları reddeiyorlar ve onlar için daha hoş ve daha iyi olana giriyorlar. Onları tamamen anlıyorum.

Ama hayat sakinleşmelerine izin vermeyecek çünkü sorunun çözümü bu değil.

Mağara Hem Koruyucu Hem De Muhafızdır

Soru: İlginçtir ki bir mağara dünyada yaşayabileceğiniz özel bir yerdir. Ne var ki esas olarak yeryüzünde yaşamak imkansızdır.

Kabala’nın bakış açısından dünya Ratzon’dur, arzudur ve orada hayat yoktur. Ve aniden, dünyada yaşayabileceğiniz bir yer olduğu ortaya çıkıyor. Bu nedir?

Cevap: Doğa (doğal olarak) veya insan (yapay olarak), bir insanın mağaranın dışındaymış gibi var olması için gerekli tüm koşullara sahip bir yer yaratır. Bu durumda mağara hem koruyucudur hem de muhafız.

Zohar Kitabı’nın yazarı Rabbi Şimon ve oğlunun uzun süre bir mağarada yaşadığını biliyoruz. Kaynakların bize söylediği gibi, atalarımızın çoğu bu tür yerlere yerleşmişti.

Ancak mağaranın anlamı, toprağın herhangi bir yerine kazmak ve birinden saklanmak değildir. Onun anlamı manevidir.

Yani, bir yandan, genel olarak kişi fesih olur ve herkesten gizlenir. Diğer yandan, Bina ve Malhut’un niteliklerini, üst dünyanın ihsan etme niteliğini ve alt dünyanın alma niteliğini, alçakgönüllülüğü içinde birleştirir.

Böylece, genel olarak insan yaşamına uygun hiçbir şeyin olmadığı yeryüzünde böyle bir yer oluşturur, onun içinde (Malkut’ta), havaya (üst dünyaya) eşit koşullar yaratır ve böylece yaşar. Diğer bir deyişle, İhsan etme niteliği, Bina sayesinde bir mağarada yaşayabilirsiniz.

Tora’yı Almadan Önce ve Sonra İsrail Halkı

Soru: Sina Dağı’nda Tora’yı almadan önce ve sonra insanlar arasındaki fark nedir?

Cevap: Tora’yı almadan önce, insanlar sadece bir insan topluluğu olarak kabul edilir.

Soru: Ama neden? Sonuçta, Mısır’da onlar zaten “İsrailliler” olarak adlandırılıyordu?

Cevap: Doğal özlemlerinden dolayı böyle adlandırıldılar. Ama ne anlama geldiğini bilmiyorlardı ve anlamadılar. Bu nedenle, manevi koşulları hakkında söylenecek hiçbir şey yok, sadece minimaldi.

Mısır’da kaldıkları sürenin ikinci yarısında ve daha sonra, oradan çıkma girişimlerinde kendilerini kısmen egoist bir esaret içinde hissetmeye başladılar.

Ancak Sina Dağı’na yaklaştıklarında, Tora’yı, üst gücü, ihsan etme ve sevginin niteliğini kabul etme ihtiyacı ile karşı karşıya kaldılar ve kendilerini ıslah etmek için bu niteliği kullanmaya başladılar, sonra yavaş yavaş Tora’nın ışığının anlamını ifşa ettiler.

Işık, tüm 620 egoist niteliğiyle insan doğasını,  “kendisi için almaktan”, kendini tatmin etmekten, başkalarını memnun etmek ve doldurmak için ihsan etme niteliğine dönüştürmelidir.

Böylece, başlangıçta İbrahim, ihsan etme niteliği için çabalayan insanları çevresinde topladı. Bu nedenle onlar, doğrudan Yaradan’a doğru “İsrail” (Yaşar-El) olarak adlandırıldılar.

Sonra, kendilerini, egoizmlerini incelemeye başladılar yani “Mısır’a girdiler”. Ve ancak Mısır’dan ayrıldıktan sonra egoizmlerinin ıslahı başladı, onlara Tora ve egoizmlerinin ıslahları için talimatlar verildi. Bu, Tora’yı almadan önce ve sonra insanlar arasındaki farktır.

Dünyanın Mükemmelliği İnsanın Mükemmelliğidir

Dünyanın mükemmelliği, insanın içsel mükemmelliğine yani insanların birbirleriyle olan bağına bağlıdır. Başlangıçta, bağ, bilinçli olarak ıslahları üzerinde çalışan onlularda gerçekleşir, ancak sonunda tüm dünya onlara katılmalıdır.

Genel ve eksiksiz bir bağdan bahsediyoruz çünkü tüm rahatsızlıkların ötesinde, bu bağın ölçüsünde genel bir ıslaha geliriz ve ancak bu koşullar altında herkes için iyi bir yaşam bekleyebiliriz.

Son ıslaha ulaşmak için, ıslah eden ışığı tüm dünyaya çekmemiz gerekiyor. Kabala’yı yaymanın bu kadar önemli olmasının nedeni budur. Ve yaymak sadece materyallerin kitle iletişim araçlarında yayınlanması değil, dünyayı yukarıdan gelen özel bir ışıkla etkilemektir; ki bu da Kli’miz aracılığıyla, onlularımız aracılığıyla insanların geri kalanında manevi ilerleme, bağ kurma, üst dünyayı edinme arzusunu uyandırmak için, getirmek istediğimiz şeydir.

Bir insanın ne hissettiği ve ne yaptığı önemli değildir, ancak sonunda, istisnasız bu dünyanın tüm sakinleri en azından bir dereceye kadar genel ıslahlara katılmak ve böylece ruhlarını ıslah etmek zorunda kalacaklar.

“Neden Dünya’yı Koruyalım?” (Linkedin)

İklim krizi tırmanırken ve aşırı hava durumu giderek artarken, uzmanlar geri dönüşü olmayan noktaya ne kadar yakın olduğumuza ciddi şekilde kafa yoruyorlar. CBS News, 26 Nisan’da bir rapor yayınladı, iklim krizinde küresel bir lider olan Profesör Timothy Lenton’a göre, “Batı Antarktika buz tabakasının bir devrilme noktasını çoktan geçmiş olabileceğini” bildirdi. CBS News ayrıca diğer uzmanlarla da konuştu ve “Mesaj oybirliğiyle verildi: Değişiklikler beklenenden daha hızlı gerçekleşiyor ve iklim sistemindeki devrilme noktalarına ulaşma şansı, sadece on yıl önce uzak ve çok uzak görünüyordu, ama şimdi çok daha olası ve daha acil görünüyor. Lenton, “Bu yüzden tehlikeye dikkat çekiyordum,” dedi. “Sadece on yıl içinde risk seviyesi belirgin bir şekilde yükseldi – ki bu da acil eylemi tetiklemeli.””

Benim görüşüme göre, soru, yıkım noktasına vurup vurmadığımız veya bu noktaya ulaşmaya yakın olup olmadığımız değil. Sormamız gerekenin, Dünya’nın buna mahkûm olup olmadığı ve bizim buna mahkûm olup olmadığımız değil, daha ziyade neden şimdi biz buradayız sorusu olduğuna inanıyorum. İçinde yaşadığımız evren yaklaşık on dört milyar yıldır burada. Dünya yaklaşık 4,5 milyar yıldır varlığını sürdürmekte ve Dünya üzerindeki yaşam, Dünya’nın oluşmasından birkaç yüz milyon yıl sonra başlamıştır. Atomlardan moleküllere, moleküllerden tek hücreli yaratıklara ve tek hücreli yaratıklardan Dünya’daki suda, karada ve gökyüzünde sayısız yaşam biçimine evrimleştik. Sonunda, son birkaç yüz bin yılda insanlık ortaya çıktı. Yavaş yavaş, gezegenin yöneticileri haline geldik, toprağını, florasını ve faunasını sömürerek, havayı, toprağı ve suyu kirletiyor ve güç ve zenginlik kazanmak için elimizden geldiğince hızlı bir şekilde Dünya’nın kaynaklarını tüketiyoruz. Bu yüzden mi buradayız, tüm bu zararı vermek için mi? Belki de cevabı bilseydik, her saniye gezegene verdiğimiz bu akıl almaz zararı vermezdik. Bu nedenle, burada olma amacımız, cevaplamamız gereken anahtar sorudur. Eğer cevabını bilirsek tüm sorunlarımızı çözer ve gezegeni kurtarırız.

Geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca, emisyonları azaltmak, kirliliği azaltmak ve gezegeni sömürmemizi azaltmak için sayısız taktik ve girişim denedik. Hiçbiri işe yaramadı. Dahası, sadece gezegenimizi değil, gezegendeki tüm yaşamı sömürüyoruz ve birbirimizi sömürüyoruz. Bizi karakterize eden “başkalarına kötü muamele” tüm alanlarda belirgindir, bu da sorunun, örneğin yenilenebilir enerjiye geçmekten veya ormansızlaşmayı engellemekten çok daha sistematik ve köklü olduğu anlamına geliyor. Tüm sıkıntılarımıza neden olan sorun biziz veya daha doğrusu doğamızdır – insan doğası. Bu gezegendeki diğer varlıkların aksine, birbirimize, tüm canlılara ve yuva dediğimiz gezegene karşı sömürücüyüz, kaba ve tacizciyiz. Aslında o kadar kalpsiziz ki yaptıklarımızın, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini mahvedeceğini bilsek bile açgözlülüğümüzü engelleyemiyoruz. Yaşayacak bir ev yerine, onlara gezegen büyüklüğünde bir çöp yığını veriyoruz. Hangi iyi ebeveyn bunu yapar? Elbette hiç biri, ama biz iyi ebeveynler değiliz.

Yine de her şey bitmiş değil. Koronavirüs salgınının başlangıcında neredeyse tüm dünyada empoze edilen ilk kapanmada, dünyanın dört bir yanından doğanın direncinin birçok örneği, Dünya’nın düşündüğümüzden çok daha güçlü olduğunu ve uzun süreli insan sömürüsünden bile kurtulabileceğini kanıtladı. Bu nedenle, tek sorunumuz olan insan doğasını çözersek, doğanın geri kalanı hızla iyileşecek ve gezegensel denge yeniden sağlanacaktır.

İnsan doğasını değiştirmek, ilk bakışta, kişinin kendini bir bataklıktan kendi saçından tutup çıkarması gibi imkansız görünebilir. Ancak bunu nasıl yapacağımızı doğadan öğrenebiliriz. Doğada işler kendi çevrelerine göre değişir. Adaptasyon, herhangi bir türün hayatta kalmasının anahtarıdır. Eğer bizler bir dostluk, karşılıklı sorumluluk ve şefkat ortamı yaratırsak, doğamız çevresine uyum sağlayacak ve aynı şekilde olacaktır. Kendimizi değiştirmemize gerek yok, sadece yüzeysel davranışımızı değiştirmemiz gerekiyor. O zaman, tüm toplum nazik davranırsa, insanlar gerçekten nazik olacaklar. Nasıl acımasız bir ortamda yaşamak, orada yaşayan herkesi doğası gereği acımasız olmasa bile acımasız olmaya zorlarsa, bunun tersi de geçerlidir.

Bir kez sosyal çevremizi dost canlısı ve saygılı hale getirdiğimizde, kendi doğamız dost canlısı ve saygılı hale gelecektir. Dostça ve saygılı olduğumuzda, sömürücü olmayı bırakacağız. Sömürüden vazgeçtiğimizde, birbirimizi, diğer canlıları ve bir bütün olarak gezegeni kötüye kullanmayı bırakacağız. Görünen o ki kendimizi ve gezegenimizi kurtarmak için tek odak noktamızın sosyal çevremizi düşmanca olmaktan dostça olmaya, istismarcı olmaktan saygılı olmaya dönüştürmek olmalıdır. Diğer her şey hızla takip edecektir.

Dahası, içsel doğamızın kodunu dönüştürmek, bize şu anda tasavvur edemediğimiz alemleri ifşa edecektir. Sadece kendimize konsantre olduğumuz sürece, gördüğümüz tek şey kendimiziz. Ancak burada bulunmamızın amacı, kendimizin çok ötesinde büyümek, tüm gerçekliği kavramak, neden var olduğumuzu, neden yaşam ve ölüm, yaratılış ve yıkım olduğunu ve her şeyin nasıl birbirine bağlı olduğunu en derin düzeyde anlamaktır. Sadece birbirimizi düşünmeye başlarsak kendimizi düşünmeyi bırakırız ve ancak kendimizi düşünmeyi bırakırsak çevremizdeki dünyayı gerçekte olduğu gibi algılamaya başlayabiliriz. Bu yüzden hayatlarımızı, gezegenin refahını ve hatta mutluluğumuzu güvence altına almak için sormamız gereken tek soru “Neden buradayız?”

Grubun Duası

Soru: Grubun duası nedir? Bir masa etrafında oturup, bir çalıştayda olduğu gibi birlikte mi çalışmalıyız yoksa Siddur’u veya kaynaklardan bir şeyler mi okumalıyız?

Cevap: Grubun duası, herkesin aynı şeyi hissettiği zamandır. Tüm dostların kalbinde tek bir duygu olduğu zaman.

Aylardır Yaradan ile temas halinde olmanın önemini, O’nu bize nasıl bağlayacağınızı, O’nun grup üzerindeki etkisini nasıl uyandıracağınızı ve O’nun dikkatini nasıl çekeceğinizi konuşuyorsunuz. Düşüncelerinizi sürekli olarak tek bir fikre odaklayarak, görünüşte O’na hitap ediyorsunuz. O’nunla temas içinde olmak istiyorsunuz ve bunu O’ndan talep ediyorsunuz. Dua budur.

Elbette Siddur’u okuyabilirsiniz. O, 2,500 yıl önce, büyük Kabalistler olan Büyük Knesset üyeleri tarafından yazılmış ve düzenlenmiştir.

Onlar hissettikleri ve gördükleri hakkında yazdılar. Bu dualar, bu nedenle mutlaktır ve herkes içindir. Bunları okuyan herkes en azından bazı eylemlerde bulunur, ancak O’na daha çok kalbimizden, grubun kalbinden dönmeliyiz.

Yaratılan Bağımsız Mıdır?

Soru: Yaratılış, Yaradan’ın eylemlerinin bir ifşası mıdır? Yaratılan bağımsız mıdır? Yaradan’dan özgür müdür?

Cevap: Kesinlikle hayır! Yaradan’dan herhangi bir şey özgür olabilir mi? Başlangıçta, ışığın etkisiyle alma arzusunu, egoyu yaratan üst güç vardır. Ego ikincildir ve Işık ilktir. Doğada bundan başka hiçbir şey yoktur.

Onların arasında her türlü farklı eylem gerçekleşir. Hepsi birbirlerine zıttır ve bağ ve iletişim içindedirler.