Category Archives: Uncategorized

Yılanın İnsanın İçindeki Niteliği

Adem ve Havva’nın kutsal kitaplara ait hikayesini manevi bir bakış açısıyla ele alırsak, önce Adem’in niteliği kişinin içinde ortaya çıkar: kendini iyi, huzurlu hisseder, kimseye zarar vermez. Sonra Havva’nın egoist niteliği ve ardından yılanın niteliği ortaya çıkar.

Adem ve Havva egoizmlerini hissetmeye başladıktan sonra utanç duygusunu ifşa ettiler. Çıplaklıklarını gizlemek için giyinmeleri yani ihsan etmenin bazı niteliklerini edinmeleri gerekiyordu.

Kişi kendi içsel niteliklerini hissettiğinde, içindeki egoizmi hissettiğinde, ihsan etme niteliğiyle birlikte, birini diğerine karşı değerlendirir, kendini kötü hissetmeye başlar ve sanki bunu kendi içinde, kıyafetlerinin altına gizler.

Düşüncelerinizi ve Arzularınızı Nasıl Çözümlersiniz?

Soru: Arzularımı ve düşüncelerimi nasıl doğru bir şekilde çözümlerim? Bu çözümlemenin kriterleri nelerdir?

Cevap: Bunu kendi aranızda tartışmalısınız, ama kafanız karışmasın diye, sadece biraz. Elbette bunun hakkında okuyabilir ve derslerimizi dinleyebilirsiniz; büyük miktarda materyalimiz var.

Makaleleri okuyun, sistemli bir şekilde işleyin ve zamanla, sadece aranızdaki konuşmalarla ve kaynakları okuyarak sağlıklı ve mantıklı bir tutumun sizde yavaş yavaş oluşmaya başladığını göreceksiniz.

Soru: Bu, onları kendi başıma çözümleyemeyeceğim anlamına mı geliyor?

Cevap: Hayır, bunu kendi başınıza yapamazsınız, ancak grup kısmen yapabilir. Biri bir şey söyler, diğeri başka bir şey söyler ve üçüncüsü daha fazlasını ekler. Aranızda anlaşmaya varma girişimlerinizde, Yaradan size görünmeyen bir şekilde rehberlik edecektir. Aniden, biri aracılığıyla, ikinci veya üçüncü biri aracılığıyla, bir tür daha yüksek mantıksal düşüncenin açığa çıktığını görmeye başlayacaksınız. Yaradan bunu böyle yönetir. Bunu hissedeceksiniz.

Konuşmadan Önce

Soru: İnsanın nedenli ve nedensiz çok konuştuğu bir sır değildir. Bu durum başkalarını, toplumu ve kendini etkiler mi?

Cevap: Elbette, etkiler. Bu yüzden sükût altındır.

Soru: Kişi, söyledikleriyle ilgili bir tür hesap yapmak zorunda mıdır?

Cevap: Doğal olarak! Sonuçta, insanlar sürekli sohbet ettikleri için birçok sorun ortaya çıkıyor.

“Bilge geleceği görür” denir. Bu nedenle, ağzımızı açmanın ne gibi sonuçlar doğuracağını anlamalıyız. İlk olarak sonuçları önceden analiz edip tahmin etmeli, sonra konuşmalıyız.

Soru: Bunu öngörmeyi nasıl öğrenebiliriz? Çoğu zaman, kişi sonuçların ne olabileceğini görüyor gibi görünüyor, ancak değerlendirmelerinde hata yapıyor. Buna nasıl doğru bir şekilde yaklaşabiliriz?

Cevap: Kabala’da bu, çevrenin yardımıyla çözülür. Etrafımda, tercihen on kişiden oluşan doğru ortamı yaratmam gerekir. Ben onların önünde kendimi feshedersem ve onlunun görüşüne göre hareket edersem, o zaman yaptığım şey genellikle olumlu olur.

Dışsal Güçlerin Etkisi Altında Islah

Soru: Eğer zamanı geldiyse ve tüm insanlık, gelişimin bu aşamasında, duyusal olarak, örneğin “38” seviyesinde bağlı olmalıysa ve onlar “36” seviyesinde bağlıysalar; o zaman bu iki eksik adım aktive olur mu ve bazı dışsal güçler mi ıslaha başlar?

Cevap: Kendi içimizde duyusal düzeyde yeterince çalışmazsak, o zaman bu işi yapan dışsal güçler harekete geçer, elbette, arzumuz olmadan ve bizim irademiz ve isteğimiz dışında gerçekleştiği için bu çalışma kalitesiz olur.

Bu nedenle, çok uzun bir ıstırap döneminden geçmemiz, onların anlamlarını kavramamız ve ıslah etmemiz gerekecektir. Bu çok kötü, uzun bir yolculuktur.

Ve eğer birbirimize daha yakın olabilmek için nasıl hareket etmemiz gerektiğini anlasaydık ve bilseydik, o zaman doğadan gelen en küçük olumsuz dürtü bizi iter ve tüm işimizi yapardı.

Soru: Yani güçler ve niyetler seviyesinde, ıslah bir anda gerçekleşebilir ve eğer hali hazırda dünyamızın şartlarında kendini gösterirse, yıllarca, yüzlerce ve hatta binlerce yıl sürebilir mi?

Cevap: Evet, tarihte gördüğümüz budur.

Sadece Şimdiyi Yaşamak Mantıklı Mı?

Soru: Sadece anı yaşayıp geleceği düşünmemek akıllıca mı?

Cevap: Evet. Kişinin yapabileceği en akıllıca şey geleceği düşünmemektir çünkü gelecek aslında yoktur.

Şimdiki zaman,  her an yenilenir. Her an yenilenen şimdiki zaman, gelecektir ve benim istediğim aslında bu durumun içinde yaşamaktır.

Geçmiş, şimdi ve gelecek yanılsaması beni gerçekçi olmayan alanlara yönlendirmemeli. Sadece şimdi ne hissettiğimi biliyorum ve bir sonraki anda kendi duygularımı kendim inşa ediyorum. Bu, geleceğin dünyasının yaratılışıdır.

Aklın Sınırlarının Ötesinde Ne Vardır?

Soru: Yaklaşık yirmi yıldır Leningrad’daki Deneysel Tıp Enstitüsü’nün direktörlüğünü yapan ünlü sinirbilimci Bekhtereva, eserlerinden birinde şöyle yazmış: “Ben,  düşüncenin beyinden ayrı olarak var olduğunu ve aklın onu sadece uzaydan aldığını ve okuduğunu kabul ediyorum. ”

İnsan aklının sınırlarının ötesinde ne var?

Cevap: Aklımızın ötesinde tüm manevi dünya vardır. Sonuçta, akıl nedir? Ne manevi ne de maddesel dünyaya uymayan küçük bir egoist “büyüme”.  Bu nedenle, gerçekte olan, artan gelişimimiz ve hüsranımızdır: “Biz kimiz? Neyi anlayabiliriz ki?”

Soru: Yakaladığımız düşüncelerin, bir şekilde gerçekliğimizi yarattığı, insanın içinde ve dışında neler hissettiği anlamına mı geliyor?

Cevap: Bu gerçeği kendimize düşüncelerimizle tasvir ediyoruz. Aslında, içinde gerçek bir şey yok. Bu hayali bir gerçektir.

Soru: Neden düşündükleri insana öyle geliyor?

Cevap: Böylece ona gerçekten düşünüyor, var oluyor, bir şeyler yapıyor, yaratıyor gibi geliyor. Dahası, yaratılış eylemi şu düşüncelerle başlar: “Ben kimim? Ben neyim? Ben ne içinim? Neden? Kim beni böyle yarattı? Ben ne yapıyorum? Bu eylemlerde benim olan ve olmayan nedir?” Bana bazı düşünceler ve ilhamlar geliyor. “Onlar benim mi? Daha önce yoktular ama şimdi varlar.”

Yani, burada kişinin düşünmesi gereken bir şeyler vardır. Ama bu da işe yaramaz çünkü zaten gerçeği keşfedemeyecektir.

“Mutluluk Neden Zordur” (Linkedin)

Pek çok psikolog, kalıcı mutluluğun bir hayal olduğuna, mutlu olduğumuzda bile bunun sadece bir anlığına olduğuna inanır. Örneğin, Birleşik Krallıktan bilişsel davranışçı bir terapist olan Mandy Kloppers, mutluluk hakkında şunları yazıyor: “Hepimize bu mutluluğun ulaşılabilir şey olduğuna inanmamız öğretildi.” Ancak, “Bu yanılgı, mutluluğun zor olmasının nedenidir. Mutluluk tutarlı bir durum değildir, daha çok üzerinize gelip geçici bir duygudur. Özel bir an için gerçekten huzurlu hissettiğinizi ve dünyanızda her şeyin yolunda olduğunu fark edersiniz. Ancak bu durumu sürdürmek mümkün değil.”

Dahası, Psikoloji Profesörü Frank McAndrew, Psychology Today dergisinde 1960’lardan bu yana, “mutluluğu artırmak ve insanların daha tatmin edici bir yaşam sürmelerine yardımcı olmak amacıyla binlerce araştırma ve yüzlerce kitap yayınlandı. Peki neden daha mutlu değiliz? Neden kendi bildirdiği mutluluk ölçütleri 40 yılı aşkın bir süredir sabit kaldı? Sapkın bir şekilde, mutluluğu artırmaya yönelik bu tür çabalar, çoğu zaman tatminsiz olmaya programlanmış olabileceğimizden, akıntıya karşı yüzmek için boş bir girişim olabilir.” diye yazıyor.

Gerçekte, sadece çoğu zaman değil, her zaman tatminsiz olmaya programlandık. Bilgelerimiz bunu binlerce yıl önce Midraş’ta yazdıklarında dile getirmişlerdir: “Kişi elinde dileklerinin yarısı ile dünyayı terk etmez, yüz olan iki yüz ister; iki yüzü olan, dört yüz ister.”

Ancak, Kloppers’ın dediği gibi dünyamızda her şeyin yolunda olduğu hissi mümkündür ve hatta kalıcı olarak. Ancak bunu başarmak için ne arayacağımızı bilmemiz gerekir. Aslında, “memnun kalmaya programlanmış” görünmemizin tek nedeni, bizi mutlu edecek uyumlu durumu bulana kadar aramaya devam etmemizi sağlamaktır.

Mesele şu ki, bir kişi huzurlu olamaz veya dünyanın geri kalanı böyle hissetmiyorken her şeyin “dünyamızda doğru” olduğunu hissedemez. Biz, tüm insanlık ve aslında tüm gerçeklik, tek bir sistemiz. İçimizdeki belli bir organ hasta olduğunda kendimizi iyi hissedebilir miyiz? Bir makine, parçalarından biri bozulduğunda iyi çalışabilir mi? Mutlu olabileceğimizi düşünmemiz ve hatta bunun sürmesini beklememiz gerçeği, bağlılığımız konusundaki cehaletimizin düzeyine tanıklık ediyor.  Hepimizin birbirine ne kadar bağlı olduğunu fark etseydik, dünyadaki her insan ve var olan her varlık da böyle hissedene kadar mutlu olmayı, hatta mutlu etmeyi hayal bile edemezdik. Bu zor bir hesap olabilir, ancak bunun farkına varmak, mutluluğa ulaşmanın ilk adımıdır.

Tüm realite parçalarının bağlantılılık düzeyini idrak ettiğinizde, hayatın amacının bir kişiyle değil, herkesle ve her şeyle birlikte ilişkili olduğunu fark edersiniz. Yaşamın amacı, gerçekliğin tüm parçalarını uyumlu hale getirmektir. Bu nedenle, mutluluk kendi başına bir amaç değil, gerçekliğin tüm unsurları arasında uyum sağlamanın sonucudur.

Bugün hissettiğimiz mutluluk anları geçici ama değerlidir. Bize hayatta yaşayabileceğimiz duyumları hatırlatır, aynı zamanda henüz orada olmadığımızı gösterirler. Bu anlar bizi iyi hissettirdiği için değil, nihai hedefimizi hatırlattıkları için değerlidir: Gerçekliğin tüm parçaları arasındaki uyum, her bir parça aynı anda verdiğinde ve aldığında, aynı anda tamamen memnun olan ve tamamen memnun edicidir.

Bu durumda, her şeyin içinde eriyip giderken benlik duygumuzu kaybederiz. Bir kez orada olduğumuzda, gerçekliğin yalnızca bir parçası olmadığımızı, onu olduğu şekilde yaptığımızı; aynı anda onun efendisi, hizmetçisi, velinimeti ve yararlanıcısı olduğumuzu anlarız.

“Terörden Kim Yararlanır?” (Quora)

Terör, terör örgütleri dahil hiç kimseye fayda sağlamaz. İnsanlıktan olumsuz bir tepki alır ve kısa vadeli bir perspektifte, terör örgütleri amaçları doğrultusunda bazı kazanımlar elde edebilecek gibi görünse de, etkilerinden korktukları eninde sonunda kendilerine zarar vermekte ve dolayısıyla terör uygulayarak kendileri de zarar görmektedirler.

Ayrıca terör örgütlerine doğanın ve insanlığın birliği (hepimizin küresel olarak birbirine bağlı ve bağımlı olduğumuz ve her kişi, grup ve ulusun insanlıkta belirli bir rol üstlendiği) açısından bakıldığında, o zaman masum insanlara zarar verenler aslında dünyadaki kendi rollerine zarar verirler. Bu nedenle önce doğa onları cezalandıracaktır.

Hiçbir terör örgütü kalıcı bir başarı elde edememiştir. Bu tür organizasyonlara ve eylemlerine daha uzun vadeli bir perspektiften bakıldığında, esasen kendilerine ölümcül zararı davet ettiklerini görüyoruz. Bu yüzden onlara acıyorum. Dar, kısa vadeli bir bakış açısıyla, bunu göremiyorlar. Terörün kendilerini kurtarabileceğini ve olumlu dikkat çekebileceğini düşünüyorlar, ancak daha uzun zaman aralığı terörizmi kendine zarar verme olarak ortaya koyuyor.

Birbirimize bağlılığımızın ve karşılıklı bağımlılığımızın boyutu ortaya çıktığında, bu örgütler kendilerine nasıl zarar verdiklerini anlayacaklardır.

“Haklı Bir Savaş ile Kutsal Savaş Arasındaki Fark Nedir?” (Quora)

Bunu şöyle ifade ederdim: Haklı bir savaş, varlığını ve topraklarını savunmak için savaşan bir birey, bir grup veya bir ülkedir. Belirli güçler bireyi, grubu veya ulusu ortadan kaldırmak veya devirmek niyetiyle saldırırsa, kendini savunan özne, kendi yaşamını, halkının yaşamını ve sınırlarını kurtarmak için savaşma gerekçesine sahiptir. Bu ilke hakkında şöyle yazılmıştır: “Eğer sizi öldürmeye geldiyse, önce onu öldürün” (Tractate Sanhedrin, 72:1, Gemarah).

Ülkeler, belirli “insani” biçimlerde bile olsa diğer ülkelere saldırmamalıdır. Uluslararası güçlerin yardımını ancak barışı sağlamaya veya bir tür diyalog kurmaya çalıştıklarında kullanmalıdırlar. Ancak savaşmamalı ve askeri güç kullanmamalıdırlar.

Bu nedenle tek haklı savaş dış güçlerin öldürme kastıyla saldırması ve buna karşılık, kendini savunan birey/grup/ulusun saldırgana karşı ayaklanıp onları öldürme ve hatta savaşı ilk başlatan olma hakkına sahip olmasıdır. Ancak dış güçler, bir kişi, grup veya ulusa karşı onları öldürmek niyetiyle ayaklanmadıysa, bahanesi ne olursa olsun savaş açılamaz.

Reenkarnasyonun Anlamı

Facebook’tan soru: Önceki yaşamlarımızı hatırlamıyorsak reenkarnasyonun bizim için anlamı nedir?

Cevap: Bizim için reenkarnasyonun anlamı, tüm yaratılışın, Yaradan’ın, her şeyi dolduran gücün bilincine, bilgisine ve hissine dair yeni bir seviyeye ulaşmamızı mümkün kılacak duygu ve hislerin kademeli birikimidir.

Böylece gerçekten en yüksek düzeyde bir insan olabiliriz ve bugün yaşadığımız gibi, dünyayı yalnızca fizyolojik bedenimiz aracılığıyla, yani alma niteliği aracılığıyla algılayan bir hayvan olarak kalmayız. Aksine, dünyayı yeni, manevi bir beden aracılığıyla, ihsan etme ve sevgi niteliği aracılığıyla hissedeceğiz.

Reenkarnasyonun anlamı şudur: üst dünya doğru,  dünyamızdan çıkmak için yeterli miktarda hissiyat birikimi.