Category Archives: Uncategorized

Kabala’nın Dört Dili

Kabala’da ışığın üzerimizdeki etkisini ve bizim buna tepkimizi tanımlamak için kullanılabilecek dört dil vardır.

Talmud’un dili adli, hukuki bir dildir.

TANAH’ın dili (Tora, Peygamberler, Kutsal Yazılar) bir anlatıdır, edebi dildir, romanın dilidir.

Hagadot’un (efsaneler) dili çok geniş, ilginç bir dildir, ancak aynı zamanda çok anlaşılmazdır.

Kabala’nın dili, güçlerin birbiriyle bağlantılı olduğu ve birbirini etkilediği Sefirot ve Partzufim’in açık, tamamen matematiksel bir dilidir. Buna grafikler, çizimler vb. eşlik eder.

Buna uygun olarak, her biri bir veya öbür dile yakın dört tür ruh vardır. Doğal olarak, tüm ruhlar onları manevi köklerine göre anlar. Ama sonunda, geliştikçe tüm dillerin birbirine dahil olduğunu görürler. Ve ruhlar ortak gelişimlerine ulaştığında, o zaman tüm diller tek bir dilde birleşir.

Her insan kendi tarzında gelişir. Örneğin, özellikle yolculuğumun başlangıcında, çizimler, derecelendirmeler ve tanımlarla açık bir fiziksel ve matematiksel dil olan Kabala diline en yakındım. Bilimsel dil benim için en güvenilir olanıydı.

Ve sonra duyguların dili gelir, TANAH’taki gibi bir anlatı dili: Tora, Peygamberler ve Kutsal Yazılar. İzlenimlerinizi üzerine bindirdiğiniz edebi bir dildir.

Ardından, insanı iki dizgin gibi yöneten bir merhamet ve yargı ölçüsü olduğu gerçeğinden konuşurken, adli-hukuki dil ona katılır.

Ve daha sonra, ipuçlarıyla birlikte en zor, kafa karıştırıcı ve alegorik olan efsanelerin dili gelir. Ama öte yandan, bu efsanelerde her kelime bir tür muazzam izlenimi ifade eder. Ve buna dahil olduğunuzda yani yazarın manevi seviyesine ulaştığınızda, sade bir şekilde peri masalına dahil olursunuz.

Bu gerçekliktir ama çok geniş, zengin ve etkileyicidir, tam bir peri masalıdır!

Arzular: “Romalılar” ve “Yunanlılar”

Soru: Yunan savaşları, Yunanlılar ve Yahudiler arasında değil, Helenleşmiş Yahudiler ile Yahudilerin geri kalanı arasında mı yapıldı?

Cevap: Evet, Yunanlıların kendileri savaşmadı. Helenleşmiş Yahudiler, Kabala yasalarına göre değil, özgür dünyanın yasalarına göre, özgürce, iyi yaşamak isteyen Yahudi seçkinleridir. Bu yüzden savaştılar.

Temel olarak, Romalılar ve Yunanlılarla olan tüm sözde savaşlar, İsrail halkının içindeki Yahudi savaşlarıydı.

Soru: İçimizde hangi arzulara “Yunanlılar” denir?

Cevap: Yaşama, eğlenme, daha yüksek güç arayışı sınırlarının ötesinde bir şey arama arzusudur.

Soru: “Romalılar” ile “Yunanlılar”ın arzuları arasındaki fark nedir?

Cevap: Romalılar temel olarak dünyamızda insanlar, her türlü taraf ve saflar arasında bir ilişkiler sistemi oluşturan arzulardır. Romalılar klasik sistemi kurdular.

Ve Yunanlılar daha çok doğayı anlamaya odaklanmışlardı, ama ilkel doğayı. Matematik, fizik, trigonometri, geometri— bunların hepsi Yunandır. Ve Romalılar Roma hukuku, insanlar arasındaki ilişkilerdir, ancak dünyamızın çerçevesi içindedir.

Her şey çok basittir. Buna Yahudilik de eklendiğinde biraz kafa karışıklığı oluyor ama genel olarak ortada bir şey yoktur.

Yunan İmparatorluğunun Tarihsel Rolü

Soru: Yaklaşık altı asırdır var olan güçlü Yunan İmparatorluğu neden çöktü?

Cevap: Görevini yerine getirdi.

Kabala’yı modern Yahudiliğe ve her türlü dine dönüştürmeye yardımcı oldu. Kabala ile İslam arasında bir köprü kurdu ve Ortodoks Hristiyanlığı yarattı.

Böylece Yunan İmparatorluğu tarihteki ara rolünü fiilen yerine getirdi.

Bizans, Yahudilik, Kabala ve modern dinler arasındaki kavşak noktasıydı.

İki Güç: Mordehay ve Haman

Soru: “Ester Parşömeni”nde iki güç tanımlanmıştır: Mordehay ve Haman. Onlar neyi temsil ediyorlar?

Cevap: Mordehay, ihsan etme, sevgi ve bağın niteliği olan Bina’nın gücüdür. Haman, bencil bir güçtür, ayırma ve yok etme niteliğidir. Ancak hiçbir kuvvet diğeri olmadan hareket edemez.

Onların doğru kombinasyonu,  bir yandan tüm bencil güçler korkunç formlarında var olurken, diğer yandan bağın gücü, sevginin gücü tarafından yönetilirken, tüm insanlığı eksiksiz, ideal durumuna getirmek için gereklidir.

O zaman negatif ve pozitif her iki kuvvet de, bir motorda veya bir tür makinede olan artı ve eksi elektrik kuvvetleri gibi, tüm insanlık için birlikte çalışır.

Bu nedenle, nasıl hareket etmemiz gerektiğini anlamamız gerekir.

Soru: Yani, her kuvvetin kendi işlevi vardır.

Peki o halde parşömen neden Haman’ın gücünün yok edildiğini söylüyor?

Cevap: Gerçek şu ki, burada hala birçok nüans var. Yok edilen güç değil, gücün nasıl doğru kullanılacağına dair egoist niyettir.

Soru: Haman, kişinin kendisi için alma arzusu değil, kendisi için alma niyeti midir?

Cevap: Kendi iyiliğin için niyettir. Alma arzusu nötrdür, doğanın kendisidir.

Musa İsrail Topraklarına Neden Girmedi?

Tora, Tesniye, 34:04-34:06: Ve Rab ona dedi: “Burası, İbrahim’e, İshak’a ve Yakup’a, ‘Onu senin soyuna vereceğim’ diyerek and ettiğim topraklardır. Gözlerinle görmene izin verdim, ama oraya geçmeyeceksin.”

Ve Rabbin kulu Musa orada, Rabbin sözü uyarınca Moab topraklarında öldü.

Ve O, onu Moab topraklarında, Beyt-Peor’un karşısındaki vadide gömdü. Ve bugüne kadar hiç kimse onun gömüldüğü yeri bilmez.

Soru: Musa neden İsrail topraklarına girmedi? Onca acıdan ve onca çalışmadan sonra neden oraya girmesine izin verilmedi?

Cevap: Musa, İsrail topraklarına giremedi çünkü son koşul, insanların son ıslahı henüz gerçekleşmemişti. Dolayısıyla Eretz İsrail seviyesinde olmaya hakkı yoktu.

Ratzon” kelimesinden gelen “Eretz“, tamamen Yaradan’a yönelmiş olan, O’nunla birleşme, bağ, ihsan etme ve yapışma arzusudur. Henüz böyle bir koşul yok.

Bu sadece en son nesilde olabilir ve kaynaklarda yazıldığı gibi biz bunun başlangıcıyız. Dolayısıyla, Musa zamanında, tarihsel bir bakış açısıyla konuşursak, bu gerçekleşemezdi.

Arzunun Farklı Seviyeleri

Soru: Bazen İsrail topluluğunun doğrudan Yaradan’a yönelik bir niyet olduğunu, bazen de vermek için olan bir arzu olduğunu söylüyorsunuz.

Ayrıca Kudüs’te inşa edilen Tapınağı da (Beit HaMikdash) kutsallık kabı veya ihsan etme arzusu olarak nitelendiriyoruz. Bunların hepsi farklı arzu seviyeleri mi?

Cevap: Bunlar, alma arzusunun ya da ihsan etme arzusunun farklı seviyeleridir.

Soru: Örneğin, Tapınak olarak temsil edilen ihsan etme arzusu ile İsrail Toprakları olarak temsil edilen arzu arasındaki fark nedir?

Cevap: Bunlar arzunun farklı seviyeleridir. Türlü türlü arzularınız varsa, iyi veya kötü bir şey için fark etmez, ve nasıl ki bu arzular farklı seviyelerdeyse, bu da öyledir. Yalnızca ihsan etme arzuları, doğadaki beş seviyenin tümüne karşı doğru tutumu içerir: cansız, bitkisel, hayvansal, insan ve Yaradan.

“Dünyanın En Büyük Hazzı Nedir?” (Quora)

Zıtlıkları uzlaştırmaktan daha büyük bir haz olmadığı yazılmıştır.

Çelişki, sanki bir pense arasına sıkışmış gibi bir kararsızlık halidir. Gerçeğin veya yalanın nerede olduğu ve nasıl davranılacağı hakkında hiçbir fikrimiz yoktur. Ancak bu çelişkiyi çözmemiz gerekir.

Çözüldüğünde, en büyük haz gibi hissedilir.

Eninde sonunda onların ortak kaynağından bir yardım talebine varabilmemiz için bize her türlü çelişkiler ve şüpheler verilir. Diğer bir deyişle, doğa, onların ortak kaynağında (doğanın daha yüksek gücü, deneyimlediğimiz her şeyin ardındaki saf özgecil nitelik) çözümlenmesine ihtiyacımız olduğu hissini bize getirmek için kasıtlı olarak karşıtları içerir.

Neden Kıskançlık Kötü Bir Şeydir? (Quora)

Tüketimci ve materyalist değerlerin bizi sardığı bir toplumda, kıskançlığı genellikle kötü olarak hissederiz çünkü bu bizi birbirimize karşı olumsuz bir rekabete sokar. Şöyle ki, kıskançlık bizi diğerlerinden daha zayıf, daha küçük, daha yavaş ve genellikle daha kötü hissettirdiği için, biz kendimizi daha kötü hissederiz. Aynı şekilde kıskançlık, kendimizi başkalarından daha büyük, daha güçlü, daha hızlı ve genel olarak daha iyi göstermek için onları çiğnemeye hazır olmamıza da yol açabilir.

Kıskançlığı kendimize, egolarımıza bir darbe olarak hissederiz. Bizler, haz almak için egoist arzulardan oluşuyoruz ve kıskançlık, başkalarının bizden daha çok haz aldığını veya bizim hiç haz almadığımız konumlarda onların haz aldığını hissetmemize neden olur. Bu nedenle kıskançlık, kendimizi diğer insanların aldığı hazlardan yoksun hissetmemize neden olur ve onların artı hazları -daha iyi sağlık, daha başarılı ilişkiler, daha fazla zenginlik, saygı, şöhret, güç veya bilgi olsun- onları görünüşte bizim üzerimize çıkartır.

Öğretmenim Rabaş, gittiği her yerde pijamalarını giymeyi çok istediğini söylerdi çünkü pijamaları en rahat kıyafetleriydi. Öyleyse neden yapmadı? Bunun nedeni, belirli bir kıyafet standardını dikte eden bir sosyal kıyafet kuralına göre uygunsuz olarak kabul edilmesiydi. Özellikle bir rabbi olarak, toplum içinde pijama giyerek, dedikodu ve aşağılama konusu olurdu. Bu nedenle, topluma uyum sağlamak ve dedikodu ve aşağılanmadan kaçınmak için, pijamalardan çok daha az rahat olmasına rağmen, toplum içinde kabul edilebilir giysiler giyerdi. Böylece toplumda dedikoduya ve aşağılanmaya maruz kalmama korkusu sosyal hayatımızın büyük bir kısmına yön verir.

Ancak kıskançlık kendi içinde ve kendi başına kötü bir nitelik değildir. Kıskançlığın olumsuz mu olumlu mu olduğu, toplumun neye değer verdiğine bağlıdır. Genelde kıskançlığı kötü hissederiz çünkü toplumdaki egoist niteliklere değer veririz, yani toplumda “daha büyük, daha güçlü, daha hızlı ve daha iyi” – belirli bir maddi başarı düzeyine ulaşma yolunda rekabet edebilecek insanları ararız. Bunun yerine, bir toplumun daha birlikte, fedakâr, nazik ve sevecen olduğu bir yerde, pozitif sosyal bağı önde gelen bir değer olarak takdir edersek, o zaman üyeleri daha mutlu, daha güvenli ve daha kendinden emin olur – aynı şekilde kıskançlık da tersine döner ve olumlu bir nitelik haline gelir.

Başka bir deyişle, toplumu saran, öncelikle sosyal dayanışmayı ve birleşmeyi güçlendiren katkılara saygı duyan ve değer veren insanların olduğu, toplum yanlısı bir atmosfer olsaydı, o zaman daha fedakar, ilgili, kibar ve sevgi dolu görünen insanlara imrenirdik. Bağ kurmaya değer verdiğimiz için, toplumda yayılan değerlere karşı olacağı için bu insanları aşağı çekmenin bir anlamı olmazdı. Aksine kıskançlık, başkalarını algıladığımız şekilde, daha özgecil, ilgili, nazik ve sevecen olmak için kendimizi değiştirmek istememize neden olurdu.

Böylece kıskançlık yalnızca olumlu olmakla kalmaz, aynı zamanda insan toplumunu iyileştirmek için kendimizi daha iyiye dönüştürmede kilit bir faktör haline gelirdi. Mevcut materyalist dünyamızda olduğu gibi her türlü manipülasyon, sömürü ve istismara yol açan kıskançlık yerine, toplum yanlısı niteliklere değer veren bir toplumda kıskançlık, birbirimizi daha destekleyici, teşvik edici olmamıza ve birbirimizi önemsememize yol açardı. Sağlıklı bir rekabet ortamı yaratacak, toplum üyelerini başkalarına ve topluma fayda sağlayarak kendilerini gerçekleştirmeleri için motive etmeye ve ilham vermeye hizmet edecektir.  Böyle bir toplum o zaman yeni mutluluk ve refah seviyelerine doğru yol alacaktır.

Bu nedenle kıskançlık kendi içinde ve kendi başına kötü değildir. Kötü ya da iyi olup olmadığı, toplumumuza nüfuz eden değerlere bağlıdır. Değerlerimizi egoist, bireyci ve materyalist değerlerden özgeci ve toplum yanlısı değerlere değiştirmeyi öğrenirsek, kıskançlığımız bu özelliklerin toplumda yaygınlaşmasına hizmet edecek ve bu da bizi daha mutlu, daha sağlıklı, daha güvenli ve daha kendinden emin insanlar yapacaktır.

Bir Düşünce Bir Arzu Geliştirebilir Mi?

Soru: Düşüncelerimiz arzumuzu geliştirebilir mi, eğer öyleyse nasıl?

Cevap: Düşünce arzuyu, arzu da düşünceyi etkiler. Bunu günlük mücadelelerimizde görüyoruz.

Bir şeye karşı çok küçük bir arzum varsa ama onu daha çok düşünmeye başlıyorsam ve bu düşünceleri sürekli geliştiriyor ve besliyorsam, sonuç olarak arzularım kat kat artıyor. Ve bunun tersi, arzu düşüncelerimizi etkileyebilir ve eğer arzu değişirse, belirli bir düşünce kaybolabilir.

Arzularımız esastır, oysa düşüncelerimiz arzuyu arttırmak, odaklanmak, biçimlendirmek ve yerine getirmek için bize verilmiştir.

Acısız ve Istırapsız Bir Hayat

Yorum: Fiziksel olarak hissettiğimiz acı, beyin yoluyla bilince kadar gider. Ve acının yoğunluğu benim ona karşı tavrıma bağlıdır.

Illinois’te bir hastanenin yanık bölümünde sanal gerçeklik kullanılmaktadır: Hastalar için bandaj değiştirirken hastalar sanal gözlük takar. Ve yanıkları düşünmek yerine kartopu ile oynarlar ve acı azalır.

Şu anda insanlık acı çekmekte. Bu fiziksel hale gelmektedir. Kişi bu acıyı azaltmak veya bir şekilde iptal etmek için ne düşünmelidir? Hangi “sanal gözlükleri” takmalıyım?

Cevabım: Bence en iyisi, doğanın bizi nasıl daha parlak bir geleceğe götürdüğünü düşünmektir. Çağımızın en güzel yanı, burada tarihteki şahsiyetler yoktur ama doğanın kendisi bizi alıp böyle hamur gibi yoğurur.

Soru: Peki bu acıyla baş edebilmek için neyi fark etmem gerekir?

Cevap: Doğanın ne yaptığını fark edin. O, planıyla bize yol gösteriyor. İnsanlık tarihinde ilk kez doğa, bir çocuk gibi kulağımızdan tutup doğru yere götürüyor.

Soru: Yani, şu anda yaşadığım bu acı anında, hepimizi çok parlak bir geleceğe, iyi bir ilişkiye, bir ışık dünyasına, bir içtenlik dünyasına götüren şeyin doğa olduğu gerçeğini inşa etmeye başlarsam, o zaman acım azalmaya başlayacak mı?

Cevap: Duracaktır! Çünkü acı, ilerideki hedefi görmediğiniz gerçeğine bağlıdır. Ve eğer bir hedef varsa, o zaman hedefin acıyı alması gerekir.

Bir şeyler yaptığımızda, bunlar hoş veya nahoş olabilir. Vücudumuzu incelersek, haz ve acı arasında hiçbir fark olmadığını görürüz. Kişinin içindeki duyguda fark yoktur. Fark sadece bunun neye yol açtığı, ne olduğu konusunda kişinin düşüncesindedir.

Soru: Ve sonra ıstırap başlar, her şey beni sona götürür, yok olacağım ve hepsi bu mu?

Cevap: Kesinlikle. Ve bunun sizi büyük bir kazanca, hazza götürdüğünü hayal ederseniz, o zaman sadece buna katlanmakla kalmazsınız, onu uzatmaya ve hatta tadını çıkarmaya hazırsınız demektir.

Bunu neden söylüyorum? Her şey toplumu nasıl kurduğumuza bağlıdır. Burada nispeten küçük bir sorunumuz var. Toplum, doğanın kendisi gibi bizi iyi bir geleceğe, düzenlemeye, sorunsuz bir hayata götürecek şekilde kurulursa, bu tür filmleri, geleceğin bu tür resimlerini gösterirsek, o zaman insanların tüm bunları deneyimleyebilmesi nispeten daha kolaydır.

Soru: Yani acı o zaman duracak ve onlar bu geleceğe doğru ilerlemeye mi başlayacaklar?

Cevap: Evet ve onları aldatmıyoruz. İnsanlar, icat ettikleri hayali değerler uğruna gelecek için ölümüne savaşa girdiler. Ve işte doğanın kendisi budur.

Doğanın eşitliğine doğru bir harekettir. İntegral (bütüncül) evrensel ilişkiye, bağlantıya doğru. Bu, kişinin en rahat ortamda var olacağı anlamına gelir. Rahimdekinden milyarlarca kat daha iyidir çünkü bunu biliyorsunuz.

Tüm doğa, tüm insanlık, kozmosta ve tüm dünyalarda var olan her şey, tüm bunlar sizi iyi bir sargı ile sarar.

Soru: Ve bu senaryo kurulmalı mıdır?

Cevap: Ona yaklaşıyoruz aslında, ama bu hareketi hızlandırabiliriz.

Soru: Bir insana acı bunun için mi verilir?

Cevap: Aksi takdirde, fark etmezdi. Bir insan diğerinden ancak bir şeyi edinebilir. Bu nedenle, şimdi bunun üzerine çıkmak ve gerçekten bağ, sevgi ve mükemmellik hissetmek için, kafa karışıklığı, acı vb. hissediyoruz.

Soru: Acının üstüne yükselmek buna mı denir?

Cevap: Evet.