Category Archives: Uncategorized

“Sürekli Yalnızlık Duygusunu Gidermek İçin Çözümler Nelerdir?” (Quora)

Yalnızlık, günümüz dünyasında büyük bir sorundur. Pek çok ülke bu konuyla ilgilenmek üzere bakanlar atadı. İntihar edenlerin çoğunlukla yalnızlar olduğu gerçeği de dahil olmak üzere, bunun birkaç nedeni vardır.

Ancak, hiçbir bakan veya hükümet kararı bu soruna yardımcı olmayacaktır. Gittikçe daha fazla insan evlilikte, işte, arkadaşlıkta ve genel olarak hayatta anlamsızlık buluyor, hareket etmek, düşünmek, konuşmak veya herhangi bir şey yapmak için hiçbir uyarıcı yok. Bugün dünyada giderek daha fazla belirli bir dinginlik ortamı var.

Günümüz dünyasında artan yalnızlık ve anlamsızlık duygularının nedeni, bizleri hayatın anlamını aramaya teşvik etmek içindir. Bununla birlikte, hayatın anlamını keşfetme arayışıyla yalnızlığın ve anlamsızlığın üzerine çıkmak, ancak insanları ona uyandırmayı başarırsak mümkündür. Aksi takdirde, giderek daha fazla insanın, ölene kadar tüm yaşamları boyunca onları uyutacak haplar almasını bekleyebiliriz.

Mantıken, kendimizi kötü hissedersek, olumsuz duygularımıza çareler aramaya başlarız. Ama hiçbir çözüm görmezsek ne yapabiliriz? Ne için yaşıyoruz ki? Sonunda geriye kalan tek çözüm hayatın anlamını keşfetmek olacaktır çünkü bilerek ya da bilmeyerek hepimizin istediği şey budur.

Sonunda yalnızlık, her şeye karşı tam bir kayıtsızlık evresine girecek ve bizi yepyeni bir hayatın keşfine götüren doğal bir sürecin parçası olacaktır. Bazı yönlerden bu bir tür ölümdür. Bu engeli aşarak, çok daha iyi bir yaşam olduğunu keşfeder ve onu yaşamaya başlarız.

Kişi gerçekten yaşamaya başlamak için bir tür ölüme katlanmak zorundadır  – fark etmek, kabul etmek ve nihayetinde meyve vermeyen sürekli egoist arayışı bırakmak istemek. Bu geçişi kabul ettiğimizde bir sonraki hayata hazır hale geliriz.

Yalnızlara, dünyadan yabancılaşmış hisseden herkese tavsiyem, hayatın anlamı hakkındaki soruyu cevaplamak için hazırlanmış materyale gidip okumaktır (Quora biyografimdeki linkleri takip edin). Tavsiye edebileceğim başka bir şey yok. Kalbimin derinliklerinden, önerebileceğim başka hiçbir şey yok.

“İlişkilerde Saygı ve Saygısızlık” (Linkedin)

İlişkiler, saygı ve saygısızlık üzerinden başarılı veya başarısız olabilir. Saygısızlık gösterdiğimizde, etkilenen kişinin ölmek ya da öldürmek istemesine neden olabilir. Ama birine saygı duymak ne demektir? Saygı, bağlarımızı nasıl etkiler? Ayrıca saygı söz konusu olduğunda, çocuklarımıza nasıl davranmalıyız ve onlardan ne talep etmeliyiz?

Her birimizin çevremizdeki insanları ölçtüğümüz bir dizi değer skalası vardır. Onları yüksek veya düşük olarak derecelendiririz ve buna göre onlara saygılı, saygısız ve bu skalanın gösterdiği yere göre davranırız. Sağlam ve sağlıklı bir ilişki kurmak istediğimizde, karşılıklı saygı en önemli unsurlardan biridir.

Hepimizin, başkaları hakkında az ya da çok takdir ettiğimiz şeyleri vardır ve diğerleri de bana kendi değerler bütününden bakar. Doğru bir şekilde bağ kurmak için, bağımızdaki olumlu şeylerin değerini artırmalı ve bağımızı engelleyen şeylerin değerini azaltmalıyız. İyi bir bağ karşılıklı tavizler üzerine kurulur ve bu da bağın kendisine saygı duymamızı sağlar.

Tersine, aşağılama kişinin kendini siler. Kişiyi sanki yokmuş ya da var olmayı hak etmiyormuş gibi hissettirir. Bu yüzden hiç kimse saygısızlık edilmeye veya alay edilmeye dayanamaz.

Doğası gereği, her insan yalnızca kendisinin önemli olduğunu hisseder. Benden başkası liyakat sahibi olmakta ısrar ederse, sanki bu erdem benim sorumluluğumdadır. Bu nedenle, bir ilişki kurduğumuzda, diğer kişinin sınırlarını aşmamak veya diğer kişinin kişiliğini küçümsememek önemlidir. Başkalarıyla belirli konularda anlaşamayabiliriz, ancak saygısızlık etmemeliyiz çünkü bu onların bireyler olarak değerlerinin altını çizer. Sonunda ikimizin de egoist olduğumuzu ve ikimizin de bağ kurabileceğimiz ortak bir zemin bulmaya çalıştığını hatırlamalıyız.

Başkalarını incitmekten kaçınmanın en iyi yolu, başkalarına nasıl saygı duyabileceğimizi ve onları nasıl takdir edebileceğimizi düşünmektir. Genel olarak, olumsuzdan nasıl kaçınacağımızı değil, olumlu olanı nasıl artıracağımızı düşünmeliyiz. Bu nedenle, sürekli olarak saygı, takdir ve sevgi göstermeliyiz. Benden farklı olabilirsiniz ama sizinle olan bağa her şeyden çok değer verdiğim için onun üzerine sevgi köprüleri kuruyorum. Sizi mutlu etmek için büyük tavizler vermeye hazırım ve size bir örnek vermek ve aynı yaklaşımı sizden görmek istiyorum.

Ebeveynler ve çocuklar arasındaki ilişkilerde, karmaşık bir karşılıklı saygı meselesi de vardır. Bir yandan, bir ebeveyn çocuğa saygı duymazsa, çocuğun özgüvenini mahveder ve bu da yaşam için güvensizliğe neden olabilir. Öte yandan, ebeveynler koşulsuz sevgi göstermemelidir. Çocuklardan saygı talep etmeleri önemlidir, aksi takdirde çocuklar onlara bazen nefret noktasına kadar saygısızlık edebilirler.

Saygı, çocuğa güvendiğiniz, onun sorumluluk sahibi olduğunu düşündüğünüz ve çocuğa bağımsız olarak gelişmesi için yer açtığınız anlamına gelir. Çocuğun tek başına yapabileceğini çocuk için yapmayın; ve hatta bundan biraz daha fazlası, böylece çocuk kendi sınırlarını görecektir.

Çocuklardan saygı beklemek, onların hayatta daha başarılı olmalarını sağlayacak bir durumdur. Ebeveynlerin görüşüne saygı duyan çocuklar onlardan bir şeyler öğrenebilir, rehberlik alabilir ve değerleri, yönelimi ve sadece sevgi dolu ebeveynlerin çocuklarına aktarabileceği diğer güzel şeyleri özümseyebilirler. Çocuklarımın da beni sevmesini talep etmiyorum; sadece başarılarını, mutluluklarını ve sağlıklarını istiyorum. Bu beni mutlu edecek şeydir.

Bu nedenle, diğer insanlara gerçekten saygı duymaya, içimizde onlara yer açmaya, onları kendimizden daha fazla takdir etmeye çalışırsak, onlara karşı “sevgi” denilen zor bir duyguyu yavaş yavaş geliştireceğiz. Ardından, bunun yaratılışın temelinde yatan en yüce duygu olduğunu keşfedeceğiz.

“Eleştiri – Ego’nun Bir Ürünü” (Linkedin)

Bir dereceye kadar hepimiz başkalarını eleştiriyoruz. Aslında, başkalarını eleştirmek, çok az kişinin yapmak istemeyeceği bir davranıştır. Maalesef, eleştiri aslında kendi egomuzun kendisine tapmasıdır. Kendini beğenme ve haklı öfke bize öyle bir üstünlük duygusu verir ki, pek çoğumuz buna karşı koyamayız.

Kendimizi daima başkalarıyla kıyaslarız. Farkında olsak da olmasak da, özgüvenimizi bu şekilde geliştiririz. Bu nedenle, başkalarına ne kadar düşük bakarsam, kendimi o kadar yüksek görürüm. Ve kendimi yükseltemezsem, yalnızca başkalarını düşürmekle meşgul olurum. Başkalarına büyüklük taslama ve onları küçümseme eğilimimizin nedeni budur. Tıpkı bir zamanlar insanların Dünya’nın evrenin merkezinde olduğuna inandıkları gibi, biz de kendimize itiraf etmesek bile, bu şekilde Yaratılışın merkezi olduğumuzu hissediyoruz.

Bununla birlikte, doğası gereği diğer tüm olumsuz özellikler gibi, eleştiriyi de birçok iyilik getiren yapıcı bir güce dönüştürebiliriz. Kıskançlık, güçlü ve eziyet verici bir duygudur. Başkalarının başarılı olduğunu gördüğümüzde, içimizde hem kıskançlık hem de konumumuz için bir korku uyanır. Doğal olarak onları tutkuyla eleştireceğiz. Ancak kıskançlık olmasaydı medeniyet yaratamazdık. Kıskançlık rekabet yaratır ve rekabet ilerleme yaratır. Bunu anlarsak, kendi gelişimimizin başkalarının gelişimine bağlı olduğunu anlayacağız. İşin püf noktası, kıskançlığı ve rekabeti dengede tutmak ve bugün olduğu gibi aşırıya kaçmamaktır.

Şu anda egolarımız, başkalarını yok etmek istedikleri bir noktaya geldi. Bu öncelikle uluslararası ilişkilerde belirgindir, ancak etnik gruplar, kültürler, dinler ve siyasi görüşler arasında yükselen sosyal gerilimleri düşünürseniz, bir çatışmaya doğru ilerlediğimiz açıktır. Bunu önlemenin tek yolu, birbirimize bağımlı olduğumuzu fark etmektir. Karşı görüşün varlığı olmadan, benim görüşüm hükümsüz hale gelecektir. Dahası, kendi görüşümüz zıt bir görüşe tepki olduğu için, şu anda düşündüğümüz yönde dahi düşünmezdik.

Örneğin Sosyalizmi ele alalım. Kapitalizm olmasaydı, bütün bu Sosyalizm fikri doğmazdı ve toplumla ilgili katkıda bulunduğu asil fikirler asla ortaya çıkmazdı.

Bu nedenle, egonun ürünü olan eleştirinin, tam olarak eleştirilen konu veya eleştirilen kişi sayesinde kendi fikirlerimizin ve eleştirimizin değerlendiğini fark etmedikçe, eleştirinin yıkıcı olduğunu görürüz. Bunu aklımızda tutarsak, eleştiri büyümeye ve refaha yol açacaktır. Aksi takdirde, kendi iyiliğimiz için bunu kendimize saklasak iyi olur.

“Nefret Neden Var” (Linkedin)

Nereye bakarsanız bakın nefret var. Ülkelerin içinde toplumlar gittikçe daha küçük parçalara ayrılıyor gibi görünüyor, bu yüzden artık bu bir uluslararası ilişkiler meselesi değil ve her parça gerçeğin üzerinde bir tekele sahip olduğunu düşünüyor, bu da onun farklı düşünen herkes ile alay etmesini, küçümsemesini, ama esas olarak nefret etmesini haklı kılıyor. Ancak, nefretin bu endişe verici şiddetlenmesinin bir nedeni var: Onsuz kendimizi değiştirmek istemeyeceğiz.

Nefret, bizim doğuştan gelen doğamızdır, yazıldı gibi “Bir insanın kalbinin eğilimi, onun gençliğinden beri kötüdür” (Yaratılış 8:21). Aynı zamanda, doğanın geri kalanı da iyi bir eğilimden oluşur ve bu ikisi insanlık dışında her yerde dengelenir. “Eksik” olarak yaratılmamızın nedeni, bizi bilinçli olarak, kendi irademizle iyi eğilimi istemeye ve içsel kötülüğümüzde kalmaktansa eğilimlerimizi dengelemeye zorlamanın tek yolunun bu olmasıdır.

Bir yandan, başlangıçta bu iki eğilimimiz olsaydı, birbirimize, hayvanlara, bitkilere ve Dünya’ya verdiğimiz bütün zararı vermeyeceğimiz doğrudur. Öte yandan, gerçekliğin işleyişini anlamak imkansız olurdu çünkü ona ikinci bir düşünme vermeden, birbirimizle ve doğa ile doğal olarak doğru davranıyor olurduk. Bu, mükemmel insan hayvanları yaratırdı ama varoluşumuzun amacı olan insan olmaya asla gelemezdik.

Artık aramızdaki nefret apaçık ortada olduğuna göre, zıt niteliği geliştirebiliriz ve aslında geliştirmeye de başlamalıyız. Yapmalıyız çünkü yapmazsak, türümüzü ve muhtemelen Dünya yüzeyindeki her şeyi yok edeceğiz, ve yapmalıyız çünkü gerçekliğin nasıl çalıştığını öğrenebilmemizin tek yolu bu evren ve bütün gerçeklik. Ancak nefretin tam tersi olan iyiliğin ve sevginin niteliğini geliştirirsek, tüm doğanın nasıl işlediğine ilk elden tanık olabiliriz ve hayatlarımızı nasıl başarılı bir şekilde yöneteceğimizi öğrenebiliriz.

Ve bu zıt niteliği inşa etmenin yolu, birbirimiz iledir. Tıpkı şimdi birbirimizden nefret ettiğimiz gibi, bunun zıt duygusunu inşa etmeye başlamalıyız. Tıpkı doğanın hiçbir şeyi bastırmaması ve her şeyin mükemmel bir şekilde bir arada yaşamasına izin vermesi gibi, bu sevgiyi aramızda bastırmadan, nefretin üzerine inşa etmeliyiz. Başka bir deyişle, nefreti hissetmeli ve sevgiyi bizim için hissettiğimiz nefretten daha önemli hale getirmeli ve ona göre davranmaya çalışmalıyız.

Nefret gereksiz değildir; süreç için çok önemlidir. Nefreti hissetmeden asla sevmeye ihtiyaç duymayacağımızı ya da sevmeyi istemeyeceğimizi ve bu nedenle sevginin ne olduğunu asla bilemeyeceğimizi fark edersek, başlangıçtaki nefrete tam tersi bir duygu inşa edebiliriz.

Belli bir nefret seviyesinin üstesinden geldiğimizde, başka bir seviye ortaya çıkacak, daha derin, daha kötü bir seviye. Ama bunu da yalnızca sevgiyle örteceğimiz şekilde ortaya çıkacaktır. Ve nefret seviyesi öncekinden daha güçlü olacağı için, üstüne inşa edeceğimiz sevgi seviyesi de artacaktır.

Ödülü sevginin artması olduğu için, yavaş yavaş nefret duygusuna minnettar olacağız. Önce nefret etmedikçe sevemeyeceğimizi anlayacağız ve buna boyun eğmek yerine bir teşvik olarak kullanırsak daha sevgi dolu insanlar olacağız.

Dünyamızda ve Manevi Dünyada Ortak Bilinç

Soru: Bizim dünyamızda sözde kalabalığın bilgeliği vardır. Bu ortak bilinç ile manevi dünyadaki bilinç arasındaki fark nedir?

Cevap: Gerçek şu ki, dünyamızda ortak bir amaç için birlikte yatırım yapmak istediğimizde, kendimizi kısmen feshederiz (iptal ederiz). Bu nedenle, iyi genel bir sonuç elde etmek için herkes kendi fikrini ifade eder. Bu Kabalistik prensibi bir şekilde bilinçaltında kullanıyoruz.

Kendimi iptal ederek, başkalarına eklerim; “Haydi hep birlikte deneyelim.” Sonuç olarak, az veya çok mükemmel, her birimizin ayrı ayrı sahip olduğundan daha iyi bir şey elde ederiz. Bu, genel olarak doğru ilkedir.

Ancak Kabalistler, “Gelin, güzel bir talep oluşturmak veya bir muammayı çözmek için değil, aramızda herkesin kendini egoizmden arındırdığı boş bir alan yaratmak için birleşelim” der.

İşte o zaman kendimi uzaklaştırdığımda ve burada başkalarıyla birlikte olmak istediğimde, tüm parçalarımızı egoizmden arındırarak toplarız. Bu bilincin kişilerin kendileriyle hiçbir ilgisi yoktur. Temelde boştur, çünkü bizde yoktur. Onu sadece kendi çabalarımızla yaratırız ve o zaman daha yüksek bir seviye, daha yüksek bir bilinç onun içinde tezahür eder.

Soru: Jung, sözü edilen kolektif bilinç kavramını şöyle sunmuş: Grubun tüm üyeleri tarafından kabul edilen ve anlaşılan ortak arketiplere dayalı birleşme. Bu tür bir birlik ile kendini iptal etmeye dayalı bilinç birliği arasındaki fark nedir?

Cevap: Kabalistlerin farklı hedefleri ve farklı bir metodu vardır. Metot, hedefe, neyi başarmak istediğime bağlıdır. İhsan etme niteliğine ulaşmak, başkaları ile kendi üzerimde bağ kurmak isterim. Yani, içimde olmayan bir niteliği, benim üzerimde ortaya çıkacak şekilde kendimden tasvir etmek isterim. Bu durumda, ben sanki kendimi resmetmek istediğim temelim.

Soru: Öyleyse, fark bilgi alanıyla bağ seviyesinde midir?

Cevap: Elbette! Bu şekilde yükselirken, bu alana hiçbir kızgınlığımı, hatamı veya herhangi bir şeyi getirmem. Bunu yaptığım ölçüde, en azından ışımasının bir kısmını hissetmeye başlarım.

Mağara Hem Koruyucu Hem De Muhafızdır

Soru: İlginçtir ki bir mağara dünyada yaşayabileceğiniz özel bir yerdir. Ne var ki esas olarak yeryüzünde yaşamak imkansızdır.

Kabala’nın bakış açısından dünya Ratzon’dur, arzudur ve orada hayat yoktur. Ve aniden, dünyada yaşayabileceğiniz bir yer olduğu ortaya çıkıyor. Bu nedir?

Cevap: Doğa (doğal olarak) veya insan (yapay olarak), bir insanın mağaranın dışındaymış gibi var olması için gerekli tüm koşullara sahip bir yer yaratır. Bu durumda mağara hem koruyucudur hem de muhafız.

Zohar Kitabı’nın yazarı Rabbi Şimon ve oğlunun uzun süre bir mağarada yaşadığını biliyoruz. Kaynakların bize söylediği gibi, atalarımızın çoğu bu tür yerlere yerleşmişti.

Ancak mağaranın anlamı, toprağın herhangi bir yerine kazmak ve birinden saklanmak değildir. Onun anlamı manevidir.

Yani, bir yandan, genel olarak kişi fesih olur ve herkesten gizlenir. Diğer yandan, Bina ve Malhut’un niteliklerini, üst dünyanın ihsan etme niteliğini ve alt dünyanın alma niteliğini, alçakgönüllülüğü içinde birleştirir.

Böylece, genel olarak insan yaşamına uygun hiçbir şeyin olmadığı yeryüzünde böyle bir yer oluşturur, onun içinde (Malkut’ta), havaya (üst dünyaya) eşit koşullar yaratır ve böylece yaşar. Diğer bir deyişle, İhsan etme niteliği, Bina sayesinde bir mağarada yaşayabilirsiniz.

“Kaç Boyut Vardır?” (Quora)

Bizler sürekli yerine getirmeye çalıştığımız, kendine hedefli arzu ve ihtiyaçlarımızın olduğu egoist bir boyutta, alma niteliği içinde yaşıyoruz.

Çevremizde zıt bir niteliğin gizli bir boyutu vardır: ihsan etme.

Bu alma niteliği içinde yaşarken, ihsan etme niteliğinin farkında değiliz. Bu zıt niteliği, alma niteliğimize ekleyebilseydik, o zaman dünyayı net ve tam olarak resmedebilirdik.

Dahası, almanın egoist boyutunda var olsak bile, onu yalnızca sınırlı bir ölçüde hissederiz ve ihsan etme boyutuyla hiçbir bağ hissetmeyiz.

Alma ve ihsan etme, evrende var olan sadece iki boyuttur ve her ikisi de öznel olarak bizimle ilişkili olarak var olurlar. Birbirlerini tamamladıkları bir duruma ulaşırsak, o zaman n-boyutlu uzayı algılarız.

Harfler Vasıtasıyla Varlıkların Özünü Bilmek

Soru: Harfler vasıtasıyla varlıkların özünü anlamak, ne demektir?

Cevap: Öncelikle her bir harfi, hangi öğelerden oluştuğunu anlamak gerekir.

Ayrıntılara derinlemesine girmeden, her bir harf, Hohma ve Hasadim ışığının, almanın ve vermenin, onların arasındaki çeşitlilik ve karşılıklı uyumun belirli bir birleşimidir.

Başka bir deyişle, bir şey almak için ne kadar verebilirim? Ya da tam tersi, nasıl alabilirim ve bunun için ne vermeliyim? Aynı görünseler de, bunlar farklı şeylerdir. Bu, hangisinin önde olduğuna bağlıdır.

İkincisi, harfler birbiri ardına gelişigüzel takip edemez. Birlikte bulunamayan harfler vardır, belli bir sıraya sahip olmaları gerekir.

Harfler ışığı temsil ederler. Manevi sistemin yapısına göre beş Sefirot vardır: Keter, Hohma, Bina, ZA ve Malhut. Bina’nın ortasına kadar harf yoktur, sadece soyut ışık vardır.

Bina’nın ortasından ve üstünden başlayarak, üst ışık Kelim’e (kaplara), arzulara girer. Bu nedenle, Bina’nın alt kısmında dokuz, ZA’de dokuz, Malhut’ta dört olmak üzere, toplamda yirmi iki harf vardır.

Daha fazla ya da daha az olamazlar çünkü Bina’dan Malhut’a kadar Sefirot sayısı, yani her Sefira belirli bir harfe karşılık gelir. Ayrıca, farklı seviyelerde, Sefirot farklı harflerle gösterilebilir. Tüm gelişmeyi yukarıdan aşağıya doğru tamamlamak için, kelimelerin sonuna yerleştirilen beş ek harf (Manzepach) daha vardır.

Gematria’ya (harflerin sayısal değeri) göre Aleph’den Tet’e kadar ilk dokuz harf tek birimlerdir, Yod’dan Tzadik’e kadar onlukları ve son dört harf Kuf, Reish, Shin ve Tav da yüzlükleri temsil eder.

Know The Essence Of Things Through Letters

 

Bizler Sonsuz Varlıklarız

Düşünce: Kendinizi tanımak, cansız, bitkisel, canlı ve sekiz milyar insanın hepsinin ben olduğumu hissetmek ve anlamak anlamına gelir. Yaradan, benim dünyadaki öznel tasvirimi böyle resmetmektedir. Realitede, ben de dahil olmak üzere hiçbir şey yoktur- sadece Üst Işık vardır. Bu çok korkunç.

Benim Yorumum: Hiç de değil! Ben, sonsuzlukta, mükemmellik içinde, Yaradan’da, O’nunla birlikte ve O’nunla benzerlik içinde varım. Sadece kendimi bulmak için kendimi tanımlamaya ihtiyacım var. Ben ve siz, hepimiz bu sisteme dahiliz.

Ancak, kendim de dahil olmak üzere hiç kimsenin mevcut olmadığını söylemek yanlıştır. Bizler sonsuz varlıklarız, sadece bu durumu keşfetmeliyiz. Bizim dünyaların en düşüğünde yaşamamızın amacı budur.

We Are Eternal Beings

 

Kötü Bir Evlilik İyi Bir Boşanmadan Daha İyidir

Soru: Neden boşanmadan önce kadınlar kocalarına daha çok bağımlı hissetmekte ve erkekler boşanmadan sonra kadınlara daha fazla bağımlı hissetmekteler?

Cevap: Ben genel olarak kötü bir evliliğin iyi bir boşanmadan daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bir çift evlendiğinde erkek özgür olmak ister, çünkü karısının kendisini izleyen ve onu sürekli sınırlayan hapishane gardiyanı gibi olduğunu düşünür. Ve boşandığında, bu “zincirlerin” yoksunluğunu hisseder. Her şeyin avantajları ve dezavantajları var.

Birbirimizle nasıl birlikte olacağımızı bilmek zorundayız. Küçük bir çocuk gibi kaçmak isteyen erkeğin doğasını anlamamız gerekirken, diğer yandan da karısına dönmek ve annesinin kucağındaki küçük bir çocuk gibi onun kucağında dinlenmek ister. Hepimiz doğal olarak çok farklı şekillerde inşa ediliriz.

A Bad Marriage Is Better Than A Good Divorce