Category Archives: Maneviyat

“Gizliliğin Olmadığı Bir Dünya Nasıl Görünürdü?” (Quora)

Sanki hepimiz birbirimizin önünde çıplakmışız gibi olurdu.

Kulağa korkunç gelse de, şu anda kendimiz üzerinde her türlü korumaya sahip olmamıza güveniyoruz, korumalarımızı kaldırsaydık, o zaman özgür hale gelirdik. Yani, kendimizi birbirimizden uzaklaştırmaya gerek duymazdık ve kendimizi açıp birbirimizin önünde utanmadığımızı hissedebilirdik.

Ya hiçbir şeye sahip olmadan ya da her şeye sahip olarak özgür olabiliriz. Dahası, doğanın pozitif gücüne bağlanarak ve onu hayatımıza davet ederek her türlü güvensizlik hissini bitirebiliriz.  Realitemize rehberlik eden yasaya (form eşitliği yasasına) göre birbirimize karşı tutumlarımızı ayarlayarak ki böylece onlar doğanın üst gücünün bize karşı tutumuna benzer hale gelirlerdi, o zaman kendimizi doğa ile aynı sınırsız durumda hissederdik.

Ancak şu anda doğanın tam tersi bir durumdayız.

Doğa özgecil iken biz egoistiz. Bu nedenle, mahremiyetimizin kaldırılması şu anda çoğu insan için bir kâbus gibi görünmektedir. Her şey ne kadar iyi bağ kurduğumuza bağlıdır: Her birimizin, doğuştan gelen egoist dürtülerimizin üzerinde birbirimize karşı özgecil tutumlar oluşturmak için, birbirimizi desteklediğimiz ve teşvik ettiğimiz bağlarımızı uyumlu bir şekilde gerçekleştirirsek, o zaman kendimizi tamamen güvende, emniyette ve kendimizden emin hissederiz ve mahremiyetimizi kaybetmekten korkmayız.

Yemekten Önce Ve Sonra Şükran Duasının Anlamı

Yemekten önce ve sonra şükran duasının anlamı, üst güçle sürekli, çok yönlü, mutlak bir bağ içinde olduğumuzu unutmamamız ve bu nedenle onunla bu şekilde ilişki kurmamız gerektiğidir.

Hayatın tüm durumlarında, her an, hatta en küçük adımda bile, içsel veya dışsal hareketlerimizin her birinde, O’nunla etkileşimde olduğumuzu hissetmemiz gerekir.

Soru: Yemek yemek gibi hayvansal eylemlerin bile kutsanması gerekiyor mu?

Cevap: Ama bu eylemi hayvansaldan insana çevirebiliriz. Eğer bedenimi canlandırmak için bunu Yaradan’dan aldığımı hissedersem ve Yaradan’a yükselme, Yaradan’a ulaşma yönünde hareket etmeye başlarsam, o zaman bu sadece hayvansal bir kalori tüketimi değildir.

Birincil kaynaklarda yazılıdır ki, Yaradan’ın gizlenmesi ve ifşası benim söylediklerime tanıklık eder: Ya Yaradan’a şükrederim ya da O’na lanet ederim. Görünüşe göre Yaradan bir insana ifşa edilirse, kişi gayri ihtiyari O’na şükreder. Ve eğer gizlenirse, istemsiz olarak O’na lanet eder.

Gerçek şu ki, Yaradan gizlenmiş olabilir ve kişi O’nun ifşasının kendisini yıkacağından ve yaptığı iyiliklerde kendisine zarar vereceğinden korktuğu için O’nun ifşasını bile istemez. Bu nedenle, Yaradan’ın gizlenmesi veya ifşa edilmesi, Yaradan ifşa edilirse, o zaman doğru olacağım ve eğer gizlenirse günahkâr olacağım anlamında, o kadar açık değildir. Bu kısmen doğrudur, ancak yalnızca kısmen.

Bir insanın, Yaradan’a gizlenme hallerinden de şükredebildiği böyle bir duruma gelmesi mümkündür.

 

Kendinizi Nasıl Değerlendirebilirsiniz?

Soru: Kefaret günü diye bir şey var (İbranicede Yom Kippur). İnsan bu günde neyi yargılar?

Cevap: Bu gün tamamen sembolik olarak bir yargı günü gibi kutlanır. Yom Kippur’da kişi kendi eylemlerini düşünmeli ve onları günah olarak değerlendirebilmelidir. Bu, özel kişilere verilir, üstelik her nesilde de değil.

Ve diğer her şey, sadece dindar Yahudiler arasında yüzyıldan yüzyıla oynanan tiyatro gösterileridir.

Soru: Öğretmeniniz Rabaş, “dua” (“Tefila”) kelimesinin “LeHitpallel” – “kendini yargılamak” fiilinden geldiğini söylüyor. Kabala’nın bakış açısından dua, yargılamak mıdır?

Cevap: Evet. İnsan kendini yargılar ve eylemlerinin bir dereceye kadar kesinlikle yasadışı, yanlış olduğunu görür. Ancak bu, yalnızca üst ışığın belirli bir kısmını aldığı ölçüde kendini gösterir. Ve bu ışığa uygun olarak, onun nitelikleriyle, kendini değerlendirebilir.

Kabalistlerin Anladığı Gizli Dil

Yorum:Megilat Ester” (“Ester Parşömeni”) hikâyesi, büyük bir kutlama ile başlar. Kral Ahasuerus, saraylılar için 180 gün süren bir şölen düzenler. Sonra bu şölen tüm insanlar için yedi gün daha devam eder.

Üstelik hikâye, sanki içtikleri ve yedikleri bizi çok ilgilendiriyormuş gibi, tabakları ve içecekleri ayrıntılı olarak listeliyor.

Cevabım: Gerçek şu ki, bu metin, doğa hakkında, kendimizi üst ışığı, Yaradan’ın ifşasını almak için nasıl hazırladığımız hakkında kapsamlı bilgileri kodlar. Her şey yemek kisvesi altında anlatılıyor.

Yemek, Yaradan’ın ifşası olgusudur.

Soru: Bayramın neden 180 gün sürdüğü belirtilmiş? Bunun anlamı ne?

Cevap: 180 gün veya yarım yıl, ziyafet için yukarıdan verilir ve bizler aşağıdan bir şölen, bir kutsama ve diğer tamamlamalar şeklinde eklememiz gerekir, varlığımız aracılığıyla bütün Kli‘ye (Kaba) ekleriz yani bütün duruma.

Ayrıca Purim hikâyesinde, Kral Ahasuerus, Yaradan’ı temsil eder. Yani Ahasuerus, Keter’dir ve onun ortakları Hohma ve Bina‘dır. Bu nedenle 180 gün süren bir şölen ile Or Hozer (yansıyan ışık) ve Or Yaşar‘ı (direkt ışık) kastediyoruz – 9 ar Sefirot ve her birindeki 10 Sefirot.

Sonra, insanlar için yedi günlük bayramdan bahseder. Yedi, Kabala’da çok dikkat çekici bir sayıdır.

Ruh iki kısımdan oluşur: GAR—Keter, Hohma ve Bina, ruhun ilk üç üst Sefirot veya Roş‘udur (Baş). Sonra ruhun bedeni gelir: Hesed, Gevura, Tiferet, Netzah, Hod, Yesod ve Malhut—7 Sefirot.

Ruhun 10 parçasının üçe ve yediye bölünmesi, onun ihsan etme çalışmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle yedi sayısı çok önemlidir. Bu yedi Sefirot içinde, arzular ihsan etmeye yani birbirimizle ve Yaradan ile bağa yönlendirilir ki bizim tüm çalışmamız budur.

Yorum: Her şeyi böyle kodladığınızı hayal edebiliyor musunuz!

Benim Yorumum: Hayır, Kabalistler kendilerini sadece bu dilde ifade ederler, ne hakkında konuştuklarını anlarlar. Eğer anlamazsan da, olsun. Bu tıpkı, garaja girdiğinizde arabada bir şeyin kısa devre yaptığını, bir şeylerin ters gittiğini duyduğunuzda ancak bunun tam olarak ne olduğunu anlamadığınızda: akü, dağıtıcı yoksa başka bir şey mi, onun gibidir.

Yaradan ve Yaratılanlar Arasında Savaş

Bir anlaşmazlığı nasıl uzlaştıracağımız veya tartışmalı tüm sorunları nasıl çözeceğimiz konusunda endişelenmemize gerek yok. Bir küpü yuvarlak bir deliğe başarısız bir şekilde yerleştirmeye çalışan ve birinin diğerine asla sığmayacağını fark etmeyen bir çocuk gibi olmayın.

Anlaşmazlıklar, bizim bu dünyada yapmaya çalıştığımız gibi onu ortadan kaldırmamız için verilmez.  Bu imkansızdır ve bu nedenle savaşlara giriyoruz.  Sonuçta, bir başkasına haklı olduğunuzu kanıtlamak ve uzlaşmaya varmak imkansızdır. Anlaşmazlıklar bize yukarıdan verilir ve bu nedenle, bu daha yüksek çelişkiyi, burada, dünyamızda, herhangi bir formda kendi seviyemizde çözmekten aciziz.

Bizlerin, sadece bu çatışmaların bize durumumuzu ve onlara yaklaşımımızın ne kadar yanlış olduğunu gösterdiğini bilmemiz gerekiyor.

Dünya, Yaradan ve yaratılanlar arasında sonuca varır yani, anlaşmazlıklar aracılığıyla Yaradan’ın adı, iyilik yapan iyi, ifşa olur. Öyle anlaşılıyor ki bizler birbirimizle değil, Yaradan ile savaştayız. Ve herkes egoist niyetini büyük alma arzusunu indirgediğinde ve dünyada tek bir arzu – ihsan etme arzusu hüküm sürdüğünde, barış da hüküm sürer. Ve o zaman tüm iyilik ve haz bu dünyada ifşa olur.

Hakimler Dönemi

Soru: Yahudi halkının tarihinde 300 yıl süren ve hakimler dönemi olarak adlandırılan özel bir dönem vardı. O zamanlar neredeyse hiç kral ya da düzenli ordu yoktu. Bunun o insanların içinde bulunduğu özel bir manevi seviye olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevap: Kesinlikle. Dünyamızda olan her şey insanın ve toplumun içsel, derin hallerinden gelir. Birini diğerinden koparamazsın.

Bu nedenle, özellikle insanların kendilerini Firavun’un (egoizmin) egemenliği altında hissettikleri ve ondan hiçbir yerde kurtulamadıkları o dönemdeki Mısır köleliğinden çıktıktan sonra, özgürleştikten sonra, yani sanki sınırı kendilerinden, onları köleleştiren egoizmden özgürlüğe geçmişçesine her birinin ve herkesin birlikte manevi durumuydu bu, tamamen farklı bir dünyada olduklarını hissettiler.

Artık içsel yönlendirmelere, alışkanlıklara ve eğilimlere boyun eğmek zorunda değillerdi, artık kendi doğalarından özgür olabilirlerdi. Böylece hakimler dönemi başladı. Bu, insanların kendilerini yargılayabilecekleri, kendilerinin üzerinee yükselebilecekleri ve hangi koşulda olmaları gerektiğini hissedebilecekleri anlamına geliyordu.

Her insan egoizmden ayrılabilir ve tarafsızca kendini ve başkalarını yargılayabilirdi. Ancak, buna ek olarak, insanların içinde bulundukları koşula ilişkin bir sorumluluk ölçüsünü ve bir anlayış ölçüsünü kişileştiren hakimler vardı.

Soru: Hakimler, yürütme gücü olmadan da ulusu yönetmelerine izin verecek kadar ahlaki bir seviyeye sahip miydi?

Cevap: İnsanlar kendi güçlerine sahipti. Onlar, kendi güçlerinin, düşüncelerinin ve kararlarının insafına kalmışlardı. Kendilerinin hakimiydiler. Bu nedenle, bu döneme hâkimlik dönemi denir.

Yaradan’ı Algılamaya Hazırlanın

Yaradan her şeydir. O’ndan başkası yoktur. Adı, unvanı, imajı, formu yoktur. Zaman ya da mekanla sınırlı değildir, kesinlikle hiçbir şeyle sınırlı değildir. O, tüm sınırlamaların ve dünyaların üstündedir. O sadece var olan her şeydir.

Fakat Yaradan her şeyi sonsuz ölçülerde, sonsuz sayıda ses ve formla doldursa da, O’nu algılamaya hazırlanmalıyız. Bizimle bağ kurmak adına, yavaş yavaş büyümemiz, duyu organlarımızı genişletmemiz ve O’nu tüm gücüyle hissedip anlayabilmemiz için bizi geliştirmek istiyor.

Bunu yapmak için de algı organlarımızı sonsuz bir şekilde geliştirmemiz gerekir ki bu da bizi sınırlayan, dar bir çerçeveye sokan ve her şeyi sadece kendi menfaatimiz veya zararımız açısından değerlendirmeye zorlayan egoizmden çıkmak anlamına gelir. Ve böyle bir yaklaşımla, Yaradan’a yaklaşmak imkansızdır çünkü O böyle bir hesaplamanın üstündedir.

Ancak bu sınırlamalardan çıktığında, Yaradan’ın yardımıyla kendini düzeltebilen ve Yaradan’ın onun için ne yaptığını anlayıp hissedebilen, kasıtlı bir şekilde bir egoist olarak yaratılmış olan, sadece insandır.

Bu olmadan, üst güç kavramına ulaşmak imkansızdır çünkü biz onun faaliyet gösterdiği boyutta değiliz: alma arzusunun ötesinde, egoizmin ötesinde, algımızın ötesinde.

Gerçekliği beş duyuyla algılıyoruz ve bu yüzden böyle bir dünya görüyoruz. Ancak Yaradan hiçbir şeyle sınırlı değildir, dünyayı ve evreni hissettiğimiz bu maddi organlar tarafından Yaradan hissedilemez çünkü tüm bunlar sınırlı bir şekilde algılanır.

Yaradan ihsan etme gücüdür. O vermek, bahşetmek, sevmek ve doldurmak istiyor. O’nun arzusu bize böyle ifşa edilir. Ama bizim dışımızda Yaradan hakkında tek bir söz söyleyemeyiz. Düşünceleri ve arzuları olup olmadığını bilmiyoruz. Büyük olasılıkla yok, çünkü O tüm bunların üzerindedir. Mükemmel olan duygulara tabi olamaz — kötü ya da iyi – çünkü O, hiçbir şeyle sınırlı değildir.

Bu nedenle O, kötü veya iyi duygulara sahip olamaz. Tüm duygularımız ya bir şeylerin eksikliğinden ya da doldurulmasından kaynaklanır. Ancak tüm bunlar Yaradan’a özgü değildir. Yaradan mutlak iyiliktir ve sadece herkesi iyilikle doldurmak ister.

Egoizme Karşı Zafere

Yorum: Bizler, Yaradan ile bir anlaşma yapmadan önce, kişinin dostlarıyla, bir grupla anlaşma yapması gerektiğini öğreniyoruz çünkü bizim dünyamızda Yaradan cansız, bitkisel, hayvansal ve insan doğasına ait tüm nesnelerin arkasında gizlidir.

Cevabım: Gerçek şu ki Yaradan bizim hiç elde edemediğimiz bir güçtür. Bunu yalnızca özümüzde-egoizmimizde hissederiz.

İyi bir bağ, özgecil ilişkiler için, bozuk egoist koşulumuzu ve düşmanca bağlarımızı düzeltebildiğimiz ölçüde, Yaradan’a benzer hale gelir ve O’nu aramızda hissedebiliriz.

Bir insan başlangıçta sadece egoist niyet ve arzudan ibaret olduğundan, aramızda bir bağ kurmak için bu egoizm üzerinde çalışmak asıl çalışmamızdır.

Egoizmimizi onun seviyesine göre, gücüne göre ve egoist hedeflerimin dışında kalan her şeyi (tüm dünya için bu düşmanca arzu ve niyetleri yenerek),reddetme arzusuna göre beş parçaya bölerek, yavaş yavaş başkalarına daha yakın olur ve başkalarıyla bağa girerim.

Bununla egoizmimin üzerine çıkarım, onu yenerim ve böylece bencil arzularımın beş adımını da aşarım. Beşle çarpılan beş adım ve yine beşle çarpıldığında, beni Yaradan’dan, O’na benzerlikten ayıran yüz yirmi beş adım verir. Bunlar, edinme, ıslah ve birbirimizle yakınlaşma aşamalarıdır.

Gezegende Neden Milyarlarca İnsana İhtiyacımız Var?

Soru: Günümüzde teknolojik yenilikler ve icatlar, insanların yaptığı birçok işlemin makineler yardımı ile yapılmasına olanak sağlamaktadır. Robotlar ve otomatik sistemler giderek insanların yerini alıyor.

Evlere yiyecek ve ilaç getiren sürücüsüz arabalar ve insansız hava araçları artık kimseyi şaşırtmıyor. Birçok ülkede bu zaten test ediliyor. Ancak bu durum birçok insanı işten çıkarttırır. Onlarla ne yapmalıyız?

Cevap: Egoizmimizi zıddına, özgeciliğe, ihsan etme niteliğine ve iyi bağa dönüştürmeyi kolaylaştırmak için, işten çıkarılan kişi sayısı çok fazla olmalıdır. Sonuçta egoizm, taşıyıcılarının sayısına bölünür. Ve bu yüzden her birimizde nispeten küçüktür.

Eğer doğamıza direnme gücümüz olsaydı, o zaman elbette Adem ve Havva gibi olabilirdik. Sekiz milyar parçaya bölünmemiz gerekmezdi.

Çok zayıf olduğumuzdan ama yine de dünyaya karşı tutumumuzu değiştirerek yani esas olarak dünyayı değiştirerek, egoizmimizi aramızda iyi bir bağa dönüştürmemiz gerektiğinden, bu kadar çok insana ihtiyacımız var.

İdeal Bir Yargıç İmajı

Yargıçlar döneminde, yargıcın temel işlevi, kişinin kendi niteliklerini yargılamaktı: ne zaman iyi olduklarını ve ne zaman olmadıklarını ve tam olarak neyin iyi veya iyi olmadığını bilmek ve böylece kendini ıslah etmek için ilerlemek, dua etmek, ihsan etme ve sevme niteliğini vermesi ve insanı egoist doğasının üzerine çıkarması için Yaradan’a dönmektir.

İdeal bir yargıç imajı, kişini içinde, egoizminden kesinlikle kopabileceği, kendine bir dereceye kadar hakim olabileceği, kendini kontrol edebileceği ve daha yüksek bir ihsan ve sevgi niteliğine dönüşebileceği niteliktir.

Bu nedenle, öncelikle yargıç neyin iyi neyin kötü olduğunu belirlemek zorundadır. Ve sonra kötü olanın üzerine çıkarak iyi olanın seviyesine yükselir.

Soru: Bu bir insanın içinde yetiştirilebilir mi yoksa kalıtsal mıdır?

Cevap: Bu insanın içinde geliştirilebilir.