Category Archives: Maneviyat

Kudüs Tek Bir Manevi Niteliktir

Soru: Çeşitli birincil kaynaklar, gelecekte Kudüs’ün dünya halkları için bir işaret noktası olacağını ve onların ışığına koşacaklarını söylüyor, şöyle yazıldığı gibi: “Ve milletler senin ışığınla gidecekler” (İşaya 60:3). Neden her şey böyle kodlanmış? Bu ne ile ilgilidir?

Cevap: Mesele şu ki, halkların yakınlaşması düşüncesi, aslen evrenin kendisinde, kendi yapısının içindedir. Ama bu, ancak tüm parçalarının ıslahından sonra, herkes birlik için çaba gösterdiğinde ve bunun tam olarak tüm dünyayı yaratmanın merkezi, sembolü ve hedefi olduğunu gördüğünde kendini gösterecektir.

O zaman büyük Kudüs şehrinin gerçekte neyi temsil ettiğini bileceğiz.

Kudüs’ü kendi içinizde yeniden inşa etmek gibi bir kavram vardır. İnsanlar arasında hiçbir fark olmaması için kendi aramızda böyle bir nitelik, böyle bir hareket, bir bağ yaratmalıyız, böylece birbirimizi hareket yoluyla hissedebilir ve tek bir bütüne dönüşebiliriz.

O zaman tüm özel niteliklerimizin ve kalplerimizin birleşeceği bu tek niteliğin adı “Kudüs” olacaktır. Ve buna yönelik ilk adım bencilliğin ortadan kaldırılması olmalıdır.

Bağımsızlık Yanılsaması

Soru: Bugün bize öyle geliyor ki, karar veren benim, düşünen de benim. İnsan gerçekten bir şeye karar verir mi?

Cevap: Hayır, kişi hiçbir şeye karar vermez, sadece uygular.

Ama bir yanılsama var ki, sanki ben karar veririm, bir şeyler yaparım ve belli bir şekilde hareket ederim. Birinin bağımsızlığına ilişkin bu tür fikirler, insanlara özgüdür ancak bu yalnızca tüm evrensel sistem bizden gizlendiği içindir.

Peki benim yerime kim karar veriyor? Benim yerimde kim oynuyor? Neden düşünenin, benim karar verdiğimin, benim yaptığımın sözde ben olduğuna inanmaya yönlendiriliyorum? Sorun bu.

Mevcut durumumuzdan çıkmamız, onun üzerine yükselmemiz ve karar almadığımız, onları kendimiz uygulamadığımız gerçeğinin üzerine çıkmamız için, buna ihtiyaç var.

Soru: Yani şu anki koşulumuzda, biz yokuz diyebilir miyiz?

Cevap: Mevcut koşulumuzda, kendimize göre varız. Varız, bunu varsayılan bir gerçek olarak kabul etmeliyiz ama sadece zamana bağlı hissiyatlarımızın sınırları içinde. Bu nedenle, gerçek aklın bununla hiçbir ilgisi yoktur.

Zihnimiz, dünyamızın ve tüm dünyaların, tüm diğer seviyelerin cansız, bitkisel, canlı ve insan doğalarının genel bir karşılıklı bağlantı sistemidir. Bütün bunlar kesinlikle birbiriyle bağlantılıdır ve Yaradan veya doğa olarak adlandırılan tek bir programa, tek bir düşünceye itaat eder.

Soru: Diğer dünyalar nedir?

Cevap: Diğer dünyalar, dünyamızın, varlığımızın sonlu, hatalı ve sınırlı olduğunu nihayet anlamaya başladığımızda, içsel evrimimizin bir sonucu olarak yavaş yavaş geldiğimiz varoluş imkânlarıdır.

Manevi Bağın Sonsuzluğu

Soru: İyi tanıdığınız ve belli bir manevi yakınlık hissettiğiniz bir insan öldüğünde, buna iki yönden baktığınızı söylediniz. Bir Kabalist olarak, kişinin bu aşamada basitçe görevini tamamladığını ve yoluna devam ettiğini anlarsınız. Öte yandan, aşina olduğunuz akrabalarının acısını hissedersiniz. Böyle bir çifte algı nasıl mümkün olabilir?

Cevap: Öğretmenimle çok yakın bağlarım oldu. 12 yıl boyunca, uyumak dışında neredeyse tüm saatler ve çalışmak zorunda olduğum zamanlarda da günde üç ya da dört saat onun yanındaydım. Artı, haftada bir onunla iki günlüğüne Tiberius’a gittik. Orada küçük bir evimiz vardı.

Buna rağmen, ayrıldığında, bu adamın görevini tamamladığı ve şimdi devam etmem gerektiği, benim için kesinlikle netti. Onunla manevi, içsel bağda olduğum seviyede kaldım ve onu dışarıdan görmesem de bağımız gelişmeye devam ediyor.

Yani, aslında, fiziksel yokluğuna müdahale etmiyorum. Bana birçok yönden yardımcı oluyor çünkü görevlerimi hissediyorum, önümde tamamen farklı bir görev hissediyorum.

Genel olarak Kabalistler, öğretmenlerinin ölümüyle, bizim dünyamızda akrabaların ölümüyle karşılaştığımız gibi karşılaşmazlar. Yani o bizden ayrılmıyor. “Bizi terk etmek” diye bir şey yok!

“Beni terk etti” ne anlama gelir? Bu, beden gözden kayboldu, bu dünyadan yok oldu demektir. Ama o beni bırakmadı! Onunla içsel bir bağım vardı, tek bir arzuda, tek bir özlemde, tek bir kapta birlikteydim. Ruhlarımız birbirine dokundu ve karşılıklı olarak nüfuz etti. Bu karşılıklı nüfuz etmede, karşılıklı manevi eylemler kalır ve gelişir.

Hiçbir durumda, ondan ve onun aracılığıyla Adem’e uzanan bu uzun zincir boyunca tüm Kabalistlerden ayrı hissetmiyorum. Fark edebildiğim, hissedebildiğim, anlayabildiğim ve kendim keşfedebildiğim ölçüde, onlarla bağlantılı olduğumu hissediyorum. Bunu açıkça hissediyorum, tıpkı dünyamızdaki bir insanın akrabalarına, dostlarına, meslektaşlarına, halkına ve dünyamıza ait olduğunu hissetmesi gibi.

Bu, yaşadığınız kesinlikle net bir duygudur. Ve birinizin gitmesi veya ikinizin birlikte daha da yükselmesi gerçeği aynı anda değişir, elbette bu duygular farklı bir seviyede dönüşür, ama yine de kalırlar, boşluk yoktur. Bir hayvansal beden, burada bir şekilde manevi teması etkileyebilir mi?! Hiçbir surette!

Acı ve Nefret Sevgiye Dahildir

Soru: İgor soruyor: “Görününen o ki Yecüc ve Mecüc’ün savaşı olan Armagedon uzun süredir devam ediyor, ancak nedense biz bunu görmedik veya hissetmedik. Bu doğru mu? Yoksa her şey sakinleşecek, geçecek ve unutulacak mı?”

Cevap: Her şey geçecek, bir şey hariç, o da geleceğimiz son koşul. Ve bu, konsantre, toplanmış ve hepsi bir araya alınmış önceki tüm koşulları içerecektir. Ve bu son koşul için temeli olacaktır.

Yani son koşul, biri “Kli” ve ikincisi “Ohr” olarak adlandırılan iki durumdan oluşacaktır; kap ve ışık. Böylece kap, her birimizin ve hepimizin birlikte tarih boyunca geçtiği tüm koşullardan oluşacaktır.

Bu, korkunç miktarda ıstırabın, şüphenin ve yanlış anlamanın, hepsinin bir arada olmasıdır.

Soru: Yani yaşadığımız her şey, tüm savaşlar ve tüm acılar bu kaba mı geliyor?

Cevap: Her şeyi içeren bir duruma. Ve sonra bu durum, bir ve aynı olan üst ışık veya Yaradan tarafından düzeltilir. Ve bu durum üst ışığa eşit hale gelir. Yani tüm insanlığın her an yaşadığı milyonlarca acı, milyonların içinde gerçekleşen ve idrak edilen her şey, tüm bunlar ışığa dönüşür. Ve böylece Yaradan’a ulaşılır.

Soru: Yani pişman olmamız gereken bir şey yok muydu?

Cevap: Hiç olmadı!

Soru: Ve en korkunç ıstıraplar?

Cevap: Hiç olmadı. Unutulmuş bir şey değil ve şimdi hissetmiyoruz.

Soru: Peki bunlar bir zamanlar yaptığımız hatalar değil mi?

Cevap: Bunların hiçbiri olmadı. Bugünkü mutlak durumu hissetmemiz için sadece bir hazırlık olarak var oldu.

Soru: Ne demek hiç olmadı? Oldu: İkinci Dünya Savaşı, Holokost, Birinci Dünya Savaşı, İç Savaş, dökülen kan, hepsi olmuştu! Ya da oldu mı? Yoksa o zaman bizler zor bir açıklamaya mı varıyoruz?

Cevap: Açıklamanın imkansızlığında, belki. Ama yine de bunun gerçekleşmediğini söylemeliyim. Başka bir gerçeklik algısı seviyesine, böyle bir şeyin hiç olmadığı bir gerçeklik duygusuna yükseliriz.

Soru: Sonra ne oldu?

Cevap: Bizim için yalnızca var olan tek durumu, mutlak evrensel sevgiyle dolu olma durumunu hissetmeye hazırlık vardı. Ve sırayla, aynı anda hem yokluk, olumsuzluk hem de olumluya yönelik bir özlem olarak hissedilir. Ve sevginin ve nefretin yokluğu, diğer her şey, tüm bunlar sevgiye dahildir çünkü karşıtı olmadan, bir şeyi hissetmek imkansızdır.

Soru: Yani bu büyük sevgi üzerimde parlıyor ve ben bunu nefret olarak mı hissediyorum? Henüz ona edinmedi ve bu yüzden mi nefret olarak hissediyorum?

Cevap: Hayır. Onu edinirsiniz, ancak edindiğinizde karşıt niteliği de anlarsınızı. Aksi takdirde onu hissedemezsiniz. Biri olmadan diğerini hissetmiyoruz.

Soru: Yani her zaman birlikte mi var olurlar?

Cevap: Bizler, yaratılanlarız, yaratıldık.  Yaradan, O, tek bir koşul hisseder, deyim yerindeyse sadece sevgiyi. Ve bizler, bir şeyi ancak onun tam zıddından hissedebiliriz.

Ortak Ruhun Parçalanmasının Sonucu

Soru: Bir insan erkek olarak doğduğu, ancak kendini kadın gibi hissettiği ve cinsiyet değiştirme ameliyatı geçirdiği zaman, bu transgender unsuru nereden geliyor? Ya da tam tersi?

Cevap: Bu, hepimizin ortak bir ruhun parçalanmasının sonucu olduğumuz gerçeğinden geliyor.

Yaradan tek bir ruh, tek bir manevi yapı yarattı, bu yapı özellikle birçok parçaya bölündü ki onlar aracılığıyla Yaradan’ı tanıyalım ve O’nun statüsüne, derecesine ulaşalım ve O’nunla bütünleşelim.

Bu sadece güç, nitelik ve karakterler açısından değil, aynı zamanda cinsiyet açısından da farklı parçalara bölündü. Aynı anda, ruhun bir kısmı ıslah yönteminde ustalaşmak ve bir üst kuvveti çekmekle meşgul olur, diğeri ise arzuyu geliştirmek ve aynı üst kuvvetin yardımıyla erkek kısmını gelişmeye uyandırmakla meşgul olur.

Tek bir ruhun kırık parçaları olduğumuz için ıslah, uyum ve parçalanıp düştükten sonra üst dünyaya dönüş sürecinde sürekli birbirimizle karışırız. Erkekler ve kadınlar, birlikte hem erkek hem de kız çocuğu doğururlar.

Manevi dünyada da bu böyledir. Hem erkek hem de dişi ruhları doğururuz ve üçüncü güç olan Yaradan, esasen son amaca göre her birinin kaderini belirler. Genel olarak, bu basit bir sistem değildir.

İnsanlığın on binlerce yıllık varlığı boyunca, sürekli fizyolojik bir hayvansal karışımı olmuştur, özellikle bir yandan egoizmin yükseldiği ve diğer yandan neslimizdeki ulusların arasında korkunç, şaşırtıcı bir karışıma ulaştığı bizim bu zamanımızda.

Üstelik bu karışım fiziksel olmaktan çok içseldir – kültürde, zihniyette ve birbirine olan bağımlılıkta. Sonuç olarak, cinsellik de dahil olmak üzere, kendilerini kökleriyle doğru bir şekilde ilişkilendiremedikleri zaman, ruhlarda böyle bir karışma olur.

Ve burada kişinin hem manevi hem de fiziksel olarak yönelimiyle kafası karışır. Manevi çalışmalarda bile, bazen kendini erkek olarak gerçekleştirmesi gereken bir erkeğin aslında ruhun ıslahında daha kadınsı bir versiyonuna yöneldiğini gözlemleriz. Diğer taraftan, manevi gerçekleşmelerinde erkeklerin yerinde olmak isteyen birçok kadın vardır.

Bence bu gelişmemiz için gerekli bir derecedir. Bu, karşılıklı etki, yakınlaşma ve yukarıdan karıştırma yoluyla cinsiyetleri daha iyi analiz etmeye, özümsemeye ve ayırmaya başladığımız zaman, çok ciddi bir plani ihtiva eder.

Bu, erkeklerin hem manevi hem de fiziksel dünyada kadınları daha iyi, kadınların da erkekleri daha iyi anlamasına yol açacaktır. Ama bugün böyle bir anlayış yok. Bunun için bir kadının iç dünyasına gerçekten girebilmek ve onu anlayabilmek için ciddi bir Kabalist olmanız gerekir ve bunun tersi de geçerlidir.

Kabalistik eğitimin amaçlarından biri, insanlara birbirleriyle doğru etkileşime gelme fırsatı vermektir. Aksi takdirde dünyamız birbirini görmeyen insanların dünyası olur. Sadece ara sıra bir yerde buluşurlar, ilişkiye girerler ve kaçarlar. Ve biriyle birlikte yaşıyor olsanız bile, bu tür bir birlikte yaşam, ortak bir şey değildir.

Başka bir deyişle, bu tür hoş olmayan, doğal olmayan bencil gelişim biçimlerinde bile karşılıklı olarak karışmamız gereklidir, çünkü ancak bu şekilde, tüm olası formlardan oluşan özel bir tür bencilliğe gelebiliriz ve o zaman herkes diğerini daha fazla ve daha iyi anlayabilir.

Bir Kabalist Neden Ölümden Korkmaz?

Soru: Bir Kabalist’in ölüm seviyesinin üzerinde var olurken, sıradan bir insanın ise bu seviyenin altında olduğunu söylüyorsunuz. Bu ne anlama geliyor?

Cevap: Bir Kabalist ölümden korkmaz ancak sıradan bir insan sürekli bu korkuyu yaşar, kendini unutmaya çalışır ve hayatının sona ereceğini unutabilmek için çeşitli eylemlerde bulunarak kendi oyalar. Korku, ortadan kaybolmanın anlaşılmaz bir özelliği, yaşamın sona ermesi, “O zaman neden varım, neden yapıyorum tüm bunları?”

Ve bu sorular bizimle çok ilgili de olsa, hayatımızın dışında çözülmeden kalırlar. Biz sadece onları kendimizden uzaklaştırır, ikincil ve üçüncül faaliyetlerle meşgul olarak en önemli şeyi yokmuş gibi bir kenara bırakırız.

Ancak bu soruları bizim için en önemli şey olarak belirlersek, o zaman diğer her şey onları çözene kadar bir anlam ifade etmeyecektir. “Neden çocuk doğuruyorum? Neden varım? Hayatta her türlü küçük doyumun peşindeyim, ne için?!”

Ve Kabalist tüm bunları ifşa eder ve bu nedenle kesinlikle açık ve gerçek bir akış içinde var olur. Onun için her şey yerli yerindedir. Yarım ipuçlarıyla meşgul olmaz, doğumdan ve ölümden, bu hayatın sona ermesinden saklanmaz.

Her bir koşulun önemini anlar. Bu hayatta rasyonel davranır çünkü her olguyu mevcut perspektifinde, mevcut boyutunda, şimdiki öneminde – yaşam, hareket, ölüm, reenkarnasyon, belki de birkaç yaşamda olacak olan nihai bir hedefe ulaşılması ile uyumlu olarak ele alır. O tüm bu perspektifi görür.

Ve onun için bu küçük hayat, aslında birçok hayatın bir parçasıdır. Her hareketinin, her eyleminin nerede olduğunu anlar. Yani, bugünü ve yarını, bir sonraki anın anlayışı olmadan, olup olmayacağını düşünmeden –  “Ne olacaksa olacak,  ben ne yapabilirim ki?”- diyen sıradan bir insan gibi hareket etmez.

“Evrensel Manevi Yasa Nedir?” (Quora)

Evrensel manevi yasa, “Komşunu kendin gibi sev.” diye yazıldığı gibi, bir sevgi yasasıdır.

Bizler, doğuştan gelen niteliklerimizden gizlenmiş bir boyutta var olduğu için bu yasanın dünyamızda algılanması ve hissedilmesinden yoksunuz. Bu yasayla bağ kurabilmek için, niteliklerimizi o boyuttaki niteliklerle eşitlemeliyiz.

Evrensel manevi yasayı keşfedebilir ve doğrudan kendimizden çıkarak deneyimlediğimiz boyutu ifşa edebiliriz. Başka bir deyişle, dünyevi dünyamız olarak bildiğimiz şu anda hissettiğimiz arzulardan çıkıp, “üst dünya” veya “manevi dünya” olarak adlandırılan bizim dışımızdaki arzulara girmemiz gerekir. Bunu yaparak, dışımızda olanı: evrensel manevi yasayı gerçekten hissedebiliriz.

“Korkuyu Gitmesi Gereken Yere Götürmek” (Linkedin)

Böyle zamanlarda, insanlar evden çıkmaya, işe gitmeye, çocukları okula götürmeye korktuklarında, korkunun bir amacı olduğunu unutmamalıyız: hepimizi birbirimize bağlamak. Korkumuzu birlik olmaya yönlendirirsek, o da nedeni ile birlikte yok olacak.

Savaş ve terör zamanlarında kesinlikle bu şekilde hissedilmeyebilir ama insanlık tek bir varlıktır. İbrahim’in önderliğindeki atalarımız, bunu hissetmişler ve birlik ve sevgi ilkesini her türlü ayrılık ve nefretten üstün tutan, herkesi aralarına kabul eden bir millet oluşturmuşlardır. Kral Süleyman bu ilkeyi “Nefret çatışmayı kışkırtır ve sevgi tüm suçları örter” ayetinde (Eski Ahit Özdeyişler, 10:12) kutsallaştırmıştır.

Gerçekten de, birlik en başından beri bizim temel ilkemizdi. Biz ancak “tek kalp tek adam” olarak birleşmeyi kabul ettikten sonra ulus ilan edildik. Hemen ardından, dünyanın geri kalanına birlik örneği vermekle yani “milletlere ışık” olmakla görevlendirildik.

Eşsiz çağrımız nedeniyle, başarımız veya başarısızlığımız her zaman birlikteliğimize veya onun eksikliğine bağlı olmuştur. Çağlar boyunca bilgelerimiz bu noktayı defalarca vurguladılar. Maor VaShemesh kitabı şöyle diyor: “Felaketlere karşı en önemli savunma sevgi ve birliktir. İsrail’de aralarında sevgi, birlik ve dostluk olduğu zaman onlara hiçbir felaket gelemez… [Eğer] aralarında bir bağ varsa ve kalplerin ayrılığı yoksa, onlar huzur ve sükûnete kavuşurlar… ve bütün lanetler ve ıstıraplar o [birlik] sayesinde ortadan kalkar.” Maor Eynaim kitabı şu sözleri tekrarlar: “Kişi kendini tüm İsrail’e dahil edip birlik sağlandığında… o zaman sana hiçbir zarar gelmeyecek”, Shem MiShmuel kitabında yazdığı gibi: “[İsrail] tek kalp tek adam gibi olduğunda, onlar kötü güçlere karşı surla çevrili bir duvar gibidirler.”

Maor VaShemesh kitabı şöyle der: “Felaketlere karşı en önemli savunma sevgi ve birliktir. İsrail’de aralarında sevgi, birlik ve dostluk olduğu zaman onlara hiçbir felaket gelemez.

Birlik sadece bizim savunmamız için değildir, dünyaya birlik örneği vermek bizim görevimizdir ve dünya milletlerinin bizi aralarına kabul ettikleri tek zaman budur. Birinci Dünya Savaşı sırasında Rav Kook, dünyanın sorunları ile İsrail’in birliği arasındaki bağlantıyı özetlemek zorunda hissetti. Orot (Işıklar) adlı kitabında, “Şu anda kanla dolu bir kılıcın korkunç fırtınalarıyla parçalanan dünyanın inşası, İsrail ulusunun inşasını gerektiriyor. Ulusun inşası ve onun maneviyatının ifşası, bir ve aynıdır, ve birlik ve yücelikle dolu bir güç beklentisiyle çökmekte olan dünyanın inşasıyla birdir ve bu İsrail’in ruhunda olan her şeydir.”

Bu nedenle, askeri düzeyde kendimizi ve ailemizi korumak için elimizden gelen her şeyi yaparken, birliğimiz için de eşit derecede sıkı çalışmalıyız, çünkü sorunlarımızın temel nedeni onun eksikliğidir. Bunu başardığımızda, kendimize ve Rav Kook’un dediği gibi “kanla dolu kılıçların korkunç fırtınaları tarafından parçalanan” tüm dünyaya kalıcı barışı getireceğiz.

Egoistçe Bağlanmanın Tehlikeleri ve Çözümü—Kabala Metodu

Soru: Doğanın bize bugün sadece manevi olarak gelişmemiz için daha fazla boş zaman ayırma fırsatı verdiğini söyleyebilir miyiz?

Cevap: Sadece bu amaç için. Nihayetinde, bir insan neden bu dünyada var olur? Mutlak olanı elde ederken hayvansal seviyede sadece gerekli olanı sağlamak ve manevi seviyede Yaradan’a eşit olmak için.

Neden yaşamalıyız ki? Vücudunuzun tonlarca yiyeceği işlemesine ve ölmesine yardımcı olmak için mi? Bu durumda bir ineğin var olmak için benden daha fazla nedeni var çünkü bana süt ve et sağlıyor. Onun var olmasında net bir amaç var: beni beslemek.

Ben ne için yaşıyorum? Benim var oluşum kesinlikle anlamsız. İnsan dışında doğadaki her canlının belirli bir amacı vardır. Hiçbir şey boşuna yaratılmaz. Ve ancak bu yüce amacı bilmeyen insan boş yere yaratılmıştır.

Yorum: Ama Kabalistler, yine de buna geleceğimizi iddia ediyorlar.

Cevabım: Elbette! Ve bunu bir an önce yapmamız daha iyi olur; yoksa doğa bizi darbelerle itecek.

Binlerce yıllık varoluşumuz boyunca, içsel olarak, bencilce, kendimizi küresel olarak birbirine bağlı tek bir zincirde bulduğumuz bir gelişim seviyesine ulaştık. Ve bu zaten manevi bir sistem.

Küresel iletişim, doğanın bir sonraki seviyesinde mevcuttur. Ve bu bir problemdir çünkü küresel olarak bencilce birbirine bağlı olmak çok büyük bir tehlikedir. Herkes herkesi olumsuz olarak etkiler.

Şimdi nasıl bir tarihsel duruma girdiğimizi bir düşünün; her yıl toplumda ve doğanın her seviyesinde büyük olumsuz değişimler gözlemleyeceğiz. Tsunamiler, depremler ve salgınlar, hepsi dengesizliğimizin bir sonucu. Doğayı böyle biz kendimiz yapıyoruz.

Bu nedenle, küresel seviye kendini gösterir göstermez, Kabala hemen onun dengesi için bir metod olarak ortaya çıktı. Ve eğer onu kullanmaz ve tek bir sistem içinde dengeyi sağlamazsak, o zaman karşılıklı olarak birbirimizi “zehirler”, iter ve başkalarına yabancılaştırırız. O zaman bu sistem çok hızlı olarak çökecek ve Allah korusun bir dünya savaşına geleceğiz.

Kabala metodu bizim tek kurtuluşumuzdur.

Şehir Duvarı ve Manevi Anlamı

Soru: Kudüs’ten bahsederken, onu çevreleyen sekiz kapılı surdan bahsetmeden olmaz. Bu manevi olarak ne anlama geliyor?

Cevap: Sur, şehri çevreleyen şeydir. Şehir içinde ihsan etmenin özel niteliklerinin: bağ, sevgi ve karşılıklılık olduğunu vurgulamak gerekliydi.

Bu nedenle duvar, özgecil, manevi olarak birbirine bağlanma zorunluluğunu üstlenen tüm egoist arzular arasındaki bağ anlamına gelir. Böylece duvarın varlığı, şehrin içinde egoizmin olamayacağı anlamına geliyordu. Aksi takdirde o bir şehir değildir.

Kapılara gelince, kural olarak, bir şeyi kabul edebilmeniz için kapılar açılır ve kapanırlar ya da onu kendi içinizde tutmanız imkânsızdır ve onu şehir dışına çıkarmanız gerekir.

Kabala dilinde bu perde (Masah) olarak temsil edilebilir. Eğer ihsan etme uğruna çalışırsanız, o zaman Yaradan’ın hazzının ışığının arzularınıza girmesine izin verir. Aksi halde kapılar kapanır.

Yorum: Kudüs surlarındaki kapılardan birinin duvarla örülmesi ilginçtir. İleride açacaklarını söylüyorlar.

Cevabım: Burası Moşiyah Kapısı’dır.