Category Archives: Maneviyat

YARADAN’DAN İSTEMEK

Soru: Yaradan’dan istemek ne demektir?

Cevap: Yaradan’dan istemek demek, saf yaradılışı düzenleyen sistemin farkında olmak demektir. Buna bağlı olduğunuzu idrak ediyorsunuz; hiçbir şey değil; sadece O’dur oynayan. Böyle bir gücün gerçekten var olduğunu, düzenlediğini ve idare ettiğini hissetmeye başlıyorsunuz. İşte o zaman kime ve ne ile döndüğünüzü anlıyorsunuz.

Bunu yapmak için oynayanın siz olmadığını, iyilik olsun kötülük olsun sadece O olduğunu ifşa etmeniz gerek. O ne yapıyorsa sizin ihtiyacınız olduğu içindir. Ve O, sizin herhangi sınırlı bir şeyin kapasitesinden öte olduğunuza; yani gerçekte kim olduğunuza dikkatinizi çekmek için tüm potansiyel kötülüğe sebep olur. İşte, mevcut kriz içindeki dünyaya ifşa edilen de budur.

Ve bu farkındalıkta ilerlemeye ve öncelikle kötü hissettiğiniz için O’nu kötü/kötülük olarak ifşa edene kadar neye bağlı olduğunuzu öğrenmeye başlarsınız. İşte tam o an yavaşça ileri hareket edersiniz; daha da bilge olursunuz ve fark edersiniz ki tüm bunlar sizin iyiliğiniz içindir ve hatta siz kötü hissetseniz bile anlarsınız ki O, bir düzen içinde liderlik ederek tıpkı bir eğitmen gibi sizi iyiye doğru yönlendirir. Dünyevi hislerin içindeyken iyi olmadığını düşünseniz bile, O’nun sahne eşyalarının farkına varırsınız; eylemlerinin farkında olursunuz ve anlarsınız ki hepsi de gerçekte iyidir.

Kötü hissetmenize rağmen O’nunla işbirliği yaparsınız. Ve bu size, dünyevi olandan ziyade manevi anlamda yeni bir bilinç ve his verir. Ve bedeniniz acı çekse de bedeninizden çok daha ötesi olan bu amaç için yaratılışın planına bağlanmak istersiniz. Sonrasında sizi yükseltmesi için O’na talepte bulunursunuz, Yukarısı size bu performansınız doğrultusunda yeni değerler verir öyle ki haz alma arzunuzda kalmanıza rağmen O’nun bilincine, hislerine, planına ve her şeyine bağlanırsınız. Bunu ölçünüze göre istersiniz, öyle ölçü ki, ihsan etme ve sevginin gücü başkalarından alma ve onları reddetmekten daha fazla önem taşır. Böylece daha ve daha fazla ilerlersiniz.

Yaradan’la Dans Etmek

Edinmemiz gereken tek şey, ‘‘O’ndan başkası yok’’ koşuludur. Bu, sadece zıtlıktan, “karşı yardım” denen koşul tarafından edinilir. Yaradan bizlere şans eseri ve Yaradan’a zıt ve yabancıymış gibi görünen farklı güçlerden, farklı kesintiler gönderir. Sanki kesintiler tesadüfi gibi: Saf olmayan güç, Firavun, bu bütün dünya. Bizler bu yabancı kaynakları sorunlarımızın sebebi zannederiz.

Ancak bu hissiyatın üzerine çıkmalıyız ve sürekli bir biçimde, olan her şeyin içerisinde Yaradan’ı ifşa etmemiz gerektiği düşüncesini aklımızda tutmalıyız. Eğer bu dünyada olan her olayın içerisinde O’nu görürsek, bu olayların içerisindeki kaynağı yani Yaradan’ın yolunu ve O’nun niteliğini görmeye başlarız. Haliyle Yaradan bizlere en ince gizli yolların içerisinde olanın Kendisi olduğunu öğretir.

Yaradan, tekrar ve tekrar dönüşümlü olarak, Kendisini gizleyerek ve ifşa ederek bizlerle oynar. Kendisini gizlediği zaman, bizler bu gizliliği bu hayatta hoş olmayan koşullar olarak hissederiz. Bunun sadece bir kukla oyunu olduğunu ve Yaradan tarafından yönetildiğini keşfetmeliyiz. Kuklalar, cansız, bitkisel, hayvani doğa ve bu dünyadaki insanlara gerçek gibi görünür. Sanki canlılarmış, kendi başlarına hareket ediyormuş ve kendilerinin özgür seçimi varmış gibi görünür. Ancak eğer bizler bu dünyaya cansız bir ambalaj olarak bakar ve buna sadece üst gücün hayat verdiğini görürsek, Yaradan’ın ifşasına yakınlaşırız.

Bu iş kolay değildir ve sadece zorlukların üstesinden gelmekle mümkündür. Bunu yapabilmek için “O’ndan başkası yoktur” düşüncesini sürekli tutan ve bu çalışmayı kişiye unutturmayan karşılıklı garanti, dostların desteğine ihtiyacımız vardır.

Kişi zayıflığa ve umutsuzluğa düşerse, anlamalıdır ki bu düşünceler de kendisi ile oynayan Yaradan’dan gelmektedir. Kişi hemen Yaradan’la direkt bir şekilde yüzleşmek ve daha net olmak için O’nunla bir diyalog başlatmalı ve içsel arınmaya başlamalıdır. Tüm bu çabalar nihayetinde, kişiyi “gözyaşlarının kapısına getirecektir”.  Diğer birçok arzu tarafından kontrol ediliyor olsa bile bu arzuların merkezinde bir yerde bir arzu kendinin üstüne çıkmak ve sevgi ve Yaradan korkusuna ulaşmak için, bir an için ortaya çıkar. Kendini tüm bu yabancı düşüncelerin ve durumların arasında gerçekten gizleyen Yaradan ifşa olur.

Kişi kendisine gerçek ve bağımsızmış gibi görünen bu hayali dünyanın her imajında Yaradan’ın gücünü görmek ve Yaradan’ın bunu neden böyle yaptığını anlamak için elinden gelenin en iyisini yapmak zorundadır. Bunu yapabilmek için, ne olduğunu incelemeli ve tüm bunları keşfetmelidir. Her şeyden sonra Yaradan’ın tek bir niyete sahip olduğu anlaşılır: Kişiye ifşa olmak.

Bu çabalara çok şükür ki kişi Yaradan’ın kendisine yönelik olan tavrının doğasını öğrenir; böylece kişi, O’nun aksiyonlarından O’nu bilir. Yaradan, Kendisini gizlilik vasıtasıyla gizler ve O sanki kişinin de kendisini nasıl gizlemesi ve ifşa etmesi gerektiğini öğretmek için kişi ile oynar. Yaradan ifşa olduğu zaman, kişi kendisini gizlemelidir öyle ki kişi bu ifşaya kendi başına ulaştığını düşünmesin. Böylece kişi kendisini Masah (perde) ile örter.

Yaradan gizli olduğu zaman kişi O’nu keşfetmek için özlem duymalıdır. Böylece bu karşılıklı çalışmada bir adım ileri ve bir adım geri sanki beraber dans ediyorlarmış gibi, öyle ki beraber gizliliği ve ifşayı oluşturuyorlar, bir Yaradan’ın tarafında ve bir yaratılanın tarafında: Aralarında istikrarlı bir Masah (perde) inşa ederler.

Bir kişinin egosu, Masah’ın arkasında saklı iken o, kalbindeki arzular, egonun üzerine, Masah’ın üzerine çıkar ve Yaradan’ın önünde ifşa olurlar. O zaman aynı şekilde Yaradan da kişinin önünde ifşa olabilir.

Bu gerçekleştiği an, gözyaşlarının kapısı açılır, kişi bu oyunu anladıktan sonra, bunu kabul eder ve kendi ile temasta Olan’ın yüceliğini gördüğü için mutludur. Daha sonra kişi hayatında olan bütün her şeyi memnuniyetle kabul edebilir, ne kadar zorlu ve şaşırtıcı olduğu önemli değildir. Her şeyden sonra, tüm çabaları sonucu kuruş kuruş biriktirdiği bu büyük hesabı idare etmeye şükürler olsun!

03.08.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin Hazırlık Bölümünden

Yaradan’a Sormak

Soru: Yaradan’a sormak ne demektir?

Cevap: Yaradan’a sormak demek, tüm yaradılışın içinde işleyen gücün ve sadece buna bağlı olduğunun farkında olman demektir. Bu gerçek gücün var olduğunu, işlediğini ve her şeyi idare ettiğini hissetmeye başlar ve o zaman kime, ne ile dönmen gerektiğini anlarsın.

Bunu yapmak için, hareketi yapanın kendin olmadığını, eylemi O’nun yaptığını ifşa etmeye ihtiyacın vardır; yapılmış olan iyi veya kötüyü, senin ihtiyacın olduğu için O yapmıştır. Ve olan tüm kötülüğe O sebep verir; öyle ki sen kendinin kim olduğunu ve kapasitenin hiçbir şeye yetmeyeceğini anlayasın. Şimdiki krizin dünyaya ifşası budur.

Ve o zaman bu farkındalığın içinde ilerlemeye ve O’nu ifşa edene kadar gerçekten kime bağlı olduğunu öğrenmeye başlarsın: İlk önce kötülük olarak başlar bu; çünkü kötü hissedersin. Daha sonra, yavaşça ileri doğru hareket edersin: Daha akıllı olmaya ve her şeyin senin iyiliğin için olduğunu fark etmeye başlarsın ve hatta kendini kötü hissetsen bile bilirsin ki Yaradan seni bir öğretmen gibi iyiye doğru yönlendirmek için hareket eder. Ve bununla birlikte dünyevi hissiyatlarında bunun iyi olmadığını düşünürsün; O’nun niteliklerini tanımaya başlarsın, O’nun aksiyonlarının farkına varır ve bunların iyi olduğunu anlarsın.

Kötü hissiyatın yanı sıra O’nu tanımlarsın. Ve bu sana dünyevi olan yerine manevi yeni bir akıl ve hissiyat verir. Ve bununla beraber beden acı çekerken, bedenselliğin daha ötesinde olan bu amaç için sen yaradılışın planına bağlanmak istersin. Daha sonra O’ndan seni yükseltmesini istersin, almak arzunda kalmak yerine Üst güç sana yeni değerler versin ki O’nun aklına ve duygusuna, O’nun planına bağlanasın diye aksiyonlar yapabilesin. Bunu talep ettiğin ölçüde, bu ölçüye göre, ihsan etmenin ve sevginin değeri, almaktan ve diğerlerini sömürmekten daha yüce hale gelir. Böylece daha ve daha ilerlersin.

01.08.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 2. Bölümünden, Zohar Kitabı

Bina: Yetişkin Hayata Giriş

Baal HaSulam, ‘‘Zohar Kitabına Giriş’’, madde 53: “Kişi kendi alma arzusunun hayvani kısmını arındırdıktan ve onu ihsan etme isteğine dönüştürdükten sonra, tüm sırları bilen O, kişiyi tekrar ahmaklığa dönmeyeceği konusunda tanıklık edinceye kadar’’…

Eğer ona hayat veren Işık yoksa bir kişiyi ne destekler? Işık olmadan, zıt form, “yoktan var olmak” ta da var olamaz.

Tüm Sefirotların arasında olan Bina, dönüş noktasıdır, dönüşüm noktasıdır. Bina derecesinde bir kişi kendisini alma arzusundan arındırır ve bu arzuyu sonra tekrar kullanmaya ancak ihsan etmek niyetiyle beraber başlar. Eğer şimdiye kadar bir kişi sürekli alma arzusuyla kavga etmişse şimdi o bunu yardıma çevirir.

Böylece, Bina safhasında, bir kişi kendi arzusunu ona onun bir partneri olmasını sağlayan Üst Işık tarafından destek elde eder.

Bina derecesi çocukluktan yetişkinliğe bir dönüşümdür. Şimdiye kadar kişi kendisi için daha önemli olan bir ilişki içinde ıslah olmuştu. Kişi, Yaradan’ı, arzusunun üzerinde tercih ederek tekrar ve tekrar egosunun üzerine yükselmişti. Ancak şimdi Bina derecesini edinmiştir; Işık sıkı bir şekilde onu bu dereceye kaldırdı ve kişi artık ahmaklığına dönmeyecek, alma arzusunun sınırlarına düşmeyecektir. Bu “söz” ona yukarıdan verilir, “tüm sırları bilen O’nun” tanıklığında.

Şöyle ki bu durum bir kişinin kendi arzusuyla yeni bir şekilde – ihsan etme niyeti tarafından –   çalışmanın kapasitesini ve iznini aldığı zaman gerçekleşir. Daha önceleri bu “yeme” bakamıyordum bile. Bina seviyesine ulaşıncaya kadar mümkün olduğunca bu yemden uzak durmaya çalışarak onu geri çevirdim. Burada Yaradan’ın desteğini ve garantisini aldım – O bana kötü bir şey olmayacağına şahitlik eder. Daha sonra dikkatli bir şekilde Malhut’un üzerinde bakarım, onu ihsan etmeye çevirmek için, beni sürekli düşmekten koruyan Yaradan’ın yardımıyla bir şans ararım.

Özgecil ihsan etmekten özgecil almaya olan bu dönüşüm noktası çok önemlidir. Burada kişinin Yaradan’la bir antlaşmaya ihtiyacı vardır; Yaradan’dan daha sıkı bir destek için. Tüm bunlardan sonra, o ihsan etmek için egosuyla çalışmak zorunda olacaktır.

01.08.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 4. Bölümünden “Zohar Kitabına Giriş”

Grubun Teleskobu Tarafından Yakınlaştırılan Bir Işık

Gücümüzü boş yere harcamamak için alma arzumuzun, Işık’ın etkisi altında nasıl değişebileceğini kesin olarak netleştirmeliyiz. Tüm yapabileceğimiz şey gelişimimizin hızını artırmaktır ve bunu da Işık’ın etkisini getirmek için çevreyi bir mercek gibi kullanarak yaparız. İşte yapabileceğimiz ve ihtiyacımız olan tek şey budur.

Grubun içinde çalışmaya başlayarak, bu teleskoba odaklanmayı öğreniriz: Hep beraber Islah Eden Işık’ın tüm ışınlarını getiririz; böylece bu ışınlar tam olarak grubun merkezinden geçer ve tam olarak almak arzumuzda odaklanırlar. O zaman alma arzusu, Islah Eden Işık tarafından değişecektir.

Bunun nasıl olduğunu öğrenmek istiyoruz: Bu ışık parçalarının, mercekten geçerek nasıl büyüdüğünü ve yoğunlaştığını ve daha sonra alma arzusunun üstüne düştüğünü ve alma arzusunun dört safhasının içinden nasıl geçtiğini.. Daha sonra alma arzusunun içerisinde nasıl yer aldığını ve değişime başladığını ve ilk durumunda olduğu gibi alma arzusunun zıttına nasıl geldiğini göreceğiz. Kişi, kendi benliği içerisinde yaşamamaya başlar; daha ziyade arzusunun üzerine, almak yerine Islah Eden Işık’a yönelik ve ihsan etmeye yönelik olarak kısıtlamanın ve Masah’ın (perde) üzerine çıkar ve böylece ıslaha ulaşır.

Islah Eden Işık tarafından arzumuzun gelişiminin hızlandırılması içindeki çalışma, aslında bizlere anlama gücü ile birlikte tüm sistemi edinmeyi sağlar. Buna rağmen çalışma sadece bir sürecin hızlandırılmasıdır; çalışma, keşfettiğimiz kendi gelişimizin sürecidir ve yaratılışın tüm ayrıntılarının ve ifadelerinin içerisindedir. Zira içinden geçtiğimiz her safhada gruba farklı olarak yönelmeliyiz.

Böylece bu mercek vasıtasıyla odaklanma sürekli değişir ve yeni dışsal ve içsel koşullara bağlı olarak bir önce olduğunun tam zıttı olur. Grubun üzerimizdeki etkisiyle sürekli değişiyoruz ve bu değişim Işık’la, Yaradan’la ilişkili. Nihayetinde içimizde alma arzumuzun üzerinde yeni bir sistem inşa ederiz. Grup benim dünyam haline gelir. Küçük bir arzudan ziyade, tüm dünyayı alırım, muazzam Ein Sof (Sonsuzluk) dünyasının sistemini.

Kendi sonlu formu içerisinde, grup denen bu sistemi, sonsuz sistemi edinmeye başlamaya aracı olduğundan dolayı bu arzuya şükrederiz ve böylece alma arzumuzun üzerine bizleri yükselten ifadeleri alırız.

İhsan etmenin bütünlük olan derecesine ‘kendini feda etme’ denir. Bu demektir ki bir kişi tamamen kendi alma arzusundan kendisini koparır yani ‘kendisini feda eder’. Şüphesiz, tüm ıslah Işık tarafından yapılır ve bizlerin tek yapması gereken şey ise kendimizi çevre vasıtasıyla onun etkisine ayarlamak ve odaklamaktır; bir silahın nişan alması gibi bu üç bileşeni bağlamalıyız ki böylece tüm bunlar tek bir doğrultuda sıralanacaktır.

O zaman Işık’ın doğasına yakınlaşmamız gerektiği konusunda fazla şüphe kalmaz ve bu yüzden toplumu bu şekilde düşünür ve toplum vasıtasıyla üzerimizde Işık’ın etkisini isteriz. En sonunda tüm bu bileşenler tek bir bütün haline gelir.

Sevgi derecesi, kendini feda etme derecesinden sonra ifşa olur: O zaman kişi, ‘yarattıklarına iyilik yapmak’ denen amacın neyi ifade ettiğini anlar.

Bizler sabit bir koşulu tutarak aşama aşama yükseliriz ve Yaradan’ın yaratılışı yaratma niyetini anlamayı biraz daha keşfetmemize şükrederiz. Böylece ilerleriz: Islah Eden Işık tarafından öncelikle kapların ıslahı ve daha sonra yaratılışın düşüncesini edinmek vardır.

26.07.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. Bölümünden, Şamati 219

Arzuya Karşı Başarısız Olan Savaş

Yaratılış süreci boyunca arzu ve Işık arasında değişmez ve sabit bir bağlantı vardır. Işık arzuyu yarattı; arzuyu kendisine bağladı ve işte bu yüzden arzu sonsuza dek Işık’a bağlanmış oldu. Bizler bu bağı kıramayız.

Yaratılan varlık kendisini kısıtlayabilir ve bu şekilde yaparak sanki Işık’ın alımını durdurur; her şeyi yapabilir ancak Işık’ı arzulamayı durdurmayı isteyemez! Yaratılışın temeli budur;  bu, Yaradan tarafından yaratılmış olan almak arzusunun doğasıdır.

Böylelikle alma arzumuzla ilişkili olarak, Işık her zaman mutlak sükûnet içerisindedir ve bizler daima bu Işık’ı istiyoruzdur! Kendimizi ne kadar kısıtladığımız, ne kadar Masahim (perdeler) sahibi olduğumuz önemli değildir; bizler tüm bunları alma arzumuzun üzerinde yaparız. Arzu asla yok olmaz ve sürekli Işık’ı özlemler. Hiçbir gizlilik ve ifşa, kısımlar veya dereceler bunu değiştiremez; arzu sadece Işık’ı hissederse ve onu özlemlerse ancak var olur. Eğer Işık yoksa arzu da yoktur.

Böylelikle arzunun üzerinde farklı aksiyonlar icra edebiliriz zira arzu bizim doğamızdır ve ondan kaçmak imkânsızdır. Arzumuzla beraber hiçbir şey yapamayız; sadece onun üzerinde farklı düzeltmeler ve örtülerle yapabiliriz. Arzu sabit olarak kalır zira arzu yaratılışın maddesine bağlanmıştır. Bunu anlamalıyız böylelikle arzu ile kavga etmez ve acemice dünyayı düzeltmeye çalışmayız. Bunun yerine arzunun üzerine çıkmalı ve arzuyu farklı kullanmalıyız.

12.07.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 3. Bölümünden, On Sefirot’un Çalışılması

Ruh, Yaradan’ın İfşası için Bir Araçtır

Yaradan’ın ifşasına olan hassasiyetimiz, O’nun büyüklüğünün ifşasına olan özlemimize bağlıdır. Bu tıpkı bir dedektörün hassasiyetini on kez, yüz kez, bin kez ve hatta on bin kez daha fazla büyütmek gibidir.

Dedektörün hassasiyet seviyesini arttırarak onu ayarlarım ve böylece bu bana aradığımı keşfetmeme yardımcı olur. Hassasiyeti yükseltmek demek; böyle bir olağanüstü olayın önemini, başka bir olaya göre yükseltmek demektir.

Diyelim ki ben farklı bir olağanüstü olayın yer aldığı, belli bir yerdeyim: Elektrik alanlarının, manyetik alanların ve birçok radyo ve televizyon dalgalarının, farklı frekanslarda yayıldığı bir yerde. Kendimi özel bir olaya ayarlarım ve hassasiyetim özellikle buna yükselir, buna odaklanır ve bunu tüm diğer süreçler arasından seçerim.

Dünyamız farklı frekanslarda, farklı seslerle doludur. Varsayın ki ben belli bir cep telefonunda ne konuşulduğunu öğrenmek istiyorsam dedektörümü özellikle bu frekansa ayarlamak zorundayım. Aynı şekilde tüm dikkatimi Yaradan’ın büyüklüğüne ve önemine odaklamalıyım ve ne kadar yapabiliyorsam şekilde hassasiyetimi o kadar buna yükseltmeliyim. Bunda ısrarcı olmak, dünyada aktif olan, Yaradan denen genel gücü  “genel frekansı” , olağanüstü olayı keşfetmeme müsaade eder.

Bu tıpkı temel taşıyıcı frekans ya da kök hücreler gibidir ki bu dünyamızdaki temel olağanüstü olaydır. Tüm gerçekliğin temelinde olan gücü keşfetmem gereklidir.

Büyüklük, önem ve saygı hakkında konuştuğumuz zaman özellikle bu olağanüstü olaya olan yükseltilmiş hassasiyetimizi ifade etmek isteriz ve böylece onu ifşa ederiz. Bu şekilde “O’ndan Başkası Yok”u; sahne arkasından hareket eden ve genellikle arkadaşların ve grubun arkasında gizlenen, iyi ve iyiliksever Yaradan’ı  hissetmeye çalışan kişi, dedektörün, ruhunun hassasiyetini sürekli olarak yükseltecek ve bu şekilde gelişecektir.

Bunun nedeni , ruhun, Yaratan’ın İfşası için Bir Araç olmasıdır.

6 Temmuz 2012’de yayımlandı

Daily Kabbalah Lesson 7/3/12, Baal HaSulam’ın Yazıları Dersinin İlk Bölümü

Karanlık Bir Geceye Doğan İnanç

Eğer Yaradan ifşa olursa veya en azından kişinin edindiği form eşitliğine göre kişinin biraz da olsa yakınına gelirse, kişi bu yükseliş esnasında kendisini bu hazza kaptırmamalı ve bu sarhoşluğa müsaade etmemelidir. Bilakis yükseliş zamanı, çalışmaya, gruba, kitaplara ve dağıtıma daha sıkı tutunmak için eklememiz gereken maksimum çaba açısından en uygun çalışma yeridir.

Bu zamanı maksimize etmeye çalışmalı ve bir sonraki an, bunun durmayacağının hiç bir garantisi olmadığını anlamalıyız. Bu yüzden, şimdi sahip olduğun tüm araçları kullanarak, kendini yükseliş durumuna öyle bir bağla ki bu iyi koşul, zıt bir duruma girse ve – bulanıklık, kafa karışıklığı, çaresizlik ve güçsüzlük –  gibi hoş olmayan karanlık bir durum haline gelse dahi; hatta tamamen umutsuzluğa düşsen bile yine de Yaradan’a bağlı kalmayı isteyebilesin.

Bu yakınlık, hoş durumları sürdürmeyecektir; bu hoş durumların yanında, alma arzunun içerisinde kötü hissedebilirsin; böyle durumlarda da Yaradan’a sadık olmayı ve O’na bağlı kalmayı dile. Böylelikle alma kaplarında doyum hissedip hissetmemene bağlı olmaksızın,  yükselişler ya da düşüşler seni etkilemeyecektir. Bilakis, hiçbir doyum olmadığı zamanlarda, kendin için herhangi bir ödül söz konusu olmaksızın ihsan etmek için çalışıyor olduğundan emin olabilirsin.

Bunu yapabilmen için bir ‘antlaşmaya’ ihtiyacın vardır. Eğer ihsan etmek için özlem duyarsan; Yaradan’la bu yönde bir antlaşmayı tutabileceğini keşfedersin. Öyle ki Yaradan’ın bu antlaşmayı tutacağından emin olabilirsin. Böylece düşüşler geldiğinde, kendini tamamen boşlukta hissettiğinde ve ihsan etmeyi beceremediğinde, daha önce gerçekleştirdiğin çalışma sayesinde, ‘karanlığın’ içerisinde dahi amaca bağlı kalabileceğine emin olabilirsin.

Aslında bizim tüm çalışmamız, ihsan etmenin ve inancın var olduğu ‘gece’ vaktinde olur. Denir ki: “Görkemini gündüzleri; inancını ise geceleri söyle”. Zira inancın ve ihsan etmenin ifşa olduğu yer ‘gece’dir.

17.06.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. Bölümünden, Şamati 76

Sevgi: Nefretin Üzerinde Bir Köprü

Tüm realite üçe ayrılmıştır: Diğer realiteyi keşfetmek isteyen ben, benim sükûnete gelmeme izin vermeyen içimdeki kıvılcım ve beni saran dünya.

Çevremdeki dünya, cansız, bitkisel, hayvansal seviyeler ve bana yakın ve uzak olan insanlar olarak bölünmüştür. Oysa ki tüm bunların hepsinin arkasında daha yüksek bir güç bulunur. Ne var ki tüm bunların hepsi benim parçam olmasına rağmen hissiyatımda ve bilincimde oluşan ayrılıktan dolayı bunu algılamıyorum.

Bu durum, sanki koluma ağrı kesici bir iğne yapıldıktan sonra duyularımı tamamen kaybettiğimi sanmam ve kolumun bana olduğunu hissetmemem gibidir. Öylesine güçlü bir anestezi ki kolum kesilse bile hiç hissetmiyorum.

Tüm dünyayı algılayışım bu şekilde; yani sanki bana ait değilmiş gibi. Manevi çalışma ise bu anesteziye ve bu anestezinin verdiği bu hissiyata karşı savaşmaktır.

Bu niyetsel bir durumdur; şöyle ki eğer ben uyuşturulmuş olmamın sonucu olarak bu dünyanın bana ait olmadığını anlarsam, egoizmimden kurtulabilirim ve bu durumu bir diğerine karşı özgecil davranmayla ve ihsan etmeye ilişkilendirebilirim. Bunu sevmeyi öğrenebilirim.

Kendime yönelik sevgiyi geliştirmeye ihtiyacım yok; zaten kendimi egoistik olarak seviyorum. Ancak şimdi, bu anestezi ve yanılsama sebebiyle uyuşturulmuş olmamın sonucu olarak benden ayrılmış olarak gördüğüm diğerlerini sevmeyi öğrenebilirim. Unutulmamalıdır ki, sevgi Yaradan’ın niteliğidir; yaratılanın değil.

Bu ayrılık sonucu Yaradan, bize ait olmayan ve doğal olarak bize uymayan bir niteliği alma fırsatını bize verir. Esas olarak sevginin ne olduğunu hiçbir şekilde anlamıyoruz. Fakat kendimi sevdiğim gibi dışımdakileri de sevmeyi öğrenmeye çaba sarf ettiğim zaman; yani dostuma kendim gibi yaklaştığım zaman, buna sevgi denir.

Bunun üzerinde egoma karşı çalışırım. Ego, içimde buna sürekli direnç gösteren özel bir güçtür. Böylece, iki farklı yönde hareket eden iki zıt güç bulunur. Arzu, hazzı kendisi için çeker ancak bu hazzı iten ve bunu yukarıya vermeye hazır olan ve bu hazzın üzerinde olan bir perde vardır.

İşte o zaman, bu iki güç arasındaki etkileşimden dolayı, kendi bedenimden, köpeğimden, çocuğumdan bir başkasını daha fazla sevmenin ne demek olduğunu gerçekten anlayabilirim.

Ben geliştikçe, dostlarıma olan nefretim de artar ancak bunun üzerinde sevginin gücünü geliştiririm. Nefretin üzerine çıkabildiğim sürece buna sevgi denir. Denildiği gibi: ‘Sevgi tüm günahları örter’. Bu iki zıt niteliğin çarpışması sonucu, yaratılan, Yaradan’ın niteliğini kazanır. Aksi halde, bunu sağlamak imkânsız olarak kalır ve yaratılmış olduğumuz biçimdeki doğamızın içerisinde kalmaya devam ederiz.

Hâlbuki eğer bizler, yani yaratılanlar (Nivraim) hem Yaradan’ın dışında bağımsız kişilikler olmak ve hem de O’nun niteliklerine ve bu yüksek koşula ulaşmak istiyorsak o zaman içimizde böylesi bir dirence sahip mekanizma inşa etmekle yükümlüyüz. Bunun içerisinde sürekli işleyen iki zıt güç olacaktır: Haz alma arzusu ve kendi egoizmimizin üzerinde, nefretimizin üzerinde inşa edeceğimiz sevgi; yani ihsan etme arzusu.

01.06.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin birinci bölümünden, Rabaş’ın Yazıları

Sözcükler Olmaksızın Belli Bir Durum

Soru: Baal HaSulam makalelerinde neden kitaplara ve yazarlara bağlı olmamız gerektiğinden ve gruba bağlılığın önemini kapsamadan bu konudan bahseder ?

Cevap: Gruba bağlılık konusunun öneminin bahsi geçmemiştir çünkü bu belli ve açık seçik bir vaziyettir. Birlik, diğerleri ile bağ, pratik açıdan çalışmaya başlanması mümkün olmayan kaptır. Bunun sayesinde egonuz üzerine çıkarsınız ve asgari bir ihsan etme arzusuna erişir, buradan da devam edersiniz.

Eğer bir çevresiniz yok ise; bu delikten çıkabilmenizi ve yükselmenizi sağlayıp yardımcı olan, egonuzdan o zaman konuşabileceğiniz kimse yoktur. Bu bir kişi hakkında, ego üzerinde yükselmemize sebep olan idrakımız hakkındadır ve bu yalnızca dostlar ile bağ içinde olma ile mümkündür. Ta ki bu hareketleri uygulayana kadar, sanki henüz doğmamışsınız gibi ve konuşacak bir kimsenin henüz olmaması durumundaki gibi. Bizler sperm damlası halinde ve henüz doğmamış bir kişinin ne yapması gerektiğinden bahsetmiyoruz.

Bahsi geçen durum zaten varolan bir kişi hakkındadır; kişinin içinde olan, uyandırılmış idrak anlamında olup, egosu üzerinde yükselen kişi demektir. Bu ancak çevre yardımı ile mümkündür. Çevresine olan bağ derecesine göre kişi egosunu terk eder ve onun üzerine yükselir. Onu oradan çıkaracak başka bir güç yoktur.

Daha sonra bizler zaten kişinin diğer manevi hareketleri hakkında, çevrenin gücü olmadan kendi başına hiç bir güce sahip olamayan birey hakkında konuşabiliriz. Kişi bir alma arzusudur ve bizler bunun hakkında hiç birşey söyleyemeyiz. Vurgulanması gereken kısım, ”dost”, egosunun üzerine yükselmiş bir kişi olup, bu sebeple böyle tanımlandırılmıştır.