Daily Archives: Haziran 26, 2023

“İsrail Topraklarını Fethetme” nin Manevi Seviyesi

İsrail halkı, Mısır’dan tüm arzularını, “kapları” ve altın ve gümüş takıları çıkardıktan sonra, o zaman tüm egoist nitelikleri içlerinde öldü.

Tora’da, Mısır’dan çıkan tüm nesil hakkında söylendiği gibi, tüm egoizmleri öldü ve sonra İsrail toprakları (Eretz İsrail) olarak adlandırılan bir sonraki seviyeye, sadece ihsan etme ve sevgiye yönelik bir arzuya ulaşma fırsatını elde ettiler. “Eretz” “arzudur (Ratzon”) ve “İsrail”, “Yaşar Kel (Doğrudan Yaradan’a)”dır.

Yaradan, doğanın ana gücü olan ihsan etme ve sevgi gücüdür. Diğer her şey O’nun, kendine özgü türleri olarak tezahür eder. Bu gücün çalıştığı program, kişiyi bağımsız kılmayı ve ihsan etme ve sevgi koşulunda olma arzusunu amaçlar.

İbrahim’in grubu, İsrail topraklarına girdikten sonra, orada başka milletler de yaşadığı için, o topraklar için savaşmaya başladı. Ek olarak, grubun içinde, insanların karakterlerinde tezahür eden her türlü engel ortaya çıktı ve bunların üstesinden gelmek zorunda kaldılar. Bu döneme İsrail topraklarının fethi (“Kibush Haaretz”) olarak adlandırılır.

“Bugün Kıtlık Riski Var Mı? Neden Var Ya Da Neden Yok?” (Quora)

Öğrencilerimden biri, ankete katılan uluslararası gıda güvenliği ve beslenme uzmanlarının neredeyse yüzde 90’ının “yenilikçi ve cesur eylem olmaksızın, küresel açlığın önümüzdeki on yılda artmaya devam edeceğini” tahmin ettiği bir rapora atıfta bulunarak, bana küresel bir kıtlık olasılığını sordu. Bu gerçekten de mümkün ve eski Kabalistik kaynaklar da çağımızda annelerin kendi çocuklarını yemesi kadar korkunç durumlara ulaşabileceğimizi belirtiyor. İşte bu kadar şiddetli olabilir.

Ancak, yaklaşan bir kıtlık fikrini, sadece ambarlarımızı ve depolarımızı doldurmak amacı ile düşünmemeliyiz Bu tür korkunç senaryoları göz önünde bulundurabilmemiz, bu tür durumlardan nasıl kaçınılacağı konusunda önceden ciddi bir şekilde endişelenmemiz ve bu tür krizlere neden olan temel nedeni öğrenip bunlarla başa çıkmamız içindir.

Sadece kıtlığın değil, başımıza gelen herhangi bir krizin arkasındaki temel nedeni araştırırsak, bunun insan ilişkilerindeki dengesizlikten, birbirimize olması gerektiği gibi davranmamamızdan kaynaklandığını görürüz.

Birbirimize karşı nasıl davranmalıyız?

Dengeli bir duruma ulaşmamıza yardımcı olacak bağlar kurmak için, birbirimiz arasında karşılıklı anlayışa ulaşmamız gerekiyor. Bugün ise tam tersini yapıyoruz, geriye hareket ediyoruz ve böylece hepimizin paylaştığı gemiyi sallıyoruz. Dünya böylece doğal olarak kıtlık ve yıkım dönemlerine doğru gidiyor.

Kendi kendimize getirebileceğimiz yıkım, bizi çok korkutmalı ki birbirimize karşı tutumumuzu değiştirelim ve bunu yaparak dünyayı değiştirelim. Yaklaşmakta olan kıtlık ve diğer krizleri düşünebilmemizin tek nedeni budur ve aynı zamanda genel olarak krizler ve ıstırap, deneyimlerimizin de nedeni budur: birbirimizle ilişki kurma biçimimizde olumsuzdan olumluya, egoistten özgeciliğe ve kayıtsızlıktan karşılıklı sorumluluğa doğru bir değişim meydana getirmek.

Böyle bir dönüşüm için katalizör ne olabilir?

Bunu başlatacak ve destekleyecek bir liderin olması gerektiğine inanıyorum. Dünyamız, insan toplumunun lideri olarak kabul edip takip edeceği, birleşme ve aynı zamanda kıtlık ve diğer krizlerin üstesinden nasıl gelebileceğimizden bahsedecek biri olmadan, zor bir yer. Elbette, bu ancak insanlar böyle bir lideri dinlerse işe yarar ve böyle bir kişiye kulaklarımızı açmamız için kıtlıklar ortaya çıkacaktır.

O zaman, bir kıtlık döneminden sonra, farklı olurduk. Hayata ve onun değerlerine karşı farklı bir tutum sergilerdik. Artık, hayatta kalmamızın büyük önemini ve günümüzün zorlu zamanlarında hayatta kalmanın bizim için ne anlama geldiğini hafife almazdık.

Geçmişte büyük kıtlık dönemleri, savaşlar ve diğer krizler yaşanmışken, bugün temelde farklıdır çünkü içinde bulunduğumuz çağ, bizi egoist ilişkilerimizin kötülüğünün kitlesel farkındalığına hazırlıyor ki bu, içimizde kendimizi değiştirme arzusunu uyandıracaktı. Kabala ilminde böyle bir uyanışa “kötülüğün farkındalığı” denir. Bizlerin, kendi doğamızı “kötü” olarak algılayabileceğimiz bir duruma ulaşmamız, onu böyle tanımlamamız ve bundan gerekli dersleri çıkarmamız için çok büyük bir ıstıraplar gerekir. Yani, maddi refah için birbirleriyle yarışan bireylerden oluşan fare yarışına bir son vermeli ve birbirimize ve doğaya fayda sağlamaya çalıştığımız, birbirimizi etkilediğimiz, birbirine bağlı ve bir bütünün parçaları olarak hissettiğimiz pozitif bağlı yeni ilişkilere geçmeliyiz. Henüz orada değiliz ama o zaman, yaklaşıyor.

Dünya’nın Gerçek Tarihi

Dünya tarihi, ya dünyevi olarak ya da büyüyen egoist arzularımızda ortaya çıkan bir tarih olarak görülebilir.

Onu önümde, sözüm ona bu dünya denilen derin, üç boyutlu küresel bir perdede görüyorum. Çevremde ve onun içinde, canlı olan sinemayı izliyorum ve ona katılıyorum. Ama aslında o benim içimde, benim arzumdadır.

Tüm dünyamız, benim arzularım, benim projeksiyonumdur, ben onu sadece dışarıdan görürüm, kendi içimden değil. Dışarıda ya da içeride olması fark etmez ama tüm bunlar benim.

Bununla birlikte, algımın yanlışlığı bir kenara bırakılmalıdır çünkü tüm evreni kendim ve kendimin dışı olarak ikiye ayırıyorum çünkü egoizmim şimdiye kadar bu resmi böyle algıladı. Egomdan kurtulduğumda ise tüm bunların yalnızca kendi “ben”im olduğunu görecek ve her şeyi kendi dışımda değil kendi içimde hissedeceğim.

Büyük Patlama’dan cansız, bitkisel ve hayvansal doğaya kadar gelişen egoizmden bahsediyoruz.

İnsan doğası, sözde M.Ö. 50.000 yılında kendini göstermiş ve M.Ö. 5.000 yılına kadar, herkesin eşit olduğu ve herkesin aynı mala sahip olduğu ilkel bir komün toplumu gelişmiştir.

İlk olarak, cansız bir düzeyde işleyen arzular gelişti ve MS 5. yüzyılda servet için arzular ortaya çıktı. Bu dönem insanlığın çok hızlı bir şekilde geliştiği, ilk teknolojilerin ortaya çıktığı bir dönemdir.

M.Ö. 5. yüzyıldan M.S. 15. yüzyıla, Orta Çağ’ın sonuna kadar güç için mücadele edilen bir dönem olmuştur. Rönesans, büyük keşifler, matbaa ve diğer başarılarla birlikte, bilimlerin gelişme dönemi, 20. yüzyılın sonuna kadar süren aydınlanma çağı başladı.

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyıl ve sonrası, doğanın sınırlarının ötesine geçerek daha yüksek bir seviyeye, Yaratıcı’ya benzerlik seviyesine ulaşan yepyeni bir dönemdir. Ancak biz bununla başa çıkamıyoruz. Tarihimizde ilk kez, başımıza gelenler konusunda kendimizi tamamen bilgisiz buluyoruz.

Pek çok farklı görüş ve teori var. Bunların hiçbirinin bize bir şey söylemediğinin farkındayız. Ancak, doğanın gelişimine bakarak, bizden bütünlük, birlik ve Kutsal Kitap’taki “komşunu sev” ilkesinin gerçekleştirilmesini gerektirdiğini tahmin edebiliriz.

Yaratılan Olmadan, Yaradan Da Olmaz

Soru: Dünyanın tüm gelişiminin, bizim egoist arzularımızda ortaya çıktığını söylüyorsunuz. Ama eğer maneviyatta zaman yoksa, burada nasıl oldu? Kısa bir zaman dilimi içinde mi?

Cevap: Maneviyatta zaman yoktur.  Gelişim iki dünyada: maneviyatta ve bizim dünyamızda, paralel olarak gerçekleşmez.

Manevi dünyada hiçbir şey yoktur, hatta manevi dünyanın kendisi bile yoktur. Algıladığınız şey vardır. Eğer algılama, egoist arzularla gerçekleşirse, o zaman bizim dünyamızı hissedersiniz ve eğer özgecil arzularla, ihsan etmek ve sevgi için gerçekleşiyorsa, o zaman üst dünyayı hissedersiniz.

Ne bizim dünyamız ne de manevi dünya vardır. Üst dünya yalnızca algılayan kişinin üst güce, üst ışığa olan benzerliğini algılaması halinde, ona göre var olur.

Yaratılan olmadan Yaradan da olmaz. Var olduğunu hissedecek biri yoksa zaman da yoktur, yaşam da yoktur.

Eğer dünya, hissiyatlarımızda kendini gösteren bir şeyse, o zaman sadece bize göre var olur. Bizim dışımızda bir formu yoktur.

Bu gücün kaynağını bilmiyoruz. Işık üzerime iniyor. Bu kaynağı ancak ışığa benzediğim ölçüde tanımlayabilirim. O zaman kaynağın da muhtemelen aynı niteliğe sahip olduğunu söyleyebilirim.

Bunu anlamak mümkün değildir. Bunun için kendinizi değiştirmeniz gerekir.