Daily Archives: Nisan 6, 2023

Dünyayı Yeniden İnşa Etmeyi Değil, Onun Nasıl İnşa Edilmiş Olduğunu Anlamak Gerekir

Yaradan; dünyada meydana gelen tüm olaylar nedeniyle, hem bireysel hem de genel olarak yanlış bir şekilde geliştiğimiz konusunda;  darbeler vasıtasıyla bizleri yavaş yavaş bilinçlendirir. Sonunda bizlerin, içinde bulunduğumuz sistemin yasalarını anlamamız gerekir.

Bu sistemleri kendimizin yaptığını düşünmek saflık olur. Evrenimizin ve tüm gerçekliğin fizik, kimya, biyoloji ve astronominin ortaya koyduğu belirli yasalara göre var olduğunu görüyoruz. Her şey bu yasalara göre hareket eder ve biz insanlar da onlara mecburen uyarız. Neden birdenbire canımızın istediği gibi yeni yasalar icat edebileceğimizi düşünüyoruz ki?

Herkes dünyanın var oluşu için, kendi kanunlarını kendisine uygun bir şekilde oluşturmak isterse, bundan ancak insanlar arasındaki savaşlar ve çatışmalar çıkar. Dünyanın doğru yönetim sisteminin ne olduğunu kimse anlamıyor. Seçimler sırasında herkes birbirine dünyayı nasıl inşa edeceğini diğerlerinden daha iyi bildiğini haykırır. Ancak dünyanın inşa edilmesine gerek yoktur; sadece nasıl inşa edildiğini ve hâlihazırda var olan sisteme nasıl doğru bir şekilde entegre olunacağını anlamanız gerekir.

“Dünya her zamanki gibi işliyor” denilir ve onda hiçbir şeyi değiştirmeye gerek yoktur. Gerçekliğin içine gömülmüş sistemle kendinizi hizaya getirmek için, yalnızca kendinizi değiştirmeniz gerekir – yani görev bir insanı değiştirmektir, dünyayı değiştirmek değil.

Bunu anlayabilmemiz için bize Kabala bilimi verildi. Ve genel gerçekliğin yasalarıyla ne kadar çeliştiğimizi keşfetmeye başladığımızda ve bu karşıtlığın nedenini – yani egomuzu- kendimizde bulduğumuzda; yaratılışın sistemine entegre olarak ve Yaradan gibi tüm yaradılışın üzerine çıkarak onu düzeltebiliriz. Söylendiği gibi: “Ve sizler tanrılar gibi olacaksınız ve iyilik ve kötülük yasalarını bileceksiniz.”

O zaman tüm yaratılışta, sınırsız olanaklar elde ederiz. Ve sadece gerçekliğin bir yanından diğerine özgürce hareket edebildiğimiz beş fiziksel duyumuzla hissettiğimiz maddi dünyada değil, aynı zamanda manevi gerçeklikte de var oluruz.

Bütün bunlar başarılabilir ama bu tabii ki kendimizi ve çocuklarımızı eğitmemiz gereken uzun bir süreçtir.  Bu süreç tüm insan toplumu, doğa ile uyumlu hale gelene kadar, birkaç nesil boyunca sürebilir.

Cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeler, doğal içgüdülerine göre hareket ettikleri için ıslaha ihtiyaç duymazlar. Sadece biz insanlar doğanın zıttıyız ve bu nedenle kendimize ve tüm doğaya zarar veriyoruz. Dolayısıyla doğa kanunlarını çalışmak ve ortaya çıkarabileceğimiz bu kanunlara göre kendimizi değiştirmek bizim görevimizdir.

Bu günlerde birçok insanın yanlış anlamaya ve acıya neden olan soruları var. Neden dünyada bu tür savaşlar ve acılar var?

Bizler şimdiye kadar doğanın kanunlarını çalışıyoruz ve sonra onları yavaş yavaş yerine getirmeye başlayacağız; yani tüm insanlar arasındaki bağa ve hatta sevgiye, birliğin en üst seviyesine gitgide yaklaşıyoruz.  Ve o zaman kendimizi nasıl değiştirebileceğimizi anlamaya başlayacağız. Ve bizim değişimlerimize göre doğa değişmeye başlayacak, bize yönelecek, nazik ve cana yakın olacaktır.

Kabala bilimi, doğanın gerçek yasalarını ifşa etmek için nasıl değişmemiz gerektiğini bize öğretir.

Zohar Kitabı Sizi Nereye Götürür?

Baal HaSulam, Zohar Kitabı’na Giriş’te, bize her şeyin gözlerimizin önünde oluyormuş gibi görünmesine rağmen, tüm bu resimlerin yalnızca beynimizin içinde var olduğunun, mantıklı herkes için açık olduğunu yazar.

Ancak böyle bir anlayışa ulaşmayı başardığımızda, Kabala biliminin bahsettiği şeye yavaş yavaş yaklaşmaya başlayacağız. Bu nedenle, Zohar Kitabı bizden gizlidir ve biz onu nasıl açıp okuyacağımızı bilmiyoruz. Ne de olsa, onu anlamanın anahtarı, gerçekliğin doğru algılanmasıdır.

Zohar Kitabı’na, içinde anlatılan her şeyi, tüm tanımları, sesleri, dünyaları, manevi nesneleri, ruhları, karşılıklı ilişkileri ve özellikle gerçeklik algısının parametrelerini kendi içinde hayal ederek, yalnızca içsel kavramlarla yaklaşılmalıdır: dünya-yıl-ruh, zamanın, hareketin ve mekanın ötesinde.

Metni, içimizdeki güçlerin ve niteliklerin ilişkilerinin bir şemasına açılıyor gibi algılarsak, o zaman yavaş yavaş içimizdeki daha derin içsel durumları ifşa ederiz. O zaman, bize ne kadar gerçek görünürse görünsün, bu dış gerçekliğin var olmadığı, dışsal olarak var olduğu ve bize tabi olmadığı bizim için netleşecektir.

Sadece şimdi, bu gerçekliği yaratanın ben olmadığım, onun kendisinin önümde ortaya çıktığı, doğumumdan önce bile var olduğu ve ölümümden sonra da kalacağı yanılsaması altındayım. Zohar Kitabı’nın bize ne açıklamak istediğini anlamaya başlayana kadar, tüm bu görüşleri değiştirmeye çalışmalıyız.

Zohar Kitabı’na giriş, onun anahtarı, “İnsan… tüm dünyayı kapsar” ilkesine göre, tam olarak her şeyin kendi içine aktarılmasında yatar. Bu nedenle, doğru çalışıp çalışmadığımı, tüm geleceğimi kendi içimde hissetmeyi ve ifşa etmeyi umduğum ölçüde anlamak mümkündür.

“Daha İyi Bir Gelecek İçin, Hangi Sosyal Yapıyı Geliştirmeliyiz?” (Quora)

Artık insan toplumunda, aileleri, kasabaları, şehirleri ve ulusları kapsayan tamamen yeni bir yapıya giriyoruz. Günümüzde milletler, ayrı ayrı sebzelerin salataya dönüşmesi gibi, yeni bir karışım formu ile yer değiştirmiştir. Bu, özellikle Avrupa’da belirgindir. Otuz – kırk yıl önceki gibi bir yapı artık yok. Mesela eskiden bir şehri ziyaret edip o şehrin karakterini görebiliyordunuz, bugün ise durum artık öyle değil.

Çünkü bizler, hayatımızda yeni bir yapı belirlemek zorunda kalacağımız ciddi değişimler yaşıyoruz. Öncelikle hayatımızın anlamının ne olduğunu irdelememiz ve buna göre yeni bir yapı oluşturmamız gerekecek.

Böyle bir sona doğru ilerlerken, kendimize ciddi ciddi şu soruyu sormalıyız: Hayatın anlamı nedir? Ne için yaşıyoruz? Geçmişte, neden yaşadığımıza dair net bir resmimiz vardı. Genç bir eşle evlenmek için yaşardık. Biz onların ailesini bilirdik, onlar da bizimkini bilirdi ve birlikte yaşamaya ve bir ev inşa etmeye başlardık. Her şeyi önceden bilirdik. Bugün, bu durumdan çok uzağız.

Belirli mesleklere dahil olmak, örneğin biyolog veya psikolog olmak istiyorsak, o zaman kendimizi hazırlamamız, üniversite okumamız, bu alanlarla ilgili çeşitli biyolojik veya psikolojik eserler ve kitaplardan çalışmamız gerekir. Daha sonra kendimizi birkaç yıl bu tür ortamlara yerleştiririz ve mesleklerimizi geliştiririz ve ardından belki de bir doktora veya başka uzmanlıklara da ilerleriz. Bu açıkça ortaya konmuştur. Ama dünyamızda, kuzey yıldızını bu şekilde takip eden kaç kişi var ki?

Hedefimizi belirlemeli ve ona nasıl ulaşacağımıza dair bir plan yapmalıyız. Toplum, böyle bir planın gerçekleştirilmesinde kilit faktördür. Geçmişte bizi destekleyen toplumlarımız vardı. Bugün, bu tür hedefleri destekleyen bir topluma ihtiyacımız var. Destekleyici bir topluma olan ihtiyacı mesleklerimizden de anlayabiliriz. Kendi başımıza kalırsak hiçbir şey başaramayız çünkü o zaman, hayvanlar gibi oluruz ve kendi içgüdüsel yapıları olan vahşi hayvanlar gibi bile olamazsak, o zaman kayboluruz.

“Doğaya Karşı İnsan Doğası” (Medium)

Süper güçlerin, geliştirmek için yarıştığı, en son silah modellerinden biri hipersonik füzelerdir. Çin, Rusya ve ABD, ses hızının beş katından daha hızlı (saniyede 1 milden fazla) uçabilen füzeler geliştiriyor ki bu da onları engellemeyi çok zorlaştırıyor. Diğer bir trend ise, temelde konsantre bir ışık hüzmesi olduğu için neredeyse hiçbir maliyet veya çaba harcamadan uçakları düşürebilen veya araçları havaya uçurabilen lazer silahlarıdır. Bu gelişmelerin şaşırtıcı yanı, bilimin yaşamı ve evrimi mümkün kılan doğa ilkelerini alıp, diğer insanları domine etmek ve sömürmek için, bu doğa ilkelerini ölüm ve yıkım araçlarına dönüştürmesidir. Görünüşe göre insan doğası, doğanın tam tersidir ve bu ikisi arasindaki çatışmada herkes acı çekiyor.

Doğada her şey mükemmel bir uyum içinde işler. Evrim, “dinamik denge” anlamına gelen, homeostaz sürecine dayanır. Hiçbir varlık kasıtlı olarak diğer varlıkları yok etmez, yalnızca kendini sürdürmek için çabalar. Doğanın unsurları arasındaki mücadelede, evrenimizin ve içindeki her şeyin varlığını ve refahını sağlayan dinamik bir denge oluşur.

İnsan ise keşfettiği doğa kanunlarını alıp başkalarına karşı kullanmaya çalışır. İnsanın amacı kendini sürdürmek değil, başkalarına ve mümkün olduğu kadar uzun süre hükmetmektir. İnsan zihninde ne denge vardır ne de dinamizm. Sürekli kendi için alma vardır.

Ancak hayat, sürekli ve dinamik değişimlerden oluştuğu için, bunların yokluğu ölüm demektir. Dolayısıyla insan doğası ölüme neden olurken, doğa yaşamı üretir.

Barış anlaşmaları imzalayabilir ve asla savaşmayacağımıza karar verebiliriz, ancak asla sözümüzü tutamayacağız. İnsan doğasının kendisi, bizi, önceki kazançları riske atmadan, üzerinde anlaşmaya vardığımız paydan fazlasını kazanma fırsatı gördüğümüz anda imzaladığımız her sözleşmeyi feshetmeye itecektir.

Bu nedenle, insanın acımasız, kötü doğası nedeniyle kendi dünyasını yok etmediği bir dünya kurmanın tek çözümü, insan doğasını değiştirmektir. Bu düşünceden irkilebiliriz, ancak zaten gördüğümüz gibi, başka hiçbir şey işe yaramadığı için, nihayetinde varlığımızın özünü değiştirmeyi kabul etmekten başka seçeneğimiz kalmayacak.

Doğada her şey uyumlu bir şekilde çalışmasına rağmen, biz bunu göremiyoruz çünkü biz uyumun tam tersiyiz. İnsan toplumu, üstünlük için birbirlerine karşı mücadele eden bireylerin ahenksizliğidir. Öte yandan doğa, mükemmel bir şekilde organize edilmiş bir düzendir. İçimizde zerre kadar bir ahenk olsa, biz hariç etrafımızdaki her şeyin ahenkli olduğunu görürdük.

Bu nedenle tek seçeneğimiz, bu uyumu oluşturmaya başlamaktır. Düşünebileceğimiz bütün baskıcı seçeneği deneyip hepsinin başarısız olduğunu görene kadar bekleyebiliriz ya da şimdi deneyebiliriz.

Uyum, bana herkesten üstün olduğum bir durum sağlamadığı için çekici gelmeyebilir, ancak faydaları herhangi bir kişinin tek başına başarabileceği her şeyin çok ötesindedir. Uyum, herkesin birbirini desteklediği anlamına gelir. Sonuç olarak, sadece kendim için çalışmak yerine, başkaları için çalışırım ve diğerleri de benim için çalışır.

Temel olarak bu, dünyanın halihazırda işleyiş şeklinden çok farklı değil. Farkında olmadan, her birimiz, tükettiğimizden çok daha fazlasını yaratırız. Fazla üretim herkese hizmet eder. Tüm insanlık bu şekilde çalıştığı için, sonuç olarak herkes için bolluk vardır. Bazı yerlerde kıtlığı olmasının nedeni, dünyada bir şeyin eksik olması değil, insanların diğer insanları kullanmak, aşağılamak ve egemen olmak için, onların ihtiyaç duydukları şeyleri inkar etmeleridir. Bu nedenle, herkesin birbiri için çalışmasının  yararlarını görmek için algımızı değiştirmemize gerek yok, niyetimize, sadece kendimizden ziyade diğer insanları da dahil etmemiz gerekiyor.

Kendimizi değiştirmek için, bilinçli, organize bir çaba gösterirsek, bunu başarabiliriz. Sonuçlar en çılgın hayallerimizin ötesinde olacak, ancak hepimiz buna bağlı kalırsak. Dünya giderek artan bir kaosa sürüklenirken, ilişkilerimizi uyumlu hale getirme gereğini görmezden gelmek zorlaşıyor. Tek soru, yenilgiyi itiraf edip insan doğasını değiştirmeyi kabul edene kadar, doğaya karşı daha ne kadar savaşmak istediğimizdir.