Category Archives: Kabala

“Bağ Kurma” Yasalarına Göre Var Olmayı Öğrenmek

İnsanlık, tarihinin öyle bir döneminde ki, gelişimimizin yanlış olduğunu daha da net bir şekilde ifşa ediyoruz. Ne de olsa bu gelişim, kötü egoist güçler tarafından dikte edildi ve bu nedenle sürekli olarak savaşlar, çatışmalar, sorunlar ve korkular ona eşlik etti. Artık iyiliğin gücüne katılmamız gerekiyor.

Böyle bir hayatın şu anki varlığımızdan ne kadar farklı olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Bu, Kabala bilgeliğinin özüdür: Kabala; doğada var olan güçler koleksiyonundan, onları nasıl ortaya çıkarabileceğimizden, onları kendimize nasıl yaklaştırabileceğimizden, onlar aracılığıyla birbirimize nasıl yakınlaşabileceğimizden ve ortak ruh yani  “Adam HaRişon“ sisteminin parçalanmasından önceki sistemi nasıl tekrar birleştireceğimizden bahsediyor.

Bu sistemde herkes, sanki tek bir bedene, tek bir zihne aitmiş gibi, ortak arzu ve niyetle, tek bir bütün olarak birbirine bağlıdır ve birbirini anlar. Sağlıklı bir vücuttaki organlar da aynen böyledir, her organ diğer tüm organların yaşamını sürdürmek için kendisinin ne yapması gerektiğini bilir.

Bu nedenle Kabalistler, karşılıklı desteğin, “Adam” denilen bir sistemi yani Yaradan’a benzerliği (Domeh), ihsan etme gücünü ifşa etmemize nasıl yardımcı olduğunu yavaş yavaş hissedebilmemiz için, bir grup içinde çalışmamızı tavsiye ediyor. Bu şekilde sevgi ve birlik içinde, tek akıl ve tek duygu ile tek bir güç olarak gerçek bir birlik hissedeceğiz.

Bu amaçla, bağ kurma yasalarına göre nasıl var olacağımızı öğrenmeye ve gerçekliğin ikinci katına tırmanmaya çalıştığımız Kabalistik grupları organize ediyoruz.

İşte o zaman, evreni gerçek haliyle ifşa edeceğiz ve evrenin sandığımızdan çok daha geniş ve birbiriyle bağlantılı olduğunu öğreneceğiz. Doğanın güçlerini, onların bu dünyaya bir uçtan bir uca nasıl nüfuz ettiklerini görerek anlarız. Bu, O’nun katına yükselerek, Yaradan’ı, üst gücü edinmek demektir.

Ruh Bedenden Daha Güçlüdür

İnsanın zayıf bir bedene ve kuvvetiyle galip gelen güçlü bir ruha ihtiyacı vardır. Ve o zaman Yaradan onu sever (Herkes İçin Zohar, Cilt 3, Bölüm “VaYeshev”).

Alma arzusuna beden denir ve manevi güce ruh denir. Ruh bedenden ne kadar güçlüyse,  insanın doğru bir şekilde ilerlemesi için o kadar çok fırsat vardır.

Ruhu, bedenden nasıl daha güçlü hale getirebiliriz? Bağ kurmaya özlem duyduğumuzda, aramızdaki bağımız daha da güçlenir. Bu şekilde, Yaradan’ı, gerçek realiteyi, üst dünyaları ve manevi dereceleri hissetmeye başlayana kadar gittikçe daha da yükseliriz. Her şey birbirimizle olan bağımızın seviyesine bağlı.

Gittikçe güçlenen bağ yoluyla, ifşa derecelerini giderek daha büyük ve daha büyük hissetme seviyelerine yükseltiriz.

Sevgi Yoluyla Edinim

Sevgi konusu, en basit ve en anlaşılır gibi gelir. Ama aslında en zor olanıdır çünkü Yaradan’ı idrak etme, O’na yaklaşma ve dünyanın kökünü anlama meselesinin ana konusudur.

Manevi sevgi kavramını, nasıl kullanılacağını sezgisel olarak bildiğimiz bu dünyadaki tanıdık egoist sevgiyle karıştırıyoruz. Bu, doğduğu ilk günden itibaren sürekli ağlayan ve sevgi talep eden bir bebeğe benzer. İnsan ömrünün son gününe kadar böyle davranır.

Sevgiyi, onun gerçek, doğru haliyle ele almıyoruz. Sevginin basit ve aşikar bir şey olduğunu düşünüyoruz. Bu, neden bu kadar az insanın manevi edinime ulaştığını yani ihsan etme niyetiyle özgecil sevgiye, evrensel sevgiye ve manevi sevgiye ulaştığımız, dost sevgisine ulaştığını açıklar.

Sorun şu ki, tüm yaşamımızın ve manevi gelişim yolunun bir başkası için sevgiyi bulmaya yönelik olduğunu anlamıyoruz. Bu büyük bir zorluk çünkü doğal olarak sevgiyi egoist bir biçimde anlıyoruz ve her şeyi kendimizi sevmek yoluyla algılıyoruz. Ama dünya sevgisinin veya Yaradan sevgisinin ne olduğunu bilmiyoruz ki bu, O’na yaklaşmanın ve O’nu hissetmeye başlamanın tek yolu.

Eğer bu egoist bir sevgi değil de dünya sevgisi ise, sevgiyi ne kadar ihmal ettiğini herkes kalbinde hissedebilir.

Kabala bilgeliği bize, Yaradan’a ve gerçeğe karşı farklı bir tutum öğretir. Ana amacın dünyaların nasıl aşağı doğru basamaklandığını ve Sefirot ile manevi Partzufim’in nasıl doğduğunu öğrenmek olduğunu ve manevi dünyanın tekniğini ne kadar iyi çalışırsak o kadar ilerleyeceğimizi düşünüyoruz. Ama bu tamamen yanlıştır.

Aslında her şey, bu dünyanın tüm sakinlerine – insanlara, hayvanlara, bitkilere, cansız doğaya, tepeden tırnağa tüm seviyelere- sevgiyle davranmak için, kalbimizde ötekine karşı sevgi duygusunu nasıl geliştirdiğimize bağlıdır. Sonuçta, bu sevgiyi, alma arzumuzun dört derecesinde de kendi içimizde doğru tutumu inşa ederek, kendimizi ıslah edebilmemiz için bu dünyayı yaratan ve onu bize veren Yaradan’a atfedebiliriz.

İlk olarak, tatmin alma arzumuzu kısıtlamalı ve onu evrensel sevgiye, dışımızda olan her şeye karşı sevgiye dönüştürmeliyiz. Bütün bunlar, Yaradan tarafından yaratıldı ve bu nedenle O’na yaklaşmak için O’nun tüm yarattıklarını sevmek zorundayım.

Tüm dünyaya karşı nefreti veya kayıtsızlığı, evrensel sevgi denen bir yakınlık ve sevgi duygusuna dönüştürmekten başka yapacak bir şeyimiz yok hayatımızda.

Ancak ötekine duyduğumuz bu evrensel sevgi ölçüsünde, Yaradan’ı sevmenin ve O’na yaklaşmanın ne demek olduğunu hissetmeye başlayacağız. Egoizmi sevgiye çevirerek, gerçek manevi realitenin tamamını ediniriz.

Bu nedenle sevgi konusu Yaradan ile buluşacağımız en önemli, merkezi ve derin konudur. Kendimizi, kendi-sevmeden kurtarmaya çalışalım ve dostlarımızı takdir edelim. Yakın ya da uzak olmaları, iyi ya da kötü olmaları fark etmez ama bizimle aynı yoldalar ve gerçek sevgiye ulaşmak için özel bir arzuları var.

Yaradan bize bu içsel, gizli özlemi verdi. Evrensel sevgiye ulaşana kadar, içimizde saklı olan sevgiyi ortaya çıkarmak için çalışmaya başlayalım; tüm yaradılışa ve onun içsel gücüne yani Yaradan’a yaklaşalım ve birleşelim.

Bu, tüm manevi çalışmanın asıl çizgisidir. Partzufim AB-SAG’ın isimlerini unutabilir ve üst dünyalara ne dendiğini bilmeyebilirsiniz ama bizler bunu, sevgi aracılığıyla hissedeceğiz; bu, sadece ezberlemek değil gerçek edinim olacaktır.

“Tanrı Gökleri Ve Yeri Neden Yarattı?” (Quora)

Varoluşta iki güç vardır: (1) Yaradan’ın ışığını alma ve mutlu olma arzusu olan yaratılan ve (2) memnuniyet, neşe, bütünlük ve haz ihsan etme arzusu olan ışığın kendisi, Yaradan.

Yaratılan, ancak ışığın niteliğine benzer olduğunda; yani ışığı Yaradan’a memnuniyet verme niyetiyle alma yeteneğini kazandığı zaman ışığı alabilir. Ancak yaratılan, ışığı kendine yönelik bir niyetle yani yalnızca kendisini memnun etmek için almaya niyet ederse, o zaman Yaradan’ın zıddı olur. Böyle bir durumda yaratılan, Yaradan’ın vermek istediği hazzı hissedemez ve bunun yerine ışığın siyah bir kopyası olan tam karanlığı hisseder. Böyle bir durum “bu dünya” veya “bizim dünyamız” olarak adlandırılır.

“Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı” cümlesi, Yaradan’ın ihsan etme ve alma niteliklerini yarattığını ima eder.  Neden? Bu niteliklerin bir kombinasyonunu edinmemiz ve bunlardan hangisini kullanacağımız konusunda özgür seçimimizi uygulama yeteneğine sahip olmamız için: sadece kendi için haz almayı amaçlayan bir alma niyetiyle alma arzu ya da Yaradan gibi ihsan etme niyetiyle alma arzusu. 

                                        

“Tanrı Fiziksel Mi, Metafiziksel Mi, Soyut Mu, Kavramsal Mı, Maddi Mi, Yoksa Manevi Mi?” (Quora)

Kabala bilgeliğinde, Tanrı’yı pratik bir şekilde, bizimle olan ilişkisinin ve buna nasıl ulaştığımızla ilgili olarak inceleriz: bizi yaratan, içimizdeki ve etrafımızdaki evreni yöneten ve destekleyen ve önceden belirlenmiş olan bir amaca doğru yönlendiren bir üst güç olarak.

Onlarla olan özel ilişkilerimiz nedeniyle, ebeveynlerimizi nasıl “anne ve baba” olarak adlandırdığımız gibi, üst güçle bağ kurduğumuz zaman, bu gücün bize yönelik sahip olduğu belirli bir ilişki türü ediniriz, ancak bu gücün sahip olabileceği diğer olası nitelikler veya ilişkiler hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz. Bu nedenle Kabala’da Tanrı’nın özü veya “benliği” ile ilgilenmediğimizi söyleriz çünkü bu koşulda bizim hiçbir edinimimiz yoktur.

Bu nedenle, kendimizin ve bizi çevreleyen gerçekliğin pratik ve deneysel bir araştırması olan Kabala metodunu kullanarak, Tanrı’yı, bizi yaratan ve sürdüren ve gelişmemize rehberlik eden bir üst güç olarak, açıkça algılayıp hissedene kadar, kendi üzerimizde çeşitli değişikliklere uğrarız: Yaradan ile dengeye – ya da  Kabalistik dilde Yaradan’la “bütünleşme”ye (İbranice “Dvekut”), geliriz. Biz “Yaradan” deriz çünkü İbranice’de “Yaradan” (“Boreh“) kelimesi “gel” (“Bo“) ve “gör” (“Reh“) olmak üzere iki kelimenin birleşimidir yani Yaradan hakkında sadece Kabala metodunu kullanarak kendimizde oluşan edinimler vasıtası ile konuşabiliriz. 

Bu nedenle, sadece bizim gerçeklik algımıza ve duyumumuza giren bir şeyi analiz edebileceğimiz, hissedebileceğimiz ve ölçebileceğimiz için; üst güç (Yaradan, Tanrı) yalnızca onu edinen kişi ile ilişkisinde karakterize edilebiliriz. Kabala dilinde böyle bir edinim, Kli‘nin (kap) kendisini dolduran ışığa (Yaradan’ın niteliği) tepkisi olarak ifade edilirken, içindeki ışık ve ışığın kendisi edinilemez.

Bu nedenle, benliğimizdeki belirli değişiklikler vasıtasıyla bu Kli’yi geliştirerek, ona olan tepkilerimizi ölçeriz ve onun niteliklerine göre değil, kendi tepkilerimize ve algılarımıza göre tanımlamalar verebiliriz. Kabala’yı en iyi tanımlayan kelimenin  “bilim” olmasının nedeni budur, zamana göre test edilmiş Kabala metodolojisini kendimize uygulayarak, geçmiş Kabalistlerin hakkında yazdığı, ölçebileceğimiz, tekrarlayabileceğimiz ve yeniden üretebileceğimiz sonuçlara ulaşırız. Bu bilimin bilgisi, yalnızca ampirik olarak doğrulanmış olanı içerir.

         

Karşılıklı Garanti: İnsanlığın Var Oluşunun Kanunu

Karşılıklı garanti, insanlığın tek bir ruh olarak varoluşunun küresel yasasıdır. İnsanlar arasında gerçekleştirilirse, o zaman altımızdaki tüm dereceler yani hayvansal, bitkisel ve cansız doğa, tek bir sisteme yeniden bağlanacaktır.

Eğer insanlık bugün insan derecesinde birleşmiş olsaydı, tüm doğanın tek bir sistemde toplandığı, hiçbir patlamanın olmadığı ve cansız, bitkisel ve hayvansal dünyada tam bir uyumun hüküm sürdüğü bu tür değişiklikleri tüm evrende görürdük.

Bilgelerin dediği gibi kurt kuzunun yanında huzur içinde yaşayacak ve tüm yaratılış uyum içinde var olacaktır. Bu şekilde tüm evreni ve tüm dünyayı tek bir bağa getireceğiz ve Yaradan, tüm yaradılışı dolduran ve kucaklayan tek bir güç olarak kendisini bu uyum içinde ifşa edecektir. Karşılıklı garantimiz ve bağımız sadece hayatımızı iyileştirmekle kalmayacak, aynı zamanda tüm yaratılışı düzeltecek ve onu tek bir mükemmel sistemde birleştirecektir.

Ve bunun olması kaçınılmazdır çünkü bu bilgi genler yaratılışta kayıtlıdır ve onu bu amaca götüren güçler onda hareket etmektedir. Katılımımızla bu hedefi daha da yakınlaştırabiliriz. Her şey bize bağlı!

İnançtan Hakikate

Dostumuzu, kendi egoizmimize göründüğü gibi değil, “mantık içi” denilen gerçek, somut bir şekilde neslin en büyüğü olarak görmek için özlem duymalıyız. Ne de olsa egoizm her zaman daha iyi ve daha rahat hissetmek ister ve bu nedenle içgüdüsel olarak etrafındaki herkesi, onların üzerinde olabilmek için küçümser. Ego için mühim olan hükmetmektir.

Bu nedenle, Yaradan’la bağa ulaşmanın bir yolu olarak, dostlarla bağ kurma fikrini kabul etmek ancak mantık ötesi inançla mümkündür çünkü bizler, birbirimizi kesinlikle gerçek formumuzla göremiyoruz. Ancak kişinin aynı hedefi amaçladığını ve hedefe ilerlemek için gerekli tüm koşulları kabul etmeye istekli olduğunu gördüğümüzde, yalnızca bu küçük dış kriter temelinde, Yaradan’la bağ kurmanın bir yolu olarak ona bir dost gibi davranmaya başlayabiliriz.

Bu tür dışsal işaretlere dayanarak, bu kişiye karşı tavrımız üzerinde çalışmaya karar veririz. Birlikte çalışmaya hazırsa, o zaman egomuzun genellikle yaptığı diğer tüm iddiaları iptal ederiz ve sadece mantık ötesi inançla değil, bağımızı somut bir şekilde ortaya çıkarmak için, bağ kurulacak kişiye yaklaşmaya başlarız.

Gerçek, duyusal bir bağa ulaştığımızda, içinde Yaradan’ın ifşa olduğu manevi bir kap inşa etmeye başlarız.

Dostumun, buna değmeyeceğini düşündüğüm zamanlarda bile, mantık ötesi bir bağ oluşabilir yani yine de onunla bağlantı kurarım. Bunu araç olarak kullanırım. Dostlarıma onları harika gördüğüm için değil mantık ötesinde onlara değer verdiğimde buna, hazırlık dönemi diyoruz. Duygularıma göre kendimi onlardan üstünmüş gibi hissederim ama kendi hislerimin üstüne çıkarım, kendi hislerime katılmam ve dostlarımı kendimden yüce olarak hayal ederim.

Mantık ötesi inançtan mantığa geçmek yani dostlarımı gerçekten takdir etmek için algımı düzeltmem gerekir. Bu düzeltme, karşıt görüşlere rağmen bağımız üzerinde çalışmaya başlamamızdır. Herkesin, başkalarına grubun büyüklüğü ve hedefi hakkında fikir verdiği bir toplum inşa ederiz.

Birlikte çalışarak, ıslah eden ışığı üzerimize çekeriz ve sonuç olarak, mantık ötesi inançtan mantığa geçeriz ve böylece daha da yükseliriz. Tabii ki, sonraki her adım daha zordur. İlk başta, dostlar bana o kadar da kötü görünmüyordu: bazı yönlerden kötü, bazı yönlerden iyi gibiydi. Mantığın üzerine çıkmak gerektiğinde, bunu kolayca yapabiliyor ve onlarla eşitleniyordum, onları yol arkadaşlarım, hatta neslin büyük insanları olarak kabul edebiliyordum. Amaçları ve kendileri benim için önemli görünüyordu.

Ama sonrasında kalbin ağırlaşması gelir ve dostlarda pek çok kusur bulurum. Onları yüce kabul edip arkalarındaki Yaradan’ı görmek ve dostlarımdan başka kimseyi fark etmemek ve dostlar benim her şeyim olacak şekilde kalbi ısıtmak, benim için gittikçe zorlaşır.

Yine de bu engellerin üstesinden gelene ve benim için ayrılan tamamlamayı yerine getirinceye dek, her seferinde bu daha da zorlaşır.  O zaman, mantığın ötesine geçmek için sarf edilen tüm çabalar mantığa çevrilir, içinde gerçek ihsan etme niteliğinin ilk ifşasının gerçekleştiği doğru kaba dönüşür, yani kişi Yaradan duygusuyla dolar.

Dolayısıyla mantık ötesi inanç ilkesi, birinden diğerine yükselirken her zaman dereceler arasında işler. Ancak kabımızı inşa ederken onu mümkün olduğunca mantığa aktarmaya çalışmalıyız.

Işık Kıvılcımının İfşası İçin Ön Koşul

Kendimizi dostlarımızla doğru bir şekilde uyumlarsak ve iki zıt nitelikten bir alt yapı oluşturup, bu niteliklerin birbiriyle bağlı olacağı bir yer yaratırsak, o zaman içinde Yaradan veya “orta çizgi” denen üçüncü bir nitelik tezahür edecektir.

Aksi halde, O olmaz ve “orta çizgi” de olmaz. Dışarıda arayacak kimse yok; çevrenizde, yıldızların üzerinde veya yer altında onları arayacak hiçbir yer yok. Herhangi bir imaj çizmek için hiçbir şey yok. Yalnızca doğru bağımız Yaradan’ı açığa çıkartır. O’nu kendimiz bulacağız ve bu durumu ve bu niteliği aramızda yaratacağız. Aksi takdirde O hiçbir yerde değildir.

Böyle bir metodu takip ettiğinizde, kutsallık yalnızca birbirimizle doğru ilişkilerimizde, aslında en doğru şekilde yaratılmış olan egoizmin üzerinde yükselir, böylece birbirimize karşı Yaradan denen doğru bir tutum geliştiririz.

Sonuç olarak, kişi bu niteliğe benzer şekilde “Adam” olur ve onu kendi içinde hisseder. Ve insanlarda doğru bağlarının başlangıcında bile böyle bir niteliğin, böyle bir içsel maneviyatın ortaya çıkması, ortaya çıkarmamız gereken en küçük ışığın ön koşuludur.

İşte bizim yaptığımız budur. Bu, herkese açık olan Kabala bilgeliğidir.

Mantık Ötesi İnanç = Ruh

Soru: Mantık ötesi inanç nedir?

Yanıt: Mantık ötesi inanç, kendi doğamın üzerine çıkmam ve Yaradan’ın içinde bulunduğu koşula girmem anlamına gelir ve bu, bugün olduğum durumuma zıttır.

Yaradan, ihsan etme, evrensel bağlantı ve küresel sevgi niteliğidir. Başlangıçta, bu niteliğe sahip değildim. Ama onu bir şekilde kendi içimde yaratabilir, toplayabilir ve ortaya çıkarabilirsem, o zaman bu, mevcut egoist doğamın üzerinde olacak ve mantık ötesi inanç olarak adlandırılacak.

Ne de olsa mantık, benim doğamda, egoizmimde, anlayışım ve hissimde olan şeydir. Ve bunun üzerine çıktığımda ve aksi yönde hareket etmek istediğimde, o zaman aklın karşıtı nitelikte olacağım – mantık ötesi inançta. Burada zıt, “çelişki” anlamına gelmez.

Basit hayat anlayışımızda genellikle bu tür pek çok tutarsızlık vardır, bunların önce etrafından dolanmanız ve sonra hissetmeye çalışmanız gerekir, çünkü mantık ötesi inanç, ihsan etme adına yaşamak gibi, üst dünya gibi, kendinizin üzerine yükselmek gibi bir koşulun var olduğu hissinden gelir ve siz bu koşulu bulmak istersiniz.

Kişi böyle bir içsel harekete sahip olduğunda, egoist kölelikten çıkış için hazırlanmaya başlar. Bu, üst “saran ışık” adı verilen bir kuvvetin ona belirli miktarda ve uzun bir süre etki etmesinden kaynaklanır.

Bu güç, kişinin kendini değiştirme arzusu ve eylemlerinden kaynaklanır. Ve içsel niteliklerinde egoist olmalarına rağmen, niyetlerinde özgecil olurlar.

Kişi, Kabala dersleri ile gruptaki çalışmasından böyle bir etki alırsa ve ek güç kazanmak, bu dünyanın üzerinde bir nitelik kazanmak isterse, o zaman bu, fetüsün rahim içi gelişimi gibi yavaş yavaş onda belirmeye ve gelişmeye başlar. Ve sonra mantık ötesi inanç niteliği doğar ve kendi başına var olmaya başlar. Buna ruh denir.

Kabala dilinde anlatmak gerekirse, kendisini Malhut’tan ayırmış gibi olur ve Bina’ya yapışır. Bu nedenle mantık ötesi inanç, Malhut niteliğine üstün gelen Bina’nın niteliğidir veya alma niteliği üzerinde gerçekleştirilen ihsan etme niteliği ya da alma arzusunun üzerinde düzenlenen ihsan etme arzusudur.

Ortak ruhun inşası, bu prensibe göre düzenlenir. Manevi dünyada var olmamızı sağlayan ilke budur. Bunu kendi içimizde inşa etmeliyiz. O zamana kadar hiçbirimizin ruhu yoktur. Kabala’da hiç bahsedilmeyen, sadece fiziksel olan bir beden vardır.

Kabala biliminde beden, bizim egoist alma ve haz alma arzumuz anlamına gelir; içimizde var olur ve hayvansal bedenle hiçbir ilgisi yoktur.

İdeal İntegral

Baal HaSulam’ın bahsettiği manevi seviyeler, sayısal bir prensip üzerine kuruludur. Bunlar kesinlikle net yasalardır: ışığın etkisi, arzunun tepkisi ve aralarında “perde” adı verilen bir dengeleme aracının ortaya çıkışı.

Bütün bunlar çok net ilkeler üzerine inşa edilmiştir: arzuda beş derece (sıfır, bir, iki, üç, dört), ışıkta beş derece (Nefeş, Ruah, Neşema, Haya, Yehida) ve onları birbirine bağlayan “perde”. Ruhumuzun sistemi böyle inşa edilir.

Ancak onun hisleri sayısal değil analogdur. Her şey bu şekilde gelişse de kareler veya küplerle sayısallaştırılmaz, duyusal ve sonsuzdur. Sonuçta ışık kabı doldurduğunda onun içinde boş bir yer bırakmaz ve bu tam bütünü üretir.

İntegral her zaman bir sınırlamadır. Burada bir şeklin alanını hesaplamak yerine, onu karelerle doldurup sonra toplarız. Karelerin toplamının bize tüm bu problematik şeklin alanını verdiği varsayarız. Aslında tam olarak öyle değildir, ancak onu karelere ne kadar doğru böldüğümüze bağlı olarak yaklaşık olarak bu şekilde hesaplarız.

Ancak bizim burada mükemmel bir integralimiz var. Mükemmel! Çünkü ışık, Kli’nin (kabın) tüm boş alanlarını doldurur. Bu nedenle, bilgi iletiminin derecelendirilmesi, algılanması, çoğaltılması ve genel olarak duygular (kaptaki ışık hissi) dışındaki her şey derece derece gerçekleşmesine rağmen, aldığımız duygular analogdur, mükemmeldir yani açıkça belirlidir.

Soru: Analog sistem neden doğru bir şekilde oluşturulmadı? Neden tam olarak iki sistem: sayısal ve analog, olmalıdır?

Cevap: Çünkü bu şekilde sayısal sistem ölçüm, analiz ve sentezin doğruluğunu, analog sistem ise duyumun yüksekliğini ve mükemmelliğini gösterir.

Bu formda, her iki sistemin bağlantısı gerçekleşir, ancak bunun tek nedeni, Kli’yi ve onun tüm boş alanlarını dolduran ışıkla uğraşmamızdır. Yani duyularımızda henüz dolmamış, henüz integrale dahil edilmemiş küçük boşluklar kalmamıştır.