Duyguların Hassasiyetine Saldırı

Soru: Seminer esnasında nasıl bir çabaya ihtiyacımız var? Bu sanki saldırı esnasındaki bir patlama gibi mi olmalı veya muntazam içsel bir araştırma gibi mi?

Cevap: Seminer ve genel anlamda yolumuz, tamamıyla duyguları baz alır nitekim biz, içimizdeki bizi ilgilendiren kaynağın herşeyini tasfiye ediyoruz, haz alma arzusunu. Arzu, his ile kendini algılar fakat tecrübe edinilen değişik durumları fark edebilmemiz için idraka ihtiyacımız vardır. İdrak bizlerde yalnızca yükseldiğimiz seviyelerde; ıslah edilmiş kaba ulaşmak isteğimizi birleştirmeye başladığımızda ortaya çıkar. İşte bu, bizlerde manevi idrakı oluşturmaya başladığımız zamandır.

Bu durumdan önceki zamanda dünyasal düzen ile meşguldük, hayvansal akıl ile, yani bencilliğimize daha iyi hizmet eden ile idik. Akıl bu dünyanın seviyesinin üzerine yükselemedi çünkü bir sözde olduğu gibi, kölenin nasibi efendisine göre ayarlanır. İşte bu sebepten dolayı varolduğumuz duygular ve aklımız bu dünyanın seviyesi ile kısıtlıdır ve manevi şeylerle ilgisi yoktur. Burada insanın ne kadar zeki olduğu da önemli değildir. Bunun sadece manevi şeylerle bağıntısı yoktur.

Yeni hissiyatımız ve idrakımız ile manevi bağ içinde, bizler ortak noktamızı arayış konusunda gelişme sağlarız. Bu hassasiyet birbirimiz ile bağ içinde olduğumuz alanda belirgin olmalıdır, grubun merkezinde. Zekamız buradaki çeşitli kurnazlığı ortadan kaldırmak için belirir ve bağ kurabilmemiz için yardımcı olur. Bunlar zaten manevi duygular ve idraktır, manevi merdivene aittir.

İşte bu sebepten dolayı seminerde ilham, özellikle birlik konusunda hakim olmalı; yalnızca basit, yeni bir bilgi almak için sevinç içinde ve kendini geliştirme arzusunda ise olunmamalı. Eğer ben bu çalışmaya, uyanışımı ve seminere hazırlığımı dahil etmek istiyorsam o zaman en başından itibaren sadece birliğe doğru odaklanmalıyım. Bu birliğin önemine odaklanmak, grubun ve dostların önemine odaklanmak demek ve yalnızca kendim için birşeylere erişmek umuduna kapılmamam anlamına gelir. Bahsedilen şekilde boş çaba harcayan kimselere yazıktır ki, nitekim onlar grubun dışında kalacaklardır.

21.5.2012 tarihli Günlük Kabala Dersi’nin 1. Bölümü’nden, ”Seminer hakkında konuşma”

Eksi ve Artı’nın Birleşimi

Soru: Derslerde birlik hakkında çok düşünüyorum ancak bunu hissetmem çok zor ise ne yapmalıyım?

Cevap: Bizim işimiz mantık ve duyguların arasında gerçekleşir, orta çizgide. Kişi bu orta çizgiyi, düşüncelerinde, arzularında, niyetlerinde ve ilişkilerinde yani her şeyin içinde tutmalı. Tek bir yola sapmak hangi yön olursa olsun kabul edilemez. Zira bütün bunlar yaratılışın içinde Yaratana zıt ifşa oluyor, bu orta çizgide ifşa olmalıdır.

Tüm doğa sadece orta çizgide var olmanın gerçeğine şükreder, orta durumlar mutlak eksi ve mutlak artı arasındadır, uç durumlar arasındaki dengenin içindedir.

Ancak insan seviyesindeki dengeye cansız, bitkisel veya hayvansal seviyelerdeki gibi ortalama suretiyle ulaşılmaz daha ziyade artı ve eksinin bir araya gelmesi sonucu gerçekleşir!  Sağ ve sol çizgiler ortanın dışında kendi başlarına dengeye gelmezler onlar ancak merkezde birleşirler ve işte bu yüzden orta çizgi onların (sağ ve solun) basit toplamlarından çok daha yüksek bir seviyede ortaya çıkar. İşte bizim dünyamızdaki ve manevi dünyadaki orta çizginin farkı budur.

Kendi üzerimizde çalışıyor olduğumuz tüm bu konseptlerin bir dengede varacakları ve her çeşit problemin çözümünde bize doğru yaklaşımı sağlayacakları anlaşılmalıdır.

20.05.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. Bölümünden, ‘Daha Önceki Kongreler Hakkındaki Konuşma’

Hislerin Yenilenmesi

Soru: Birkaç çalıştaydan sonra ortaya çıkan şey artık her şeyin söylenmiş olduğu, konuşacak daha fazla bir şey kalmadığı, sadece aynı kelimelerin tekrarı. Bu normal bir durum mu?

Cevap: Hayır normal değil. Tamamen farklı yeni hissiyatları görmek için sürekli çaba harcamalıyız, aynı kelimelerin içinde yeni bir anlam. Buradaki gerçek on Sefirot daima tekrarlanır fakat koşulların değişmesiyle, tamamıyla yeni seviyeleri deneyimliyoruz, şöyle ki yeni doyumlar, tecrübeler, olaylar ve tüm bunun arasındaki içsel bağlantılar. Sabit olarak aynı konu hakkında konuşuyor olsam bile bu aynı olmamalı. Durum tamamen farklı olmalı çünkü ben sürekli değişiyorum. Eğer bu durum bana sanki değişmiyor görünüyorsa sorun benim içimdedir. Eğer bir kişi değişmiyorsa, kişi kendisine sormalı, sorun nedir?

20.05.2012 Tarihli Sanal Dersten, Kabala’nın Temelleri

Dostum Yaratan’ın Bir Temsilcisidir

Soru: Bir çalıştay esnasında nasıl çalışırız, bir diğerini nasıl dinleriz?

Cevap: Dostum anlayabileceğim veya anlayamayacağım bir şeyler söyleyebilir. Benim çok yüce veya salakça olarak düşündüğüm şeyler söyleyebilir. Her ne durum olursa olsun, ben şimdi onu Yaratan’ın bir temsilcisinin tecellisi olarak algılarım. Yaradan beni onun vasıtasıyla etkiler.

Eğer ben dostumun davranışı, tavrı tarafından bir itilme hissedersem onun sözlerinin veya herhangi başka bir şeyinin gerçek anlamı, benim onu algılayamadığım veya istemediğimdir. Ve işte bu muhteşem bir eksersizdir! Bunun üzerine yükselmem gerekir! Eğer o Yaratan’ın temsilcisi ise, zira “O’ndan başkası yok”, özellikle böylesi bir olayı paylaştığımızda, o zaman dostumu yüceltmeliyim ve bana sunulan her şeyin temsilcisi olan onun vasıtasıyla manevi özü idrak etmeye çalışırım ki bunların tümü bana bu şekilde sunulur ve aynı zamanda kendisini de bu yolla sunar. Her şeyi mutlak kutsallık, mutlak ihsan etme, mutlak manevi nitelikte algılayacağım bir durumda kendi üzerime yükselmeliyim – içimde hissettiğime, sahip olmadığım gerçeğe rağmen.

İçimde bu iki niteliğin ortaya çıkması çok iyi bir durumdur: Dostumda gördüğüm her şeyi hiç bir surette dikkate almadığım zaman dostuma karşı göstermiş olduğum egoistik yaklaşımım ve diğer bakımdan, tam zıttı, dostuma Yaradan’ın temsilcisi olarak mantık ötesi davrandığım zaman çünkü dünyada kötü, fena, kusurlu olabilecek birinden hiçbir şey gelmeyecektir. Ve eğer bu içimde var olursa, o zaman o benimdir; ona kendimin gibi bakarım.

İşte bu yüzden, eğer bu iki durumu kendi içimde fark edebilirsem o zaman belli bir manevi çalışma yapmışımdır. En üst ve en düşük tüm kritik koşulları birbiriyle ilişkili olarak beraber tutmalıyız ve ortak bir kaba sahip olacağız – Malhut ki temeldedir ve sadece hoş olmayan şeyleri kapsar – ve bu içimizde daha net kötüyü görmeye başlayacağız ve Keter’e doğru bunun üzerine yükselebileceğiz. O zaman bunlar arasında öylesine bir mesafe ve gerilime ulaşacağız ki Saran Işık İç Işığa dönecek ve oraya yansıyacaktır. Ve bizler ilk manevi seviyeyi edineceğiz.

Bu ne yapar? Bizleri birbirimizle bağlayan Atzilut dünyasının Malhut’una doğru MAN yükseltiriz ve orada kendimizi yeni doğumlar olarak ilk kez için tesis ederiz. Ve bir kişi tek başına doğmaz ancak en az on kişi olarak doğar.

Üst Işığın Sırrı

Zohar’ı okuduğumuzda unutmamamız gereken şey, kitapta anlatılan sadece aramızdaki bağın kendi içindeki farklı formlarıdır. Zohar her defasında bu bağı kullanarak nasıl yüksek seviyelere yükselebileceğimizi, ‘üç çizgi’, yeni Reşimot (anımsayış), uyanışlar, İbur (anlayış), Yenika (bakım) ve Mokhin’in (yetişkinlik) ve devam eden seviyelerindeki aydınlanmaları vasıtasıyla bu bağı nasıl güçlendirebileceğimizi izah eder.

Bunların tümü aramızdaki bağı sıkılaştırmak içindir yani kırılmayı düzelterek kaplarımızı daha ve daha fazla sıkı bir şekilde sıkılaştırmak ve bağın yoğunluğu ölçüsüne göre ayrılmış olan parçaların arasında duran karşılıklı ihsan etmenin yaklaşımını keşfetmek ve şimdi olduğu gibi egolarımızın üzerinde bağ kurmak. Buna aramızda ifşa olan Üst Işık denir.

Eğer ki bu parçalar bağ kurmak için kendilerini iptal ederlerse buna Hassadim (Merhamet) Işığı denir ancak bu parçalar bağ kurmak için aynı zamanda egolarıyla da çalışırlarsa buna Hohma (Erdemlik) Işığı denir.  Bu bağdır ve bundan başka bir şey de yoktur.

21.05.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 2. Bölümünden, Zohar

Dönüş Noktası

Soru: Grupta kesin bir tartışma olduğu zaman, kişinin yolunda duran farklı direnç mekanizmaları vardır.  Bu, zamanımızın çoğunda bu direnç mekanizması ile ilgilenerek meşgul olacağımız anlamına mı geliyor?

Cevap: Hayır. Bence bu burada olmamalı. Hazırlık safhasında, kişi egosu ile çalışmaktan umutsuzluk duygusunu hissetmeye ulaşmalıdır. Kişi bunun içinde bir yaşam olmadığını anlamalıdır.

Şunu anlamalıyız ki, eğer gelişimimin bir sonraki seviyesine,  sonraki boyuta, doğa ile uyum seviyesine çıkışa ulaşmak istiyorsam, egoistik gelişimim ile hayal kırıklığına uğramalıyım ve egomu büyütmemeliyim. Aksi takdirde, o basitçe beni öldürecektir. Benim diğerleriyle birleşik olarak iletişim içinde olmama izin vermeyecektir; bana, onunla, doğanın uyumunu hissedebileceğim ve bu boyuta, seviyeye girebileceğim kabı vermeyecektir.

Gelişimin tüm önceki aşamalarındaki egoyu terk etmeliyim. Dönüş noktası, çatallaşma noktası, ayrılma, kriz, bugün üzerlerine gideceklerimiz bizleri gerçekten, egomuzu “kıracağımız” ve aşağıda bırakacağımız gerçeğine yönlendirirler. İnsanlık, büyük bir problem ile yüzleşiyor: Ulaştığımız o çok büyük egoyu hissediyor, onunla hayal kırıklığına uğruyor ve onu terk ediyor çünkü buna mecbur bırakıldık. Bu, “kötülüğün tanınması” safhası olarak adlandırılır. Bunun üzerine gitmeliyiz.

Eğer, zaten insan gelişiminin bir sonraki seviyesini hissetmeye başlamış bir gruptan bahsediyorsak, bunlar egoyu terk etmeye hazır kişiler olmalıdırlar. Şunu anlamalıdırlar ki, tamamen içsel olarak değişmelidirler, tıpkı bir bilgisayara yeni bir programa sahip bir disk koymak gibi, eski programı silmek ve tamamen yeni bir program yüklemek. Baştan “çalıştırılmaya”, tamamen “yükseltilmeye” hazırım. Bunun için hazırım, çünkü kötülüğün tanınması seviyesinde, egomun sadece bana zarar verdiğini keşfederim; bunu kötü olarak algılarım.

İnsanlar kötülüğün tanınmasına ulaştıklarında ve egolarının üzerine yükselmeyi denemeye teorik olarak olsa da hemfikir olduklarında, bunu grup içerisinde, onları az da olsa yönlendirecek ve aynı zamanda onlarla birlikte çalışacak iki rehber ile yaparlar. Grup, yavaş yavaş, bu psikolojik “çıkışları”nın nerede, egolarının üzerinde, yeni özgecil psikolojiye, “doğa” olarak adlandırılan seviyeye olduğunu hissetmeye başlarlar.

6 Mayıs 2012’de yayımlandı.

“Entegral Eğitim üzerine Konuşma”

Bugün Başkalarını Batırmayın ki Yarın da Onlar Sizi Batırmasın

Ben tüm yaşamımı kendi kendime bakmak ile geçirdim; içsel, içgüdüsel, bilinçle, niyetle ve üzerinde düşünerek. Bu durumda kendi tabiatımı bunun tamamen zıttına nasıl çevirebilirim? Dostumu sevmeyi nasıl öğrenirim? Sonuçta, dostumu sevmem yalnızca onu düşünmem anlamına gelir, tüm bütünümü ona hizmet için ortaya koymam, tüm demek her şekilde anlamında yani yapabileceklerim ve genel anlamda bende varolanlar demektir. Bunu bu derecede yapabilmem için kalan tek şey, tek nokta ihsan etmek, onunla merhametle ilgilenmek ki kendisini mümkün olduğu kadar iyi hissetsin.

Bu nasıl bir anne çocuğuna bakarsa onun gibidir. Doğanın kendisi, anneyi, yorulmadan yavrusuna bakabilmesi için yönetir ve yaşamında ilgilendiği tek şey ve onu memnun eden yalnızca birkaç gramlık yavrusudur. Anne yavrusunu nasıl rahat ettirebilmeli, nasıl yedirmeli, ne zaman altını değiştirmeli ve bütün olarak onun iyi hissedebilmesi için ne yapması gerektiğini yalnızca düşünür. Anne için başka bir ilgi alanı yoktur.

Bizler onu örnek alarak tüm insanlığa da bu şekilde hizmet edebilmek için, aynı bağlılık ile, bunu nasıl yapabiliriz ? Bu gerçekçi değildir!

Acaba doğa bizim önümüze olması mümkün olamayan şartlar mı çıkarıyor? Peki, bizler neden tamamen zıt bir duruma ulaştık? Bizler niçin tamamen kişisel kendi kaygılarımıza dalıyoruz? Daha da fazlası, hayvanlar da devamlı kendilerine bakmak ile ilgilidirler, insanlar ise, buna ek olarak, diğerlerini kullanarak kazanç sağlamak isterler, güçlerini ve fikirlerini onların üzerinde uygulamak isterler, onları kendi isteklerine göre bükebilmek isterler. Bir insan diğerlerinin üzerinde ise, onlardan yüksek olunca bundan haz alır. Daha da fazlası, eğer onlar kendisinden daha kötü hissederlerse o zaman karşılaştırıldığında onlardan daha avantajlı bir durumda olur. Bir insan devamlı kendisini ve diğerlerini değerlendirir ve karşılaştırır nitekim yalnızca bu şekilde memnuniyet derecesini yapılandırır, artırır.

Eğer bencillik beni bu noktaya yönelttiyse, herkesten yüksek hissetmek istersem ve onlara sadece kendimin üstün olduğunu hissedebilmem için ihtiyacım varsa, bu tabiatımı nasıl değiştirebilirim ve bundan zıt bir duruma dönüştürebilirim? Belki de benim için böyle ütopik bir durumu hayal etmek yani dostumla ilgilenmek ve bundan zevk almak da uğraşmaya değerdir, annenin bebeğine bakması misalinde olduğu gibi. Başkalarını sevmemin aynı annenin yavrusuna hissettiği gibi olduğunu farz edersek ve ben onlar ile devamlı ilgili olursam belki de o zaman bunu kesin şekilde kendimde gerçekleştirebilir miyim?

Aslında bunu başarmak için bir zorlama görmüyorum. Buna beni mecbur eden ne olabilir?

Aslına bakarsanız, insanlık bunu binlerce senedir düşünüp taşındı. Tarih boyunca birçok kitaplar yazıldı ve buna benzer şeyler yerine getirilmeye teşebbüs edildi: Yeni bir çevre inşa etmek, birbiri ile etkileşimde olan organizasyonlar oluşturmak gibi. Yüzlerce sene öncesinde bile, ütopyacı kimseler, dünyanın değişik bölgelerindeki insanlar arasında iyi ve içten ilişkiler oluşturmaya teşebbüste bulundular. Fakat bu niyetleri yerine getirme konusunda başarılı olamadılar.

Gelişme safhalarımızda bizler daha zeki bir hale geliyoruz ve insan doğasını daha da iyi öğreniyoruz. Şimdi anladığımız ise kendi tabiatımızın üzerine yükselemediğimizdir. Belki de bu iyi birşeydir. Belki de bu bize özel birşey verecektir. Fakat böyle bir toplumu inşa etmek imkansızdır: Tabii ki ütopik bir fikir.

İşte bu nedenle bizler, toplumlarımızda kendimizi, dostumuza zararımızın pek fazla dokunmaması için, bizi etkileyen prensiplerimiz ile kısıtlarız. Avukatlar, muhasebeciler, sosyologlar, psikologlar, politikacılar vs. gibi sosyal kuralları normal kılan kimseler vardır. Bizler birbirimiz ile bağ kurarız fakat bu yalnızca hizmet alabilmek içindir. Örneğin belediye şehir ile ilgilidir, çöplerin toplanması, çocuk yuvası gibi servisler, okullar, kültür merkezleri ve bunun gibi. Bizler herkesin ihtiyaçlarını hesaba katmak istiyoruz ve bu durumda tabii ki bağ kurmaya değerdir. Sonuçta, her birey servisler için toplu küçük bir meblağ öder. Bu bizim için açıkça ortadadır çünkü bunlar sayesinde bizler gerçek ve hesap edilebilen bir kar elde ederiz.

Fakat insanların duygular alemlerindeki davranışlarını ve hislerini değiştirmesi konusuna gelirsek, yani kişi dostuna kendi kalbinden gelen gerçek hisler ile değer verebilse, işte bu bizim pek yapamayacağımız bir şeydir.

İşte burada bizim bugün içinde bulunduğumuz özel kriz durumunu anlayabilme konumuna ulaşırız. Bu çok tuhaf bir krizdir ve özelliği ile aramızdaki ilişkilerle alakalıdır. Tüm daha önceki teşebbüs edilmiş bencilce oluşumlara dayanarak, bizler herkes için daha rahat bir toplum inşa etmeyi aradık, ortak ilgi alanlarımızın muhakemesini şu veya bu şekilde yaparak. Bizler, sayısı artan canı sıkılmış insanların, birbirleri ile çatışmalara ve uzlaştırılamaz zıtlaşmalara sebep olacaklarını düşünüyoruz ve bu ise iç savaşları körükler. Asırlar boyunca fark ettiğimiz şey, birbirimizi bitirmememiz için bencilliğimizin iyice dinginlenmesi gereklidir.

Nitekim bütün bu hesaplamalar ”bencilce bir şemsiye” altında inşa edilmişti: Anladık ki tabiatımız böyledir ve bizler birbirimizi belli sınırlar içinde zaptetmeliyiz. Dünyamız bencil yönde titrese de, hala öyle bir mekanizmaya sahip olması gerekir ki tüm ilerleyişlerimizi mahveden bu patlamaları önlesin. İnsanlık bu şekilde Dünya Bankası’nı, Birleşmiş Milletleri’ni ve diğer uluslar arası organizasyonları oluşturdu. İşte bu şekilde daha yakınca iletişime geçilebilindi ve ilgili alanlarda daha tam hesaplara gelinebilindi.

Özellikle son asırda birbirimizi dikkate almamız gerektiğini fark ettik. İki dünya savaşında da bizler kimsenin kazanmayacağını gördük-aksine, herkes sonuç olarak ıstırap çeker ve herkes kendi hesabına oranla birşeyler öder.

İşte bu sebeplerden dolayı insanlık, iletişim yapabileceği kanallarıyla çeşitli topluluklar oluşturmuştur. Hatta Moskova ve Washington’da global bir tehdit oluşması durumunda acil irtibat için ”kırmızı düğmeler” vardır. Böyle bir şekilde belli bir güven boyutu burada vardır çünkü dahil olan tüm tarafların oluşabilecek bu zıtlaşmalardan, karşılıklı dayanışma olmadan, karlı ve pak bir şekilde çıkılmayacağı bilinir. Nitekim başka bir alternatif olmadığını fark ederek, belli bir temel korunarak, bizler şimdi etkileşim ve iletişim kurabiliriz.

Bir yandan bu hala bir bencilce yaklaşımdır fakat diğer yandan ise olayların bu şekilde dönüşümü bizlerin birbirine yakınlaşmasını sağlar. Bizler artar şekilde birbirimizden nefret etsek ve diğerlerini öldürmek istesekte, ortada belirginleşen şey: Diğerlerinin de bizler kadar kuvvetli olduğu ve bu sebeple birbirimizi dikkate almamızın değeri ve önemidir.

11.1.2012 tarihli Kabtv ”Yeni bir yaşam”’dan

Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 17 Mayıs 2012, saat 12:29’da yayınlanmıştır.

Kötüye Karşı İyi Eğilim

Soru: Yaratan hem kötü eğilimi hem de iyi eğilimi yarattı. ”Ben kötü eğilimi yarattım” diye yazılmıştır. O zaman iyi eğilim nereden gelmektedir?

Cevap: Gerçekte iyi eğilim yoktur. Yalnızca kötü eğilim vardır ve bu da Yaratan tarafından yaratılmıştır. Bu sebepten dolayıdır ki O bizi O’nun kötü eğilimi yarattığı konusunda bilgilendirir. Fakat bizler bu kötü eğilimi Tora (Islah eden Işık) yardımı ile ıslah ederiz ve iyi eğilim haline dönüştürürüz.

”Eğilim” bir arzudur. Arzu değişmeyip olduğu gibi kalır. Fakat ”kötü” demektir ki, ben devamlı kendim için isterim ve bu bana zarar verir çünkü sanki küçük bir hayvanmışım gibi bu dünyaya kendimi kapatırım ve yaşamam gereken seneleri bu şekilde yaşarım.

İyi eğilim grup içinde birleşmeyi denemek anlamına gelir ve gördüğümüz bunu yapamadığımızdır ve ortak bir yakarış içerisinde haykırmaya başlarız. Sonra ıslah eden Işık gelir ve aramızdaki birliği meydana getirir ve bu birlik içindeki ihsan etme niyeti, Işık ifşa edilir. Daha sonra kötü eğilim yerine, bizlerin iyi eğilimi vardır; aynı arzuda fakat dost ile bağ kurma niyeti ile eğilim vardır.

New Jersey Kongresi’nin 3. seminerinden, 12.5.2012

Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 14 Mayıs 2012 tarihinde saat 20:10’da yayınlanmıştır.

Yalnız İnsanlar, Bize Katılın!

Haberlerden (BBC Haberler): ”Finlandiya’daki bir çalışmaya göre, çalışma yaşında olup yalnız yaşayan insanların depresyon geçirme riskleri aile içinde yaşayanlara oranla %80 artmış durumdadır.” Buradaki temel nedenler, hanımların yetersiz durumdaki barınacak ev şartları ve erkekler için sosyal desteğin eksikliği olup, bahsedilen her iki kesim de bu durumdan eşit derecede etkilenir.

Bu çalışmada Finlandiya’da antidepresan kullanan 3500 kişi izlendi.

Bir zihinsel sağlık yardım derneği, yalnız yaşayan insanların kendi problemleri hakkında konuşabileceği, bunları dışarıya aktaracağı ortamların bulunması gerektiğini belirtti.

Çalışmayı yürüten yazarlar son otuz sene içinde bir kişinin yaşadığı evlerin oranının batılı ülkelerde her üç kişiden biri şeklinde A.B.D. ve İngiltere’de arttığına dikkat çekti.

Böyle bir çalışma genelde ortadaki riskleri olduğundan daha az hesaplar çünkü depresyon geçirme riski yüksek olanlar pek böyle bir çalışmaya dahil olmazlar veya çalışmayı tamamlamazlar. Bizler aynı zamanda depresyonun ne kadar alışılagelmiş ve tedavi edilmemiş olduğunu muhakeme edemedik.

Bu çalışmaya göre yalnız yaşamanın, kendini diğer kimselerden uzak tutma hisleri, sosyal bütünleşme eksikliği ve güvensizlik gibi zihinsel sağlık açısından risk oluşturan bağlantısı olabilir.

Beth Murphy, zihinsel sağlık yardım derneği Mind’ın istihbarat başkanı, yalnız yaşayan kimselerin sayısındaki artışın, ulusal zihinsel sağlığında kesin bir şekilde etkisinin olduğunu belirtti.

Bu sebeple yalnız yaşayan insanlara uygun tedavi gerekir, konuşma terapileri, güvenilir ve destek veren ortamların yaratılarak, problemleri tartışarak ve üzerinde çalışarak; sadece antidepresanlara bağlı bırakılmış olmak yerine problemler üzerinde çalışılması gerekir.

Benim Yorumum: İşte bu sebepten dolayı onların bütünsel yetiştirme sınıflarında çalışmaları gerekir-her üyesinin olumlu bağ, yakınlık ve sevgi dalgaları yarattığı özel toplumu kişinin kazanması gerekir. Daha sonra bizler bir araştırma çalışması yönetip onların mutluluk, özgüven, psikolojik ve fiziksel sağlık seviyelerini ne kadar arttırdığımızı ve şuç, intihar oranının ne kadar düşmesini başardığımızı göstermeliyiz.

Bizlerin toplumunda, bizler yalnız olan insanlara uzanmalıyız ve kendi dairelerimiz içinde sıcaklık ve çevre desteği bulacaklarını onlara açıklamalıyız. Evlilik kurumunun yıkılışından niyetlenerek insanlara ilişkilerini farklı bir seviyede inşa etmeleri gerektiğini, ilişkilerin hayvani çekim yerine, karşılıksız ihsan etme ve sevgi üzerine kurulması gerektiğini göstermeliyiz.

Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 11 Mayıs 2012 tarihinde, 16:50’de yayınlanmıştır.

Sıfırdan Sonsuzluğa

Soru: Her pratik çalışmada belli başlı safhalar vardır: Başlangıç, ortası ve bir son. Birlik sürecinin safhaları nelerdir? İnsanları nereye doğru götürmeliyiz?

Cevap: Birliktelik nerdeyse Ein Sof (sonsuzluk)’tur. Bir entegrali nasıl hesaplamanız gerektiğini bilirsiniz: Sıfırdan sonsuzluğa. Yani her seferinde puzzle’ı biraraya koymaya çalıştığınızda, soruları düzenlemek için ve bu sorulara çözümler ve yanıtlar bulmak için, neler olup bittiğinin daha derin bir katmanın anında keşfedersiniz.  Doğa, kendi derinliğinde sonsuzdur ancak biz sadece ilk katmanını kaldırırız ve sonrasında ikincisini v.b. ve her seferinde daha derin ve derin bir şekilde ifşa olurlar.

Görürüz ki, önceki katmanlarda iyi ve sistematik olarak ve en önemlisi dönemsel olarak ne çalıştıysa (bir dönem, tekrar, net ya da statik olsun, bu bilimsel tabanlı her sürecin ve her planın sonucudur) o zaman daha derin katmanlarda, nitelikleri, kanunları, geçmiş modelleri keşfederiz, bir bütün olarak artık işlemez, fakat işleyen başka bir şey vardır.  Eğer bir önceki modele geri dönersek, bunun orada çalıştığını görürüz fakat daha derin bir seviyede bu çalışmaz çünkü, orada giriş ve çıkış arasında tamamen yeni ilişkiler doğar. Bu gerçekten insan bilincinin psikolojisinin derinliğindeki müthiş bir keşiftir.

6 Mayıs 2012’de yayımlandı

“Entegral Eğitim üstüne Konuşma”