“Zohar Kimin İçin Yazıldı?” (Quora)

Zohar, hayatın zirvesine, yaradılışın amacına ulaşmak isteyen ve niyetlerini doğuştan gelen egoist niyetimizden (yalnızca kişisel çıkar için almaktan) ihsan ettiğimiz, sevdiğimiz ve başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurduğumuz bir niyete dönüştürmeye çabalayan insanlar için yazılmıştır.

Zohar, niyetimizi bu şekilde tersine çevirmeyi ve ıslah olmuş niyetimizde, doğada barınan pozitif gücü keşfetmeyi mümkün kılan, “ışık” adı verilen gücü sağlar.

Bu nedenle Zohar, tüm Tora gibi ya yaşam iksiri ya da ölüm iksiri olabilir. Zohar’ı çalışmak istiyorsak, ona yaklaşma niyetimizi kontrol etmeliyiz.

Zohar’ı okuyarak, çekebileceğimiz ışığı çekerek niyetimizi değiştirmek istiyorsak, o zaman Zohar -Tora’nın Beş Kitabı’nın bir tefsiri- onun çalışılmasının yardımıyla, yaşam iksiri haline gelir şöyle yazıldığı gibi ” Kötü eğilimi [insan egoizmini] Ben [Yaradan] yarattım ve onun ıslahı için Tora’yı verdim çünkü onun içindeki ışık kaynağa geri döner.”

Eğer ihsan etme yani kaynağa geri dönme niyeti için çabalamıyorsak, ancak egoist arzularımız tatmin olmak ve kendimize “putperestlik” adı verilen başka hedefler koymak için Zohar çalışmamızı motive ediyorsa, o zaman çalışmamız ölüm iksirine dönüşür ve bizi yaratılış amacından uzaklaştırır.

Bu nedenle, Zohar’ı okurken, doğanın pozitif gücünü, sevgiyi, ihsan etmeyi ve bağ kurmayı edinmek için niyetimizi hazırlamamız gerektiğine dikkat etmeli ve bunu hatırlamalıyız.

İki Tür Işık

Hohma’nın ışığı, yaratılan varlığın benliği ve canlılığı olarak kabul edilir. Hasadim’in ışığı yalnızca ıslahlar için, yaratılan varlığın tamamlanması için ışık olarak kabul edilir (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, Cilt 1, Kısım 1, Bölüm 1).

Soru: İnsan bu iki ışığı nasıl deneyimler?

Cevap: Başlangıçta, kişi Hohma ışığını hiçbir şekilde hissetmez. Bizim dünyamızda, insan bir şeyden haz almak istediğinde bu ışığın sadece mikro dozunu hisseder. Kişi Hassadim ışığını ancak ihsan etme, başkalarına haz verme arzusuna sahip olduğu ölçüde hisseder. Hemen hemen, her iki ışık da başlangıçta bizden gizlenir ve kendimizi onları hissedecek şekilde geliştirmemiz gerekir.

Genellikle kişi, insanı ıslah etme metodunun, Kabala metodunun yardımıyla onlara aşina hale gelir. Bir grup içinde çalıştığımız, dostlarımıza daha yakın olmak istediğimiz, onlara Yaradan gibi ihsan etmek istediğimiz ve ihsan etme niteliğini mümkün olduğunca uyguladığımız ölçüde, Yaradan’ın ihsan etme ışığının içimize girdiğini hissetmeye başlarız.

Sağ ve Sol Çizgilerin Simbiyozu

Soru: Herkesin sol çizgiye sahip olmadığını söylediniz. Ona sahip olmanın ya da olmamanın avantajı nedir?

Cevap: Esas olarak, herkesin iki kısımdan oluşan bir ruhu vardır: ihsan etme niteliği (sağ çizgi) ve alma niteliği (sol çizgi). Ancak, görünürde üçüncü bir çizgi yokmuş gibi olabilir. Üçüncü çizgi, her iki çizgiyi yani bir insandaki iki zıt niteliği hizaya sokar ve sonucu verir. Ondan “insan” imajını inşa eder.

Bunun açıkça ifade edildiği ruhlar vardır ve bunun olmadığı ruhlar vardır. Tıpkı vücudumuzdaki organlar gibi, daha çok önemlileri ve daha az önemlileri vardır. Anne karnında diğerlerinden daha hızlı gelişenler vardır ve bir tür kuyruk veya başka ilkel organlar gibi görünenler de vardır. Yani rahim içi gelişimindeki bir kişi aynı anda bir içsel gelişimden geçer.

Bu nedenle, insanda organlar gelişirken her biri kendi içinde önemlidir. Daha önemli ve daha az önemli olanlar olmasına rağmen, sonuçta bunlar tek bir sistemdir.

Manevi dünyada daha çok önemli veya daha az önemli bir şey yoktur çünkü Yaradan’a benzerlik açısından, vücudunuzda bazı hücreler eksikse, O’na benzemiyorsunuz demektir. Bu kurala göre maneviyatta önemsiz şeyler yoktur çünkü maneviyat mükemmelliktir. Eğer bir nokta eksikse, o zaman bu zaten kusurludur.

Bu yüzden, dünyadaki her insanın önemini anlamalıyız. Evrendeki her şeyin kendi net bir amacı vardır ve onu yok etmek yasaktır. Doğanın verdiği her şey var olmalıdır.

Yorum: Yaradan’ın sağ çizgi olduğunu ve orta çizginin var olmadığını söylediniz.

Cevabım: Evet ama ihsan etme niteliğinin içimizde uyumlanması gerektiğinde, bu sadece sağ çizgide alınamaz. Alma niteliği nerede?

Sağ çizgi sadece ihsan etme niteliğidir, dolayısıyla sol çizgi gereklidir. Soldaki sadece almaktır; bu ancak Yaradan’ın zıddı olabilir. Sonrasında orta çizgi yükselir – bu simbiyoz, bu bağ temelinde, iki çizginin parçalama sırasında, ıslah sırasında ve karşılıklı bütünleşme sırasında karşılıklı olarak birbirine nüfuz etmesi temelinde- çalışmaya başlar.

Soru: Bu, çabalamanın önemli olduğu, sol çizgiden ayrılmadan sağ çizgiye doğru çaba gösterilmesi gerektiği anlamına mı geliyor?

Cevap: Evet. Sol çizgiyi alıp onunla sağ çizgiye giderseniz, orta çizgiye ulaşırsınız.

Dünyanın Temel Sorunu Eğitimdir

İnsanlık, gelişme sürecinde çeşitli toplumsal oluşumlardan çoktan geçti; kapitalizm, sosyalizm vb. Daha gelişmiş bir toplum formuna ihtiyaç olduğunun herkes için net olduğu modern bir dünya seviyesine henüz gelinmedi, ancak daha ileri nereye ve nasıl gidileceği belirsiz.

Tüm teknolojik ilerlemelere rağmen daha iyi yaşayamayacağımız bir noktada durduk, çünkü egoist ilişkilerimiz bütün hayatımızı zehir edecek. Toplumda mevcut olan kişilerarası iletişim tarzının, yüksek teknoloji, kültür ve eğitim düzeyine pek de denk gelmediğinin açıkça ortaya çıktığı kırmızı çizgiye ulaştık.

Bu nedenle, toplumun kendi içindeki iç baskı büyüyor ve bu da değişim gerektiriyor. Dünyanın tüm ülkelerinde, farklı derecelerde, yaşam biçimimiz ve iletişimimiz, teknolojik gelişim seviyemiz ile çeliştiği için, insanlar arasındaki ilişkileri acilen değiştirmeye ihtiyaç duyulduğunu görüyoruz.

Bir sonraki değişimin savaşlar pahasına olmayacağını anlamalısınız; savaşlar yardım etmeyecekler. Bunu zaten son savaş örneğinde gördük. Etraflarındaki bazı dış çerçeveleri değil, insanları değiştirmek gerekiyor. Kişinin kendisini değiştirmezsek, huzurlu ve mutlu bir yaşam için hiçbir umudumuz kalmaz.

Bir kişi egoist olarak kalırsa, yalnızca zorlama altında çalışabilecektir. Bu nedenle, tek çıkış yolu, her insana toplumun amacı ile olan bağına ve ait olduğuna dair bir duygu vermektir ve böylece kendisini, ülkesinin ve halkının ayrılmaz bir parçası gibi hissetmesini sağlamaktır.

Kişi, çalışmasından içsel, manevi bir doyum almalıdır, öyle ki herkesle olan bağından ve yukarıdan bir ödül aldığı gerçeğinden alınan bir tatmin, ama kendi egoizminde maddi bir ödül değil. Bunun kendisini Yaradan’a yaklaştırdığını ve ona manevi doyum verdiğini hissedecektir.

Bu da ancak doğru eğitimle mümkündür. Dünyanın temel sorunu budur. Herkes sıralarına oturup tekrar çalışmak zorunda kalacak, sadece öğretmeni dinlemekle kalmayacak, aynı zamanda bu bağ kurma bilimini kendi aralarında pratik olarak uygulayacaklardır.

Doğaya Benzer Olmanın Etkisi

Soru: Bütünsel eğitimin, daha sonra diğer insanlardan gelecek üst ışığı bünyesine alacak bir ağ yaratmak olduğunu anlıyorum, doğru mudur?

Cevap: Elbette! Kesinlikle. İçinizde doğaya karşı bir form eşitliği durumu ortaya çıkarsa, o zaman zaten yukarıdan bir doluma sahip olursunuz ve tüm devasa bütünsel doğa sizinle uyum içinde hareket eder ve sizi tutar.

Onu hissetmeye, onunla birlikte nefes almaya ve ondan düşünce ve hisler almaya başlarsınız. Onunla uyum içinde çalıştığınızda, bunu yapmanın yolunun bu olduğunu hissedersiniz, bu şekilde yapmaya değer olmasa da; burada arttırmanız gerekiyor ve burada bir şeyi azaltmanız gerekiyor. Genel olarak, doğanın bizden istediğini hissetmeye başlarsınız.

Bunu topluma kendi dünyamızın sözleriyle açıklıyoruz ve onların bunun fiziksel dünyanın gizli yasalarından geldiğini bilmelerine gerek yok. Elektronik cihazları kullanan sıradan bir insan için bunların nasıl çalıştığı ne fark eder? Bundan bir şey anlar mı? Belirli düğmelere basıyor ve hepsi bu! Bugün bir çocuk cep telefonlarıyla veya herhangi bir cihazla çalışmaktan mutlu. Ama aynı zamanda ne biliyor ki?!

Elektrik akımının ne olduğunu veya alanların etkileşimi hakkında bilgimiz yok. Ama nasıl kullanılacağını biliyoruz. “Bu, bu şekilde! Ve şu, şu şekilde.” İyi, diyerek öğrendik. Ve böyle devam ediyor. Yani, kullandığımız şeyle ilgili olanı biliyoruz. Ve bu doğa hakkında hiçbir şey bilmiyoruz; konu öteki dünyada, yabancı bir bölgede bir yerlere gidiyor.

Bugüne kadar Einstein’ın izafiyet teorisi bilgisine dayanan bazı çalışmalar ve etkiler var. Peki ya ışık hızının üzerinde veya ışık hızında nasıl çalıştığını net bir şekilde anlamıyorsak?! Bizim dünyamızda her şey ışık hızının altındadır. Işık hızının üstünde bir sonraki dünya, bir sonraki derece vardır. 

Bu nedenle basit bir insanın, kendi içimizde birleşerek doğayla birlikte ortak bir gücü, kalabalığın bilgeliğini uyandırdığımızı bilmesi yeterlidir. Bu kanıtlanabilir ve bu bizim için yeterlidir. Bu çalışır ve hepsi bu! Bu bir fizik kanunu olarak kabul edilir.

Ve bizler yasanın içsel gücünü veya temelini pek de anlamıyoruz. Biz sadece sonuçları çalışıyoruz. Belirli bir kütle, Dünya tarafından belirli bir kuvvetle çekilir; formülü hesaplıyoruz ve her şey hazır! Ve onu kullanıyoruz. Buna, bizim bilgimiz denir.

Bilgimizi ne kadar araştırırsak araştıralım, her zaman sınırlıdır, her zaman madde içindedir. Başka bir deyişle, her zaman sadece kendi kendine hissedilmeyen bazı etkilerin sonuçlarını inceliyoruz. Yalnızca etkileri hissediyoruz, ancak gücün kendisini, örneğin elektrik akımını, manyetik dalgaları veya yerçekimi alanını hissetmiyoruz.

Bu nedenle, insanların yalnızca bir kuralı bilmesi gerekiyor. Bir insan topluluğu, toplanıp örgütlendiğinde, onda belirli etkiler ortaya çıkar; artan bilgelik etkisi, artan etkilenebilirlik, artan güç ve artan zihinsel yetenek, görme ve hissetme yeteneği. Aynı zamanda, karşılıklı yardımlaşma bu grubun potansiyel gücünü artırır, vb. Kendimizi bir sonraki dereceye bu şekilde yükseltiyoruz.

Orijinal Kaynaklar Nasıl Anlaşılır?

Yorum: Öyle oluyor ki, On Sefirot Çalışması dersinden sonra bir öğrenci: “İki saattir TES dersinde oturuyorum ve çok çabalamama rağmen hiçbir şey hissetmiyorum” diyebiliyor. 

Cevabım: Hiçbir şey yapamazsınız. İki saat veya iki yıl daha oturabilir. Bu o kadar kolay olmayacak. Kendisinde ihsan etme niteliği belirinceye kadar TES’i hissetmeyecektir. 

Yorum: Zohar‘ı çalışmaya başladığımızda, bize alışılmadık bir şeyin ifşa edildiğine dair bir his vardı. En azından insanlar öyle düşündü.

Cevabım: Çünkü kendilerine artık her türlü mucizenin ortaya çıkacağını, göklerin açılacağını, tiyatral ve ilahi bir şey olacağını zannettiler.

Ancak Zohar, kendini açan bir kişinin ne anladığından bahseder. Sonuçta, kişinin kendisini buna açması gerekiyor. Bu olmazsa, Zohar gizli bir kitap olarak kalır. Bu yüzden gizli olduğu söylenir. Ve o nasıl açılır? Kendinizi açın ve o zaman bu olduğu ölçüde, sizin içinizde de onun açıldığını göreceksiniz 

Yorum: Ama insanlar bunu bir tür içsel titreşim olarak hissettiler. 

Cevabım: Bu sadece “çocukça” bir heyecan. Hepsi bu. Saf insan izlenimi. 

Zohar – Mitler ve Efsaneler

Soru: Zohar Kitabı etrafında pek çok hikâye var. Onlardan hangisi güvenilirdir?

Cevap: Bu bilinmiyor. Bu Kitap uzun bir süre gizli kaldığı için, gerçek Kabalistlerin – Ari ve Baal HaSulam’ın, söyledikleri dışında hiçbir varsayıma inanmıyorum.

Rabbi Şimon, Meron Dağı’na gömüldü. Olan şey bu. Tek bir şey biliyorum: Rabaş, Rabbi Şimon’un mezarına gitti ve ben ondan, kaynağa bağlı kalarak ne kadar yükseldiğini hissettim.

Asla başka bir yere gitmedi: Ağlama Duvarı’na ya da Rambam, Ramchal veya Rabbi Akiva’nın mezarlarına gitmedi; sadece Rabbi Şimon. Onun için bu sadece yaslanmaktı.

Soru: Rabbi Şimon, Rabbi Akiva’nın öğrencisiydi. Kaç yaşında onunla çalışmaya başladı?

Cevap: O zamanlar çok küçük yaşta başlarlardı. Prensip olarak hayatı boyunca çalıştı ama kaç yaşında başladığını bilmiyorum. Kural olarak, çocuklar üç yaşından itibaren Tora’yı ciddi bir şekilde çalışmaya başlarlardı. On Sefirot Çalışması’na Giriş‘te ve kutsal yazılarda yazılan budur, bir adam oğluna üç yaşından itibaren ihsan etme niteliklerini öğretmekle yükümlüdür.

Yorum: Rabbi Şimon’un nasıl Rabbi Akiva’nın öğrencisi olduğuna dair iki versiyon duydum. Birincisi, henüz erken çocukluk döneminde olağanüstü yeteneklere sahip olmasıydı. İkincisi, evliyken okumaya geldi ve Rabbi Akiva onu kabul etmek istemedi. Sonra Rabbi Şimon, iddiaya göre onu Tora çalışmalarını Romalılara anlatacağı konusunda tehdit etmeye başladı ve daha sonra onu kabul etti.

Cevabım: Şahsen ben bunu okumadım ve okumak da istemem. Benim için ne fark eder? Biz, bir kişinin içsel ediniminden bahsediyoruz.

Bu dünyaya hayvan kabukları içinde bakmıyorum. Onların içlerinde ne olduğunun ne önemi var?! Ben bu dünyaya sadece onu yöneten ve her şeyi belirleyen güçlerin bakış açısından bakıyorum. Hiçbir anlamı olmayan ve kendi başına var olmayan bir şeye neden bakayım?

Yorum: Ancak bu hikâyeler Kabala öğrencilerine Meron Dağı’nda tura çıkarıldıklarında anlatılıyor.

Cevabım: İnsanları daha fazla içsel bir çalışmaya çekmek için böyle söyleniyor. Ne yapabilirsiniz? Bir kişi yavaş yavaş edinime çekilmelidir. Yeni başlayanlara kuantum fiziğini öğretmeye başlayın ve onlara zamanın, mesafenin, hareketin olmadığını, her şeyin sonsuzluk, sınırsızlık olduğunu söyleyin. Onlara kuantum dünyasını açıklamaya çalışın. Dünyada kaç kişi bunu anlar? Ve maneviyat bundan daha da yüksektir.

Üst Işık, Manevi Bağın Garantörüdür

Soru: Dünyada insanlar arasında farklı türde bağlar vardır. Kabalistik bağ ile bunların arasındaki fark nedir? Neden Kabala’daki gibi çalışmıyorlar?

Cevap: Çünkü bunlar, üst ışığı çeken türden bir bağ değiller.

Dünyada birçok bağ var. Çeşitli sosyalist, nasyonel sosyalist, Nazi, komünist, kolektif çiftlikler, kibbutzlar ve diğer sendikalar, insanları ıslah edecek ve yükseltecek olan üst ışığı çekmezler. Bu bağlar dünyevi seviyede bulunur ve sona erer.

Ve manevi bağ için üst ışığı çekmek şarttır. Aksi halde bütün çaba ve denemelerimiz bu dünya derecesinde son bulur. Fanatik, dini, sosyal, politik ya da her neyse, herhangi bir akımın nasıl ortaya çıktığını görüyoruz. Alevleniyorlar ve sönüyorlar. Her birinin kendi son kullanma tarihi vardır. Ancak hepsi yavaş yavaş kendi sosyal kaynağını geliştiren insanlığı oluşturur.

Ve tüm bu hareketler, dalga dalga, yavaş yavaş insanlığı umutsuzluğa sürüklüyorlar. Bugün herhangi bir harekete, yeni partilere kim inanıyor? Herkes tüm bunların yozlaşmış bir şey olduğunu anlıyor, tüm bunlar egoizmden geliyor, tüm bunlar bugün olmazsa yarın bitecek, sadece bekleyin.

Her şeyin eskidiğini görüyoruz. Milyarlarca insanın dahil olduğu, birbirini fanatizmle, nefretle, içten içe kin ile besleyen bu tür köktendinci hareketler bile, yavaş yavaş zirvelerinden aşağı kaymakta ve bu konuda hiçbir şey yapamamaktadırlar çünkü egoizm bedelini ödetmektedir. Onun formu son haline dönüştürülmelidir.

Bu mevcut akımlar, son yapının kurulduğunu anlamıyorlar ve yine de ona gelmek zorunda kalacaklar. Yani hiçbir yere gitmiyorlar! Sonuç olarak, tüm planları mahvolacak.

“Teknolojik Gelişimin Sınırları” (Medium)

Mevcut gerçeklik ile yaşayabileceğimiz hayat arasındaki bariz zıtlık, giderek daha acı verici hale geliyor. Acı verici çünkü cennette yaşıyor olabilirdik. Bunun yerine, kendi yaptıklarımızla hayatımızı cehenneme çeviriyoruz.

Bir yandan insanlığın bir kısmı, Taş Devri’nden Tunç ve Demir Çağlarına, feodalizm ve köleliğe, sosyalizm ve kapitalizme, otokrasi ve demokrasiye kadar tüm gelişim aşamalarını yaşadı. Aynı zamanda, insanlığın diğer kısımları da bu ilk üç dönemde bir yerlerde sıkışıp kaldılar. Dünyanın farklı yerlerindeki gelişim evreleri arasındaki bu uçurum, insanların hayatlarının her alanında boşluklar yaratmakta ve insanlığın ilerlemesini engellemektedir.

Böyle bir durumda, teknoloji ne kadar gelişmiş olursa olsun yardımcı olamaz. Sunulduğu yerde bile, insanlar onu insanlığı ulaşabileceği yüksekliklere çıkarmaktan çok, birbirlerine kötü davranmak için kullanıyorlar. Bu nedenle, insanlığın sorunlarının çözümü daha fazla teknolojide değil, insanlığı karşılıklı taciz ve yok etme barbarlığından yükseltecek uygun eğitimde yatmaktadır.

Şimdi değişmesi gereken şey, nasıl iletişim kurduğumuz değil, birbirimizle nasıl bağ kurduğumuzdur. Sürekli kavgacı tutumdan yaklaşırsak ve avlanma alanları için savaşan mağara adamı klanları gibi davranmayı bırakırsak, dönüştüğümüz küresel insan toplumu gibi davranmaya başlarsak, teknolojinin faydalarını tüm insanlığın iyiliği için en üst düzeye çıkarabileceğiz.

Bence bugün saldırganlığın işe yaramadığı zaten belli. Dünya artık zorbalara müsamaha göstermiyor.

Gelişimin tüm yapısının ve yönünün artan işbirliği ve birlikte çalışmaya doğru olduğunu görmeye başlamalıyız. Doğa, birbiriyle çelişen güçler yaratmış olsa da doğada savaşlar yoktur; tamamlayıcılık vardır. Doğadaki her element karşıtına bağımlıdır ve onun varlığını sürdürür. Bunu anlamış olsaydık, düşman olarak gördüklerimizi umutsuzca yok etmeye çalışmak yerine tamamlayıcılığın meyvelerini toplardık.

Kendi körlüğümüzün içinde, hayatta kalmamızın ve refahımızın o düşmanların hayatta kalmasına ve refahına bağlı olduğunu görmüyoruz. Bu basit gerçeği görebilseydik, savaşın aptallığını anlardık.

Yok etmek yerine işbirliği yapmaya başladığımızda, hangi güçleri serbest bırakacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yok. Şu anda aleyhimize çalışan her şey lehimize işlemeye başlayacak çünkü biz de onun lehine çalışıyor olacağız.

Şu anda, her şeyin diğer her şeyi ve herkesi yok etmeye veya hükmetmeye çalıştığını hissediyoruz. Tamamlayıcılık, tam tersi anlamına gelir: Her şey, diğer her şeyi ve herkesi devamlı kılar ve destekler. Evren bu şekilde çalışmasaydı, bir saniye bile var olmazdı. Bunu anladığımızda ve buna göre hareket etmeye başladığımızda, hepsi bizim lehimize çalışan sınırsız güçlerin ve bolluğun yeni bir gerçekliğini keşfedeceğiz.

Bu keşifleri gerçekleştirmenin tek yolu, yukarıda belirtildiği gibi, tavrımızı çatışmadan işbirliğine değiştirmektir. Şu anda insanlıkta algıladığımız tüm ayrılıklar ve düşmanlıklar ortadan kalkacak ve insanlar, yaratılıştaki diğer tüm unsurlarla mükemmel bir uyum içinde kendi rollerini yerine getiren tek bir birim olarak çalışacaklar.

Tamamlayıcılık herkesin ihtiyacı olanı, ihtiyacı olduğu kadar ve tam ihtiyacı olduğu zamanda almasını sağlayacağı için, teknolojik gelişme bir sorun olmayacaktır. Sadece zihin yapımızı değiştirmek bizi bolluk çağına götürecektir.

Atzmuto ve Işık Arasındaki Fark

On Sefirot’un Çalışılması’nda, Atzmuto ile ışık arasında bir fark olduğu yazılıdır. Atzmuto ulaşılamaz bir şeydir – yaradılışın köküdür. Ve ışık, bu kökten kaynaklanan, yayılan ve birçok farklı türde yaratılış oluşturmaya devam eden şeydir.

Baal HaSulam, ışığın tam olarak Atzmuto’dan farklı olduğunu yazar çünkü yaratılanın niteliği, alma arzusu zaten ışığın doğasında vardır. Ve Atzmuto, buna sahip değildir.

Soru: Atzmuto’nun Yaradan’ın özü olduğunu söyleyebilir miyiz? Yaradan’da kendisi için bir şey alma düşüncesi hiç yok mu?

Cevap: Yaradan, var olan her şeyin kaynağıdır. Her şey onun içindedir. Ama O’nun hakkında çok fazla konuşamayız çünkü O’nun hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.