Yaratılışın Zıt Nitelikleri

Soru: Kabala’ya göre, doğada erkek ve dişi kısımların temel farkı nedir?

Cevap: Kesinlikle her şey. Doğada bir erkek ve bir kadından daha zıt hiçbir şey yoktur. Üstelik bu fark her geçen gün artıyor; önce cansız maddelerde, hatta minerallerde, sonra bitkilerde, hatta  hayvanlarda ve hatta daha fazla insanlarda belirgin olmaya başlıyor.

Yani, gelişmiş bir erkek ve kadın, eğer kişilik olarak gerçekten çok gelişmişlerse, yaratılışın en zıt niteliklerini temsil ederler. İçlerinde hiçbir şey aynı olamaz. Bu nedenle, herhangi bir anlaşmaya varmaları çok zordur, basitçe birbirlerini anlamazlar ve hiçbir şekilde birbirlerine benzemeye yaklaşamazlar.

Soru: Yani, esasen birbirlerinin dünya görüşünü anlama çabalarının tümü başarısız mı olur?

Cevap: Sonunda evet. Yavaş yavaş büyük bir krize girdiğimizi görüyoruz: çocuklar evden ayrılıyor, anne babalar boşanıyor, birbirlerine katlanamıyorlar, insan kendinden nefret ediyor.

Kişi sadece karşı cinsle anlaşamamak değil, aynı zamanda her türlü anormal dürtü ve cinsel ihtiyaçların farkına varıyor. Genel olarak, bizim zamanımızda cinsiyet, evlilik, aile ve çocuklar, tüm bunlar, tam anlamıyla parçalanmaya ve bir önceki kanunların ve koşulların kontrolünden çıkmaya başlıyor.

Bu nedenle, gerçekten nasıl birliğe gelebileceğimizi açıklayan Kabalistik bir metodoloji var. O, bütün bir bilgi sistemidir.

Hayatlarımızın Ötesine Geçelim

Soru: Neden bugün erkekler ve kadınlar birbirlerine karşı herhangi bir sorumluluk almak istemiyorlar?

Cevap: Neden? Geçmiş yaşam döngülerinde, ben önceki döngülerden çok daha büyük olan yeni bir egoizmle doğdum. Bir insandaki bencillik her gün, her dakika büyür ve biz bu sebepten ötürü gelişiriz. Dünyada sürekli olarak yeni bir şeyler yaratıyoruz, bilimde, sanatta, kültürde ilerliyor, yeni ilişkiler kuruyor, devrimler yapıyoruz. Hayvanlarda bu yoktur; onların egoizmleri sabittir. Beş yüz yıl önceki bir hayvanı ele alalım ve bugün bunlar hemen hemen aynıdır.

Bir önceki kuşaktan ve bugünün kuşaktan birine bakarsanız, çok büyük bir fark vardır. Çocuklarımız artık bizi anlamıyor. Biz bile on yıl öncesini ve bugünü birbiriyle karşılaştırsak, kendimizi anlamayacağız.

İçimizde her zaman değişen ve bütünlük arayışı içinde kendimizi geliştirmeyi isteyen egoist temel, niteliksel olarak farklıdır. Örneğin, geçmiş nesillerde, hayvansal koşul denen bir durumda yaşıyorduk – doğduğumuz gibi, olmamız gerektiği gibi.

Diyelim ki ben bir çiftçi, demirci, terzi ya da kunduracı ailesinde doğdum. Bu, babamın mesleğini, aletlerini ve hatta kıyafetlerini bile miras alacağım, yakınlara bir ev inşa edeceğim, bir komşunun kızıyla evleneceğim anlamına gelir.

Her şey uyumludur. Bir adam buna ihtiyacı olduğunu hissetti, bu da ona yardımcı oldu. Bunu; bu benim yapım, bu benim için sağlandı ve bu beni korur diye hissetti. Kendini iyi hissetti.

Büyükbabamın bile evlilik kaydı olmadığını hatırlıyorum. Milli geleneğe göre evlendiler, bir huppah yaptılar ve hepsi bu kadardı. Sonra, büyükbabam öldüğünde ve medeni durumlarını yeniden yazmak gerektiğinde, aynı yaşta birkaç tanık aldılar ve onların karı koca olduklarına dair tanıklık ettiler.

Evlilik insani bir zorunluluk değildi. Onun için doğal bir iletişim ortamıydı. Kişi kendi etrafında evini, ailesini, avlusunu, bahçesini, ebeveynlerinin yanında, bir tür topluluk, şehir, hatta bir ülke, devlet yarattı.

Yani, o zamanlar kişi kendi etrafında var olabileceği bir tür kabuk yaratmak istedi. Bir hayvan da kendi etrafında koruyucu sistemler oluşturarak böyle davranır.  Ancak 20. yüzyılda birdenbire bu çerçeveyi kırdık ve ilerlemenin hayvansal seviyesinden,  insan seviyesine geçmeye başladık. Birkaç bin yıl önce Kabala’da böyle bir devrimin 20. yüzyılda gerçekleşeceği söylenmişti.

Kişi, herhangi bir çerçeveye tahammül etmeyendir, onlardan çıkması gerekir. Bu nedenle yeni bir kültür, bilim, ailede ve toplumda ilişkiler ortaya çıkar. Şimdi hepsi eşit, sınır yok, artık kimseyi dinlemiyorum. Adam her şeyden kurtulmaya çalışıyor. Uzaya gitmek bile, daha yüksek bir duruma, dış boyuta geçme arzumuzun göstergesidir.

Hâlâ hissetmesek bile, bu, içinde yaşadığımız yetmiş yıl olan insan yaşamımızın çerçevesinin ötesine geçme arzusunun yönüdür. Beni kısıtlıyorlar, başını ve sonunu görüyorum ve bu nedenle tüm bu hayat bir hapishane gibi. Bu hayatın dışında daha yüksek bir şey bulmalıyım.

Bir kişi şu soruların cevabına ulaşmazsa: neden ve ne için?, o zaman diğer her şeyi ihmal eder. Onun için artık hiçbir şey önemli değildir. Olabildiğince basit var olur, hepsi bu.

Verme Arzusu

Soru: “Verme arzusu” diye bir ifade var. Bunun kökü, niteliği ve gelişimi nedir?

Cevap: Bu vermek istediğimde duyduğum arzudur, ihsan etme arzusudur. İhsan etme arzusundan (Yaradan) ve alma arzusundan (yaratılmış varlık) başka bir şey yoktur.

Etrafımızda somut eşyalar ve nesneler görmemiz bir yanılsamadır ve bütün bunlar aslında mevcut değildir. Başlangıçta tek bir arzu vardı, daha sonra alma arzusu yaratan Yaradan, ihsan etme arzusu. Bu iki arzu birbirinin karşısında yer alır.

Alma arzusuna bağımsızlık vermek için, o kendisi için niyetiyle yaratılmış ve geliştirilmiştir. Kendi iyiliği için arzu hissettiği ölçüde yani ego, Yaradan’dan ayrıdır.

Kişi Yaradan’dan uzaklaştıkça, alma arzusu aynı zamanda bir şeyden kopuk olduğunu hisseder ve şunu merak eder: “Neden varım? Bana neler oluyor? Beni kim yönetiyor? ”

Bütün bu sorular boş, cevapsız kalır ve sonra şöyle bakmaya başlar: “Beni kim, ne için ve neden yarattı?” Yavaş yavaş harekete geçmeye, onun kaynağını aramada ilerleme kaydetmeye başlar ve sonunda ihsan etme arzusunu bulur.

Kişi, çevresinde başka bir arzunun, bir ihsan etme arzusunun var olduğunu anlamaya başladığında, ancak kendi içinde var olduğunu ve ihsan etme arzusunda olduğunu hissetmediğinde, onda her türlü çatışma ve kararlar gerçekleşir. O zaman kendisinden çıkmak ve Yaradan ile temas içinde olmak isteyen yaratılmış bir varlık hakkında konuşabiliriz.

Soru: Gruba girene, kişiye başlangıçta, orijinal arzu olan verme arzusu mu verilmiştir?

Cevap: Yaradan, bir kişiyi Kendisine doğru ittiğinde ve onu Kendisine yaklaştırmak istediğinde, ona böyle arzular verir. Bir tür insanı cezbeder, onunla flört eder.

 

Son Islaha Ulaşmayı Başarabilecek Miyiz?

Soru: Yıllarca Kabala ilmini çalışmayla meşgul olan, hayatlarını ona adayan, ancak 125 seviyenin tamamını geçme hedefine ulaşmayı başaramayan insanlar var. Son ıslaha ulaşmak zor, hatta imkansız gibi görünüyor ve son ıslaha sadece iki yüz elli yıl kaldı.

İnsanlar bu süre zarfında son ıslaha ulaşmayı başaramazlarsa insanlığa ne olacak?

Cevap: Yanılıyorsunuz. Gerçek şu ki, toplumsal gelişim süreci ve ileriye dönük hareket bugün büyük ölçüde hızlanıyor.

Örneğin, AB’de 20 yılın ardından hiçbir şey olmadı! Burası dünyanın en gelişmiş, en ilerlemiş ve eğitimli bölgesi olmasına rağmen. Amerika değil, Rusya bile değil, Avrupa! Her şeyin yoğunlaştığı eski, tarihi, kültürel ve teknolojik bir bölgedir: Sanat, müzik, bilim ve eğitim; bunların hepsi Avrupa’dır!

Amerika nedir? Kaç yaşında? Yüz elli yıl önce, hala orada insanların kafa derisini topluyorlardı. Sadece bize uzun zaman önceydi gibi görünüyor ama aslında öyle değil, çok hızlı gelişiyoruz.

Rusya nedir? Yüz yıl önce, hala atlarla tarlaları sürüyorlardı ve açlıktan ölüyorlardı.

Avrupa hala Avrupa! Son yirmi yılda orada neler oldu? Birleşmeye çalışıyorlar, hepsi bu; şimdi zaten düşüyorlar. Liberalizm ve demokrasi Avrupa’yı hızla yok ediyor!

Bunu yirmi yılda yaptılar ve önümüzde hala iki yüz yıl var. Bu yüzden, ıslaha ulaşmayı başaracağız. Bundan kesinlikle eminim.

Doğa, aslında her şeyi, son aşamalarda ilerlememizin niceliksel değil niteliksel hale gelmesi için hazırlamıştır. Şimdi her yıl nasıl ileriye doğru itildiğimizi ve nasıl ileriye doğru atılmaya yönlendirildiğimizi göreceğiz.

Bunu yapmayı başaracağız!

Tüm İnsanlık İçin Çalışın

Yorum: Bugün birçok ülke, yaklaşan kitlesel işsizlikle ne yapılacağı sorusuyla karşı karşıyadır. Sonuçta bu, desteklenmesi gereken çok büyük bir insan kitlesidir.

Cevabım: Onlar için zaten bir iş var: kendilerini tek bir kolektifte nasıl bir araya getireceklerini, maddesellik ve maneviyatta var olmak için tam olarak neyin gerekli olduğunu, nasıl tatmin olunacağını, “komşunu kendin gibi sev” içinde birleşmeyi ve bu harekette dosta dost olmayı öğrenmek, üst gücü anlamayı başlamaktır.

Yani, herkesin birleşmesi için çalışma var. Çok sayıda bireye bölünmesi daha iyidir. İnsanların bunu yapması gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle en önemli şey herkesle birlikte yapılması gereken toplumsal çalışmadır.

Soru: Toplumun kalburüstü tabakası, kitlelerin bu çalışmasından ne gibi bir fayda görecek?

Cevap: Elbette elit kesimin de yeniden yapılanması gerekiyor. Onlar, kar, güç, rahatlık, birbirlerini destekleme, sözde “Hollywood” u yaratma vb. arzularla çılgına dönene, doğalarının kötülüğünün, varlıklarının değersizliğinin farkına varıncaya kadar daha birçok sorun olacaktır.

Bunun için onlara kendilerini kandırdıklarını göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Sadece kitlelere uyuşturucu dağıtmakla kalmıyorlar, aynı zamanda, temelde, kendileri de zenginlik, güç ve gösterişli lüks yaşamın etkisi altındalar.

Hayatlarının geçici, değersiz olduğu gerçeğiyle onları sarsmalıyız. Tamam, diğerlerinden 10 ila 20 yıl daha uzun yaşayacaklar, peki sonra ne olacak?  Burada onlara, sahte özgürlüklerini, güçlerini ve kibirlerini sonsuzluk  ve mükemmellikle değiş tokuş etmeleri için tamamen farklı bir şey sunulur.

“Kitlesel İşsizliği Çözmenin İyi Yolları Nelerdir?” (Quora)

Kitlesel işsizliğin çözümü, her bireyin topluma yaptığı belirli bir katkı karşılığında alınması koşuluyla, tüm insanlara temel bir gelir sağlamaktır.

Başka bir deyişle, temel gelir yani düzenli bir ödenek almak kendi başına çalışamaz. Aksine, , eğer insanları topluma katkıda bulunmaya teşvik etmeye gerek kalmadan toplumda temel gelir uygulanırsa, toplum durgunlaşırdı. Bunun nedeni, bizi her türlü şekilde başarılı olmaya, ilerlemeye ve performans göstermeye iten rekabet ve sosyal sorumluluk faktörlerinin hayatımızdan çıkarılmış olurdu ve kendimizi gittikçe daha fazla ot gibi yaşamın içinde bulurduk.

Bu nedenle, temel gelir sağlayan bir sistemde, rekabet ve sosyal sorumluluk unsurlarının yeni ve olumlu bir biçim bulmasından endişe etmemiz gerekir.

Bu, toplum yanlısı değerlerin eğitimi yoluyla yapılabilir.

Geleceğe doğru ilerlerken, artan karşılıklı bağımızı ve birbirine bağlılığımızı olumlu bir şekilde gerçekleştirmemiz gerektiğini giderek daha fazla göreceğiz. Birbirimize karşı tavırlarımızı iyileştirmeyi başaramazsak, ne kadar harici bir şekilde bağ kurarsak, o zaman her türlü stresin, baskının ve gerilimin, bizi olumsuz yönde etkilemesini o kadar çok bekleyebiliriz. Bu nedenle, topluma, yeni birbirine bağımlı ve birbirine bağlı çağımızda nasıl olumlu bir şekilde bağ kurulacağını öğreten ve destekleyen yeni bir eğitim türü aşılanması gerekecektir.

Toplu işsizlik, bu parçaları birbirine bağlamamız için bize bir fırsat sunuyor. Otomasyon ve yapay zekanın geleneksel olarak insanların doldurmasına ihtiyaç duyduğumuz işleri aldığını ne kadar çok görürsek, bu tür insanlar için o kadar çok çözüm sağlamamız gerekecek. Topluma olumlu katkıyı teşvik eden, bağ zenginleştirici eğitimle birleştirilen temel gelir, toplumu giderek daha olumlu bir şekilde bağ kurmaya yönlendirmeyi hedefleyeceği için, insanların mutluluğunu, güvenini ve motivasyonunu artırmayı amaçlayan bir çözüm olacaktır.

Bu nedenle, günümüzde yaptığımız gibi, başkaları adına başarılı olmak için motive olmak yerine, başarımız, topluma katkıda bulunabileceğimiz ve farklılıklar ve bölünmenin üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurabildiğimiz ölçüde yeniden tanımlanacaktır.

“Exodus (Göç) 12:38′ deki Karma Çokluk Kimdi?” (Quora)

Bir ulusu – bir insanın içinde ve dışında – üç kısma ayırabiliriz. Yaradan’ı arzulayanlara “İsrail (Yaşar-Kel)” denir. “Mısırlılar” olarak adlandırılanlar maneviyatla ilgilenmezler ve bunun yerine maddi yaşamlarıyla ilgilenirler. Karma çokluk, bir yandan Yaradan’dan korkan, diğer yandan da Yaradan ile bağlarını bencilce kullanmaya çalışanlardır.

Çoğu insan Yaradan’a veya daha yüksek bir güce inanır. Kişinin Yaradan’a olan arzusunu ifade eden değişik metot ve öğretiler vardır. Ateistlerin bile Yaradan’la bağlantı kurmayı arzulayan içsel bir noktası vardır ve bu, onların varoluş için en içte mantıklı düşünmelerini tanımlar.

İnsanlar iki türe ayrılır: Biri hayatta güven ve başarı kazanmak için, Yaradan ile bağlarını kullanan dinlere ve diğer inanç yöntemlerine bağlı olanları tanımlar. Diğeri ise, bu hayatta Yaradan ile bağlarını keşfetmek isteyenleri tanımlar. Yaradan’ın ifşasını talep ederler ve O’nu kendi içlerinde keşfetmek isterler. Beş duyuyla algıladığımız, cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerinin üzerinde ek bir gerçeklik katmanı ortaya çıkarmak isterler.

En derin ruhsal özlemimiz, Kabala metodu ile gerçekleştirilebilir. Bizi gerçekte her şeyi belirleyen en yüksek yönetim gücünün hissine götürür. Kabala bilgeliği, biz bu dünyada hayattayken bizi böyle bir edinime hazırlayabilir.

Öyleyse insanlar, tek arzuları kendilerine hizmet etmek olduğunda, karma çokluğun Yaradan’dan – mutlak sevgi ve ihsan etme niteliğinden – korktuğunu nasıl düşünebilirler?

Yaradan’la bağımızı bencilce veya özgecil bir şekilde kullanabiliriz. Yaradan ile bencil bir bağ, bizi Yaradan’a doğru tüketiciler olarak konumlandırır. Böyle bir bağ sürekli olarak kendimizi hedefleyen bir tatmin talep etmemize neden olur. Bu yalnızca, yaşama karşı doğamız gereği bencil eğilimimizin bir devamıdır. Yaradan’ı bencilce hedeflerken, gerçekte korktuğumuz her şeyi kapsayan bir güç olduğunu kabul ederiz, ancak bilinçli olarak böyle bir kabul için bir ödül talep ederiz. Öyleyse bu hayatta ve / veya sözde öbür dünyada ödüllendirileceğimizi umarız. Yaradan’la böylesine bencil bir ilişkiye “karma çokluk” denir.

Mısırlılar (Tora’da), Yaradan ile bağı olsun ya da olmasın sadece iyi bir yaşam isterler. Bu dünyada gözlemlediğimiz basit tüketici tutumu budur. Belirli emirleri ve eylemleri yerine getirebilirler, ancak bu tamamen özgecil olmak için değildir yani “Komşunu kendin gibi sev” ana buyruğunu gerçekleştirmek için değildir.

Karma çokluk, Mısır’dan çıkışı yani bencil egodan çıkıp başkalarıyla sevgi, ihsan etme ve olumlu bağı içeren bir hayatı yaşamayı reddeden egoist arzulardır, Kızıldeniz’i geçemezler ve Mısır’a dönmek isterler. Mısır’daki kölelikten kaçmak isteyenleri yani ego tarafından kontrol edilenleri durdurmak için ellerinden geleni yaparlar. Yaradan kadar özgecil ve sevgi dolu olmaya çabalayanlarla aynı doğrultuda yaşarlar.

Yaradan gibi özgecil ve sevgi dolu olma yolunda olanlar, yolda “karma çokluk” olarak adlandırılan arzularla karşılaşmak zorundadır çünkü bu arzular sonuçta Yaradan’la bağ kurma konusundaki gerçek arzumuzu diğerlerinden ayırt etmemize yardımcı olur: tüm memnuniyet ve iyiliği Yaradan uğruna olmasını istemek dışında,  kendimize yönelik bir ödül istemeyiz.

Her insanda, her manevi derecede geniş bir arzu yelpazesi ortaya çıkar. Bu arzuları nasıl kullanacağımızı ve bunları Kabalistik kaynakların yardımıyla nasıl çözeceğimizi öğrenebiliriz, yani, Malhut (alma) ve Bina’nın (ihsan etme) niteliklerini ayırmak ve ihsan etme niteliklerinin değerini almanınkilere göre yükseltmek için. Bu, Yaradan gibi özgecil ve sevgi dolu olmak için, birbirimize olumlu bir şekilde bağlanmayı hedeflediğimiz, manevi olarak destekleyici bir ortama girerek yapılır.

Kadınların Hedefi

Soru: Bir kadının kendine ait bir şeye sahip olması önemlidir. Bir erkek de artık herhangi bir çerçeveye tahammül etmemekte. Neden?

Cevap: Kadın da sınırlarının ötesine geçmekte. Daha önce onun için esas şey ev, aile, çocuklar ve bir kocaydı. Evden ayrılmak zorunda bile değildi.

Soru: Çevrenin, onu bunu yapmaya zorlaması mümkün mü?

Cevap: Hayır, kimse onu bir şey yapmaya zorlamadı. Bu gerçekten böyle. Kadının çocukları varsa ve ailede her şey normalse, o zaman bu onun için doğru varoluştur.

Bugün çocuklarından, kocasından veya ailesinden herhangi bir tatmin almıyor. Bir insan bir şey için hala var olmalı, haz almalıdır. Bu nedenle, tatmin olmadığını hisseden bir kadın, söyleyebilirim ki umutsuzluktan, ailede tatmin olmamaktan dış dünyaya gider.

Yorum: Araştırmalar, evli kadınların çok dengesiz bir ruhuna sahip olduğunu söylüyor. Sürekli bir psikoloğa danışmak zorunda kalıyorlar.

Cevabım: Bu korkunç. Kadın, aile ve çocuklar için yaratılmıştır. Bu her zaman böyleydi, özellikle de damatsız hiçbir kızın kalmamasına özen gösterdikleri Yahudi toplumunda, çiftin her zaman en azından bir miktar geçim ücreti vardı. Bu aslında bize emredildi.

Toplumun görevi kadını yalnız bırakmak değil, ama onun için doğanın yarattığı ortamı yaratmaktır. Bu nedenle, çok önemli bir sosyal işlev çöpçatanlık, vasilik ve genç çiftlere bakmaktı. Toplum bunu sadece ebeveynlerin omuzlarında bırakmadı.

Çöpçatanlık sadece ilginç bir meslek değil, aynı zamanda çok çeşitli sosyal sorunlara bir çözümdür. Bu bakım kurumu eski zamanlardan beri devam ediyor, zaten binlerce yaşında. Çok ciddi nedenlere dayanıyor – içinde var olması gereken, düzgün bir şekilde inşa edilmiş ailesinin içinde olmadan tek bir kişi bırakmamak.

Pesah – Dünyanın Özgürlük Kutlaması

Soru: Pesah kutlaması. Yahudi halkının Mısır köleliğinden nasıl çıktığını anlatır. Aslında Kabalistler için farklı görünür. Bizler egoizme sahibiz- doğamız ve bizler burada bu egoizmden nasıl çıktığımız hakkında konuşuyoruz.

Şimdi bunun bir Yahudi bayramı değil, özellikle dünyada yaşanan olaylar göz önüne alındığında, bir dünya bayramı olduğunu hissediyorum.

Pesah dünya için ne anlama geliyor? Onun hakkında ne hissediyorsunuz?

Cevap: Dünya kötü hissediyor. Ama bunun sebebini bilmiyor. Kendini kötü hissetmesinin tedavisini de bilmiyor. Bir çocuk gibi, kendini kötü hissediyor ve hepsi bu kadar. Konu hakkında kötülüğün farkına varılması yani acının nedeni yok.

Acı çekmenin nedeni, egoizmin, bazen biraz donup sonra aniden bir sarsıntıyla büyüyen büyük, ani artıştır.

Soru: Öyleyse, dünyanın artık Mısır köleliğinin içinde, egoizmin köleliği altındaymış gibi hissettiğini söyleyebilir misiniz?

Cevap: Bu sadece insanların nasıl hissettiğine bağlıdır. Onlar sadece kendilerini kötü hissediyorlar.

Soru: Yani Pesah kutlaması sonunda insanlığa ulaştı mı?

Cevap: Buna kutlama demenin pek doğru olduğunu düşünmüyorum. Dünya, egoizmimizin tüm ıstırabının nedeni olduğunu düşünmüyor.

Bu gerekli! Egoist doğamıza, birbirimize nasıl davrandığımıza yakından bakmaya başlarsak, o zaman tüm dünyamızın kötü olduğu sonucuna varabiliriz çünkü çok egoistiz çünkü birbirimize kötülük diliyoruz, zıtlık içindeyiz, çelişki içindeyiz, birbirimizle çatışma içindeyiz: içsel, dışsal vb. Bize rehberlik eden, bizi eğen ve bizi iten bu egoist gücün köleliğindeyiz.

Doğamızın kötülüğünü anlamak en önemli şeydir. Çünkü bundan sonra, ondan nasıl kurtulacağımızı zaten anlayabiliriz.

Soru: Bir kişinin bunu hissetmeye başladığını varsayarsak, düşünceleri nelerdir? Bundan nasıl kurtulur? “Ondan kurtulmak istiyorum! Egoist olmak istemiyorum! ” diyerek, içsel haykırış dışında. Başka neye ihtiyacım var?

Cevap: Hiçbir şey! Sadece doğanın bizi değiştirmesini talep edin. Başka bir şey değil. Fazladan çaba sarf etmemize gerek yok, çünkü gerçekten yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Egoizmin içindeysek, girişimlerimizden ve eylemlerimizden herhangi biri yine de egoist olacaktır ve bununla sadece kendimizi kandıracağız.

Yapabileceğimiz şey, bir araya gelmek, durumumuzu tartışmak, bunun sadece korkunç olduğu ve doğamızı bizi yalnız bırakmaya, egoizmin egemenliğine girmek istemediğimize ikna edemediğimiz sürece ondan kendi başımıza kurtulmamızın bir yolu olmadığı sonucuna varmaktır. Bu yabancı iradeyi, bu üst gücü bizden uzaklaştırın ki, her birimize komuta etmesin ve bizi birbirimizle çarpıştırmasın!

Soru: O zaman kişi, Firavun yönetimi altında olduğu hissine kapılacak mı?

Cevap: Evet. Doğanın kötü gücünün köleliğinde. Sonra bu hikayeyi doğru bir şekilde anlamaya başlayacak. Ona doğru bir şekilde davranmaya başlayacak, aslında bu kötü doğa, pozitif bir güç olan Yaradan tarafından özellikle yaratılmıştır. Sonra bizzat O’na yöneliriz ki, bu kötü doğayı bizden uzaklaştırsın.

Yaradan’ı, bizi birbirimize karşı iten ve bize huzur vermeyen bu kötü egoist gücü bizden uzaklaştırmaya ikna edersek, o zaman bu, herkesin birbirine bağlı olduğu, herkesin birbirine doğru bir şekilde, sevgiyle, farkındalıkla, tek bir sistem olduğumuz anlayışıyla davranmaya başladığı, gerçekten küresel bir kutlama olacak.

Soru: “Halkın kölelikten çıkışı” denilen nedir? Halk- tüm dünya mı?

Cevap: Kesinlikle tüm dünya.

Soru: Onlara liderlik eden lider kim? Tora, Moşe-Musa diyor- bu nedir?

Cevap: Bu, “Moşeh” kelimesinden geliyor- dışarı çekmek. İnsanları egoizmlerinden çıkaran bir güçtür. Bu güç yukarıdan gelir. İçinde bulunduğumuz kötülüğün farkındalığının gücü ve içinde olabileceğimiz iyiliğin gücü.

Soru: İnsanlığın bu güce ulaşması gerektiğini düşünüyor musunuz?

Cevap: Herkes haykırışlarını, istediklerini hissetmelidir. Daha fazlasına gerek yok. Herhangi bir insanı, lideri, kurtarıcıyı, mesihi vb. takip etmeye gerek yoktur. Hiçbir şeye gerek yok.

Soru: O halde özgürlük nedir? Sonuçta, bu bir özgürlük kutlamasıdır.

Cevap: Egoizmden bağımsızlık, her zaman kötülüğün etkisi altında olduğunuz gerçeğinden bağımsızlık ve sizi başkalarına kötü olmaya iten içsel kötülüğünüzdür. Bunların hepsi bir kurtuluş kutlamasıdır. Bu bahar şenliğidir.

Acı çekmemizin nedeni sadece egoizmdir. Başka bir şey yok. Dünyada sadece iki güç vardır: olumlu ve olumsuz.

Soru: Neden bu noktaya gelemiyoruz?

Cevap: İstemiyoruz, sırf ona yaklaşmamak için ellerimizi ayaklarımızı yukarı kaldırıyoruz çünkü hepimiz egoistiz. Sadece egoizmin içinde kendimi ve tüm dünyayı hissediyorum. Bu niteliğin dışında dünyayı nasıl hissedeceğimi hayal edemiyorum.

Soru: Prensip olarak, Kabala bilgeliği sadece bundan mı bahsediyor- kim olduğumuz, doğamızı nasıl hissedeceğimiz ve ondan nasıl kurtulacağımız?

Cevap: Evet.

Soru: İnsanların bunu yapmaya başlaması nasıl sağlanabilir?

Cevap: İstemiyorsak, bunu yapmaya zorlanacağız. Ama her şey yoluna girecek.

Birlikte Haykırmak

Eğer Yaradan’a tek başıma haykırırsam, yakarışım kaçınılmaz olarak egoist olacak ve cevapsız kalacaktır. Ancak grubun içinden haykırırsam, mutlaka oraya başkalarının arzuları da eklenecek ve bu ölçüde talep duyulacaktır. Bu nedenle, tek başına Yaradan’a dönmenin bir anlamı yoktur çünkü bu şekilde kişi kendini inşa değil yok eder.

Birlikte Yaradan’a dönmemiz ve O’ndan bağımızı gerçekleştirmesini istememiz gerektiği açıktır. Bu bağdan, O’na daha büyük bir güçle dönebiliriz ve birbirimize karşı ve bizden Yaradan’a karşı, karşılıklı ihsan etme için güç isteyebiliriz.

Aramızdaki Mısır’dan çıkarız, aramızdaki Son Deniz’i (Yam Suf) geçeriz, aramızdaki çölün içinden geçeriz, aramızda olacak olan Tora’yı alırız. Böylece, hepimiz karşılıklı ihsan içinde bağ kuruncaya kadar ilerleriz ve bu ihsanın ışığında, şimdiki dünyamız gibi değil, milyarlarca kez daha büyük, sonsuz genişlikte yeni bir dünya görmeye başlarız.

Ayrıca bu, sonsuz ve mükemmeldir, her şeyi hissettiğimiz, anladığımız ve asla yorgun hissetmediğimiz, hiçbir zorluk ve engel olmadan ilerlediğimiz bir dünya. Bütün bunlar sadece aramızdaki bağa bağlıdır.

Pesah, Mısır’dan çıkış, Firavun, Nahşon’un denize atlaması – bunların hepsi onlunun içinde gerçekleşir. Her bir durum dostlar arasındaki ayrılıkla başlar ve birliğimizin ölçüsünde, üst gücü, Yaradan’ı ifşa ettiğimiz onluda tam bir bağ ile sona erer.

Büyük olaylardan – Kızıldeniz’in ayrılması, yaşam ve ölüm, sert savaşlar hakkında – konuştuklarında tüm bunlar sadece onlunun içinde var olur. Tüm bu durumlardan geçen On Sefirot‘un bir manevi Partzuf’undan başka hiçbir şey yoktur.