Category Archives: Yaradan

Neden Yaratanı Kıskanırım?

Soru: Yaratan’ı kıskanmak nasıl mümkün olur?

Cevap: Ben Yaratan’ı ihsan eden biri olmak için kıskanıyorum. Tüm bunlardan sonra, bu nitelikleri O’dan öğrenirim ve başka nasıl öğrenebilirim ki?

Buradaki problem kıskançlık bizim için direkt bir şekilde egoizme bağlı. Ve eğer ben birini kıskanırsam, o kişinin iyi bir şeye sahip olmasını istemiyorum anlamına gelir. Bu kötü kıskançlıktır.

İyi kıskançlık ise kıskandığım kişi ile benzer hale gelmeyi istediğim zamandır. Algımızdaki problem ise burada bu iki nitelik arasındaki farkı, her şeyi tanımlayan uygulamalarını, neyin iyi olmayan veya kendi başına kötü olanı görmüyoruz. Bizler bu niteliklere işin başında egoistik niteliklerle yaklaşıyoruz çünkü Malhut ıslah olmadığından egoistik arzuda kıyafetlenmiş ‘tüm 9 Sefirota’, tüm niteliklere bu şekilde yaklaşmaya alışmışızdır.

Hâlbuki eğer bizler tüm bu nitelikleri ıslah olmuş, düzeltilmiş Malhut’ta kıyafetlenmiş olarak görebilseydik o zaman kıskançlık, heves ve gurur yararlı nitelikler olarak görülecek ve bizlerin bu dünyadan çıkmamıza ve daha fazla yükselmemize yardımcı olacaklardır. Her şey bizlerin onları ihsan etmeye ulaşmak için kullanıp kullanmamamıza bağlıdır.

21.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati 9

Utanç Mükemmelliğin Zıttıdır

Soru: Yaratılışın türü olarak kabul edilen utanç nedir?

Cevap: Utanç insanı maymundan ayırandır. Utanç, alan ve veren arasındaki farkın hissinden kaynaklanır. Bundan sonra,  her şey sadece kendimi alan veya veren olarak hissettiğim durumların sebeplerine bağlıdır ve buna göre, ya mükemmelliği veya utancı hissederim. Utanç mükemmelliğin zıttıdır.

Bu dünyadaki ‘‘utanç’’ kelimesi ile ilişkilendirilen her şeyi unutun. O tamamen farklıdır. Utanç maneviyatta alan ve veren arasındaki ayrılığın hissiyatıdır. Gerçek utanç manevi bir hissiyattır ve materyal utanç ise daima bir şekilde saklamak, kısmak için mümkün olandır.

Gerçek utanç sadece, Yaratan’ı veren ve seven olarak ve kendimi ise O’nu suçlayan, lanetleyen ve ondan çalmak arzusunda olarak hissettiğim koşulda gelir. Kısacası, her şey yolun diğer tarafındadır! Kendimizi diğerine karşı duruyor olarak ifşa ettiğimiz ölçüye göre, utanç duyarım ve o beni kendimi, egoizmimi örtmeye zorlar ve ıslah başlar.

Dolayısıyla, utanç ıslah için özellikle yararlı bir histir. İşte bu yüzden utanç bir kişinin kendisini düzeltebilmesi durumunda ifşa olur. Aksi halde, ihtiyaç yoktur. Bir kedi için bir başkasının sütünü içmesi onda hiçbir utanç ve vicdani hiçbir his uyandırmaz. Ancak bu yaptığın dolayı azarlanmış olması bir sonraki sefer bunu tekrarlamaktan korkacağı hissini uyandırır. Bu demektir ki hayvanlar utanç tarafından değil ızdırabın korkusu tarafından yönetilirler.

Utanç daha yüksek bir dereceyi hissettiğiniz zaman gelişimin bir sonucu olarak gelir: seninle kıyaslamasında ne kadar mükemmel olduğu, seni ne kadar çok sevdiği ve senin ona olan ilişkinde ne kadar zıt olduğu. Ve sen kendi başına hiçbir şey yapamazsın.

Bu açıklığı hissetmek için, kişinin içsel akıla ihtiyacı vardır, sadece materyal akıl ve duyguya değil. Bu, kişinin kendisine değil, ihsan etme niteliğine ne kadar çok değer verdiğine bağlıdır. Tüm her şeyden sonra, o kendisini annesinden almak için utanmayan bir bebek gibi hissedebilir.

Daha ötesi, bu sadece annesiyle beraber olan bir bebeğin durumundan yükseldiği zaman olur ve bağımsızlığı hissetmeyi ister. Eğer o bu özgürlüğe eksiklik duyuyorsa, utanç hisseder. Özgürlük için özlemi olmayan bir köle utanç hissetmez çünkü o efendisine aittir. Özgür bir insan olmak için büyümek isteyen birisi aniden utanç hisseder ve böylece özgürlüğe gelir.

24.05.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 3. bölümünden alınmıştır, Talmud Eser Sefirot

Yaratan Sadece İçimizde Var Olur

Soru: Yaratan’a yardım için ve kendimiz için hiçbir şey almaksızın sadece ihsan etmek arzusu için talepte bulunmamız nasıl mümkün olur?

Cevap: Bu kesinlikle talep ettiğimiz şeydir. Ben Yaratan’dan bana ihsan etmek fırsatını vermesini talep ederim, ”Yaratan’a ihsan etmenin ” olduğu yer yani gruba ihsan etmek çünkü şöyle yazılır ”Ben halkımın arasında otururum”. Bu aynı şeydir.

Başka Yaratan yok. ”Ben halkımın arasında otururum” yani Yaratan grubun içinde ifşa olur. Grubun ortak gücüne ”Yaratan” denir. Gruba ihsan etmek demek bir bütün olarak Yaratan’a ihsan etmek demektir.

Bizler bunu dünyevi duyularımızla düşünüyoruz ve bu yüzden bu bize ”Grup neden çok özel? Ben onlara ne verebilirim? Ne kadar saçma!” gibi görünür. Ancak eğer sen gerçekten diğerlerine ihsan etmek için kendi dışına çıkabilseydin, bu dünya yerine üst realiteyi ifşa ederdin. İşte bundan dolayı edinemiyoruz.

Diğer bir soru ise: Birçok felsefi öğreti de topluma vermeyi savundu ve halkın sesini Yaratan’ın sesi olarak kabul etti. Yine de bu doğru değildir çünkü onlar ıslah eden Işık’ı kullanmadılar, yani toplumun içinde bulunan içsel güç.

Günün sonunda, Kabala Bilimi ne der? Arzunun dışında hiç bir şeye sahip değilsin. Bu arzunun içinde başlangıçtan beri orada saklanmış olan ”Yaratan” denen özel bir güç vardır. Eğer gerçekten ilerlemek, gruba ihsan etmek istiyorsan, bu gücü grubun içinde uyandırabilirsin. Orada son sonuçlarla – kendinle, grupla ve Yaratan’la yüz yüze gelirsin. Her şey kendinin dışında edineceğin, grubun ve ihsan etmenin içindedir.

Ve bu sana, gruba veya Yaratan’a ihsan etmek arasında bir farkın olmadığını gösterir. Gruba ihsan etmek demek diğerlerinin arzularına veya kaplarına ihsan etmek demektir oysa ki Yaratan’a ihsan etmek demek senin bu arzuların içinde hüküm süren ihsan etme gücünün içine daha fazla dahil olman anlamına gelir.

Dinsel nosyonlardan, Yaratan’ın her şeyi gökyüzünden idare ettiği doğuştan gelen bir takım inançlardan ve bunların etkilerinden kendimizi ayırmalıyız. Bu klişe bakın halen ne kadar da üzerimizde etkili! Ancak gerçek ise, dışımızda hiçbir üst güç, vs. yok! Bu güç grubun içindedir, aramızdaki bağlantının içindedir. Ve bu realitenin dışında hiçbir şey yoktur. Realite de başka bir şey yoktur.

Bu nosyonların içerisine daha fazla girerek, çok net ve elle tutulur bir yaklaşımın olduğunu anlamaya başlarsınız.

Adam Yaratan’ın Aklını Edinebilir

Yaratılan varlık özgür seçimin ne olduğunu netleştirmeye başladığı zaman, görür ki içindeki ihsan etme niteliği, alma niteliğinin üzerindedir, daha sonra bu model kişiyi gerçeğe ve özgürlüğe doğru yöneltir! Böylece, yaratılan varlık ihsan etmeyi seçer zira sadece ihsan etmenin kendi arzusundan onu bağımsızlığa ve bütünlüğe taşıyacağını anlar, yani yaratılanın aynı zamanda Yaratan üstü olan mutlak gerçek.

Adam, böylesi büyük bir koşulu edinir. Tüm bunlardan sonra, Yaratan ve yaratılanın ikiside eşitlenmiş niteliklerinde barınırlar: Bunlar Yaratanın ve yaratılanın nitelikleri. Ancak adam bu iki nitelikten bağımsız olan bir seçim yapmak zorundadır.

Bu sanki Yaratan’ın ve Yaradılış’ın güçlerinin birbirlerine karşı durdukları gibidir oysaki adam ”dua” denilen eşsiz bir aksiyon sergiler. Adam bu her iki gücün üstünde yatan bir seçim yapar. Böylece, onun yeni bir arzusu (kabı) oluşur, alma ve ihsan etme niteliklerinin veya Yaratan’ın tavrının ve yaratılanın tavrının içinde olduğu, bu niteliklerin üzerinde ”bir” olarak birleşir.

Bu, adamın benzersiz sonuca nasıl ulaştığıdır: O, Yaratan’ın Keter‘ini bulur. Bu, adamın kendisine yapılan Yaratan’ın aksiyonları değildir daha ziyade yaratılış öncesi O’nun düşünceleri, planıdır. Bu, ilk iki’nin adama aksiyonda ulaşan sağ ve sol, Yaratan’ın niteliği ve yaratılan varlığın niteliği, üzerinde yükselen orta çizginin meydana gelişidir. İşte orta çizgi de, adam Yaratılışın başlangıcının üzerine yükselir.

Burada yaratılan varlığa verilmiş olan yeni bir fırsat açılır: Var olan tüm güç ve niteliklerin üzerine yükselmek. Daha doğrusu, tüm güçler, nitelikler, arzular, gen bilgileri, evrende var olan ve bize ifşa olan her şey – alma maddesi ve ihsan etme gücü -, bütün bunların hepsi yaratılanı, Yaradılış’ın aksiyonundan önce gelen daha büyük nosyonlara getirmek için sadece aletlerdir.

Dolayısıyla, yaratılanın doğru seçimi yapmaya ihtiyacı olduğu her koşulda, kendisini kendi doğumundan önceki noktaya izafi olarak tamamen yardıma muhtaç hisseder. Kabları ve Işıkları analiz etmeye ihtiyaç duyar, yani sahip olduğu alma arzusunu ve ihsan etme arzusunu ki seçim bu her ikisinin üzerinde yatar.

Dua, yaratılan varlığın tüm izlenimlerinin bir sonucu olarak ulaşmış olduğu koşulu realize ettiği zamanda doğar, o bu iki eşit değerdeki opsiyonların üzerine yükselmek ve bir karar vermek için hiç bir şansa sahip değildir ve sahip olamaz. Burada, Yaratan finali söylemiştir!

Bizler, Yaratan’a Firavunu tahtan indirmek için sadece egoizmin gücünü ihsan etmenin kendi gücümüzle yenmek için ihtiyacımız olduğunu zannederiz.  Burada sadece arzuların basit bir şekilde karşı karşıya gelmeleri değil, kişi iki gücün ortasındadır; Yaratan ve Firavun. Öz, daha güçlü ve dolayısıyla kazanacak olanı arındırmanın içinde değildir, daha ziyade bu iki gücü ortada tek bir güç olarak birleştirilmesi ve bunların üzerine çıkılmasındadır.

Birleşmek İçin Dürtü

Bugün İnsanlık birleşmeye çalışıyor. İnsanlar içgüdüsel olarak anladılar ki birlik olmak tek başına olmaktan daha iyidir. Farklı ülkeler kendilerini güçlendirecek ve daha başarılı yapacak bir birliğe girmek için anlaşmalar üstüne anlaşmalar yapmaya çalışıyorlar. Ancak bunu yapmakta başarılı oluyorlar mı? En sonunda görüyoruz ki bu durum çatışmalara ve hatta savaşlara götürüyor. Problem olduğu yerde halen duruyor: Nasıl birlik olacağımızı bilmiyoruz.

Halbuki güçlendirmek için olan dürtü insanlığa zaten uzun yıllardır doğal olarak nüfuz etmiştir. Bu, halkların ve insanların içselliğinde olan ortaklıktır: Ben kendimi korurum ve yinede bununla beraber diğerleriyle birleşmenin buna değer olduğunu görürüm. Hep beraber tekeli yaratacak ve diğer bir başkasından daha güçlü hale geleceğiz.

Bu dürtü henüz zayıflamadı ve zamanla bizlere çok büyük problemler getirecek ve öyle ki doğanın kendisi bizleri birleşmeye zorlayacak. Bize şu an ifşa olan ise tek bir, küresel, bütün bir entegre olmak için kaynaşmak, tamamen birbirini tamamlamak, mükemmel, bütün ve tüm parçalarının birbirine bağlı olduğu ”yuvarlak dünyayı” kabul etmek zorunda olduğumuzdur.

Eğer doğa bu yolla meydan okumayı devreye koyarsa o zaman bizler şimdi insan toplumunu nasıl inşa etmeliyiz? Tüm bunlardan sonra, egoizm problemi sadece insan toplumu içinde yoğunlaşır. Egoizmin birliğe karşı çalıştığı tek yer budur. Sonuç olarak, birleşmeye kabiliyetimizin olmadığını keşfederiz.

Yaratan neden bizi birbirimizden farklı ve benzemeyen yaparak, bu engeli önümüze koydu? Eğer bizler aynı olsaydık, bu durumda herşey net olacaktı. Her kişi belli bir miktar verir ve belli bir miktar alır ve sorun çözülmüş olurdu.

Ancak bizler farklıyız ve bu yüzden hiçbir bireysel çıkara bağlanmaksızın egoizmin üzerine yükselmeli ve ihsan etmek niyetini etkin hale getirmeliyiz. Sadece bu koşulda insan diğerleriyle tamamiyle bağ kurabilecektir. O zaman kişi ihsan etmek için ihsan etmeye ulaşacaktır ve daha sonra – ihsan etmek için almak. Herkes yalnızca bu yolda yer alırsa aramızdaki mükemmel birlik su yüzüne çıkacaktır.

İşte bu yüzden bizler aynı yaratılmadık: Çünkü aksi halde bizler problemi materyal, hayvansal seviyede çözecek ve bir karınca yuvasındaki karıncalara benzer eşitliğe gelecektik.

12.05.2011 tarihli Günlük Kabala Dersinin 4. bölümünden. ”Barış”

Yaratan’ı Değiştirmek Veya Kişinin Kendisini Dönüştürmesi

Dua, bir kişinin sadece onun algısını yansıttığı Üst Güç’le olan bağlantısıdır. Bu dünyada daha iyi bir hayat için dua eden insanlar var, öbür dünya için dua eden halklar vardır ve dua etmeyen ve Üst Güç’e inanmayanlar vardır.

Halen, kendilerinin geleceği için düşünürler ve böylesi her düşünce bir dua olarak kabul edilir. Ancak kime soruyorum, halbuki konu bir bütündür. Talebime bağlı olarak bugün kötü olan yarın iyi olabilecek olan doğa mı, kader mi, bilinmeyen birşeyler mi, kendi geleceğim mi yoksa Yaratan mı?

Dua, bir sonraki an’la ilişkili olarak özel bir durumu edinmek için ümit içinde aldığım bir aksiyondur, yani bu nosyon bir çok değişik koşullar içerir, ancak hepsi kime dua ettiğime bağlı olarak ikiye ayrılır: Değişecek olan birileri mi ve değişmeye zorlayabileceğim biri mi?

Bu durum insanların Üst Güç’ü kontrol etmek için gizli yolları aramaya başladıkları zamandır öyle ki bu Üst Güç (Yaratan) onun şu anki realitesini ve dünyası değiştirip daha kibar olsun. Bu umut, Yaratan’a rüşvet vermek, tüm mistiksel ve dinsel mecraların temelidir. Bu durum kendi egoizmi içinde yaşayan birisinin düşündüğü mümkün olan şeydir.

Ancak, başka bir şey vardır ki, çok ender bir yaklaşım olan ve der ki Yaratan asla değiştirilemez; daha ötesi, sizin içinizde programlamış olan doğanın güçlerini kullanarak kendinizi nasıl değiştirmeniz gerektiğini bilmenize ihtiyaç vardır. İşte bu diğer tüm metotlara zıt olan Kabala metodudur.

Bu, bir kişinin tek bir veya bir çok Tanrı’nın var olduğunu, kendisini doğa veya başka bir Üst Güç’le yüzyüze düşünüyor olup olmadığı önemli değildir. Önemli olan kişinin buna olan yaklaşımıdır.

Kişi hedefe ulaşmak için kendisini dönüştürmek için doğanın güçlerini kullanmak için araştırıyor mu, yani herşey sadece ona ve onun bu güçle olan bağlantısına bağlı olduğuna? Yoksa kişi kendisinin dışına bakıyor, Üst Güç’ü değiştirmeye uğraşıyor, yani Üst Güç’e yaklaşımı kişisel menfaat sağlamak ve ona bir ödül verilsin diye mi, arzusuna ilişkin olarak dünyayı değiştirmek ve orada var olan tüm avantajları almak için mi?

09.05.2011 tarihli Günlük Kabala Dersinin birinci bölümünden Şamati 113

Bir Kap Gibi Birlik

Soru: Dağıtım yaparken, Yaratan’ı birleşmenin bir gücü olarak tanımlayabilir miyiz ve bedenimizin organlarını birliğin bir örneği olarak kullanabilir miyiz?

Cevap: Hayır, birleşme bir ifadedir, son değildir. Bedenimizin tüm organları hep bir arada lehimlenmiş gibi, ahenk içinde çalışırlar ve biri öteki memnuniyet sağlar ve her biri bu birliğe kendisini eğer (iptal eder) ve diğerlerine hizmet eder.

Bu yüzden beden daha yüksek bir boyuta, özel bir güç uyandıran bütünleşmiş bir sistem haline gelmiştir: hayatın gücüne. Bu, basitçe bu hayvansal seviyede var olan bir materyal değildir, daha yüksek bir varoluşun konumudur bedenin edinimi amaç ve bütünlüktür.

Bu nerden geliyor? Başlangıçta, direkt Işık’ın dört safhası vasıtasıyla, herşey kök safhasından dördüncü safhaya düştü. Ve o zaman, birliği edinerek, dördüncü safha bu bütünlükle birlikte başlayan yaratılan bu güce yükselir, şöyle ki o tekrar kendi kök safhasına döner.

Bu evrensel bir kuraldır: Daha alçak bir seviyeyi tamamlayarak, bir sonraki seviyenin başlangıcına erişirsiniz. İşte bu yüzden bizler birlik olduğumuz (bir araya geldiğimiz) zaman daha yüksek bir gücü ediniriz. Bütünlük bir kaptır ve bu kabın içinde ifşa ettiğimiz güç ise Yaratandır.

Haktan Yana Olmanın Onurlu Görevi

Soru: Yaratan’ı haklı çıkaramayan ”bir günahkâr” konumundan ‘haktan yana olan bir insan” konumuna nasıl kayabiliriz?

Cevap: ”Bir günahkâr” olarak hissetmek çok iyi, yararlı ve kaçınılmaz bir durumdur. İçinde egoizm uyandığında, ”Işık’ın koruması altındasındır”, yani yönelmen gereken bir şeyler var demektir: Sana kendinin düşüş içerisinde olduğunu gösteren bunu anlamana yardımcı olan Işık’a sahipsin.

Düşüşte olursun çünkü şimdi içinde açılan yeni arzunu henüz düzeltmedin. Böylece kendini ”bir günahkâr” olarak görürsün. Bir ”günahkâr” manevi bir seviyedir ve çok onurlu bir durumdur. Bu demektir ki ben Yaratan’ın bana daha ağır bir yükü kaldırabileceğimi ve bunu düzeltebileceğimi realize ettiği bir konuma erişmişimdir! O beni daha anlamlı, ek bir göreve atıyor ve davet ediyor olarak görünür.

Ancak ben bu ek yükü henüz düzeltmedim; henüz kendimi bununla ilişkilendirerek ihsan etmeye yönlenemiyorum, böylece bu koşulda kadar kendimi halen bir günahkâr olarak kabul ediyorum. Ancak bunun için kendime kızmam; Yaratan’ı haklı çıkarırım, O’na şükrederim ve şimdi bana ifşa olan bu fırsatın içinde tekrar bağlanırım.

Bu, sıradan insanların ”günahkâr” kelimesini yorumlamasından taban tabana zıttır. Bu durum çok saygın bir konumdur. Emreden bütün her şeyin içinden beni işaret etti ve dedi ki: ”Sadece sen bu görevi taşıyabilirsin!” Diğer bir ifade ile ben kalbin ek yüküyle bahşediliyorum ve ben bunu yeni bir mücadele misyonunu üzerine alırım. Ancak şu an için, kötü bir insanım, ta ki bunu tamamlayıp haktan yana olana dek.

Firavun kendisinin günahkâr olduğunu ve Yaratan’ın haktan yana olduğunu anlamıştı. Diğer bir ifade ile manevi merdiven boyunca her konum manevidir. Kötü, haktan yana derecesinin önünden yürüyen derecelerdir. Ve böylece bu koşullar sürekli dönüşümlü olarak gelir: Bir an günahkâr ve diğer an haktan yana ve bir kez daha, günahkâr ve haktan yana olan, tekrardan daha ve daha fazla. Bu, kişinin iki bacağı ile yürümesine benzer: Bir bacak günahkârın ve diğeri ise haktan yana olanın.

Yaratan’ın Başvekili Ol

Soru: Anlamıyorum: Edinmemiz gereken özgürlük nedir?

Cevap: Özgürlüğümüz bizi sınırsız haz ile dolduracak olan ihsan etme arzusunu edinmek anlamına geliyor. Her ne kadar bu ilk önce kendimizi değiştirmemizi ve ıslah etmemizi gerektiriyor olsa da, amaç var oluşun en tatminkar koşulunu edinmektir.

İyi ve iyilik sever olan Yaratan ona haz ihsan etmek için bir varlık yaratmayı istedi. Ve O bu hazzı bize vermek istiyor! Ben henüz, küçük bir çocuk gibi yalnızca tek bir şeyi düşlüyorum: ebeveynlerimin bana hediye olarak bir bisiklet vermesini. Benim için bu en büyük rüya ama ebeveynlerim arabalar arasında tehlikeli bir otobanda ona bineceğimden korkuyorlar. Bana bir bisiklet almak yerine, keman çalmayı öğretmek istiyorlar. Farkı görüyor musunuz?

Benzer bir şekilde Yaratan “keman çalmamızı” istiyor ama biz egomuzun binmesi için bir “bisiklet” istiyoruz. Şimdi arzumuzu O’nun arzusu yaptığımızda, kendimizi değiştirip keman çalmanın en büyük zevk olduğunun farkına vardığımızda, O’nun tarafından bizim için hazırlanmış olan tüm hazzı ediniriz. Sonuçta Yaratan hazzı “bisiklet”‘in değil “keman”‘ın içine yerleştirdi ve başka bir seçimim olmadığından arzumu değiştirmeliyim. Ancak bunun bir sonucu olarak yaratılışın planında tasarlanmış olduğu gibi hazzı edineceğim.

Bu dünyadaki ödülüm gereken çevreyi yavaş yavaş kendim için inşa etmektir. Yaratan’ın bana vermiş olduğu örneğe ilerlemem için gereken çevrenin hangisi olduğunu araştırıyor ve ayırt ediyorum ve böyle yaparak kendimi inşa ediyorum. Bana verilen tüm fırsatlardan kendime, üzerime geçirebileceğim (giyinebileceğim) bir “ambalaj kağıdı” inşa ediyorum.

Kişi kendisi için yeni bir dünya, bir sonraki manevi derecesini yaratıyor. Ne istiyorsa onu yapması için O’na izin vererek kendini basit bir şekilde Üst gücün ellerine teslim etmiyor. Aksine hangi güçler ve etkilerden geçerek ne tür bir insan olmak istediğini tam olarak bilmeli. Kendini ve tüm dünyasını yeni baştan yaratıyor.

Sana Yaratan’ı yapan bunun benzeri bir özgürlük. Doğanın tüm bileşenlerini anlamaya ve onları her seferinde görüşüne ve Yaratan’ın formuna tekamülüne göre yeni bir yap boz oyunu gibi bir araya getirmeye başlıyorsun. Sen bu dünyayı inşa ediyorsun. Bu özgür seçim sana yeni arzular ve algının yeni enstrümanlarını bağışlıyor. Onu inşa ederek Yaratan’ı, O’nun Üst gücünü, yaratılışın programını ve herkesin uyduğu onun kanunlarını anlama ve bilme noktasına geliyorsun. Bundan ötürü tümünü kontrol edebiliyorsun.

Yaratan’ın yerine olduğun ve herşeyi yönettiğin ortaya çıkıyor. Seni yönetmesi için bu gücü çağırmakla onu kabul ediyorsun ve onun yardımıyla dünyayı yönetiyorsun. Sen olacaksın ve senin özgür seçimin bunun temeli. Sen artık yönetilen değil yönetensin. Bunu yapmak için sadece özgürlüğümüzün ne olduğunu keşfetmeliyiz.

– 15/10/10 tarihli Günlük Kabala Dersinin dördüncü kısımından alıntıdır.

Yaratan’ın İşi

Grup kendimize Işığı çekmek için sürekli üzerine bastığımız “tuş”‘tur. Onun hayatına katılıyorum, dostlarla birlikte birliği arzu ediyorum ve onların içinde “erimeyi” arzuluyorum ve böylece Islah eden Işığı üzerime çekiyorum. Esasen tek eylemim bu: gereken tüm değişiklikleri yerine getirecek olan Işığı çekmek. Durum gayet basit. Doğru amaca – Yaratan’a eşit olmak – ulaşmayı arzulayan ben işte buradayım. Bir de araç var: beni etkilemesi ve grup aracılığıyla gereken tüm değişiklikleri yavaş yavaş içimde yapması için Işığı talep etmek. İlerleyiş şeklimiz budur.

Her değişimle kendimi inceleyebilirim: Benim için “gün” ve “gece” ne? Eğer “gün”‘de isem bu çeşitli şekillerde doldurulduğum anlamına gelir; eğer “gece” yada “karanlık”‘ta isem bu aklın ve kalbin harap oluşuna işaret eder. Egoist arzularımızda bu şekilde gözükür. Şimdi içimizde bunun gibi değişimleri kımıldatmalıyız ki içinde “gün” ve “gece”‘yi Yaratan’ın yaptığı gibi değerlendireceğimiz ihsan etme arzularını edinmemize izin versin. Yaratan için “gün” şimdiki seviyenin algısıyla ve mantığıyla çelişen mantık ötesi inanç yada ihsan etmek. Ona ulaşmak için kapasitemizi aşan insanüstü çabalar sarf etmemize gerek yok. Daha ziyade biz grup içinde, birleşmemizde çaba sarf ediyoruz ve aşağıya inen ve işi yapan Işığın gücünü çağırıyoruz. Gerçek şu ki tüm manevi çalışma “Yaratan’ın işi” olarak addedilir. Bunu O yapıyor ve ben sadece yetişkin birinin elini kapıp onu gitmek istediği yere çeken küçük bir çocuk gibi bunu arzulamalıyım. Eğer kişi bu etkileşimin özünü anlar ise rahat hisseder. Her yeni adım ile grup içindeki özgür seçimden faydalanır ve Islah eden Işığı çeker.

– 15/10/10 tarihli Günlük Kabala Dersinin birinci kısmından alıntıdır.