Category Archives: Toplum

2020 ve Ötesi İle İlgili 10 Anlayış (KabNet)

2020, olaylarla dolu, birçok yönden travmatik, diğer yönden devrimci ve kesinlikle öngörülemez bir yıldı. Gördüğüm kadarıyla, 2020 bizleri ileriye dönük olaylara çok farklı bakacağımız yeni bir çağa götürdü. Bu nedenle, 2020’yi sonuçlandırmak için, bu çalkantılı yıldan etkilenen çeşitli konular hakkında bazı bilgiler ve insan toplumundaki geleceğimiz hakkında, bazı düşünceler sunmak istiyorum.

1)Aile ilişkileri: 2020’de ailenin önemini öğrendik, ki nihayetinde bu bizim ilk, en samimi ve en doğal çemberimiz, gerçekten ilgilenmem gereken çember. Aileye ilişkin birçok inceleme yaptık ve bunun, sonunda daha sağlam bağlar yaratacağını düşünüyorum.

2)Yemek: Bu yıl, en azından İsrail’de, restoranlar çoğu zaman kapalı olduğu için dışarıda yemek yemeyi bıraktık ve yemek yapmaya başladık. Bana göre, bu sadece bize iyilik yapar. Umarım süpermarketleri ortadan kaldırabiliriz ve sattıkları şeylerin sadece yüzde onunu, sadece sağlıklı, doğal şeyleri bırakabiliriz. Tek ihtiyacımız olan budur. Bizim için kendi yemeğimizi pişirmekten daha iyi bir şey olamaz. Ve eğer yeni bir şey arzuluyorsak, komşularımızı her zaman ziyaret edebiliriz veya onlar bizi ziyaret edebilir.

3)Alışveriş: Alışverişin büyük ölçüde değişeceğini düşünüyorum. Her şey çevrenin etkisine bağlıdır, ancak alışverişin virüsten önceki gibi olacağını düşünmüyorum. Sadece sosyal çevre her şeyi dayatmaktadır. Bize terliklerle dolaşmamızı söyleseydi, yapardık. Bize yüksek topuklu ayakkabıların gülünç olduğunu söyleseydi, hiçbir kadın onları giymeye cesaret edemezdi.

Satın alacak yeni şeyler aramak yerine, yeni anlayışlar, insanlarla yeni ilişkiler arayacağız. Herkese karşı daha samimi ve sıcak yeni bir yaklaşım “satın almak” isteyeceğiz. Başkaları hakkında kötü düşüncelerimiz olduğunda utanacağız; sanki çıplak dolaşıyormuşuz ve herkes gerçekte kim olduğumuzu görebilecekmiş, düşüncelerimiz ortaya çıkmış gibi hissedeceğiz. Kıyafetler biraz daha manevi olacak, bedenimizdeki tenimiz yerine, başkaları hakkındaki düşüncelerimizi güzelleştirecek.

4)Sağlık: Daha önce de defalarca söylediğim gibi Covid-19’u bir hastalık olarak görmüyorum. Bence o, toplumumuzu, ilişkilerimizi ve sonunda sağlığımızı iyileştiren bir tedavi. Pandemiden sonra, özellikle krizi bağlarımızı ve karşılıklı sorumluluklarımızı kuvvetlendirmek için kullanırsak, pandemiden sonra toplumun salgın öncesinde hissettiğinden daha sağlıklı hissedeceğini düşünüyorum.

5)Okul: Bence eğitim sisteminde devrim yaratmalıyız, onu tersine çevirmeliyiz. Burada tartışılacak daha çok şey var ancak mevcut sistemin feshedildiği ve değişmesi gerektiği açıktır. 21. yüzyıl için kesinlikle uygun değildir. Okullar, ahlaksızlık, uyuşturucu ve bir dizi başka yolsuzluktan başka hiçbir şeyin olmadığı bir yer haline geldi. Geri dönmenin bir anlamı yok.

6)Monitörler ve ekranlar: Cep telefonlarında veya PC’lerde küçük ekranlarımızı her zamankinden daha fazla izliyor olsak da, onlardan hiçbir şey öğrenemedik. Ana akımı ve sosyal medyayı kontrol eden insanların o kadar yozlaşmış olduklarını öğrendik ki, onlar hakkında ne düşündüğümü anlatmak için yeterli kelimem yok; bu tamamen berbat. Şu anda medyada şov yapan herkesin bağlantısını keserdim ve onları insan olma konusunda eğitilebilecekleri bir kuruma gönderirim, eğer onlar için hala mümkünse.

Medya bir iletişim aracı değildir; onlar bir manipülasyon aracıdır. Bence burada radikal bir değişiklik gerekli, yoksa bu yüzden hepimiz korkunç bir darbe alacağız ve ancak ondan sonra iyileşmeye ve işleri daha iyi yapmaya başlayacağız. Medyadaki insanlara, işlerine bile başlamadan önce, insanlara terbiyeli davranmanın ne anlama geldiği öğretilmelidir. Ancak bu şekilde iyileştirildikten sonra, bu alanda çalışmalarına izin verilebilir.

7)Meslekler ve kariyerler: O kadar saat çalışmamıza gerek olmadığı ortaya çıktı. 2020’de daha az saat çalışabileceğimizi, daha temel ihtiyaçlara razı olabileceğimizi, ancak bu süreçte kendimize ve doğanın tamamına fayda sağlayabileceğimizi öğrendik.

8)Para: Şimdilik hala paraya tapıyoruz. Bununla birlikte, ondan bir uyanışa doğru ilerliyoruz ve umarım yakında, eşyalara değer verme şeklimizde devrim yapmaktan kaçış olmadığını hissetmeye başlayacağız. İyileştirilmiş insan ilişkileri, karşılıklı saygı hissiyatı, eşitlik ve karşılıklı sorumluluk ile ilgili yeni ödüller, faydalar aramaya başlayacağız. İyi ilişkiler yoluyla ihtiyacımız olanı satın alabildiğimizde, para anlamsız hale gelecektir.

9)Yaşam koşulları: Taşrada yaşayabileceğimizi ve hala bağlantıda kalabileceğimizi öğrendik. Bu çok önemlidir. Bu trendin genişleyeceğinden eminim. Bugün, kendimi en rahat hissettiğim yerde yaşamamam, neredeyse her konuda çalışmamam için hiçbir neden yok.

10)Seyahat: Seyahatin önemli ölçüde değiştiğini düşünüyorum. İnsanlar yeni şeyler görme arzusunu, özlemini kaybediyor. İnsanlığın bu gezileri kovaladığı bir dönem vardı, ama biz bundan olgunlaşıp vazgeçmiş gibiyiz. Sanırım insanların sadece seyahat ederek kendilerini tatmin edemeyecekleri bir döneme giriyoruz. Binalara veya doğaya bakmak artık bunu bizim için yapmayacak.

Bu eğilim, genç nesilde daha da güçlüdür. Gençler cep telefonlarına tamamen dalmış durumdalar. Amsterdam’da veya herhangi bir yerde olabilirler, ancak eve döndüklerinde arkadaşlarına mesaj atabilirler. Monitörde sahip oldukları şey önemli olan şeydir ve hiçbir şey onları ilgilendirmez.

Herkes Kurallara Göre Yaşasaydı

Soru: Davranış kurallarını bir yetişkine açıklamam gerekiyor mu yoksa bu başka birinin hayatına müdahale etmek olarak mı kabul edilir?

Cevap: Başkasının hayatı diye bir şey yoktur. Hepimiz aynı sistemin unsurlarıyız ve hepimiz birbirimizi etkiliyoruz. Bu nedenle, kişi başkalarına karşı mutlak özgürlüğe sahip değildir.

Doğduğu ve içinde yaşadığı genel sistemde hakkı olan yeri almalıdır. Kendini bundan hiçbir şekilde, ölümle bile kurtaramaz.

Soru: Herkes kurallara göre yaşasaydı, hepimiz mutlu olur muyduk?

Cevap: Tamamıyla.

“Fırtınalı 2020 Sona Erdi Ama 2021’in Daha Az Fırtınalı Olması İçin Hiçbir Şey Yapmıyoruz” (Linkedin)

2020 neredeyse bitti ama 2021’i daha az fırtınalı ve yaşanması daha keyifli hale getirmek için herhangi bir öz-eleştiri yapmıyoruz. Genellikle, senenin sonunda içsel gözlem yaparız, özetleriz ve sonuçlar çıkarırız. Geçtiğimiz yıl o kadar anlaşılmaz, öngörülemez ve açıklanamazdı ki onu anlamlandırma fikrinden tümüyle vazgeçmiş gibiyiz. Peki, biz ne yapıyoruz? Köşede oturup bekliyoruz. Ama ne için bekliyoruz? Hiçbir şey yapmazsak 2021, 2020’den daha kötü olacak, buna hiç şüphe yok.

Nefret ve şüphenin arttığı her yerde eğer 2020 bize bir şey öğrettiyse, o da nefretle hiçbir şeyin elde edilmeyeceğidir. İşbirliğini denememizin zamanı geldi. Olgunlaşmamızın ve ne olursa olsun birlikte yaşamamız, birlikte çalışmamız ve birlikte büyümemiz gerektiğini anlamamızın zamanı geldi. Toplumlarımızı, tek bir toplum olarak inşa etmek zorundayız. Ve şüphesiz, aşırı nefret üzerine kurulu bir toplum, insanların yaşamak ve çocuklarını büyütmek istediği bir toplum değildir.

Kendi geleceğimizin sahibi olmadığımızın farkına varmamız iyi bir şey. Ancak bu, şu an için hiçbir yükümlülüğümüz olmadığı anlamına gelmez. Ve bugünü iyileştirirsek, geleceğimizin de daha iyi olacağına şüphe yoktur. Şu anda, nefret ve güvensizlik kokan, parçalanmış bir toplumda yaşıyoruz. Bunun üzerinde çalışırsak, geleceğimiz daha iyi olacak mı? An itibariyle, aramızdaki yabancılaşma, depresyon ve sosyal izolasyon nereye bakarsak bakalım büyüyor.  Şimdi bununla ilgili bir şey yaparsak, 2021’i daha iyi hale getirmez mi?

Geleceği korkuyla beklemek yerine, şimdiye bakmalı ve işleri daha iyi hale getirmek için nerede çalışabileceğimizi görmeliyiz. Ve çalışmak için en iyi ve en etkili yer, kendi aramız, ailemiz ve toplumumuz, şehirlerimiz, eyaletlerimiz ve ülkenin her yeridir. Yapmamız gereken iş, aramızda patlak veren nefreti ve inkar edilemez varlığına rağmen, birbirimize bağımlı olduğumuzu kabul etmektir. Cumhuriyetçileri Demokratlardan ayırmaya çalışmak ABD’yi Çin’den ayırmaktan daha zordur: işe yaramayacaktır. Tek seçenek, nesillerdir olduğu gibi birlikte yaşamayı öğrenmektir.

“İyi Bir Yıl İçin – İnsanlık Bağına Tamamen İnanın” (Thrive Global)

Bu yeni 2021 yılında, realitemizin nasıl mükemmel bir şekilde çalıştığını keşfedeceğimizi umalım.

Yeni bir yılın arifesinde, dünya kesinlik için can atmakta, bir güvenlik kaynağı aramakta ve daha yüksek bir gücün daha iyi bir gelecek için gerçekte her şeyi yönetip düzenleyeceğine inanmaya devam etmektedir. İnsanlar, gezegene ve kişisel yaşamlarına çarpan güçlü dalgalara dayanmak için tutunacak, bağlanacak bir çapa olduğunu hissetmeye ihtiyaç duyar. O güvenli liman, uyumu geri getirebilecek kuvvetli bir gücün ifşa olması, aramızdaki bağda elde edilir.

Tamamen iyi bir dünyada olduğumuza inanmalıyız ve eğer kendimizi üst gücün ihsan etme niteliklerine göre ayarlarsak, realitemizi olumlu olarak hissederiz. Her şey, onunla ilişki kurma şeklimize bağlıdır. Tüm mücadelemiz, üst gücün bizimle ne yaptığını ve ne amaçla yaptığını anlamaktır. Anlamaya başladığımızda, aynı ölçüde biz de üst gücü, daha yüksek gücü, O’nu hissetmeye ve sevmeye başlarız.

Bir yıl sona ererken, yeni bir başlangıç beklenir. İnsanlar heyecanla gelme zamanına bekliyor ve 2020’nin üzüntü ve darbelerinin silinip gitmesini ve sonunda güneşin ufuktan dökülmesini umuyor. Gelecekle ilgili beklentilerimizin tümü, sadece başımıza gelenleri ne kadar iyi anladığımıza, geçmişte olanları nasıl kabul ettiğimize ve kullandığımıza ve baş gösteren şeylerden ne çıkardığımıza bağlıdır. Gözlerimizi açıp biraz daha ileriye, her şeyin olumlu bir amaç için gerçekleştiğine tam bir inançla, daha hedef-odaklı bir şekilde bakmaktan başka yapacağımız bir şey yok.

İnancın gücü muazzam bir güçtür. Aslında bu, çevremizdeki dünya ile ilgili olarak iki yola ayrılmış olabilir: Birincisi, insanlar, ağaçlar, dağlar, gökyüzü, ay, güneş, üst güç gibi doğanın cansız unsurlarının ardındaki güçleri ararlar – gerçekten bilmedikleri veya anlamadıkları bir şey ama kendilerinden daha üstün bir şeye karşı özel bir tutuma sahiptirler. Bu tür bir inanç bilinmeyenin büyüklüğündedir. İkinci tür inanç, yüce bir gücün algılanmadığı yerdir; sadece nasıl anlayacağımızı veya ele alacağımızı bilmediğimiz şeyler hakkında, bir korku ve endişe hissi vardır.

Gerçekte, egoizmimize (başkalarına neyin yararlı olduğuna bakmaksızın kendimiz için alma arzumuza) göre, bir şeyin iyi mi kötü mü, doğru mu yanlış mı olduğunu değerlendiririz. Fark etsek de etmesek de küresel ve kusursuz olan, bütün ve mükemmel bir doğa sisteminin parçasıyız.

Ama realitenin eksiksizliği ve mükemmelliğine dair bir inanç aniden gelmez; kademeli bir süreç içinde gelişir. İnanç birçok aşama içerir. Daha yüksek bir şeyle ilgili belirsizlik olarak başlar, bu üst güçle, onunla bir ilişki geliştirene kadar nasıl kavrayacağımızı bilmediğimiz bir şey. Bu bağ aracılığıyla özel muhakemeler/sezgiler elde edilir. Realitede gerçekleşen her şeye, iyi ve iyiliksever olarak algılanan, yüce güçle bağlantılı olarak bakmaya başlarız. O zaman, hayatın her alanındaki tüm koşullarda, bütünlüğü ve mükemmelliği görmeye geliriz.

2020 yılında yaşadığımız salgın ve tüm küresel sorunların bir sonucu olarak, gelişimimizde bizi yeni bir yaşam düzeyine, tek bir aile gibi, insanlığı yeni bir dünya görüşüne sevk edecek yeni bir aşamaya ulaştık. Karşılaştığımız sorunlar bizi ileri itiyor, yüce gücün bir olduğunu ve herkes için olduğunu keşfetmemize yardımcı oluyor. İnsanlık, aramızdaki bağda ifşa olan sevginin gücünü keşfediyor. Bölünmelerimizin üstesinden geldiğimizde ve birleşme isteğimizi ve bireysel egoizmimizin (bizi ayrı tutan tek faktör) ötesine geçme isteğimizi ifade ettiğimizde, böylece herkesin kaderini iyileştiririz.

“Kovid Sonrası Günlerde” (Linkedin)

Şimdi toplu aşılama kapıda, Koronavirüs, insan uygarlığını ele geçirmeden önce, herkes 2019 yaşam tarzına dönecek gibi görünüyor. Ama bence bir sürprizle karşı karşıyayız. Herkes sağlıklı olduğunda ve hepimiz seyahat edip, alışkın olduğumuz şeyleri yapabildiğimizde, sanırım önceki hayatlarımızdan uzaklaştığımızı keşfedeceğiz. Gelişimimizde yeni bir aşamaya başladık. Bazılarının yapacak olmasına rağmen, insanların ofislerde çalışmaya geri döneceğini sanmıyorum. İnsanların Covid-19’dan önce, dünyayı bir salgın gibi saran “seyahat çılgınlığına” geri döneceğini düşünmüyorum ve güvenli olsa da önceden dışarı çıktığımız kadar dışarı çıkacağımızı da düşünmüyorum.

Sanırım biraz büyüdük, daha sabitlenmiş hale geldik. İnsanların sosyal varlıklar olduğu ve çevrelerindeki insanlara ihtiyaç duyduğu söyleniyor, ama biz gerçekten öyle miyiz? İşe ihtiyacımız var çünkü bir gelire ihtiyacımız var, bu yüzden meslektaşlarımızla sosyalleşiyoruz, peki biz sosyal varlıklar mıyız? Ayrıca, sadece diğer insanlardan alabileceğimiz onaya da ihtiyacımız var, bu yüzden başkalarıyla iletişim kurmalı, onlara hükmetmeye çalışmalı, onaylarını almalı veya onları, bize tabi kılmalıyız. Fakat bunlar sosyal ihtiyaçlar değildir; tatmin isteyen bencil ihtiyaçlardır.

Bana öyle geliyor ki, Koronavirüs bizlere, daha önce yaptığımız gibi güç ve çoğu kez seçimimiz olmamasından dolayı prestij için dünyayla rekabet etmekten daha çok, kendimizle veya ailelerimizle birlikte olma konusunda yeni hazlar verdi. Açıkçası, herkes bu şekilde değişmedi, ancak değişimin hissettirilmesi, kalıcı olması ve büyümesi için yeterince insanın değiştiğinden eminim.

Gençken başkalarına bakar ve yaptıklarını taklit ederiz. Büyüdükçe daha bireysel bir kişilik geliştiririz ve içgüdüsel olarak sürüyü takip etme eğilimimiz azalır. İnsanlığın da benzer bir aşamadan geçtiğini düşünüyorum. Kendimize daha sık sormaya başlayacağız, “Ne için? Buna değer mi? Herkesin yaptığı şeyden gerçek bir fayda sağlayacak mıyım? ”

Eski zevklerimizin yerini neyin alacağını, örneğin seyahat etmek yerine neyin geleceğini hâlâ bilmiyorum. Bu, büyük ölçüde, onlar için kazançlı olduğundan dolayı,  bize kalıcı tatmin sağlamayan şeylere para harcamaya bizi ikna etmek isteyen fikir liderlerine ve tepedeki kişilere bağlıdır. Ama her iki durumda da, bana öyle geliyor ki, Covid öncesi çılgınlığımızın etkisinden kurtulduk ve şimdi daha yerleşik, sakin ya da başka bir deyişle olgun olacağız.

“Çok Kültürlülük İşe Yarar Mı?” (Quora)

Çok kültürlülük belli bir insani gelişim döneminde gereklidir, ancak daha da geliştiğimizde, uzaklaşacaktır.

Herhangi bir özel ayrım yapmadan, mümkün olduğunca, sadece insan olmamız gerektiğini anladığımız bir koşula ulaşmamız gerekiyor. Gerçekten de büyük bir insan çeşitliliği olacak, ancak bu çeşitliliği kültürel olarak ilişkilendirmeyeceğiz. Biz kültürlerin içinde doğmadık. Onlar edinilir ve dolayısıyla sert/değişmez gerçekler değillerdir.

Çeşitlilik, daha ziyade, tam bir birleşme sağlanana kadar diğerleriyle olumlu bağ içinde ilerleme fırsatlarıyla ilgili olmalıdır. Doğuştan gelen çeşitliliğimiz, birbirimize olumlu bir şekilde bağ kurma fırsatlarının gerçekleştirilmesiyle elde ettiğimiz benzerlikle birleştiğinde, insan toplumunda yepyeni bir tür içsel doygunluğun verdiği mutluluğa ve uyuma yol açacaktır. Sanki hepimiz ortak bir dili paylaşıyormuşuz ve hepimiz aynı milletin ve ailenin üyeleriymişiz gibi hissedeceğiz.

“Neden Bazı İnsanlar Çocukları Taciz Ediyor? Bunun Psikolojik Sebebi Var Mı? ” (Quora)

Bu, her insanın doğası olan ve bizi başkalarına karşı sanki kendimizmiş gibi ilgili olmaktan alıkoyan, insan egosundan kaynaklanmaktadır.

Bazı insanlar, sırf bu tür tacizden hoşlandıkları için kendilerini başkalarına (çocuklar, yaşlılar veya avları olarak gördükleri kişilere) zarar verirken bulurlar. Aniden onları tatmin eden büyük bir kontrol hazzını hissederler.

Hiçbir şey, böyle insanları, bu kontrol etme ihtiyacından kurtaramaz. Tüm hayatları boyunca hayırsever olabilmiş, iyi eğitimli ve iyi huylu insanlarda bile taciz eğilimlerinin nasıl yüzeye çıktığını ve birdenbire kendilerini tutamayıp patladıklarını görmekteyiz. Genelde, bu, kimsenin onları kontrol edemeyeceğini düşündükleri ve bu yüzden kendi kontrollerini ifade etmelerinden dolayıdır.

İnsan egosu (başkalarının pahasına fayda sağlama arzusu) zıt formuna – egonun zararlı dürtülerinin üzerinde başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurma arzusuna dönüşene kadar, bazı insanlarda meydana gelen bu tür patlamaların sonu olmayacaktır.

Dahası, bu dönüşümü gerçekleştiremezsek, insan egosu sürekli olarak büyüdüğünden, gittikçe daha fazla tatmin talep ettiğinden, bu tür olayların giderek daha fazla olmasını bekleyebiliriz.

Sevginin İşleyişini Başlatmak

Haberler (Oxford Üniversitesi, News and Events): “Oxford Üniversitesi’ndeki antropologlar, yedi evrensel ahlaki kural olduğuna inandıkları şeyi keşfettiler.”

“Kurallar: Ailenize yardım edin, grubunuza yardım edin, iyilik yapın, cesur olun, üstlerinize saygı gösterin, kaynakları adil bir şekilde paylaşın ve başkalarının niteliklerine saygı gösterin; dünyanın her yerinden 60 kültürün katılımından oluşan bir ankette bulundu. …”

Bilişsel ve Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nün başyazarı ve kıdemli araştırmacısı Dr. Oliver Scott Curry şunları söyledi: “Evrensel ahlakçılar ve ahlaki görecelilikçiler arasındaki tartışma yüzyıllardır devam ediyor, ancak şimdi bazı cevaplarımız var. Her yerde insanlar benzer bir dizi sosyal problemle karşı karşıyadır ve bunları çözmek için benzer ahlaki kurallar kullanırlar. Tahmin edildiği gibi, bu yedi ahlaki kural kültürler arasında evrensel görünüyor. Her yerde, herkes ortak bir ahlak kuralı paylaşır. İşbirliği yapmanın, ortak iyiliği teşvik etmenin yapılacak doğru şey olduğu konusunda herkes hemfikirdir. ”

Soru: Kabala ahlak kuralı hakkında ne diyor?

Cevap: Kabala, yukarıdaki tüm hususların, egoist insan etkileşiminin kuralları olduğunu söyler. Elbette bunlara uyulması gerekir, ancak üst yasalarla hiçbir ilgisi yoktur.

Hayvan seviyesinde, otomatik olarak riayet edilirler. Ve kişi, egoist olduğu ve başkalarına herhangi bir hayvandan çok daha fazla zarar verebileceği için, bu ilkelere ihtiyaç duyar. Eğer uyulsaydı iyi olurdu.

Ancak bu, ne Kabala’nın görevi ne de onun ilgi alanıdır. Kabala, başka ilkelere uymaya davet eder: bize bir şekilde hareket etmemizin ve başka bir şekilde hareket etmememizin söylenmesine gerek olmadığı, sevginin ilkeleridir.

Komşusu için kendi içinde sevgi hisseden bir kişi için, tüm bu kurallar doğaldır ve kişi daha farklı bir şekilde davranamaz. Bir anne için, bebekle nasıl başa çıkılacağına dair bir kanun kitabı yazamazsınız. Buna ihtiyacı yoktur; o hisseder, anlar ve her şeyi sadece çocuğunun yararı için yapar.

Soru: Annenin çocuğuna olduğu gibi, bir insanda sevginin işleyişini tetikleyecek böyle bir doğa gücünü çağırmanın mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?

Cevap: Evet. Yapmamız gereken budur. Ve o zaman herhangi bir ahlaki kurala gerek yoktur. Kişi, bir şeyi doğru mu yanlış mı yaptığını, mahkûm edilebileceğini veya cezalandırılabileceğini görmek için sürekli olarak bir kanun kitabına başvurmak zorunda kalmamalıdır.

Soru: Ahlaki eğitimin kriterini insanların eylemleri ve motivasyonları olarak görüyoruz. Başka ahlaki kriterler olduğunu düşünüyor musunuz?

Cevap: Ahlak için gerçek kriterin, Üst Gücün varlığı ve O’nun en yüksek ilkesi olan herkese sevgi olduğunu söyleyebilirim.

İnsanlığın Ana Ahlaki İlkesi

Soru: Ahlaki normlar sürekli değişiyor. Örneğin Şovenizm ve Nazizm’in yerini hoşgörü almıştır; cinsel ve ulusal azınlıklara karşı hoşgörülü bir tutum. Ya da daha önceden, boşanma utanç verici bir şey olarak kabul edilmiş olmasına rağmen, günümüzde kişinin bağımsızlık kazanabileceğine vb. inanıldığı için,  onurlu bile olabilir.

Toplumun kültürüne ve geçen zamana bakılmaksızın sabit kalması gereken ilkeler var mı?

Cevap: Evet. Bunlar, herkesin genel etkileşimin ayrılmaz bir parçası gibi hissettiği, tek bir topluluk oluşturduklarında, insanlar arasındaki doğru etkileşim ilkeleridir. Onun içinde mükemmel, ebedi koşullarını keşfederler. Bu duygu içinde yaşamalılar.  Gelişimlerinin amacı budur.

Soru: İnsani gelişime, kültüre ve geçen zamana bakmaksızın değiştirilmemesi gereken birkaç ilkeyi sıralayabilir misiniz?

Cevap: Böyle yalnızca tek bir ilke vardır: “komşunu kendin gibi sev”. Başka hiçbir şey yok. Uygulamada, yalnızca bu ilke bizi, içinde sonsuz ve mükemmel yaşamı ifşa ettiğimiz, birbirimize bağlı sistemimizin yaratılmasına ve sürdürülmesine götürür.

Bu nedenle, onlularda ve küçük gruplar halinde bir araya gelerek, aramızda bu prensibi gerçekleştirmeliyiz. Bu hali hazırda pratik Kabala uygulamasıdır, bizi birbirimize yakınlaştıran, neden birbirimize zıt olduğumuzu açıklayan ve bu zıtlığın nasıl üstesinden geleceğimizi öğrenmemize yardımcı olan, üst ışık denen özel enerjiyi nasıl çekeceğimizdir.

Başlangıçta, parçalanma yaşadığımız için bağımız koptu. Şimdi, birbirimizle yakınlaşmayı başarmalıyız. Bağ ve kopukluk arasındaki farkta, kendimizi, hayatın ebedi akışı içinde var olduğumuzu hissetmeye başlayacağız.

Yorum: Bir paradoks olduğu ortaya çıkıyor. Şimdi dışarı çıkıp insanlara “komşunu sev” ilkesine uyup uymadıklarını soracak olsaydınız, hemen hemen herkes uyduğunu söylerdi.

Cevabım: Öyleyse, “komşunu kendin gibi sev” sözleriyle neyi kastettiğimizi ve bu prensibin bize neden Tora’da verildiğini ve ayrıca herkesin bunu yerine getirebileceği konusunda böbürlendiğini ama gerçekte hiç kimsenin bunu yerine getirmediğini, vb. açılamamız gerekir.

Soru: Diğer tüm ahlaki ilkelerin bu ilkeye dayandığını mı düşünüyorsunuz?

Cevap: Onların hepsi,  sadece “komşunu sev” in belirli bir durumudur.

Soru: Bundan anlaşılan, eğer bu prensibe uyarsam koltuğumu toplu taşımada başkalarına vereceğim ve insanlara karşılıksız olarak yardım edeceğim midir?

Cevap: Bundan hareketle, her zaman başkalarına karşı nazik olacaksınız ve komşunuza asla zarar veremeyeceksiniz. Sonuçta, bir kişiyi seviyorsanız, ona nasıl zarar verebilirsiniz ki?

“İş Paylaşımı Harika Bir Fikirdir (Teoride)” (Linkedin)

İş paylaşımı, (genellikle) iki kişi aynı pozisyonu paylaştığı ve işi aralarında bölüştüğü zamandır,  en azından 1970’lerden beri görülmektedir. Bununla birlikte, son aylarda, Koronavirüsün “teşvik etmesi” ve işlerin ve çalışanlara olan talebin hızla uçup gitmesiyle bu,  aile ve boş zaman gibi yaşamın diğer alanlarında geliri güvence altına almanın yanı sıra, işlevselliği sürdürmenin daha yaygın ve genellikle uygun bir yolu haline geldi. İş paylaşımını dahil eden, daha önde gelen işverenler arasında Qualcomm ve hatta ABD Federal Hükümeti gibi çok büyük olanlar da var.

Bazı kişiler için, bazı şirketlerde ve bir süre için bu uygun bir düzenleme olabilir. Ancak son zamanlarda iş paylaşımı, Covid-19 salgını nedeniyle azalan iş fırsatlarına bir çözüm olarak lanse edildi. Toplu istihdam için bir çözüm olarak, bunun umutsuz bir fikir olduğunu düşünüyorum. Ne çalışanların ne de işverenlerin, çok sayıda ve iyi bir sebeple çalıştırılırsa böyle bir deneyin sonuçlarından memnun olacağını sanmıyorum.

Şirketler ile başarılı iş paylaşımı arasında duran engel, insan doğasıdır. Yaşamın amaçlarına ve diğer insanlara karşı yepyeni bir tutum geliştirmeden, temel rekabet içgüdülerimiz ve (esas olarak) kıskançlığımız, iş paylaşımının toplu olarak uygulanmasına yönelik her türlü girişimi yok edecektir. Bu tür bir düzenleme, insanların birbirlerini tamamlayabilmelerini, karşılıklı olarak birbirlerinin güçlü yönlerinden yararlanabilmelerini ve birbirlerinin zayıflıklarını karşılıklı olarak telafi edebilmelerini gerektirmektedir. Birbirlerine karşı doğal olarak düşman olan insanların, kibar gülümsemelerin ardında, kapsamlı ve derin bir eğitim süreci olmadan bunu nasıl yapabileceklerini anlayamıyorum.

Tıpkı çocukların paylaşamayacağı gibi, yetişkinler de paylaşamaz. Tek fark, yetişkinlerin bunu, sahte gülümsemelerin ve sahte dostluk jestlerinin arkasına saklamasıdır. Ama onları, kendi fikirlerinden bile olsa kendilerinden bir şeyler feda etmeleri gereken bir duruma soktuğunuzda, “dostluklarının” değerini hemen göreceksiniz.

Koronavirüs bizi iş ve istihdam paradigmalarımız da dahil olmak üzere, her şeyi yeniden düşünmeye zorluyor ve bu, onlar bir asırdan fazla bir süredir toplum için zehirli olduğu için harika bir şeydir. Bununla birlikte, başarılı paradigmalar inşa etmek için önce pandeminin başlattığı değişimin doğasını anlamamız gerekir. Covid-19, yalnızca bugün burada bulunan ve bir aşı olduğunda yok olan bir virüs değildir. İnsanların birbirine bağımlı olduğu ve bu nedenle iletişim kurması ve bağ kurması gereken yeni, daha işbirlikçi bir çağın başlangıcıdır.

Yine de iş paylaşımı gibi derin bir seviyede iş sağlamak, Komünist Rusya’daki tüm insanları eşitliğin değeri ve bu değerlerin neden asil olduğu (eğer onlara inanıyorsanız)  konusunda eğitmeden, eşit yapma girişimine benziyor. Bu daha başlamadan önce biler tüm Komünist deneyi kaderine terk etti.

Bu günlerde odaklanmamız gereken şey, meslek değil eğitimdir: istesek de istemesek de var olan, içinde yaşadığımız dünya, karşılıklı bağımlılığımız ve karşılıklı sorumluluğumuz hakkında eğitim.

Topluluklarımızda, dayanışma ve karşılıklı ilgiyi geliştirmeli ve oradan büyümeliyiz. İş paylaşımı gibi değişimler, işverenlerin, devletin ve hatta koşulların zorladığı bir şey olarak değil, insanların birbirlerine yardım etme arzusunun bir sonucu olarak, doğal olarak gelmelidir. Bu sebepler, insanların motivasyonunu uzun süre sürdüremeyecektir.

İşsizlik büyük bir sorundur, ancak hükümetler bunu insanlara verecekleri yardımlarla çözmelidir ki, böylece az önce bahsettiğimiz karşılıklı bağımlılık hakkında bilgi veren kurslara veya eğitimlere katılmaya bağlı olarak, makul bir yaşam standardı, faydalar sağlayabilir. Bu şekilde, insanlar, neden toplumsal ilişkilerimizi birbirine bağlamamız ve geliştirmemiz gerektiğini ve bunu nasıl başarabileceğimizi anlayacaklar. İnsanlar anladığında, çok daha sıkı bir şekilde iş birliği yapar ve toplum sakin ve istikrarlı kalabilir. Bu nedenle, ülkelerine yardım etmek isteyen, ülkelerin ve işverenlerin yalnızca iki şeye odaklanmaları gerektiğini düşünüyorum: ihtiyaçların sağlanması ve karşılıklı sorumluluk ve toplumsal dayanışmanın teşviki hakkında eğitim.