Category Archives: Tabiat

“Daha Mutlu Olmak İçin Hayat Algımızı Nasıl Değiştiririz?” (Quora)

İlk önce hayatı nasıl algıladığımızı anlamamız gerekiyor ki bu bir bencillik merceğinden geçer. Hayatı olduğu gibi algılamıyoruz, ancak beş duyumuz, görme, koklama, dokunma, işitme ve tat alma aracılığıyla, sürekli bilgi aldığımız beş fırsata sahibiz. Beş duyumuzu aşarsak, o zaman yeni ve farklı bir gerçeklik hissiyatına geliriz.

Algıladığımız her şey egomuzdadır yani sadece kendi çıkarımız için haz alma niyetiyle haz alma arzumuzdadır. Bu ego, hayatımızın her anından haz almaya, elimizden geldiğince çok kazanmaya ve mümkün olduğunca az kaybetmemize eşlik eder ve bizi yönlendirir. Doğa bizi her an arzulamamız, düşünmemiz ve kendimizle ilgilenmemiz için programladı ve bedenlerimiz bunu çok sofistike ve zekice yapıyor. Yaşam algımız bu nedenle ne istediğimiz, ne anladığımız ve hissettiğimiz, ne aldığımız ve neye sahip olduğumuz açısından çok sınırlıdır.

Kabala bilgeliğine göre sonsuz, bol ve mükemmel bir realitede varız ve algımız bu realiteyi çok küçük bir noktaya kadar daraltır. Evrende var olan seçeneklerin ve fırsatların genişliği hakkında hiçbir fikrimiz yok. Bedenlerimizin, bizi dışarıdaki bol hazdan kopuk, onların içlerinde yaşamaya zorladıkları için, dostlarımız değil düşmanlarımızdır.

Bu nedenle, yaşam algımızı değiştirmenin ve daha mutlu olmanın anahtarı, beş duyumuz aracılığıyla aldığımız yaşam algısından çıkıp yeni bir yaşam algısına girmektir: bedenlerimizin üstünde, ebedi ve mükemmel gerçekliği algılayabilen yeni bir duyu açtığımız yer. Kabala bilgeliği bu yeni duyuya “perde” (İbranice’de “Masah”) adını verir ve Kabala’nın tüm metodu, bu perdeyi, yaşam algımızda mümkün olan her şeyi keşfedeceğimiz bir noktaya kadar geliştirmeyi amaçlar. Bunu yaparak mutluluğun kaynağına ulaşırız yani mutluluğu sonsuz, mükemmel ve gerçek biçiminde elde ederiz ve böylece kelimenin tam anlamıyla mutlu oluruz.

Sihirli Arzu

Yorum: Birçok filozof ve psikolog kendimizi değiştirmemiz gerektiğini yazmışlardır.

Cevabım: Ama bunu ahlak açısından yazmışlar. Bu hiç de aynı değildir. Kabala bilimi, sadece diğer insanlara karşı iyi bir tutumdan değil, kişinin doğasını değiştirmekten bahseder.

Biz kendimiz doğamızı değiştiremeyiz. Ve filozofların akıllarında insanlar arasındaki ilişkilerde bir tür düzeltme vardı: “Kendimizi güzelce sınırlayacağız, kendimizi bir tür çerçeveye koyacağız.” Bu sözde eğitimli egoizmdir.

Ve burada fikir tamamen farklıdır. Burada bizi değiştirecek özel bir güce ihtiyacımız var. Egoizmimizi böyle katı bir biçimde yaratan güç: haz almak, almak, yönetmek, kendimizi doldurmak ve özümsemek, bizi tersine çevirmesi gereken bu güçtür. Başka bir şeye gerek yok.

Soru: Doğa bizi ilk etapta neden böyle yaratmadı? Bizi tersine çevirmek neden gerekliydi?

Cevap: Böylece hayatın egoist temelinin kusurlu, zararlı ve kötü olduğuna ikna oluruz ve ondan, onun izine, bir sonraki, ters formuna geçmek isteriz.

Arzumuzun yapacağı şey budur. Soracak kimsemiz yok, çevremizde hiçbir şey yok. Sadece doğada böyle bir tetikleyici, bir anahtar vardır, bu işi üzerimizde yapacaktır. Kötülüğümüzü gerçekten tanır ve varoluşun bir sonraki düzeyine geçmek istersek, bu gerçekleşecektir.

Bu yasa doğada vardır. Kabala ve Kabalistlerin bahsettiği şey budur. Kabala bu yasayı ortaya koyan bilimdir. Bu, onun tüm metodunun temelidir: doğanın bizi küçük bencil varlıklardan, özgecil varlıklara dönüştürmesini sağlama (sadece gerçekten özgecil, dünyamızdaki gibi sözde özgecil değil). O zaman gerçekten tamamen farklı bir doğa, farklı bir biz ve farklı bir dünya hissetmeye başlayacağız.

Doğa İle Uyuma Geri Dönüş

Soru: Zohar Kitabıyla ilgili derslerden birinde, iki gücün prototiplerinin (eril ve dişil, ihsan etme ve alma) iki ışık kaynağı, ay ve güneş olduğu gerçeğinden bahsettiniz. Bir kadın neden aydan daha çok etkilenir? Hamileliği bile ay takvimine göre belirlenir.

Cevap: Bu konuda sadece Zohar Kitabında değil, diğer Kabalistik kaynaklarda da çok şey söylenir.

Tüm manevi özümüz, alma ve ihsan etme arasındaki bağ üzerine, dünyamızda güneş ve ay tarafından temsil edilen Zeir Anpin ve Malhut’un gücü üzerine inşa edilmiştir. Dolayısıyla, Dünya üzerindeki bizler, bu iki gücün yönetimi altındayız.

Doğanın tamamı çok keskin bir şekilde eril ve dişil kısımlara ayrılmıştır. Eril kısmı güneş, dişi kısmı ay ile tanımlanır. Bu, doğanın bu iki gücünün karşıtlığından gelir ve insan onları birbirine bağlamak için vardır.

Bir zamanlar, insan gelişiminin ilk aşamalarında, o kadar egoist değildik ve doğaya ve onun uyumuna direnmezdik. Ona yakındık, daha fazla içindeydik. Bu nedenle doğada olan her şey aynı sırayla, aynı hızla, aynı dalgalanmalarla başımıza geldi. Özellikle, kadın döngüsü dünyadaki her kadın için yeni ayda başladı.

Ve o açıkça ay döngülerine uygun olarak inşa edilmişse neden böyle olmasın ki? Alt seviye hayvanların aksine, insanlar yıl boyunca gebe kalabilirler. Ancak gelişimimizde, kadınların yalnızca belirli bir zamanda gebe kalabilecekleri ve doğumun tam olarak dokuz ay sonra gerçekleştiği aşamalardan geçtik.

O günlerde erken doğum yoktu. Bu, günümüzde sık görülen bir olgudur çünkü egoizm, içimizde bizi doğadan uzaklaştıran bu tür çarpıtmalar ortaya çıkartır. Artık vücudumuzun ne kadar doğaya uyum sağlamadığını biliyoruz. Artık plastik olmadan yaşayamayız ve muhtemelen doğal ürünlerle zehirleneceğiz.

Bu nedenle, bugün sıradan yollarla doğa ile bir tür uyuma nasıl geri döneceğimiz hakkında konuşamayız. İnsanlar bir şekilde bağlantılarını sürdürmeye çalışsalar da, bu artık mümkün değil.

Ve geçmişte, doğayı gerçekten tam olarak hissettik, havayı, her türlü iklim değişikliğini, doğanın nefesini önceden hissettik.  Doğanın içinde olan ve onlara ne olacağını bilen insanların hissettikleri şey budur. Yani doğa aslında çevremizdeki dünyaya baktığımızda görmeye alıştığımızdan daha derin, daha büyük ve daha şeffaf bir şeydir.

Soru: Kabalistler doğa ile denge hakkında konuştuklarında, bizi geçmiş duruma dönmeye mi teşvik ediyorlar?

Cevap: Bu onunla ilgili değil, doğanın doğru seviyesine gerçekten nasıl yükseldiğimizle ilgilidir.

Mevcut durumumuz esasen doğrudur. Bizi doğanın içinde olduğumuz gerçeğinden çıkarır ve onun üzerine yükselmemizi sağlar ve bir tür yapay yaşam alanı yarattığımızdaki gibi yapay bir biçimde değil, bu doğayı yöneten gücün düzeyine yükseltir.

Buna Yaradan, ihsan etme gücü, sevginin gücü, doğanın tüm parçaları arasındaki ilişki denir. Bu gücün seviyesine yükselmeli ve ona uygun hale gelmeliyiz.

Doğanın Bozulması

Soru: Günümüzde bazı araştırmacılara göre her onuncu evli çift, tıbbi yardım almadan çocuk sahibi olamıyor. Evli çiftlerin %40’ında kısırlığın nedeninin bir kadının hastalığı olduğunu ve vakaların %45’inde sorunun bir erkekte olduğunu belirtmekte fayda var.

Günümüzde bir insanın çocuk doğuramamasının manevi kökleri nelerdir?

Cevap: Bu, egoist gelişimimizin bir sonucudur. İhsan eden, hayat veren kısım erkekten gelir. Ancak egoizmimizle kendi içimize o kadar kapalıyız ki bunu bile yapamıyoruz. İçsel, zihinsel, manevi niteliklerimiz fizyolojik düzeyde kendini göstermeye başlar.

Bugünlerde cinsiyetlerle, birbirleriyle etkileşimleriyle, ne kadar kendi içlerine çekildiklerine bakın: kadınlar kendilerini kendi toplumlarına, erkekler de kendi toplumlarına kapatıyorlar. Bazı ikincil, alternatif cinsel tatmin biçimleri buluyorlar. Yani her şey doğal değil, her şey doğadan çok uzak. Ve bu büyümeye devam edecek.

Soru: Bu neden oluyor?

Cevap: Bu, tüm insan ırkının gelişimi boyunca devam eden uzun bir hikâyedir. Bir zamanlar Antik Yunanistan’da, Doğu’da vs. kadınlar arasında veya erkekler arasında karşılıklı çekim kültürlerinin tamamı vardı. Ancak bu mutlak bir norm değildi ve örneğin aristokrasi veya haremler gibi çok dar bir insan çevresi arasında geliştirildi.

Kişi buna ihtiyaç duyar, çünkü egoizmi nedeniyle karşı cinsle normal teması, sıcaklığı, en azından karşılıklı anlayış ve destek duygusu bulmak için gerçekten tatmin edici, zevkli bulmaz.

Bunun özellikle sinir sistemini, kalp sistemini ve diğerlerini etkileyen çok sayıda hastalığın nedeni olduğuna inanıyorum. Cinsiyetler arasındaki doğru ilişki insan doğasını dengeleyecek, stres, psikosomatik ve kalp hastalıklarında azalmaya yol açacaktır.

“Günümüzde Doğal Afetlerin Artmasının Arkasındaki Sebep Nedir?” (Quora)

Doğal afetleri gözlemlediğimizde, belirli jeolojik ve ekolojik faktörleri anlayabiliriz, ancak bu faktörlerin arkasında ne var? Başka bir deyişle, etrafımızda algıladığımız dünyanın arkasında ne var?

“Doğa kanunları” diyebiliriz ama bu tam bir cevap vermez.

O halde doğal afetler neden başlıyor ve son zamanlarda neden artıyor?

Doğal afetler, doğa ile olan dengesizliğimizden kaynaklanır. Dünya ve evrenimiz cansız madde ve fiziksel güçlerle doluyken, niteliksel olarak konuşursak, cansız varoluş seviyesi, doğadaki en düşük niteliksel seviyedir. En yüksek niteliksel seviye, insandır.

İnsan seviyesindeki denge veya dengesizlik, doğayla olan dengemizi veya dengesizliğimizi belirler. Bu nedenle, bağlarımız ne kadar dengesiz hale gelirse (başkalarına fayda sağlamak yerine kendi çıkarımıza giderek daha fazla öncelik vererek, yani giderek daha egoist hale gelerek birbirimizle ilişki kurduğumuzda), doğal afetler gibi krizleri o kadar çok yaşarız.

Hepimizin birbirimizi etkilediği, küresel olarak birbirine bağlı, birbirine bağımlı ve kapalı bir sistemde yaşıyoruz. Sorunlarımızdan biri, karşılıklı bağımlılığımızın engin boyutunu hissedememektir. Bu nedenle, önce karşılıklı bağımlılığımızı öğrenmemiz ve karşılıklı bağımlılığımızın artan anlayışı ve hissinden, aramızda yeni davranışlar oluşturmaya başlamamız gerekiyor: dünya çapında işbirliği, karşılıklılık ve karşılıklı taviz yasaları. Bağımlılığımızın ölçüsünde uyanana kadar, bağlarımızda bizi doğa ile dengeleyecek gerekli dengeye ulaşamayız. O zaman doğal afetlerin (birkaç başka krizle birlikte) olumlu bir bağlantı kurana kadar artmaya devam etmesini bekleyebiliriz.

Yaşlı Hillel, bu tür yasalara uymanın ilk adımını formüle etti: “Senin için nefret uyandıran şeyi, arkadaşına yapma.” Başka bir deyişle, en azından diğer insanlara zarar vermemeye büyük özen gösterin. Bu koşulu yerine getirmek, birbirleri arasında işbirliği ve karşılıklılık yasalarını yürürlüğe koymanın ilk adımıdır. Dolayısıyla bu durum bizi hala birbirimizle ve doğa ile dengeye getirmezken, birbirimizi ve doğayı kötü amaçlarla sömürmemize son verir.

Böyle bir koşul kulağa ne kadar hoş gelse de, bunu hemen yerine getirmemizin mümkün olduğunu düşünmek saflık olur. Böyle bir durumu yerine getirebilmek için öncelikle bizi doğa ile dengeye getirmeye odaklanan yeni bir eğitime ihtiyacımız var. Küresel karşılıklı bağımlılığımızın hissiyatına ulaşmamız gerekiyor ve şu anda bundan çok uzağız.

Böyle bir eğitimden ne kadar çok geçersek, karşılıklı bağımlılığımızın duygusuna (özgecilik ve işbirliğini egoizm ve sömürüye göre önceliklendirmemize rehberlik etmesi gereken bir hissiyata) o kadar çok ulaşmalıyız.  O zaman bugün dünyamızda var olan sayısız sömürü biçiminden vazgeçebilirdik. Bu ilk adımdır: Başkalarına zarar vermenin bumerang olarak bize geri döndüğü ve nihayetinde kendimize zarar verdiği anlayışı. Doğal afetler, doğa ile dengeyi kuramadığımız için birbirimize verdiğimiz bu türden dolaylı zararlara bir örnektir.

Parlak Bir Gelecek İstiyorum

Soru: Bir zamanlar normal bir şekilde yaşadık, beş yıllık, on yıllık planlar yaptık vb. İnsanın bir geleceği vardı. Günümüz ise stres, kaygı, depresyon ve gelecek için korku zamanı. Ve çarpıcı olan, savaşların, küresel ısınmanın, tsunamilerin, depremlerin, volkanların ve virüslerin olacağını bilerek insanlığın korku içinde yaşamaya alışmasıdır. Bu duruma alışmamız mı gerekiyor, böyle mi yaşayacağız?

Cevap: İnsan vücudunun savunma denen bir tepkisi vardır. Doğamızın savunma tepkisi olan egoizm, her zaman stres altında, sürekli endişe vb. içinde olamaz. Kişi herhangi bir olumsuz duyguyu bir şekilde uzaklaştırmak, etkisiz hale getirmek ve hatta başka bir şeye dönüştürmek zorundadır. Eğer kesinlikle hiçbir şey yoksa ölürüm ve ondan sonra bir cennete, gelecekteki bir dünyaya sahip olurum. Çektiğim acı, vs boşuna değildi.

Soru: Yani bu bir tür mikro sedasyon mu?

Cevap: Elbette. Böyle bir karakter özelliği olmasaydı, bir insan için böyle bir olasılık olmasaydı, insanlar daha önce uydurdukları buradan sonra onları cennetin beklediği düşüncesiyle intihar ederdi.

Soru: Yine de, gelecek bizi özellikle parlak hiçbir şeye hazırlamaz, ancak tüm bu gelecek karanlığında küçük parlak noktalar mı arıyoruz?

Cevap: Gelecek bize, bizim gelecekte hazırladığımızı hazırlar.

Soru: Yani bu geleceğimizi, kendimiz mi kuruyoruz diyorsunuz?

Cevap: Sadece sen, kendin.

Soru: O zaman bana söyler misiniz, bununla nasıl yaşayabiliriz? Şimdi parlak bir gelecek inşa edebilir miyiz ve gelecek parlak olacak mı?

Cevap: Şayet siz, bir zamanlar çok çekici olan ve birçok insanın mümkün olduğuna naifçe inandığı planlarınızı kendiniz icat etmezseniz. Aklıma gelen şey olacak.

Soru: Kişi nasıl yaşamalı? Nasıl farklı bir gelecek inşa edebiliriz? Başka bir gelecek nedir?

Cevap: Sadece değişmez doğa yasalarına göre. Bu yasalar doğru, mantıklı ve uygulamaya hazırdır.

Ve onlar gerçekleşecektir ve eğer onları bilirsek bu bizim için daha iyi olacaktır ve onlara göre şimdiki anımızı inşa edeceğiz. Kabala biliminin yaptığı şey budur. Kabala, tüm güçlerden, tüm doğa yasalarından, bunları en aza indirgemekten bahseder ve bize optimizasyon ve iyileştirme yönünde geleceği etkilemek için ne yapılması gerektiğini açıklar.

Soru: Doğanın benim için ne hazırladığını, beni neye götürdüğünü nasıl bilebilirim?

Cevap: Doğa, geleceği değiştirmek ve ona ulaşmak için hangi fırsatlara sahip olduğunuzu fark etmenizi sağlar. Bu, her bir kişinin bu geleceğe katılımına bağlıdır.

Soru: Seçeneklerim neler? Ne yapmalıyım?

Cevap: Kendi geleceğiniz üzerindeki etkinizi bilmek istemeniz gerekir. Onu inşa etmemiz, yaratmamız gerekiyor. O, senin yaptığın gibidir. Size doğanın kanunları anlatılıyor ve bir inşaat oyuncağı gibi geleceğinizi onlardan inşa etmelisiniz.

Soru: Doğanın temel yasası nedir?

Cevap: Doğanın temel yasası, insanın doğa yasasıyla örtüşmesidir. Ben terse çevirmiyorum. Doğa yasası, dünya sisteminin ideal bir resmi önümüzde görünene kadar evrensel ihsan etme ve sevgi, evrensel birleşme, evrensel tamamlayıcılık yasasıdır.

Soru: Sadece buna doğru mu gitmeliyim?

Cevap: Evet. Ve daha fazlası yok.

Soru: Yani hiçbir şeyle savaşmamalı mıyım?

Cevap: Sadece bu kanunu yerine getirmek için savaşın.

Soru: Bu mücadele kiminle?

Cevap: Bu savaş elbette kendinle. Sadece. Yani aynada suçlanacak bir şey yok. Bu şekilde çalışmalıyız ve sonra ne yaparsak onu elde ederiz.

Soru: Yani, eğer herkes diğerine değil de kendisine yönelirse, o zaman geleceğin bu resmini terse çevirecek miyiz?

Cevap: Dilediğimiz ölçüde. İstediğimiz ölçüde yapacağız.

Doğanın Programını Anlamak

Doğa birdir ve bütün parçaları tam bir bütünlük içerisindedir, kasıtlı olarak özgür irade verilen, böylece onu kullanarak bütünleşmeye kendisi gelecek olan insan dışında. Ve geç kaldığı ölçüde, kendisi bağımsız adımlar atmak isteyecek ve üzerine düşen sopanın önüne geçip doğa ile bütünleşmek için çabalamaya başlayana kadar acı çekmeye itilecektir. Günümüzde bizler bu koşuldayız.

Bu yüzden depresyona giriyoruz ve aile ya da bu dünya bizi tatmin etmiyor. Uyuşturucularla dikkatimizi dağıtıyoruz, çocuk sahibi olmak istemiyoruz vb. Peki neden? Çünkü doğa kasıtlı olarak bize darbeler göndererek var olmaya değecek özel bir amaç arama zorunluluğunu hissetmemize neden olur. Doğa bizi yeni bir koşula böyle hazırlar.

Bunu hayatın her alanında görürüz. İnsanlar motivasyonlarını kaybederler ve hiçbir şey istemezler, böylece bir demografik kriz meydana gelir ve dünya her konuda yokuş aşağı gider. Bu, içimizde özel bir motivasyon yaratmak için doğa programında kasıtlı olarak ortaya konmuştur.

Bizler, doğanın niyetini, düşüncesini, bize ne tür bir provokasyonun sunulduğunu ve en güzel koşula nasıl gelebileceğimizi anlamak için varız. Sevgide, ailede ve dostlukta ve herhangi bir programın uygulanmasında en başarılı olabiliriz, aslında her şeyde başarılı olabiliriz.

O zaman dünyayı büyük ve küresel olarak göreceğiz ve nasıl çalıştığını, onu ve toplumu nasıl yeniden inşa edeceğimizi hissedeceğiz.

Kendi İyiliğim İçin Değil

Herhangi bir arzuyu kendi iyiliğim için değil, başkaları için kullanmak her zamanki arzularımın içinde yaşamak istemediğim, ancak doğanın bir sonraki derecesine, alma yerine ihsan etme durumuna yükselmek istediğim tamamen farklı bir varoluştur.

Soru: Doğadan aldığım arzularımı kısıtlamak ve başkalarının arzularını yerine getirmek zorunda olmamın sebebi nedir?

Cevap: Bu doğanın programıdır, içinde var olduğumuz iki derecedir. Birinci derecede doğarız ve gelişiriz ve bu bizim egoizmimizin koşuludur. Ancak, yavaş yavaş ondan çıkmalı ve tersi duruma geldiğimiz bir sonraki dereceye yükselmeliyiz ve arzularımızı kendimiz için değil sadece başkaları için kullanmalıyız.

Doğa Tarafından Yönlendirilen

Soru: “Özgürlük” makalesinde Baal HaSulam, bizi hedefine iten gelişim yasasının bizi esir aldığını, çünkü insanın her zaman hazza çekildiğini ve ıstıraptan kaçtığını yazar. Bunun içinde herhangi bir özgürlük var mıdır?

Cevap: Hayır. Ve eğer sadece bir haz alma arzusuysam ne tür bir özgürlük olabilir ki? Önümde her zaman haz ve ıstırap konusunda belirli sayıda seçenek vardır ve ben, anlayışıma ve ruh halime göre, kendim için görünüşte en iyi olanı seçerim. Bu durumda, her mümkün olduğunda ve mümkün olan en kısa sürede kötüden iyiye kaçmayı seçen bir hayvan gibiyim.

Soru: Baal HaSulam ve siz “hayvan” terimini bir insanla ilgili olarak çok sık kullanıyorsunuz. Sebebi nedir? Kulağa acımasız geliyor.

Cevap: Bu, insanı hayvan seviyesine indirgediğimiz anlamına gelmez.

Mesele şu ki, doğamız bizi kesinlikle katı bir şekilde, özellikle de belirli bir formüle göre kontrol ediyor ve böylece her an bizim için en iyi görünen koşulu seçmemizi sağlıyor. Tek sorun şu ki, hem hayvanlar hem de biz bu koşulları bize neyin ifşa olduğuna dair anlayışımıza göre seçiyoruz.

Önünde belirli sayıda olasılık gören biri en iyisini seçer: kısmen içgüdüsel olarak, kısmen mantıksal bir şekilde, seçeneklerini hesaplayarak. Hayvanlar da aynısını yaparlar. Bununla birlikte, daha az hata yaparlar, çünkü daha küçük bir çeşitlilik ve olasılık kümesinde olan daha gelişmiş içgüdülere sahiptirler.

Ancak, esas olarak, aynı programdır. Burada insanın yapabileceği hiçbir şey yoktur. Bu nedenle, eğer hayatımızı her zamanki gibi yaşarsak, o zaman doğa tarafından yönetiliriz ve hiç özgür irademiz yoktur.

Öyleyse özgürlüğün ne olduğunu nasıl tanımlayabilirsiniz? Neyden özgürlük? Haz alma arzumdan özgürlüğüm yoktur. Tek şey şu ki, kendim için belirli bir tür haz seçebilirim. Bu durumda, birini diğerinin yerine koyarım.

Örneğin, bir kilo verme grubuna kaydolabilirim. Orada “beynimi yıkayacaklar” ve farklı davranacağım-tatlı yemek yerine başka haz formlarını seçeceğim. Ya da sanat, bilim vb. ile uğraşmayı tercih edebilirim.

Böylece, birtakım dış faktörlerin etkisi altına girebilirim ve onlar bana farklı bir değer ölçeği vereceklerdir. Yani, şimdi benim için önemli hale gelen belirli bir aktivite seçtiğimi ve bundan haz aldığımı söyleyebilirim. Ama yine de beni buna biri itmiştir. Her durumda, hala haz ve ıstıraptan oluşan aynı doğanın içerisindeyim.

Egoyu Kullanmadığımızda

Soru: Hangi egoist niteliklerin hangi seviyeyle eşleştiğine dair net talimatlar var mı? Başka bir deyişle, belirli egoist nitelikleri hangi seviyede ıslah etmemiz gerekiyor?

Cevap: Dünyamızda, insanın içinde her an ortaya çıkan aynı egoist niteliklerin her an kısıtlanması ve kullanılmaması gerekir.

Eğer kişi bunu yaparsa, ihsan etme niteliği içinde belirli bir egoist durumda olduğunu hissetmeye başlar. Şimdi bu niteliği diğerlerine göre, Yaradan’a göre artırabilir ve böylece daha üst seviyelere çıkabilir ve üst doğayı, O’nun ihsan etme, sevgi ve birlik niteliklerini hissedebilir.

Dünyamızın kökenini ve neden bu şekilde yönetildiğini anlamaya başlar. Kişi burada olanların tüm nedenlerini ve etkilerini görür ve anlar. Manevi dünyada belli bir seviyeye ulaştıkça her şeyi ifşa eder.