Category Archives: Tabiat

“2021 Yeni Yılından Ne Beklenmeli” (Medium)

Alışılmadık bir yılı bitirmek üzereyiz ve insanlık, bir sonraki için neyin beklediğini merak ediyor. 2021, şimdiye kadarki deneyimlerimizin amacının, insanlığı daha olumlu bir şekilde yeniden düzenlemek olduğu gerçeğini hepimizin hissedeceği, anlayacağı ve kabul edeceği bir yıl olacak. Karşılaştığımız zorluklar, bizi nasıl yeni bir gelişim aşamasına, yeni bir insan varoluşuna ilerlettiklerini incelememize yardımcı olmak için, bizim lehimize çalıştı.

2020, kutuplaşma, ekonomik kriz, doğal afetler ve dünya çapında bir kapanmaya neden olan küresel bir salgın ile tanımlandı. Virüs bizi düzenlemek, silkelemek ve toplumdaki, insan ilişkilerimizdeki ve gezegenimizle olan dengesizlikleri düzeltmek için geldi.

Bu, doğanın bizimle ilgilenme şeklidir. Covid-19 rastgele bir virüs değildir. Onun arkasında, bizim gezegenin büyük bir bölümünü yok etmemizden sonra harekete geçen doğal bir sistem vardır. Sanki doğa, “Yeter artık. Dünyayı mahvediyorsunuz. – Toprağı kuruttunuz, okyanusları kirlettiniz, havayı kirlettin ve toprağı çöp yığınları haline getirdiniz. Yeryüzü’nün kaynaklarını tükettiniz. Şimdi dünyayı yeniden inşa etmeye başlayın. ” dedi.

Bizler üzerimize düşeni yapana kadar, doğanın sakinleşmeyeceğini daha ne kadar anlamakta başarısız olacağız? Suçluluğumuzu tek tük fark etmeye, gerçekte neler olup bittiğini anlamaya başlıyor gibiyiz. Sürekli bir şekilde yanıltıcı olan medya olmasaydı, insanlık sorumluluğunu uzun zaman önce kavramış olabilirdi.

Ve olabildiğince acımasız görünse de, doğal sistem bizimle oldukça nazikçe konuştu, neredeyse tarihteki diğer salgınlarda olduğu kadar acımasız değildi. Bize doğanın neyi istediğini anlamamız için zaman veridi. Ama uyarıyı dikkate almazsak ve rotamızı dengeye doğru değiştirmezsek, önümüzdeki yıl doğal olarak daha güçlü bir tepki bekleyebiliriz.

Yeni aşıların ortaya çıkmasıyla pandemi sona mı erdi? İnsani gelişimde bir sonraki aşamaya geçiyoruz, bu yüzden belli ki bazı değişiklikler olacak. Değişim bizim için rahatlama yönünde mi olacak? Bunu belirlemek zordur, çünkü genellikle gerekli düzeltmeler yapılana kadar, doğanın darbeleri en hafiften en ağıra doğru hareket eder. Örneğin, bir çocuktan bir görevi yerine getirmesini isterseniz ve o yapmazsa, muhtemelen bir dahaki sefere onunla daha sert bir tonda konuşursunuz.  Bu yardımcı olmadıysa, duruşunuzu güçlendirmeniz ve ona daha katı şartlar ve koşullar sunmanız gerekirdi.

Aşılarla ilgili bile, önümüzdeki yılın nasıl görüneceği alın yazısı değildir. Gerçekte, gelecek bize bağlı. Doğanın bize ne söylediğini, ne kadar anlamaya çalışacağımıza bağlı. Mesaj net. Çevreyi tahrip eden gereksiz şeylerin üretimine odaklandığı için, endüstrimizin yeni dünyaya uygun olmadığı açıktır. Mevcut eğitim sisteminin, doğa kanunlarıyla uyumlu olmadığı açıktır çünkü kendimizi, birbirimizle rekabet edecek ve bölünme yaratacak şekilde eğitiyoruz.

Bu nedenle,  yeni yılın ana görevi bütünsel bir dünya kurmak, birbiri için ve tüm doğayla, insan ortaklığı yaşamına girmek olmalıdır.

İnsanlığın değişiklikler yapması, gerçekten önemli olan ve olmayan şeyleri yeniden hesaplaması gerekecek. Vazgeçilmez olmayan her şeyden kurtulmalıyız, mağazalarımızın ve işletmelerimizin yaklaşık % 80’ini kapatmak zorunda kalacağımızı anlamalıyız. Elbette, insanların nereye ve hangi amaçla (yani, daha dengeli bir dünyaya) yol aldıklarını anlamadan, bu kadar büyük değişikliklere katılmalarının imkanı yoktur.

Bu arada, insanlar, bu kadar belirsizlik ve sosyal huzursuzluk varken nasıl bir insan toplumu inşa edileceğini sorgulayarak, geçimlerini nasıl sağlayacağından endişe duyarak, yaygın işsizlik endişesiyle bu yılı bitiriyorlar. Herkesin geleceğe umutla bakabilmesi için, herkesi hesaba katan yeni bir düşünce tarzını nasıl benimseyeceğimizi kendimize sormalıyız.

2021’in bir geçiş yılı olacağını düşünüyorum. İhtiyacımız olan tam geçiş birkaç yıl sürecek olsa da, en azından ulaşmamız gereken gelecekteki koşulları anlamaya başlayacağız. Gerekli olmayan şeyleri yaratmamalıyız. İnsan eğitimine, karşılıklı dayanışma içinde birbirimize yaklaşmayı hedeflemek için, kendimizi eğitmeye büyük önem vermeliyiz.

Eğer birleşirsek, tüm güzelliğin önümüzde olduğunu anlayacağız. Bu bilince ulaşmak, bizim gücümüz dahilindedir. Her şey, gözlerimizi açmaya, zihnimizi açmaya ve doğanın (“Tanrı” ve “doğa” için İbranice kelimeler, Gematria’da aynı sayısal değere sahip ) bizimle ne yaptığını anlamaya ne kadar istekli olduğumuza bağlıdır. Aramızdaki gelişmiş bağlar sayesinde, bütünlüğe ve tam doyuma ulaşmak için, gerçekte her şeyi yöneten yüce gücü ifşa edeceğiz.  Bu, sadece düşünürsek ve birleşmeye doğru hareket edersek bizi bekleyen olumlu gelecektir.

Orta Çizgi – İnsanın Yolu

Nefret, reddedilme, anlaşmazlık ve yanlış anlama, özünde, birliğin zıt formu olan Yaradan’ın zıt biçimidir. Bizler bundan, yavaş yavaş Yaradan’ın edinimine geliriz.

Nesilden nesile ne kadar çok gelişirsek, kendimizi o kadar diğerlerinden ayrılmış bireyselciler gibi hissederiz. Yine de tüm günahları sevgiyle örttüğümüzde, tüm farklılıkların üzerinde bağ kurabileceğiz.

Reddetme ve bağ arasındaki, nefret ve sevgi arasındaki fark, Yaradan’ın ifşa oluşunun yoğunluğunu verir. Bu fark, üzerinde bağ ortaya çıktığı arzunun derinliği olarak kalır: kısıtlama, perde ve yansıyan ışık. Sonra eksi ve artı arasında, tüm karşıtları bir tutkal gibi birbirine bağlayan Yaradan’ın ifşasının gücünü hissederiz.

Bu nedenle Yaradan, Adam HaRishon’un ortak ruhunu kırdı, kırılan parçaların arasına tüm Gücüyle girdi ve orada Kendi zıt formunda kaldı. Böylece tamamen yapışmaya gelene kadar, O’nun zıttından, sevgiyi nefretten, birliği ve bağı reddetme ve yanlış anlaşılmalardan anlayabilir ve O’nu ifşa edebilirdik.

Bu nedenle, Adam HaRishon’un parçalarını tek bir sisteme bağlamak veya bizi birbirine yapıştıran Yaradan’ı ifşa etmek bir ve aynı şeydir.

Çalışma basittir: benim ve dostlarım arasında zıt formda Yaradan vardır, çabalarım, talebim ve dualarım vasıtasıyla, karanlığın ışık gibi parlaması için, reddetme gücünden bağın gücüne, yapışmanın gücüne dönüşüyorum. Sonsuz nefretin yerinde, aramızdaki kara uçurumda, en güçlü ışık, tam olarak açığa çıkan karanlık nedeniyle büyük bir gücün bağı ve sevgisi ortaya çıkacaktır.

Realitenin iyi ve kötüden oluştuğunu, birinin diğeri olmadan olamayacağını ve her ikisinin de eşit derecede önemli olduğunu anlıyoruz çünkü Yaradan’ın ifşa olması aralarındaki bağdadır. Sevgi geldiğinde nefreti sürdürmek çok zordur. Nefreti düşünmek istemiyoruz, tüm kalbimizle sevgiye çekiliyoruz. Nefrete tutunmak ve kendinizi sevgi okyanusuna atmamak çok daha zor bir iştir.

Ancak, bizler her ikisinden de oluşmalıyız ve ancak o zaman Yaradan’ın karşısında dururuz. Yaradan, mutlak iyiliğin tek gücüdür. Ancak bizler, iki kuvvet dahi ederiz ve bizimle birlikte olan Yaradan’ın yardımıyla, aralarında bir orta çizgi inşa ederiz.

Her insanın, her zaman iki görüş, iki güç, iki zıt arzu içerdiği gerçeğine alışmalıyız. Doğru yaratılışta, doğanın iki formu birleştirilmiş olmalıdır ve onların ortasına, Yaradan’ı yerleştirmek isteriz ki, “Yukarıda barış sağlayan O, bize ve tüm İsrail’e barış sağlayacaktır.” İyi ile kötü, aydınlık ve karanlık arasındaki farkı anlayarak, zıt durumların zıtlığı üzerinde üst gücü ortaya çıkarıyoruz. İyi ve kötüyü, nefret ve sevgiyi, ayrılık ve bağı, reddetmeyi ve dostlar arasındaki çekimi ifşa etmeye çalışırsak, aramızda Yaradan’ı ifşa eder ve bir orta çizgi inşa ederiz.

Nefret ve sevgi, birlikte mumu yakan yağ ve fitil gibi birbirlerini destekler. Her zaman direnç (fitil), bağ kurma güçlüğü, aynı zamanda yağ ve ışık olmalıdır. Realiteye karşı doğru tavrı böyle inşa ederiz.

Bu nedenle, dünyanın tüm iyi olma girişimleri, varoluşumuz için farklı bir yönteme ihtiyacımız olduğunu anlayana kadar, kötülüğün daha da büyük ifşasına yol açacaktır. Egoizmin istediği gibi, tüm karşıtları ortadan kaldırarak birbirimizi yok edemeyiz. Tam tersine, tüm karşıtları kullanarak orta çizgiyi inşa edebiliriz. Bu artık dünyanın her yerinde, özellikle en gelişmiş ülkelerde belirgin hale gelecektir.

Zıtlıklar kalır, ancak tüm günahlar sevgiyle örtülüdür. Bu yolu takip etmezsek, bir aile kuramayacağız ve aileyi sürdüremeyeceğiz, çocuk yetiştiremeyeceğiz veya ülke içindeki taraflar arasında ve ülkeler arasında barışı sağlayamayacağız. Doğada yıkıcı bir güç olacağız. Cansız maddeler, bitkiler ve hayvanlar, doğa tarafından kontrol edildikleri ve içgüdüsel olarak doğru bir şekilde hareket ettikleri için var olabilirler. Ama insanlar, ancak orta çizgiyi bulurlarsa var olabilirler.

Milliyetçilik ve Irkçılık Nasıl Önlenebilir?

Soru: Artık dünyada saf kan insanlar yok. Babil’den bu yana, 4000 yıldır, herkes hemen hemen karıştı. Yine de milliyetçiliği ve ırkçılığı engelleyemedik. Bu fenomenin nedeni nedir? Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, hiçbir şey yardımcı olmuyor, karma evlilikler bile.

Cevap: Hayır, hiçbir şey yardımcı olmaz çünkü sadece karışmamalıyız, aynı zamanda bu farklılıkların olmadığı ve artık maddesel bir biçimde de var olmadığımız, bir sonraki seviyeye yükselmeliyiz.

Yani, bizi birbirimizden ayıran kişisel egoizmimizi tamamen özgeciliğe, ihsan etmeye ve sevgiye dönüştürmeliyiz. Kendi üzerimize yükselmeliyiz. O zaman bu gerçekleşecektir.

Soru: Irk reddetme, genetik olarak belirlenmiş bir fenomen midir yoksa sadece kişinin yetiştirilmesinin bir sonucu mudur?

Cevap: Hayır, bu sadece kişinin yetiştirilmesinin bir sonucu değildir. Eğitim de bir sonuçtur. Kökümüzde, dört parçaya bölünmüşüzdür ve bu nedenle kendimizi ıslah etmeden birbirimizle barışık olamayız.

Soru: Irkçılığın birkaç nedeni vardır: toplumun zengin ve fakir olarak tabakalaşması, farklı ırkların önceden hazırlık yapmadan eğreti bir şekilde karıştırılması, insanların ayrılması, salgın sırasında insanların zorla tecrit edilmesi ve farklı ülkelerdeki çatışmalar.

Irkçılığın, başkaları için kötü olduğunda, haz alma arzusundan kaynaklandığını yazıyorsunuz. Bunun nedeni bu mu?

Cevap: Elbette. Bu şekilde, kendimizi diğerlerinin üzerine yükseltiriz. En yüksek egoist kaderimizi deneyimlememiz, her zaman başkalarından üstün hissetmenin hazzındadır. Bu nedenle ırkçılık, egoizmin en yüksek şeklidir.

Soru: Arzularımız büyüdükçe insanlar arasındaki nefret de sürekli artıyor. Toplum ne kadar gelişmişse, insanlar arasında o kadar çok nefret olduğunu görüyoruz. Uluslar arasında, az ya da çok yeterli duygulara neyin neden olabileceğini ve bunu kimin gerçekleştirebileceğini açıklayabilir misiniz?

Cevap: İnanıyorum ki sadece yaratılış ve önceden belirleme ile ilgili bir bilim olabilir çünkü bu, herkesi aynı köke yükseltecektir. Sadece ona doğru ilerleyerek aramızdaki birliği sağlayabiliriz.

“Şimdiye Kadarki En Kötü Yıl Mı?” (Medium)

Time dergisinin film eleştirmeni Stephanie Zacharek, “Şimdiye Kadarki En Kötü Yıl” adını verdiği 2020’yi özetleyen baş makalesinde şunları yazdı: “2020 distopik bir film olsaydı, muhtemelen 20 dakika sonra kapatırdınız. Bu yıl, kurgusal bir kıyamet gibi ölümcül derecede heyecan verici değildi. Acı ile işlenmesinin yanı sıra, çıldırtıcı derecede sıradan bir şeydi, gündelik rutinler aleyhimize döndü.” Dahası, “Bu yılki en zayıflatıcı tehdidimiz”, “bir çaresizlik duygusuydu” ve “1930’larda faşizmin yayılmasından bu yana … bu kadar çok anormal olayla karşılaşmadık” diye ekliyor.

Seçkin film eleştirmenine tüm saygımla, kesinlikle katılmıyorum. Bu pandemide anormal hiçbir şey olmadığı için, bu yıl anormal bir şey olmadı. Bilakis, bu yıla kadar çıldırtıcı, anormal bir yaşam tarzına öncülük ediyorduk ve virüsten aldığımız “kısıtlama emri”,  Dünya Gezegeninde normalliği eski haline getirdi. Yüzyılı aşkın bir süredir ilk kez, hayat normal bir şekilde işledi!

Doğanın sınırlarını, kopuşun eşiğine kadar zorluyorduk ve virüs, gezegenin geri kalanıyla birlikte kendimizi havaya uçurmadan önce bizi durdurabilmenin en hafif yoludur. Doğa bize Covid-19’dan daha nazik olamazdı.

Ayrıca, mantıklı olan herhangi bir kişi,  orman yangınları, kasırgalar, pandemi ve depremler hakkında anormal olduklarını nasıl söyleyebilir? Doğal olaylar nasıl anormal olabilir? Sadece çarpık bir perspektif, doğal olayları olağanüstü olarak ve yapay olanı normal gibi görür. Sadece bu da değil, Time gibi seçkin bir derginin 2020’deki bir baş yazısında, doğanın doğal olmadığını ilan etmesi, yaşadığımız dünyayı yanlış anlamamızın bir kanıtıdır.  Bu yıl için pişman olunacak bir şey varsa, bu da bizim aptallığımızdır.

Time’daki insanlar, bir iletişim aracı olarak rolleri ve medyanın rolü hakkında açıkça hiçbir fikre sahip değiller. Dergilerini eğitim amaçlı kullanmak, insanlara nerede olduğumuzu ve nereye gittiğimizi öğretmek için kullanmak yerine, süslü anlamsız sözlerini yaymak için kullanıyorlar.

2020, şimdiye kadarki en iyi yıldır!  Bu, doğanın bizlere,  sistemine kurduğumuz çarpıklıklara nasıl tepki verdiğini açık bir şekilde gösterdiği ilk zamandır. Bize sınırı aştığımızı ve gittiğimiz yola devam edersek kendimizi yok edeceğimizi söylemektedir. Doğa Ana nankör çocuklarını kurtarmak için elinden geleni yapıyor, bizler de şımarık veletler gibi, bize istediğimiz şekeri vermediğinden mızmızlanıyoruz.

Ne yaptığınızı bilmediğinizde, ellerinizi cebinizin içine iyice sokun ve daha akıllı olana kadar onları orada tutun. Bizler tam tersini yapıyoruz: bir şekilde doğadan daha fazla eğlence çıkarmak için, her butonu çeviriyoruz ve bulabildiğimiz her düğmeye basıyoruz. Bugüne kadar hayatta kalmamız sadece bir mucize. Koronavirüs, bizi eve gitmeye ve tek evimizi kötüye kullanmamızı sınırlamaya zorlayarak, hayatımızı kurtardı. Bu, açıkça bir lütuftur ama yine de aptalca, en beğenilen yayınlarımızdan birinin ön sayfasında onu lanetliyoruz.

Medya bizim bir numaralı eğitim aracımızdır. Onu, kendimizi ve çevremizi öğrenmek için kullanmalıyız, doğanın öğretilerinden şikayet etmek değil, evrenimiz olan ekosistem içinde nasıl çalışmamız gerektiğini açıklamak için kullanmalıyız. Bu kapalı bir sistemdir ve her bir kötülük, sonuçlarına katlanır. Bunu hemen hissetmeyebiliriz, ancak bunun nedeni çevremize karşı duyarsız olmamız ve birbirimizle olan bağlarımızdan habersiz olmamızdır. Karşılıklı bağımlılığımızın daha fazla farkında olsaydık, kötülüklerimizin olumsuz etkisini hemen görürdük ve bu suçlar bize zarar verdiğinde, bunun bizim hatamız olmadığını düşünmezdik. Bu kadar “olaylı” bir yıl geçirmemizin nedeni sadece bizim yaptıklarımız değil, başka kimsenin de değil.

Covid-19’un 2020’de bize öğrettiği dersi alamazsak, 2021 bize aynı dersi daha da acı bir şekilde öğretecek. Bu, doğanın kötülüğünden değil, bizim aptallığımızdan dolayıdır. Doğa Ana için üzülüyorum; böyle inatçı çocukları yetiştirmek kolay değildir. Aynı zamanda, bize yapması gerekeni öğretmek için her zaman en az acı veren yolları seçtiği ve sonunda bize kendi yollarını göstermeyi seçtiği için minnettarım, böylece onları inceleyebilir ve kendi dünyamızda da yetişkinler olabiliriz.

“2020- Sıradışı Ama Harika Bir Yıl” (Linkedin)

Bir Kabalist olarak, 2020’nin hatırladığım tüm yılların en iyi yılı olduğunu düşünüyorum. İnsanlığın eski yaşamında sahip olduğu (paranın peşinden koşmak, aşırı vurdumduymazlık ve tek düşüncemizin almak ilgili olduğu diğer alma biçimleri, başkada bir şey değil) her şeyden sıyrılıp kurtulmaya başladığı yıldır. Bu yıl içinde, doğa geldi ve bize tokat attı, durmamızı emretti ve eve gidip kendimizi karantinaya almaktan başka seçeneğimiz yoktu. Salgın bizleri yaşam hakkında düşünmeye ya da en azından önceki yaşamdan kurtulmaya zorladı ve bu yüzden bu kadar iyi oldu.

İnsanlık için, 2020’nin sıra dışı bir yıl, “darbenin yılı” olarak hatırlanacağını düşünüyorum. İnsanların işe gittikleri, kendilerini eğlendirdikleri, seyahat ettikleri vb. gibi normal hayatlarını durduran bir yıl. Sanırım insanlar, aniden bu darbenin geldiğini, evden çıkmalarını, istedikleri yerde dolaşmalarını yasaklayan, sinema salonlarını, hatta parkları, bazen restoranları ve barları kapattıran bu özel virüsü hatırlayacaklar.  Başka bir deyişle, virüs, bizi başkalarına bakıp aynı şeyi yapmak istemeye zorlayan anlamsız yarışı durdurdu.

Barlara, sinemaya, seyahate ve benzeri yerlere gitme dürtüsü bizim doğamızda yoktur. İçimizdeki doğada olan şey, herkes gibi olma dürtüsüdür. Başkalarının bir şey yaptığını görürsem ve bana bunun iyi olduğunu söylerlerse, ben de aynısını yapmaya mecburum. Bizler, bir sürüyüz.

Ama çoban kim? Çobanlar,  bizi sinema salonlarına, barlara ve restoranlara gitmeye, seyahat etmeye ve kendileri için kazançlı ve onlara güç veren çeşitli faaliyetlerde bulunmaya yönlendirmek isteyen parası ve gücü olan insanlardır. Neyse ki bu yaşam tarzı sona erdi. Eskisi gibi olmayacağız. İnsanların önceki yaşam tarzına dönmeye çalıştığını görsek bile, bu işe yaramayacaktır. Aynı olmayacak, aynı hissetmeyeceğiz ve seyahat etsek, dışarıda yemek yesek ve daha önce yaptığımız her şeyi yapsak bile, daha önceki gibi bundan zevk alamayacağız. Acınası, boş, sıkıcı gelecektir.

Doğa bize yaşamlarımızla, doğal hazinelerle ve insan toplumuyla ilişkimizi değiştirmeyi öğretiyor. Yavaş yavaş Covid-19 pandemisinin bizi değiştirdiğini göreceğiz. 2020 yılı gerçekten çok özel bir yıldır; yeni insanlığın doğum yılıdır.

“Kudüs, Dünyanın Kalbi” (Thrive Global)

Pandeminin kararlılığı ve küresel yayılımını sürdürme azmi, uyuşukluk yarattı ve bizi uykuya daldırdı.  İnsanlık genelinde, genel bir yorgunluk yayıldı, bu nedenle herhangi bir memnuniyet kaynağı bulma dürtüsü sadece doğaldır. Son zamanlarda, dünyayı kasıp kavuran kolektif bir dansa dönüşen,  Zulu dilinde bir şarkı (Jerusalema), umut mesajı ile birlikte geldi. Onun büyük bir hızla yayılması, insanların bağ kurmak için ne kadar istekli olduğunu gösterir. Şimdi soru, bu bağ duygusunun daha yüksek bir birlik düzeyine, kalıcı neşe vermek için fiziksel eylemlerimizi ve aramızdaki mesafeleri aşan bir duruma nasıl yükseltilebileceğidir.

Öğrencilerimden bazıları bana küresel sansasyon olan “Jerusalema” hakkında sorular sordular, Güney Afrika melodisinin, Covid-19 kısıtlamaları sırasında ruh halini yükseltmek için, gezegenin her yerine yayılan grup dansları nedeniyle karantina marşı haline geldiğini açıkladılar. Cevabım, özellikle bir grupta dansın, beraberlik hissi verdiği için olumlu bir aktivite olduğudur. Aynı zamanda, insanlığın çaresizlik hali, salgın darbeleri biter bitmez ve herkes kendi yerine ve belirsiz gelecekle ilgili endişelerine geri döner dönmez, yeniden ortaya çıkmayı bekliyor olacak.

Diğer bir deyişle, eğlence amaçlı bir grup aktivitesi, bir tür terapi ve gerçeklikten kaçış görevi görür, ancak küçücük bir virüsün bize ne öğretmeye çalıştığına dair anlamlı sorularla zihnimizi bilemeden gözlerimizi korkmuş çocuklar gibi kapatmamıza izin vermez. Pandemi, dünyanın durumunun, şimdiye kadar neyi yanlış inşa ettiğimizin ve insanlığın ıslahı/iyileşmesi (virüsün daha iyi bir yaşam hedefine doğru aramızdaki bağ ihtiyacını uyandırması) için neyin tersine döndürülmesi gerektiğinin daha derin bir incelemesini gerektiriyor

İlginçtir ki, şarkının teması olan Jerusalema, yuva olarak, hayatta özel bir yer olarak, Kabala bilgeliğinde derin bir perspektifle açıklanabilir. Ari’nin Hayat Ağacı adlı kitabında, eğer bir kişi, başkalarına karşı doğru sevgi ve ihsan etme tavırlarıyla üst gücün ifşasına ulaşırsa, fiziksel bir yeri değil, mükemmel bir birlik durumuna atıfta bulunan “Jerusalem/Kudüs” denilen özel bir niteliği keşfedeceği yazılıdır.

Bu nedenle, üç büyük dünya dini için kutsal bir şehir olan bugünkü Kudüs, peygamberler ve bilgeler tarafından yazılan gerçek Kudüs değildir. Jerusalem (Yerushalayim), hepimizin aramızdaki ilişkilerde mükemmelliğe ulaşıp, birbirimizi tamamladığımız “mükemmel şehir”i (Ira Shlemah) belirtmektedir. Karşılıklı ilgi ve empatiyle, duygularımız ve düşüncelerimizde birbirimize yakınlaştıkça, hayatlarımız için yepyeni bir amaç keşfederiz. Kendimizi doğada var olan, mükemmel küresel birbirine bağlılık ve karşılıklılık ile uyumlu hale getiririz.

Kudüs, kalptir, dünyanın merkezi, tüm arzuların ve özlemlerin merkez üssü, her şeyin karşılıklı sevgiye dayandığı bir koşuldur. Kalplerimizin bağıyla böyle bir duruma ulaştığımızda, sadece yeni geçim duygusunu, yüksek ruh halini ve enerjiyi harekete geçirmekle kalmayacağız, aynı zamanda sınırsız ve ebedi sevince de erişeceğiz.

Covid Aşıları Neden Bana İç Rahatlığı Vermiyor?

Yılın başından beri insanlar, 2019 Koronavirüs hastalığına (Covid-19) neden olan, şiddetli akut solunum sendromu Koronavirüs 2’den (SARS-CoV-2) insanlığı iyileştirecek bir aşı beklentisiyle, önceki yaşamlarına tutunmaya çalışıyorlar. Şimdi aşı, birden çok biçimde ve birden çok şirketten gelmiş gibi görünüyor. Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan bir makaleye göre, “Bir aşının geliştirilmesi genellikle 10 yıldan fazla sürmektedir.” Covid-19 söz konusu olduğunda, birkaç şirketin onu geliştirmesi yaklaşık on ay sürdü. Birkaç şirket, ortalama süreden 12 kat daha hızlı bir sürede, aşıyı nasıl geliştirdi? En azından bu, kafa karıştırıcıdır.

Ancak buradaki en büyük sorun bu değildir. Beni en çok rahatsız eden şey, Covid virüsünden kurtularak dertlerimizden kurtulacağımıza ve ilk etapta virüsü bize veren önceki yaşam tarzımıza döneceğimize dair sanrısal düşüncemizdir.

Koronavirüsün, insanlığın üzerine giderek artan bir sıklıkta inecek olan bir dizi sefaletin yalnızca ilki olduğuna hiç şüphem yok ve önceki yazılarda alıntı yaptığım sayısız bilim insanının da yok. Covid’den kurtulmak, yalnızca bir sonraki ve daha acı verici darbenin gelişini hızlandıracaktır. Doğayı ve insanları sömürmemizin bittiğini anlamalıyız. Eğer bunu anlarsak ve kendimizi bu gerçekliğe adapte edersek, onarım aşamasından nispeten daha kolay geçeceğiz. Eğer inatçıysak, doğanın bize kimin gerçekten patron olduğunu gösterecek daha birçok numarası vardır ve bunların hiçbiri hoş değildir.

Doğaya, sanki o cansızmış gibi, istediğimiz her şeyi yapabilirmişiz gibi, küçümseyebileceğimiz ve reddedebileceğimiz bir şeymiş gibi davranıyoruz. Covid bize bunun tersini öğretmeye geldi. Onun aracılığıyla doğa bizimle konuşmakta. Bize onun dilini, davranışını öğretmekte ve yavaş yavaş bize sırlarını açıklamaktadır.

Doğanın bizi öldürme hırsı yoktur. Eğer olsaydı, bunu yapmanın Covid-19’dan çok daha hızlı yolları var. Doğaya “Doğa Ana” diyoruz çünkü tam olarak olduğu şey budur. Sevgi dolu bir anne gibi, bize öğretmesi gereken şeyi, bize en az acı ve çabayla öğretmek ister. Bize nasıl çalıştığını, nasıl düşündüğünü, ne istediğini ve neden istediğini göstermek ister. Bir annenin bebeğinin önünde davrandığı gibi bizim önümüzde hareket eder: güler ve şarkı söyler, bebeğiyle konuşur, yüzünü gözünü tuhaf şekillere sokar ve diğer nesneleri ve insanları gösterir. Bütün bunları neden yapar? Sonuçta, bebeği onu anlamaz, öyleyse ne anlamı vardır? Mesele şu ki, bebek öğrenmek ister ve “gösteri sergileyen” anneye bakarak büyümek için öğrenmesi gereken her şeyi öğrenir.

Doğa bize aynı o anne gibi davranıyor. O bebek gibi biz de anlamıyoruz ve o bebek gibi, buna ihtiyacımız yok. Tek ihtiyacımız olan şey, tıpkı o bebek gibi istemektir ve şimdiye kadar doğmuş her bebeğe geldiği gibi bu anlayış bize de gelecektir.

Doğa bizi her şeyi bilen, bilge ve sevgi dolu yapmak ister. Bize her şeyin nasıl bağlı olduğunu, neden bağlı olduğunu ve bu bağdaki yerimizi ve rolümüzü göstermek istiyor. Bunu rolümüzü üstlenmeden önce bilmemize gerek yok; sadece dinlememiz gerekiyor. Tıpkı bir bebeğin önce öğrenmek istemesi, sonra öğrenmesi ve sonunda performans göstermesi gibi, insanlıkta önce öğrenmek istemeli, sonra öğrenmeli ve ancak ondan sonra icra etmelidir.

Eğer bu tutumu benimsersek, herhangi bir virüse, doğal afete veya başka herhangi bir korkuya ihtiyacımız olmayacak. Bunlar, dikkatimizi çekmekten vazgeçtiğinde, doğanın son çareleridir. Eğer inatçıysak ve öğrenmek, doğaya dikkat etmek ve onun dilini anlamak istemiyorsak, o zaman doğanın, işe yarayan tek yolla- bize zarar vererek, dikkatimizi çekmekten başka seçeneği yoktur. İsteseydi bize çok daha fazla zarar verebilirdi ama istemiyor. Doğa çok daha ciddi bir “çare” uygulayabileceğinden, Covid’in sadece kötü bir grip olduğunu söylemekten çok daha akıllı olmalıyız.

Anlamayı reddettiğimiz şey, bir aşı geliştirmemiz gerekmediğidir; biz buna zaten sahibiz-bu, birbirimizle olan olumlu ilişkimizdir. Çok azı benimserse işe yaramayabilir, ama bütün toplum tavrını birbirine karşı değiştirirse, yabancılaşma ve zulümden ziyade dayanışma ve özenle yönetilen bir toplum olursak, herkesin özgür ve güvende olduğu sağlıklı ve müreffeh bir toplum haline geleceğiz.

“Doğa Yasaları ile Etik ve Ahlak Arasındaki Fark Nedir?” (Quora)

Doğa yasaları, doğanın tüm parçalarını uyumlu bir şekilde birbirine bağlayan ve bütünün yararını dikkate alan, değişmeyen sevgi ve ihsan etme yasalarıdır.

Aksine, ahlak ve etik belirli bir zamanda insan davranışının kurallarıdır. Örneğin, geçmişte daha sert iletişim yöntemleri, hatta zulüm noktasına gelene kadar, norm olarak kabul edildiyse de, sonrasında bizler geliştikçe, bu davranışlar o kadar ılımlı ve dostane hale geldi.

Doğa kanunları, başkaları pahasına haz alma arzusu olan ve sürekli büyüyen insan doğasına zıttır. İnsan egosu büyüdükçe, gelişimimizin farklı aşamalarında birbirimizle daha rahat geçinebilmek için, ahlaki değerlerimiz ve ahlak sistemimiz o kadar çok değişir. Bununla birlikte, ahlaki değerlerimiz ve ahlak sistemimizde ne kadar geliştiğimiz önemli değildir, bizler her zaman kendimizi bir şeylerden eksiklik ve ilişkilerimizde gitgide daha fazla sorun ve kriz içinde buluruz

İnsani gelişme, bizi yavaş yavaş doğa kanunları ile dengeye ulaşma ihtiyacına götürür. Bugün, doğa kanunlarının keşfi için her zamankinden daha olgun durumdayız.

Bununla birlikte, insan egosu tarafından yönetilmekten (olabildiğince optimal bir şekilde anlaşmak için, ahlakı ve etiği uyarlamaya ve uymaya çalışmaktan), birbirimizle uyumlu bir şekilde bağlandığımız ve uyumlu bağlarımız içinde doğada bulunan pozitif güçleri keşfettiğimiz, doğa kanunları tarafından bilinçli olarak yönetilmeye doğru bu sıçramayı nasıl yapabiliriz?

Bu sıçramayı, sosyal bir düzende doğa kanunlarını öğrenerek ve uygulayarak yani ilişkilerimizde bir sevgi ve özen örtüsü olacak şekilde, toplumda nasıl pozitif bir bağ kurulacağını öğrenerek yapıyoruz. Yani, insan toplumunda tek bir bütün olarak bağlanarak, doğa kanunlarının mükemmelliği ve bütünlüğü ile eşleşir ve sonra hayatımızı dolduran yepyeni bir tür uyum, mutluluk, güven ve huzuru deneyimlemeye geliriz.

“Birlik Bizim İçin Neden Önemlidir?” (Quora)

Birlik önemlidir çünkü doğa birleşmemizi ister.

Birleşerek, doğa ile dengeye girer ve aramızda yüzeye çıkması için doğada bulunan pozitif bir gücü uyandırırız.  O zaman olumlu olguların hayatlarımızı doldurduğunu hissederiz: mutluluk, güven, barış ve uyum.

Aksine, birliğe doğru hiçbir hareket yapmayarak, egolarımız azalmadan büyür ve bölünmenin ve nefretin bizi giderek daha fazla ayırmasına izin veririz.  Buna bağlı olarak, yaşamlarımızda artan olumsuz olgular yaşarız yani kişisel, sosyal, ekolojik ve küresel ölçeklerde acı çekeriz.

Buna ek olarak, birliğimizin sadece bir grubun diğerine karşı birliği değil, tüm bölünmelerin üzerinde olması önemlidir.  İkincisi, toplumdaki bölünmeyi ve nefreti artırmaya hizmet eden ve aynı zamanda sonuçta hiçbir olumlu sonuca yol açmayan, sadece bir gruptur- şişirilmiş bir egodur.

Bu nedenle, birliğin önemi, hayatta kalmamızın ve hayatlarımızı uyumlu veya acı dolu yaşayıp yaşamadığımızdır.

Toplumda birliğin önemini tesis etmek, düzenli eğitim ve bölünme üzerinde birlik örneklerini gerektirir.  Bu nedenle, kitle iletişim araçları, televizyon, radyo ve internet yoluyla aldığımız mesajlaşma türlerinde ve örneklerde bir değişiklik olması gerekiyor.  Tüm bu bilgi kaynaklarından, birliğin, uyum ve işbirliğinin (bölücü dürtülerinin üzerinde birleşmek için birlikte çalışan insanlar) önemini ve faydalarını örnekleyen girdiler alırsak o zaman hepimiz birliğin önemli olduğunu hissetmeye başlayacağız ve birbirimize karşı tutumumuz bu yönde ayarlanmış hale gelecektir. Ancak şu anda, bu tür bilgi kaynakları bölücü mesajlarla doludur ve bu nedenle toplumda sayısız olumsuz sonuç görmekteyiz.

Toplumda, birliğe öncelik verme süreci henüz başlamadı.  Bununla birlikte, birliğin önemini diğerlerinden daha erken anlayanların, topluma kırmızı alarm göndermeye yatırım yapmaları akıllıca olacaktır.  Sigara karşıtı kampanyaların, sigaranın insanların sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine dair halkı bilinçlendirmesine benzer şekilde, “bölünmenin üstünde birlik” kampanyaları, birliğin önemi ve bölünmüş kalmanın sayısız zararlı etkileri konusunda halkın farkındalığını artırmayı hedefleyecektir.

Bölünmeden birliğe dönüşümün anahtarı, birliği zenginleştiren bir öğrenme sürecini başlatmaktır.  İnsanların, doğanın birleşmemizi istediğinin farkına varması gerekecek.  İnsanlardan imkansızı istemiyoruz, kimseyi yapmak istemedikleri bir şeyi yapmaya zorlamıyoruz.  Sadece birlik ihtiyacını kamusal söylemin merkezine getirmek için sosyo-kültürel etkilerimizi düzenliyoruz ve daha sonra bunun hakkında daha fazla düşüneceğiz ve olmasını istemeye başlayacağız.

Sonunda, bölünmenin üzerinde birlik, çeşitli kamusal alanlardaki sigara içilmez bölgeler kadar sıradan hale gelecektir: İnsanlar, bu kalibrasyonun, bölücü dürtülerinin ötesinde başkalarına olumlu davranmak için yapılacak doğru ve sosyal olarak kabul edilebilir şey olduğunu hissedeceklerdir. Dahası, bu değişimin temelinde doğa olduğunu vurgulamak önemlidir: Doğanın bize nasıl birleşmemiz için rehberlik ettiğini anlamak ve bunu yaparak, birliğimiz yoluyla sadece biraz daha iyi bir yaşam dilemekle kalmayız, bunu yaparak gezegendeki herkesin hayatını gerçekten kurtarır ve iyileştiririz.

Günah Nedir?

Günah, yaşam amacımızın: doğa ile denge içinde uyumlu bağımızın tadını çıkarmanın, gerçekleştirilmesinden sapmadır.

Çoğu insan günahı, ilahi bir yasayla ilgili olarak bir tür yanlışlık olarak görür. Bu görüş kendi içinde doğruluğa sahiptir, yine de asıl endişe kaynağı olan şey, hepimizi uyumlu bir şekilde birbirine bağlayan ve bizi doğa ile dengeleyen yaşamın nihai hedefine doğru ilerleyip ilerlemeyeceğimizdir.

Bu nedenle, tüm davranışlarımızın – günahkar ya da olumlu – hayatımızın amacına yönelik hareketle ilgili olarak nasıl ölçüldüğü konusunda farkındalık yaratmak önemlidir.

Doğanın bizim için belirlediği hedefi net bir şekilde resmedebildiğimizde, o zaman bizi bu hedefe en uygun şekilde yönlendirebilecek davranışları tartışabiliriz; bilgelik ve farkındalıkla hızlı ve zevkli bir şekilde ona nasıl ilerleyebiliriz.

Bu tür davranışlara “emirler” denir çünkü doğanın bakış açısından, nihai hedefimize doğru belirli bir yoldan gitmemiz emredilmiştir.

Aksine, yaşamın amacına doğru olan hareketimizi saptıran ya da geri döndüren davranışlar, günah kabul edilir.

Hayatımızın amacı, doğanın mükemmel bağlantılı formuyla tam bir dengeye ulaşmaktır. Doğadaki olumlu güçler, doğa ile artan denge ölçümüze göre kendilerini bize daha fazla ifşa eder. Dolayısıyla, doğa ile bu tür bir dengeyi hedefleyen her türlü davranışlar “emirler” olarak kabul edilir ve gelişimimiz üzerinde olumlu ve uyumlu bir etkiye sahiplerdir.

Hayatlarımızın amacına ulaşmak, doğanın sevgi, ihsan etme ve bağ niteliklerinin tam olarak edinilmesine eşittir. Bu nedenle bilgeler, “Dostunu kendin gibi sev”in, hayatımızın ana emri olduğunu belirtmişlerdir.