Category Archives: Tabiat

Doğada Eşitlik Var Mı?

Soru: Doğada eşitlik diye bir şey var mı?

Cevap: Doğada eşitlik yoktur ve olamaz. Eğer olsaydı, tamamen tesviye edilirdi.

Aksine, doğada farklılık, eşitsizlik ve nesneler ile olaylar arasında her türlü çelişki anlamına gelen, çeşitlilik olmalıdır. Doğadaki tüm renk ve özelliklerin zenginliğini veren budur. Aksi takdirde, hiçbir şey olmazdı.

Biri, diğeriyle özdeş olsaydı, birbirleriyle nasıl bağ kurarlar, birbirlerini tamamlarlar?

Soru: Öyleyse, bazı ülkelerde denendiği gibi eşitlik, eşitleme ile aynı değil mi?

Cevap: Hayır. Bu yüzden yürümedi. Üstelik eşitliğin kendisi insan doğasına son derece aykırıdır. Bazı nedenlerden dolayı hepimiz eşit olmak istiyoruz ama bunu anlamıyoruz.

Herkes bir şeyde veya her şeyde kesinlikle aynıysa, o zaman hayat olmazdı. Değiş tokuş edemeyecek, alamayacak ve birbirimize veremeyeceğiz. Bizler  gelişemeyiz.

Umutsuzluğun Eşiğinde (Linkedin)

Yavaş yavaş farkındalığa varılıyor: hiçbir şey, işleri daha iyi hale getirmiyor gibi görünüyor: ne yeni yıl, ne yeni yönetim, ne de aşılar. Hızlı yaşamak artık işe yaramıyor. Geçtiğimiz yıl işe yaramıyordu, yakın bir zamanda da çalışmaya başlamayacak gibi görünüyor. Ve bizler bunu fark ettikçe, daha çok umutsuzluğa kapılıyoruz.

Dünyanın gazının neden bitiyor gibi görünmesinin iyi bir nedeni var. Çok eski zamanlardan beri, bizim yakıtımız bir sonraki zevki, kazanılacak bir sonraki şeyi veya diğerlerine göre bir sonraki avantajı aramak olmuştur. Egoyu güçlendiren bir yakıtla koşuyorduk; egonun çıkar görmediği yerde, çalışacak yakıtımız yoktu.

Geçtiğimiz yıl boyunca, egolarımız o kadar çok hayal kırıklığına uğradı ki, birçoğu egonun gerçekten hizmet etmemiz gereken kral olup olmadığından şüphe etmeye başlıyor. Belki de, onlara sahip olduktan hemen sonra istemeyi bıraktığımız nafile haz arayışı, onun kaçınılmaz anlamsızlığını ortaya çıkardı. Sonuçta, bir kere istediğinizi aldığınızda, sonrasında ondan bıkacağınızı zaten biliyorsanız, ilk etapta onu elde etmenin anlamı nedir?

Bizim zamanımız, motivasyonlarımız, medeniyetimiz, değerlerimiz ve nihayetinde insan olarak kim olduğumuz hakkındaki gerçeğin farkına varılması zamanıdır. Bu farkındalığın ortaya çıkardığı tablo hoş değildir ama çok samimidir ve samimiyet noktasından sağlıklı büyüme başlar. Bu yüzden, tüm zorluklarına rağmen bizim zamanımızın harika olduğunu düşünüyorum.

Büyük bir değişim dönemindeyiz; dünyayı bireysel olarak algılamaktan, hepimizin parçası olduğu ve içinde hepimizin bir olduğu, bütünsel bir sistem olarak algılamaya geçiyoruz. Dünyayı bireysel olarak algılamak, bizi yalnızca kendi çıkarımızı aramaya mecbur bıraktı. Ancak bu bizi doğanın gelişiminin yönü ile karşıtlığa düşürdü. Doğa, çoğalan zorluğa, birbirine bağımlılığa ve karşılıklı olmaya doğru gelişiyor. Tüm gerçekliğin tersi yönünde gitmeye çalıştığınızda, kötü şeylerin olması kaçınılmazdır. Doğanın yörüngesi ve bizim yörüngemiz arasındaki bu çatışma, özellikle 20. yüzyılın başlarında bireyselliğimizin üzerinde durmaya başladığımızdan beri, tüm talihsizliklerimizin temel nedeni olmuştur, ama yüzyılın başından bu yana bu muazzam bir hız kazanmıştır.

Doğanın yörüngesine karşı gitmeye devam ettiğimiz sürece, inşa ettiğimiz her şey çökecek. Bu yüzden bugünlerde hiçbir şey işe yaramıyor gibi görünüyor: Aşılar burada ama virüs de öyle; seçim bitti ama kimse sakin değil; ve en önemlisi, kimse gelecek hakkında güven hissetmiyor ve kimse bu konuda ne yapacağını bilmiyor.

Yine de cevap apaçık ortada: Doğaya karşı gitmeye devam edersek ve bireysel olarak düşünmeye devam edersek, bir geleceğimiz olmayacak ve hiçbir çözüm işe yaramayacak. Eğer bütünsel bir gezegenin bir parçası olan, bütünsel bir insanlık gibi düşünürsek, başarılı olacağız ve planlarımız işe yarayacak.

Aslında ben çok umutluyum. Doğanın nasıl bize, her şeyi yeniden düşünmekten başka seçenek bırakmadığını görüyorum. Birlik, bizim hareketimizin net yönüdür, çünkü burası tüm doğanın geliştiği yerdir ve biz dışında değiliz. Tek soru, bizim devam etmeden önce acı çekmeye ne kadar razı olacağımızdır. Son kesinlikle iyidir; beni endişelendiren şey oraya giden yoldur.

Nefreti Sevgiye Dönüştürme (Linkedin)

Sevgi, nefret ve arasındaki her şey. Bu, dünyamızın nasıl bölündüğüdür. Nefret ettiğimizde veya sevdiğimizde, benzer fizyolojik süreçler vücudumuzda da meydana gelir – kalp atış hızı, kan basıncı, kas gerginliği, asit ve hormon salgılanması değişiklikleri – ve beyindeki sadece küçük bir nokta, hissettiğimiz şeyin bir nefret durumu ya da bir sevgi durumu olup olmadığını ayırt eder. Dünyanın daha az korkunç, daha dostça ve bize karşı sevgi dolu olması için içimizde tam olarak neyin değişmesi gerekiyor?

İyileşme bir teşhisle başlar. İçimizdeki yönetici, memnuniyet ve tatmin alma arzusu, haz alma arzusudur. Birine zevkle baktığımda, bunun nedeni o kişiye karşı sevgi hissettiğim ve hatta o kişinin neşesinden mutlu olduğum içindir. Ondan nefret edersem, üzüntü hissederim. Kulağa ne kadar tatsız gelse de, davranışımızın bilincinde olsak da olmasak da gerçek budur. Öte yandan, sevdiğim birinin acı çektiğini gördüğümde, bu kederi paylaşırım, acı çeken kişiden nefret ediyorken de mutlu olurum ve o kişinin bu acıyı hak ettiğini düşünürüm.

Bundan şu sonuca varabiliri ki; bizim haz aldığımızı ya da acı çektiğimizi belirleyen, önümüzde meydana gelen bu durum değil, bizim etrafımızdakilere karşı olan tutumumuzdur.

Etrafımdaki herkese karşı davranışımın sevgi dolu bir davranış haline gelebilmesi için kendime nüfuz edebilseydim ve içimdeki en içsel tanımları değiştirebilseydim, o zaman tüm dünya görüşüm ve gerçeklik deneyimim değişirdi. İnsanlar, dünya ve her şey bana gerçek bir cennet gibi görünürdü.

Bilgeler, “Kişi diğerlerini kendi kusurlarına göre yargılar” derler. Etrafımdaki dünyanın herhangi bir anında gördüğüm şey, içsel durumumun bir kopyasıdır, tıpkı 3-Boyut sinemadaki gibi içimde saklı olanın bir yansımasıdır. Kendimiz tarafından sözde “tarafsız olarak tanımlanmış” denecek hiç bir şey yoktur. Dünyanın şekli, benim kendi içsel yapıma göre, arzu, ilgi ve niyetlerime göre önümde resmedilir. Buna göre, içimdeki kusurları bir şekilde düzeltebilseydim – yani çevremdeki herkese ve her şeye karşı tutumum – dünya da bana daha düzeltilmiş görünürdü.

Doğada her şeyi dolduran bir ihsan etme ve sevgi niteliği vardır, ancak şu anda kesinlikle onun algısına sahip değiliz çünkü sürekli olarak kendi çıkarının peşinde koşan egoist bir durumda var olduğumuz için, ona karşıyız. Özen gösterme ve karşılıklı olma özelliklerini geliştirerek doğaya benzediğimiz anda, onun gerçek formunu algılamaya ve hayatın her yönünün ardındaki iyiliği ifşa etmeye başlayacağız.

Gerçeklik deneyimimi değiştirmek; kendime bir şekilde dünyada hiçbir sorunun olmadığını söyleyerek kendimi psikolojik düzeyde ikna etme meselesi değil, gerçeklik deneyimimin inşa edildiği bakış açısını değiştirme meselesidir. Düzeltmenin esası, alma arzusu adı verilen doğumdan beri beni harekete geçiren içsel yöneticinin iyileştirilmesine bağlıdır. Çevreden haz ve zevk almaya yönelik egoist olan doğal arzu, etrafımdaki her şeyi olumlu yönde etkilemek için başkalarını düşünen, doğaüstü bir arzu ile yer değiştirilmelidir. Kabala bilgeliği, bu zorunlu geçişi, grup çalışması ve uygulama yoluyla mümkün kılan bir metottur. Kademeli olarak, adım adım, deneyim ve kontrolle, davranışlarımın nefretten sevgiye doğru bu dönüştürücü düzeltmesi, benim gözümde dünyayı kötülüğün olmadığı, sevilenlerle dolu bir dünyaya çevirir. Ve her şeyin bizim elimizde olduğunu fark ettiğimizde, başkalarının daha iyi için değişmesini beklemenin gereksiz bir utanç olduğu anlaşılır.

Örnek vermek gerekirse: Birine karşı nefretim olduğunda, sorunun karşımdaki kişi olmadığını ve doğanın yüce gücünün bana onunla bağlantı kurmam ve bu bağ aracılığıyla bütün bu nefretin üzerinde sevgiyi artırarak onun niteliklerini edinmem için bana bir davetiye gönderdiğini kendime söylemem gerekir. Kendim üzerinde çalışmayı ve ortaya çıkan her gerçeklik resmine karşı tavrımı düzeltmeyi başardığımda, bu kadar acıya neden olan o kötü karakterlerin bir anda ortadan kaybolduğunu ve geriye yalnızca sevgi ve bütünlüğün kaldığını göreceğim.

İnsan Doğasının Özü

Soru: İnsanlar hayatları boyunca özgürlük için savaşıyorlar. İnsan Hakları Bildirgesi şöyle der: “Demokratik bir toplumda, hak ve özgürlüklerin kullanımında, ahlak, kamu düzeni ve genel refahın adil gerekliliklerin karşılanması bakımından ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin gereği gibi tanınması ve saygı görmesini sağlamak amacıyla herkes, yalnızca kanunla belirlenen sınırlamalara tabi olacaktır.” Bu söze katılıyor musunuz?

Cevap: Doğanın ötesine geçmediği ölçüde.

Sorun, insanların yetiştirilme biçimine, hayatta önlerine gelenlerden anladıklarına göre “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganını ilan etmesidir. Kabala ise doğa kanunlarından bahseder. Bu çok daha geniştir ve kulağa farklı gelebilir.

Doğa açısından, kişi egoizminin içinde olduğundan özgür olamaz. Bundan nasıl kurtulacağız? İşte sorun bu. Ben doğuştan böyleyim, o doğuştan öyle: iyi, öfkeli, gergin, kıskanç, vb. her türlü kötü ve iyi niteliğe sahibiz. Ne yapmalıyız?

Soru: Genel olarak bu felsefi bir sorudur. İnsanın doğası kötü müdür, yoksa iyi midir?

Cevap: Kesinlikle öfkelidir çünkü ben sadece kendi çıkarımı düşünürüm. Belki bir diğer kişinin zarar görmesini istemem ama bana iyi gelecekse o zaman ona zarar veririm. Burada böyle bir “gri alan” var.

Kabalanın bakış açısından, bu dünyada var olan bir kişi kötüdür! Dolayısıyla, Tora’da insan doğasının, herkesin pahasına da olsa, egoistik bir haz alma arzusu olduğu söylenir. Biz böyle yaratıldık! Bir hayvanın yiyeceği, sağlığı ve üremesi içgüdüleriyle sınırlıysa, o zaman insan tüm dünyayı yutmak ister.

Bu nedenle, hareket özgürlüğümüz yok. Kötü bir eğilim tarafından yönetiliyoruz. İsteseniz de istemeseniz de, başkalarını kullanacaksınız; çünkü siz bu şekilde doğdunuz. Buna elbette eğitimi, kısıtlayıcı yasaları, toplumun görüşünü ekliyoruz, ancak genel olarak kişinin kendisi kötüdür.

Tora der ki: Bir kişinin kötü eğilimi özünden gelir. O doğmadan önce bile, içinde zaten kötülük vardır.

“Ne İçin Yaşamalıyım?” (Quora)

Hayatın anlamı nedir? Hayatta olduğumuz sürece hayatımızın kaynağı ile bütünleştiğimiz bir seviyeye yükselmektir.

Kabala bilgeliğinde, bu kaynak “Yaradan”, “doğa”, “üst ışık”, “üst güç” ve diğerleri de dahil olmak üzere birçok isime sahiptir. Özünde her şeyi ortaya çıkaran sevgi ve ihsan etme gücüdür ve Kabala’da, biz onun her şeyi nasıl yarattığını, “direkt ışığın dört safhası” olarak adlandırılan ve bir dizi neden ve sonuçtan oluşan bir süreçle, burada bizim dünyamızda yaratılışımızdan gelişimimize kadar incelemekteyiz.

“Dünyamız” olarak bildiğimiz realitede yani görme, duyma, koku alma, dokunma ve tat alma duyuları ile bir gerçeklik algısı ve hissiyatı içindeyken, amacımız, hayatımızın kaynağıyla yapışmaya ulaşana kadar, geldiğimiz yere geri dönmektir. Kabala, geldiğimiz yere geri dönme sürecini  “Merdivenin basamaklarını aşağıdan yukarıya çıkmak” olarak adlandırır.

Hayatımızın nihai hedefine (hayatımızın kaynağı Yaradan’a yapışma) ulaştığımız zaman yeni keşfedilen sonsuz uyum ve mükemmelliği deneyimleyeceğiz. Dahası, şu anda yaşadığımız her şey, artan miktarda sorunlar, krizler, ızdıraplar ve memnuniyet eksikliği, bizleri yavaş yavaş kaynağımıza doğru merdiveni geri çıkmaya istekli ve hazır hale getiren bir olgunlaşma sürecinin gerekli unsurlarıdır.

Doğa Zalim Midir?

Doğa, birbirine bağlılık ve karşılıklı bağımlılık yasalarına göre işleyen mükemmel bir bütünsel sistemdir ve doğada zalimliğin hiç bir parçası yoktur.

Ancak birçoklarına doğa acımasız olarak görünür. Neden?

Çünkü Kabala bilgeliğinde yazıldığı gibi, “yargılayan kendi kusurlarına göre yargılar.” Başka bir deyişle, biz insanlar, başkalarının ve doğanın pahasına, kendi egoist doğamızın içinde haz aldığımız bir acımasızlık yönüne sahip olduğumuz için, bu zalimliği doğaya atfediyoruz ve sonra onun eylemlerini zalimce olarak algılıyoruz.

Doğayı derinlemesine inceleseydik, nasıl ve neden bu şekilde işlediğini öğrenseydik, doğada zulmün hiçbir parçasını bulamazdık. Bunun yerine, doğanın, nihayetinde yaratılışına sadece memnuniyet, haz ve doyum ihsan etmek isteyen, tek bir düşünce olduğunu keşfederdik. Başka bir deyişle doğa, kendi özünde hiçbir kötü niyeti olmayan saf bir sevgi ve ihsan etme niyetidir.

Doğa, karşılıklı bağımlılık ve birbirine bağlılık yasalarına göre işleyen tek bir sistem yarattı. Doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinin her bir elementinin yalnızca kendi yaşamını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu şeyi aldığını ve ekosistemin devamlılığı için rolünü tamamlayacağı bir şekilde nasıl davrandığını görüyoruz. Bazı hayvanların birbirini öldürüp yediğini görsek bile, bunu zulüm için değil, sadece yaratıldıkları yön bu olduğu için yaparlar. Bunu yaparak, doğadaki rollerini yerine getirirler ve içgüdüsel davranışlarıyla parçası oldukları bütünün beslenmesini sürdürürler.

Biz insanlar, sadece ihtiyaçlarımıza göre alsaydık ve diğer her şeyi insanlığın ve doğanın yararına verseydik, o zaman hayvanlarla aynı seviyede olurduk. Bununla birlikte, farklı şekilde çalıştığımızı ve diğer insanların ve doğanın pahasına, kişisel olarak fayda sağlamak istememize neden olan, içimize yerleşmiş bir program olduğunu açıkça görüyoruz.

Bu egoist nitelik -başkalarının ve doğanın pahasına kişisel fayda sağlama arzusu- insanları hayvanlardan ve doğanın geri kalanından ayıran şeydir ve sadece bu nitelik zalimdir. Başka bir deyişle, insan egoizmi, doğada, doğaya karşı çıkan tek özelliktir ve aynı şekilde, düzeltilmesi gereken tek niteliktir.

İnsan egoizmini düzelterek, başkalarının ve doğanın zararına kişisel fayda sağlamayı istemek yerine, başkalarına ve doğaya fayda sağlamak istediğimiz yeni bir doğa elde edip, aynı şekilde doğayla dengeye geliriz, böylece doğayı uyumlu ve zulmetmeyen bir şekilde deneyimleyebiliriz.

Bizim algıladığımız, giderek daha acımasız olan dünya, bizleri, egoist doğamızı onun zıttı olan özgecil forma çevirmeyi gerçekten isteyeceğimiz bir noktaya getirmek içindir. Böylesine büyük bir değişimin olması için, doğanın nasıl ve neden bütünsel bir sistem olarak davrandığını öğrenmemiz, onun birbirine bağlılık ve karşılıklı bağımlılık yasalarını öğrenmemiz ve doğa ile dengeye ulaşmak için bunları kendimizde uygulamamız gerekir. Bunu yaparak, şu anda dünyamızı nasıl algıladığımızın ve hissettiğimizin tamamen dışında, yeni, uyumlu ve tam bir yaşam keşfedeceğiz.

“Bal Arısının Uçuşu” (Linkedin)

Habersiz olabiliriz ve kesinlikle kayıtsızız da, ancak bal arıları endişe verici bir hızla yok oluyor; nüfusları dünyanın her yerinde azalıyor ve kimse bunun neden olduğunu veya nasıl durdurulacağını kesin olarak bilmiyor. Popülasyonları azalan ve bazıları yok olma eşiğinde olan sayısız tür olduğu için, bu çok önemli bir şey gibi gelmeyebilir veya bizi ilgilendiren bir şey gibi görünmeyebilir, peki arılar hakkında özel olan nedir? Örneğin, arılar,  kutup ayısı kadar iyi PR unsurlarına sahip olmayabilir, ancak onların insanlık için önemi, muhtemelen gezegendeki herhangi bir türden çok daha büyüktür. Arılar, temel polen taşıyıcılar olma işlevleriyle, dünyadaki besinlerin üçte birinden fazlasının üretiminden sorumludur. Arılar olmadan insanları ve hayvanları besleyen sayısız bitkide polenleşme olmaz. Diğer bir deyişle, arılar olmazsa hiç bilmediğimiz ölçekte açlık olur.

Arıların neden kaybolduğunu bilmiyor olabiliriz, ancak bunun olmasına şaşırmamalıyız. Bizler, doğanın her seviyesinde, gezegenimiz olan ekosistemi birbirine bağlayan ipleri kopartıyoruz. Doğal kaynakları tüketiyor, her yıl ülke büyüklüğünde ormanları kesiyor, havayı ve suyu kirletiyor ve gezegendeki hemen hemen her canlının yaşam alanlarını yok ediyoruz. Böyle bir durumda, Dünya’nın yaşam döngülerindeki en hayati halkalardan birinin bozulmamasını nasıl bekleyebiliriz ki? Her gün, daha fazla ipi kopartıyoruz, aynı zamanda da doğanın çöküşünden daha fazla korkar hale geliyoruz. Belki boş mağaza raflarıyla karşılaştığımızda, yiyecek alacak paramız oldup ancak satın alacak yiyecek olmaması durumundan başka aptallığımızı/duygusuzluğumuzu sona erdirmenin bir yolu yokmuş gibi görünüyor. Belki o zaman uyanacağız, ama çoğumuz için çok geç olacak.

Arı popülasyonunu eski haline getirmek ve kendi varlığımızı sürdürmeyi garanti altına almak istiyorsak, doğaya kötü muamelemizin nedenini çözmeliyiz, bu da birbirimizle olan bağlarımız, insanlığımız, toplumsal bağlarımızdır. Tüm doğa ile nasıl çalışılacağını öğrenmek için, pozitif bağları olan bir ağ kurmalıyız. Yani düzelme, bize en yakın insanlarla evde başlamalı ve oradan dünyanın geri kalanına doğru büyümelidir. Kendimizi toplumumuza olumlu bir şekilde nasıl entegre edeceğimizi öğrenirsek, kendimizi tüm doğaya olumlu bir şekilde nasıl entegre edeceğimizi de bileceğiz.

Başka bir deyişle, sorun eylemlerimizde veya zihnimizde değildir. Bilmediğimiz bazı temel bilgiler olduğu için de değildir. Sorun kalplerimizde ya da daha doğrusu, kalplerimiz arasındaki bağlardadır. Bizim bencil eğilimimiz aramızdaki ve sonuç olarak doğa ile aramızdaki bağları koparır. Doğayı hissetmediğimizde, onu kötüye kullandığımız için pişmanlık duymayız ve bunu yaparken de bize hizmet etmesini talep etmekten çekinmeyiz.

Bu nedenle, CO2 emisyonları veya benzeri herhangi şeyler değil sadece kendiyle ilgilenme ve kendi çıkarına kullanma, yarattığımız en büyük kirleticilerdir. Kendimizi, sadece kendimizle ilgilenmekten ve kendi çıkarımıza kullanmaktan arındırırsak, doğa kendini yarattığımız diğer kirleticilerden temizleyecektir. İnsanlardan başka hiçbir varlığın sahip olmadığı bu iki narsistik özelliği düzeltmemiz gerekiyor. Bunu bizim için kimse yapamaz ve egoist doğamızı ıslah edene kadar hiç kimse herhangi bir ıslah yapamayacaktır. Ama onu ıslah ettiğimiz an, diğer tüm ıslahlar çocuk oyuncağı olacak.

Arılar birbirini hisseder ve destekler. Aynı şekilde birbirimizi hissetme sanatını da öğrenmemiz gerekecek. Ancak, arıların içgüdüsel olarak yaptıklarını, bilinçli olarak yapmak zorunda kalacağız ve ödülümüz, yaratılışı içgüdüsel düzeyde değil, bilinçli bir düzeyde anlayacak olmamız olacak.

Aslında, aşırı şişmiş egolarımızın tüm amacı, bizi, arıların ve diğer hayvanların yaptığı gibi birbirimizi hissetmeye zorlamaktır. Bu, bizlere sadece şu andaki bozuk eğilimimizle yok ettiğimiz karmaşık ağı öğretmekle kalmayacak, aynı zamanda ağı tasarlayan “aklın” nasıl çalıştığını da öğretecektir. Bu yaratılış sırlarını öğrenmenin, hangi kısmın nereye gittiğini adım adım öğrenme vasıtasıyla, kendi çabalarımızla bağlar kurmaktan başka yolu yoktur. Bunu yaparken, belirli parçaların neden bir araya getirildiğini, bireysel olarak ne yaptıklarını ve sistemde nasıl işlediklerini de anlayacağız. Ama tüm bunları öğrenmek için, dünyanın, onu düzelterek nasıl inşa edildiğini öğreneceğimiz noktaya kadar parçalanması gerekiyordu.

Şimdi buna geldik. Dünya çekirdeğinden parçalandı. Şimdi bağ kurarak düzeltmeye başlamanın, parçalara değil birlikte nasıl çalıştıklarına odaklanmanın zamanıdır. Bu, bizlerin, toplumu iyileştirme, doğayı canlandırma ve çok ihtiyaç duyulan bal arısı popülasyonumuz dahil, gezegeni iyileştirme yolumuzdur.

 

“Manevi Olarak, Kaos Nedir?” (Quora)

Kaos, manevi ilerleme için (aramızdaki pozitif bağ için ) gerekli koşulları oluşturmayı hedeflediğimiz ölçüde manevi yolda ortaya çıkan bir durumdur.

Kaos, kişinin içinde ortaya çıkar çünkü bir manevi seviyeden diğerine geçiş, bilgisayarın aşırı yüklenmesi gibi gerçekleşir.

Bu nedenle, içsel manevi geçişleri kaotik olarak hissederiz. Bu sanki daha önce özümsediğimiz her şeyi siliyor ve kendimizi tamamen yeni bir durumun önünde buluyormuşuz gibidir. Bununla birlikte, gerçekte hiçbir şey silinmez ama tam tersine, içsel bir yeniden yapılanmaya maruz kalırız. Sanki bir frekanstan daha yüksek, daha güçlü ve daha geniş bir frekansa geçeriz.

Birbirimize olumlu bir şekilde bağlanmayı hedeflersek ve bunu yaparak doğanın birbirine bağlılığına benzersek, o zaman içimizde giderek daha fazla bağ kurma ihtiyacı da dahil olmak üzere birçok yeni duygu, hissiyat ve algı ortaya çıkar. Bu süreçte ortaya çıkan kaos yıkıcı değildir, aksine, o kadar kuvvetli güçler keşfederiz ki, mevcut algı ve hissiyat kaplarımız onları tutamaz. Onlar bize çözmemiz gereken yeni bir zorluk verirler ve bu zorluk üzerinde çalışarak büyür ve sonunda çözüme ulaşırız.

Bu nedenle bu tür geçiş durumlarını kaotik olarak hissederiz ama aslında bunlar hiç de kaotik değildir. Onlar, yeni bir anlayış, duygu, algılama ve his düzeyine yükselmemiz ve doğada daha yüksek bir düzen olduğunu görmemiz için ortaya çıkarlar. Kendimizi böyle bir sürece ne kadar adarsak, gerçeklik algımız ve hissiyatımız o kadar saf hale gelir.

 

2020 Bize Ne Söylemek İstedi?

Yorum: Tanınmış ve saygın Time dergisi 2020’ye bir kapak ayırdı ve bunu “Şimdiye Kadarki En Kötü Yıl” olarak adlandırdı.

Kapakta, “Şimdiye Kadarki En Kötü Yıl” başlıklı uzun makaleyi resmetmek için “2020” sayısı siyah renkte ve üzerinde kırmızı işaret kalemiyle çizilmiş büyük bir “X” ile gösterildi.  Yazar, makalesinde şunları yazdı: “Geri kalanımız, doğaya ne kadar ihanet ettiğimizi doğrulayan doğal afetlerin tekrarlanmasına, fanteziler temelinde çekişmeli geçen seçimlere, neredeyse gezegendeki herkesin hayatını altüst eden, 1.5 milyon insanın hayatını sona erdiren ve muhtemelen bir yarasayla ortaya çıkan bir virüs için hazırlıklı değildik.”

Diğer bir deyişle, bu yılın üstünü çizelim, şimdiye kadarki en kötü yıl olan bu yılı insanlık tarihinden çıkaralım.

Cevabım: İnsanlar anlamıyor. Doğa insan ile oynuyor, ama insan trompet çalıyor.

Yorum: Bu yıl ağır bir şekilde üzerimize düştü… virüs!

Cevabım: Koronavirüs, doğa, bizim artık kabul edilemez müdahalemize tepki veriyor.

Soru: Yani o kadar berbat ettik, ya şimdi…?

Cevap: Elbette! Bizler büyük, kapalı bir doğa sisteminin içindeyiz. Bilim adamları bunun hakkında konuşuyor. Time dergisi bu yılın çok kötü geçtiğini bildirdi. Dergi satmak zorunda, anlıyorum. Ama aslında insanlığa bu şekilde sunulması gerekmiyor.

İnsanlara nerede olduğumuzu, nasıl bir sistem içinde olduğumuzu, kapalı doğa sistemini ciddi bir şekilde açıklamalıyız! Bunlar kanunlar! Onları bir nebze bile kırarsak tepki veriyorlar.

Yorum: Ama kimse bana bunun bir kanun olduğunu söylemedi.

Cevabım: Okula geri dönün ve öğrenin. Okulda başka dersler oluşturun, böylece size herhangi bir “izm” öğretilmeyip, ciddi bir şekilde biyoloji, zooloji, botanik, doğa bilimleri, fizik, kimya vb. öğretilir, böylece her şeyin çok net ve katı bir şekilde birbirine bağlı olduğu bir sistemde var olduğumuz açıklanmış olur.

Time dergisinin öfkeli olması, sadece orada oturan aptalların olduğunu gösteriyor. Ben tamamen ciddiyim. Neden bu dergiyi eğitim amaçlı yayınlamıyorlar: “Arkadaşlar, biz buradayız… biliyorsunuz, kaybolduk.”

Yorum: Şimdi bu yıla bakalım. Üstünü çizmeyelim. Bunun sizin için insanlık tarihindeki en iyi yıl olduğuna dair bir hissiyata sahibim.

Cevabım: Harika bir yıl! Bu değişim yılı! Bu, doğanın bizlere, onun sisteminde daha fazla tahammül edilmesi imkânsız çarpıklıklara nasıl tepki verdiğini öncekinden daha açık birnşekilde gösterdiği ilk yıldır.

Soru: Oraya başka bir makale yazar mıydınız?

Cevap: Elbette! Onlar görevlerinin insanlara nasıl doğru tepki vereceklerini ve insanlığı nasıl değiştireceklerini öğretmek olduğunu anlayamıyorlar.

Bu yılın sonucu hakkında şunu söyleyebilirim: Evrenin tüm milyarlarca yılında ve milyonlarca insanlık yılında, bitip giden bu yıldan daha iyi bir yıl olmamıştı.

Bu, Yaradan’ın Kendisini bize daha net gösterdiği ilk yıldır. Yaradan, doğa, doğanın sistemi demektir.  Kendini daha net gösterirken şöyle söyler: “Çocuklarım, eğer böyle davranmaya devam ederseniz, size başka seçeneği olmayan sevgi dolu bir anne gibi öğretmek zorunda kalacağım. Sizi cezalandıracağım, döveceğim ve aynı zamanda size yardım edeceğim, size ne yapacağınızı ve nasıl yapılacağını göstereceğim.

Ancak başka seçeneğim yok çünkü onu iyi bir şekilde algılamıyorsunuz. Neden? Bana ne yazdığına bir bakın. Temsilciniz, medya, onların yaptıkları şeye, benim tavrımı-doğanın tavrını nasıl ifade ettiklerine bakın!” (Doğa adına konuşuyorum.)

İnsanlığa, sana, herkese karşı tavrım. Bakın, doğadan memnun olmadığımızı, son zamanlarda bize yaptığı şeyin başımıza gelebilecek en kötü şey olduğunu söylemekteler. Buna sevgi dolu bir anne mi deniyor? Bu, bir çocuğun ayaklarını yere vurup “Kötü anne!” diye bağırmasına benzemekte.

Ve doğanın başka seçeneği yok. Bunun tek bir koşulu var: bizi en iyi sonuca götürmek. Bir anne gibi.  Çocuğunun hayatında başarılı olmasını ister. Bir şekilde onu zorlamalı, ona yardım etmeli ve aynı zamanda onu eğmeli ve onu bu sisteme, en iyi sonucu alacağı bu formata sokmaya çalışmalıdır.

Doğaya, Yaradan’a sempati duymalıyız, O’nun böyle çocuklarla ne kadar zor bir işi var!

“Covid’de Bir Yıl Ve Hiçbir Şey Değişmedi” (Linkedin)

Covid-19 yüzünden, tüm dünyada kapatmaları sıkılaştırmaya başladığımızdan bu yana bir yıl geçti. İlk başta ekonomiyi durdurup insanları birkaç aylığına eve göndereceğimizi, yaz gelip Covid’in de grip gibi gideceğini düşündük. Yanıldık. Covid gitmedi, gitmiyor ve bizler pandeminin ilk gününden bu yana hiçbir şey öğrenemedik.

Kapatmalar, uygulamaya konulduğunda, halk sağlığı kuruluşları yerine siyasiler tarafından harekete geçirilir. Karar vericiler, kapatmanın siyasi rakiplerine olumsuz yansıyacağına inandıklarında, bunu desteklerler. Rakiplerine yardımcı olacağını düşündüklerinde ise buna karşı çıkarlar. Ancak her iki durumda da kamu yararı, kararlarında bir faktör değildir.

Ve virüs, tüm virüsler gibi, mutasyona uğramaya ve etkisini artırmaya devam ediyor. Şimdi dünya, İngiltere, Güney Afrika, Brezilya ve Kaliforniya’dan gelen mutasyonların ortaya çıkmasıyla alarma geçti. Ancak resmi bir mutasyon olmasa bile, bugün virüs, ilk ortaya çıktığı zamankinden çok daha şiddetli. Başlangıçta, doktorlar çocukları neredeyse hiç etkilemediğini düşünüyorlardı. Şimdi, hastaların üçte birinden fazlası çocuklar, en azından İsrail’de bazıları ciddi şekilde hasta ve diğerleri, kalplerini ve beyinlerini etkileyen Kawasaki sendromu gibi semptomlara benzeyen, virüssüz hale geldikten sonra akut ve yaşamı tehdit eden, yan etkilerden muzdariptir. Ve bu süre boyunca bizler, salgının gerçek kaynağını aramaya isteksizdik.

Pandemi, bizi varoluşumuzu yeniden düşünmeye, burada varlığımızın amacını yeniden değerlendirmeye zorlayacak. Bunu düşünmeye başlamak için böyle bir ızdıraptan geçmek zorunda olmamız, utanç verici ama doğa acımasızdır; sırf onun nereye gittiğini beğenmediğimiz için, yön değiştirmeyecektir.

Sonunda, insan doğası ile tüm doğa arasındaki bağlantıyı ve insan doğasındaki hastalıkların, bize tüm doğadan gelen hastalıkları nasıl verdiğini göreceğiz. Gerçekte hasta olan tek unsurun insanlar olduğunu görmek, çok az bir sağduyu gerektirir. Herhangi bir haber yayınına bir kez bakmak, birbirimize olan nefretimizin yoğunluğunu gösterecektir. Doğanın başka hiçbir parçası, başka hiçbir parçasına karşı bu tür duyguları taşımaz; nefret dolu tek kısım insanlıktır. Doğanın diğer tüm parçaları sorunsuz bir şekilde geçinir ve tüm türlerin gelişmesini destekleyen bir denge sağlar. Sadece biz insanlar, doğanın tüm parçalarını ve birbirimizi yok ediyoruz. Bu nedenle, doğanın hasta olan tek parçası insan doğasıdır ve dünyada gördüğümüz tüm bozukluklar, tek bir hastalığın belirtileridir – birbirimize duyduğumuz hastalıklı nefret! Yani insan doğasını iyileştirirsek, tüm doğayı iyileştireceğiz.

Nefret sadece insanları yok etmez; doğanın geri kalanını yok etmemize neden olur. Nefretimiz, doğanın diğer tüm seviyelerine nüfuz eder ve tıpkı kanserin metastaz yapması gibi birbirlerini yok etmelerine neden olur.

Kendimizi nefretten kurtarabiliriz ama ilaç şirketlerine veya politikacılara bunu bizim için yapacaklarına güvenemeyiz. Sadece bizler kendimizi, her birimizi iyileştirebiliriz. Gerçek aşı, karşılıklı desteğimizdir, birbirimiz için karşılıklı sorumluluktur çünkü içimizden biri düşerse, hepimiz düşeceğiz.

Şu an için, insanlığın, karşılıklı sorumluluk kavramını ve onun hayatlarımızı yaklaşan insan yapımı ve doğal afetlerden (nefretimizin kötüleşen semptomlarından) kurtarmadaki rolünü kavradığını görmüyorum. Her birimiz, henüz bunu anlamadığımız için sorumluluk hissetmeliyiz. Hepimiz nefretin üzerine çıkmayı taahhüt ettiğimizde, dertlerimiz için başkalarını suçlamayı bıraktığımızda ve bizi yok eden şeyin aramızdaki farklılıklar değil, birbirimize duyduğumuz nefret olduğunu fark ettiğimizde, olumlu değişimler görmeye başlayacağız, bir gün bile geçmeden. Kimin başbakan ya da başkan olduğu önemli değil; bölünmüş bir millet, ölüme mahkûm bir millettir. Eğer kulak asarsak kendimizi ve tüm dünyayı kurtaracağız. Yapmazsak kendimizi ve tüm dünyayı yok edeceğiz.