Category Archives: Maneviyat

Yaradan Sevinçle İfşa Olur

Zohar Kitabında, Yaradan’a sadece sevinçle hizmet edebileceğimiz yazılmıştır. Shechina, Yaradan, ancak insan bu yerde bunun olacağına dair sevinçli bir beklentiyle çalışırken,  İfşasının yerini inşa eder.

Kişi üzgünse ve alma arzusuyla savaşırken acı çekiyorsa, bu onun hala ona bağımlı olduğu ve henüz egoizmin üzerine çıkamadığı anlamına gelir. Egoizmin üzerine çıkmak kişiye bir sevinç duygusu getirir, bu da onun Yaradan’ın ifşasına yaklaştığı anlamına gelir.

Bu nedenle, birbirimize ve Yaradan’a ihsan etme uğruna aramızdaki bağı ifşa etmek istediğimiz gerçeğinden ne kadar çok sevinç ve heyecan duyarsak, Yaradan’ın niteliğine, aramızdaki Yaradan’ın ifşa olacağı yeri keşfetmeye o kadar yakın oluruz.

Yaradan sevinçle ifşa olur! Bu çok önemli ve gerekli bir durumdur. İnsan acı acı ağlarken maneviyatta ilerliyor diye bir şey olamaz. Ağlıyorsa, bu, egoizminden henüz çıkamadığı anlamına gelir.

Bu düzene katılma fırsatı bulduğumuz için mutlu olmalıyız. Yaradan’ın, günümüzün pandemik durumunda böylesine çok sayıda insanı bir araya getirmemize, bu algının yanıp kaybolarak uçuruma düşmesine izin vermesi özel bir armağandır. Önceki tüm başarıların ve yüksek hedeflerin değeri düşürülür, insanlar gelecek için umutlarını kaybeder ve yarın ne olacağını bilemezler. Bunun devam edemeyeceği herkes için açıktır.

Ve tam da şimdi insanlar çaresiz, aciz, umutsuz hissettiğinde, bu salgından nasıl kurtulacağını bilemediğinde, sevinçle ilerlemeliyiz. Her şeyin ne için ve neden olduğunu ve bunu kimin yaptığını biliyoruz. Bu şekilde, Yaradan tüm insanlığı bağa doğru ilerletmek ister.

İnsanlığın başına gelen her şey, bizi en ideal, hızlı ve uygun şekilde bağ kurmaya itiyor. Maneviyatta, özellikle son nesil çağımızda, sadece yükseliş vardır ve düşüşler yoktur.

Çok sevinçli olmasak bile, her zaman rol yapmalı, neşeli gibi davranmalı, kendimizi mevcut durumdan yukarıya doğru yükseltmeye çalışmalıyız. Hangi koşul içinde olduğum önemli değil, iyi olabilir, ama daha da iyi bir koşulda olmak isterim. Bu özlem her zaman mevcut olmalıdır! Bunu hatırlayın ve asla unutmayın.

“Öldürmeyeceksin. Eşini Aldatmayacaksın.”

Soru: Altıncı emir: “Öldürmeyeceksin” – başkalarının arzularını kullanmamak anlamına mı geliyor?

Cevap: “Öldürmeyeceksin”, başkasının aleyhine hiçbir şey yapmamak demektir. Yani, şimdi ve önceden,  önceki günlerden aldığınız tüm güçleri: Hesed, Gevura, Tiferet, Netzach ve Hod, onları doğru bir şekilde şekillendirmeli ve üzerinizde olabilecek etkilerine müdahale etmemelisiniz.

“Öldürmeyeceksin” demek, bir arzuyu kendi çıkarına kullanmamaktır.

Yaradan ile bağlantıyı kendi iyiliğim için kullanırsam, buna “öldürme” denir. Arzumu öldürüyorum. Yani, arzum, sonunda bu arzuyu öldüren hazla dolar ve kaybolur. Yok edilir.

Soru: Yedinci emir şudur: “eşini aldatmayacaksın.” Burada ne hakkında konuşuyoruz?

Cevap: Aynı şey ama farklı bir açıdan: Başkalarıyla olan bağlarınızı kendi iyiliğiniz için kullanmayın.

Sevgiye, ihsan denir ve aldatma, kendi çıkarına yönelik bir eylemdir.

Soru: Yani, alma arzusuna sahipsiniz. Eğer bu arzunuzu kendi hazzım için kullanırsam (ve alma arzusuna “kadın” denir) bu aldatma mı olur?

Cevap: Evet. Ancak bu, hem kadınlara hem de erkeklere, herhangi bir hazza yönelik tutumu ifade eder. Ancak bu eyleme özellikle aldatma deniyor çünkü başka bir kişiyi kullanıyorsunuz.

Çevreleyen Alanı Algılama Bilimi

Soru: Elinize ilk geçen ve içinizdeki maneviyat özlemini ortaya çıkaran Kabalistik kitap hangisidir?

Cevap: Kabala Bilgeliğinin Önsözü, bu çok karmaşık bir kitaptır.

Pek çok farklı kitap ve makale okudum. Derhal ciddi şeyleri derinlemesine araştırmaya çalıştım ama kafam karıştı ve öğretmenimi bulana kadar nasıl ve ne olduğunu bilemedim. Bu, çeşitli sözde Kabala üstatlarından geçtiğim üç ila dört yıllık bağımsız çalışmadan sonra oldu.

Ama öğretmeni bulduğumda, hayatının geri kalanında onunla kaldım. Ben onun asistanıydım, kişisel öğrencisiydim. Ve ondan sonra onun faaliyetlerine devam ettim.

Soru: Kabala çalışmaya başlamak için önereceğiniz ilk kitap nedir?

Cevap: Kabala bir bilimdir. Bu nedenle, cazip gelebilir, ancak yalnızca bir ölçüye kadar. Sonuçta, bir insan hayatın anlamını keşfetme arzusuna sahip olmalıdır.

Eğer birisi buna sahipse, Kabala’nın bu anlamı nasıl açığa çıkaracağı, kişinin kendini nasıl değiştireceği, hayatını nasıl değiştireceği ve bunun için hangi içsel araçlara sahip olduğu sorusuna cevap verdiğini anlayacaktır. Onlar kişinin içindedir. Genel olarak, bu kavrama bilimidir ve çevreleyen alanı anlamaktır.

O zaman kişi, etrafındaki her şeyle etkileşim halinde, aktif olarak bu alanı daha genişletilmiş bir biçimde görmeye başlayacaktır. Çevreye olan tutumunu değiştirerek, yani kendini değiştirerek, çevrenin kendisine olan tepkisini değiştirir.

Ruhunuzun Büyümesine Yardımcı Olun

Her birimizin ve hepimizin birlikte ruhun Partzuf’unu inşa ettiğimiz karşılıklı bütünleşmemize adandığı için “Her Biri Dostuna Yardım Etti” en önemli konudur. Böyle bir karşılıklı bütünleşme olmadan, manevi bir kap inşa edemeyeceğiz ve manevi olguları, üst gücü, Yaradan’ı onun içinde hissedemeyeceğiz.

Bunu başarmak için dostlara ihtiyacım var, sadece dış iletişim için değil, kalp ve ruhu birleştireceğimiz ve onludaki herkesin diğerlerinden izlenimler edinmesine, nitelikleriyle aşılanmasına yardım edeceğimiz dostlara ihtiyacım var. Böylece her biri, onlunun tamamını hissedebilecekleri bir Kli oluşturacak. Herkes herkesi içine alacak ve Kli’miz bununla inşa edilecektir.

Bu çalışma ıslahın sonuna kadar devam eder. Giderek daha fazla insan, bir araya geliyor, her biri kendi onlusunda, kendilerini inşa ediyor. Ve sonra onlular birbirine bağlanır. Onlu, birmiş gibi hissetmeye başladığında, diğer onlularla birleşme arzusunu ve ihtiyacını hisseder.

Aynı bağ yöntemi burada da geçerlidir ve Kli büyür ve daha karmaşık hale gelir. İlk manevi kap on arkadaştan oluşur ve yirmi kişinin birleştiği ikincisi zaten yüz kişinin gücüne sahiptir çünkü on çarpı on gibidir. Bu doğrusal büyüme değil, üstel büyümedir.

Dolayısıyla bir gruba geldiğinizde sadece dostlarınızla birlikte öğrenmek yeterli değildir. Onların nitelikleriyle aşılanmam ve her birinden Yaradan’a özel arzularını toplamam gerekir. Yani hepimiz herkesi içine alır.

Aksi takdirde, insan inşa etmezse ruh sahibi olmaz. Dolayısıyla sadece bir grup içerisinde olmak ve tüm faaliyetlere katılmak yeterli değildir. Asıl mesele, bağımız ve Yaradan ile birleşmek için özlemleri edinmeye çalışmaktır. Bunu yaparak, içinde onunla form eşitliğine göre üst gücü ifşa edeceğimiz, kendi aramızda bir bağ ağı kurarız.

Kongrede bu karşılıklı bütünleşmeyi sağlamaya, bu konuda birbirimize yardımcı olmaya çalışmalıyız. Bu hem çevreden hem de içeriden herkesi etkileyecek genel atmosfer, çok sayıda onlunun katılımı ve her onludaki bağ ile kolaylaştırılacaktır.

Ruhumu bu şekilde inşa ediyorum. Kabalistlerin, her biri on kişiden oluşan, onlunun birleşmesi gerektiğine karar vermeleri tesadüf değildir. Onluda, herkes başkalarıyla bütünleşmek, niteliklerini ve manevi özlemlerini edinmek için kendini iptal eder.

Artık dostlarımın maneviyat özlemleri dışında kişisel niteliklerini umursamam. Sadece onlarla dolu olmam ve onlardan ruhumun ilk dokuz Sefirot’unu inşa etmem gerekir. Ben kendim, dostlarından ilk dokuz Sefirot’u almak ve ruhunun Partzuf’unu inşa etmek adına onları kullanmak için kendisini iptal eden son Sefira Malkut’um. Ve onludaki her dost da öyledir.

Ve o zaman, herkesin dostlarıyla karşılıklı bütünleşme yoluyla kendi içinde inşa ettiklerinden etkileniriz ve aynı inşayı sürdürdüğümüz gerçek, bağımsız bir manevi Partzuf’umuz olur. Her onlu, diğer onludan etkilenmeye ve onların karşılıklı bütünleşmesini, Yaradan’a olan arzularını özümsemeye çalışır ve böylece Adam HaRishon’un tüm ruhunu inşa edene kadar giderek daha karmaşık ve daha büyük bir ruh inşa ederiz.

“Hayatımda Neden Kötü Şeyler Oluyor?” (Quora)

Aslında başımıza kötü şeyler gelmez, ama ıslah etmemiz gereken belirli bir tür ifşa durumu gerçekleşir.

Bu ifşa gerçekleştiğinde, her zaman kötü ya da olumsuz bir şekilde hissedilir. Bizler o zaman bu olumsuz koşulu, eylemlerimizle iyi ve olumlu bir forma, yani başkaları ve doğa ile olumlu bağa doğru itmek zorundayız.

Başka bir deyişle, biz bir ıslah yapalım diye hayatımızda meydana gelen olayları kötü ve olumsuz olarak algılıyoruz. “Islah”, başkalarıyla olumlu bağlar kurmayı, karşılıklı anlayışa, kararlara, düşüncelere ve eylemlere ulaşmayı hedeflememiz gerektiği anlamına gelir.

Daha açık olarak, insan doğası bir haz alma arzusudur ve bu arzu, bize diğerlerinden ve doğadan ayrılma algısı veren ilk kırık durumundan, arzumuzun ıslah olmuş bir form aldığı bir duruma doğru, başkalarını ve doğayı sevmekten, vermekten ve olumlu bir şekilde bağda olmaktan haz aldığı, bir gelişim sürecinden geçer.

Kabala bilgeliği, Adam HaRishon’un (“İlk İnsan”) ruhunun parçalanması olarak da bilinen, Bilgi Ağacı günahıyla ilgili hikayede bu arzunun ilk parçalanışını açıklar. Tüm gelişimimiz, bizi bu egoist arzuyu ıslah etmek ve doğaya benzer – özgecil bir form edinmek ihtiyacını duyacağımız bir noktaya götürür.

Gelişim sürecimizin arkasında neyin olduğunu ve nereye gittiğimizi anladığımızda, son halimize çok daha keyifli, bilinçli ve acısız bir şekilde geçmek için kendimizi buna uygun hale getirebiliriz. Kısacası, Kabalistik metinlerin “Komşunu kendin gibi sev” koşulu olarak tanımladığı, birbirine tam bağlılık ve karşılıklı bağımlılık durumuna doğru yönlendirildik.

Böyle bir hedef üzerinde ne kadar çabuk hem fikir olur ve toplumda olumlu bağları gerçekleştirmek için kendimizi organize edebilirsek, o kadar çabuk hayatımızda çoğalan “kötü şeylerin” ortaya çıktığını gördüğümüz bir gelişmeden, doğa ile dengeye geldiğimiz bir gelişmeye doğru ilerleriz.

Daha sonra, doğanın bizi ulaşmaya zorladığı bu formla dengelendiğimizde, kim ve ne olduğumuza ve neden buraya, bu realite içine koyulduğumuza dair tam bir anlayış ve hisle birlikte, yepyeni bir uyum, mutluluk, inanç ve güven seviyesi deneyimleyeceğiz.

Tora’nın Gizli Kodu

Yorum: Hiyerogliflerden [piktograflardan] sonra ortaya çıkan ilk harflerin, İbrani alfabesinin harfleri olduğu söylenir: Aleph (א), Bet (ב) vb.

Cevabım: Onlar ortaya çıkmadılar. Yaklaşık 6.000 yıl önce yaşamış olan Adem tarafından keşfedildiler.

Bu harfleri keşfetti çünkü ihsan etme niteliği ile alma niteliğinin arasındaki ilişkiyi ve aralarındaki bağı anlamaya başladı. O, yalnızca 22 bağlantı olduğunu ve alma ve ihsan etme arasındaki bu bağlantılar aracılığıyla dünyanın tüm niteliklerini ifade edebileceğini gördü. Bu nedenle onları çizgiler ve noktalar şeklinde tasvir etti. O zamandan beri alfabeye sahibiz.

Soru: İbranice bir harfte, her şeyin başladığı siyah nokta nedir?

Cevap: İhsan etme ve iyilik niteliğine tamamen zıt bir şeydir. İhsan etme, sevgi ve iyilik, bir nesneden diğerine, yalnızca diğerinin yararı için akan olumlu niteliklerdir ve bunlara ışık denir. Bunun tersine siyah nokta denir.

Soru: Bu siyah noktayla başlayan herhangi bir harf var mı?

Cevap: Elbette.

Yorum: Ve sonra yatay bir çizgi ve dikey bir çizgi çizeriz.

Cevabım: Evet, beyaz ışığın arka planında. Beyaz kağıdın arka planında.

Soru: Harfin tamamı yazıldığında, ne anlama geliyor?

Cevap: Ben, olumsuz niteliklerin olumlu niteliklere ne ölçüde benzeyebileceğini resmediyorum.

Soru: Bu siyah harfin beyaz kağıda, beyaz ışığa benzer hale gelebileceğini mi söylüyorsunuz?

Cevap: Evet.

Soru: Peki, harfleri bir kelimede birleştirdiğimde?

Cevap: Bununla, sadece bir ihsan etme niteliğinden ikinciye ve sonra üçüncü, dördüncü ve benzer şekilde diğerlerine nasıl geçeceğinizi açıklarsınız.

Soru: Ve bir cümle yazdığımda ve bunu tamamen doldurduğumda, örneğin beyaz ışık, bu kağıt sayfası mı?

Cevap: Bunu yaparak, arka plandaki beyaz ışığa karşı tüm ihsan etme yeteneklerinizi ortaya koyarsınız. İhsan etme ve almanın kesinlikle tüm potansiyel karşılıklı niteliklerini tasvir eden Tora yazıldıktan sonra, başka bir şey yazmanın anlamı yoktur. Her şey, sadece Tora’ya yapılan her türlü ekleme ve yorumdur.

Soru: Öyleyse, Tora, insanın ihsan edici ve sevgi dolu olmaya yönelik tüm arzularını ve özlemlerini tanımlıyor mu?

Cevap: Evet.

Soru: Ya bir kişi, İngilizce, Rusça, Almanca, Ermenice veya başka bir dilde yazarsa ne olur?

Cevap: Gerçek şu ki, şu anda, yazılanları doğru bir şekilde okuyamazsınız çünkü diller sürekli olarak değişiyor. Bugün modern bir Fransız’ı ve Haçlı Seferleri sırasında yaşamış birini ele alırsanız, birbirlerini anlamazlar. Dil çok değişti!

Soru: Peki ya İbranice?

Cevap: Hayır. İbranice değişmedi. Biz iki ya da üç bin yıl önce yazılmış kitapları okuruz. Adem, Melek Raziel adlı kitabını 6.000 yıl önce yazdı ve biz onu bugün yazılmış gibi okuduk. Çok net değil ama okuduk. Tıpkı çağdaşlarımızla yaptığımız gibi Adem’le de konuşabilirdik.

Binlerce yıl önce yaşamış atalarıyla karşılaşıp onu anlayan ve onunla aynı dilde konuşan başka millet yoktur.

Ama Yahudiler kolayca yapabilir!

Soru: Kod değişmediği için mi?

Cevap: Evet. Değişemez çünkü bu, ışık ve karanlık arasındaki etkileşim, iki kuvvet arasındaki etkileşimdir.

Soru: Tora’da gömülü belirli bir kod olduğunu söylediklerinde, bu ışık ve karanlık arasındaki etkileşimle mi ilgili?

Cevap: Evet. Karanlık harflerdir ve ışık ise üzerine yazdığımız arka plandır.

Harfler, bir kişinin niteliğinin Yaradan’ın niteliğiyle eşdeğerliğini temsil eder. İnsan bu eşitliğe geldiğinde, harflerle ışık arasında hiçbir fark kalmayacaktır. Tüm harfler yalnızca ışığın niteliğini ifade edecektir.

Tüm harfler, sadece ışığın tüm niteliklerini o satırlarda, ışığın olmadığı o görüntülerde vurgulamak için vardır.

Soru: Yatay ve dikey çizgilerin farklı ışıkları temsil ettiği doğru mu?

Cevap: Evet, tabii ki. Bunda pek çok farklı işaret ve pek çok sır var, yani henüz çözemediğimiz şeyler.

Soru: Harflerde gerçekten çözülmemiş sırlar var mı?

Cevap: Elbette! Harften başka bir şey yok. Harf, bizimle üst güç arasındaki bir işarettir. Bu işaretlerden başka bir şey yok.

Soru: Işığın yukarıdan “harf” adı verilen bir şablondan geçtiğini ve bir kişinin içine damgalandığını söyleyebilir miyiz?

Cevap: Evet, bu da doğru.

Soru: Bir keresinde Sibirya’da yaşayan, en yüksek, en saf, şiirsel dille size İbranice bir mektup yazan tamamen sıradan bir kişi hakkında bir hikaye anlatmıştınız.

Cevap: Evet. Bunu öğretmenim Rabaş’a gösterdim. Ve onun temiz kalpli/alçakgönüllü bir adam tarafından yazılmış Kabalistik bir metin olduğunu, çünkü böyle bir manevi aydınlanmaya sahip olduğunu söyledi.

Soru: Bundan, tüm harflerin bizim içimizde, dünyada yaşayan herkesin içinde olduğu sonucuna varabilir miyiz?

Cevap: Evet. Daha sonra bu adamla tanıştım, hiçbir şey anlamadı ya da bilmiyordu. Yıllar sonra Sibirya’dan serbest bırakıldığında İsrail’e geldi. İçinde o zamanlar yaşadığı durumdan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Ona kısa bir ani ışık şeklinde verildi çünkü çok acı çekiyordu. Tüm gücüyle kendisinden, vücudundan çıkmak istemişti! Ve bu gerilim onu, İbranice yazabilecek duruma getirdi. Sadece onun aracılığıyla dünyaya geldi.

Soru: Yani bunun, onun duası olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevap: Elbette.

Atak!

Atak! Ve sadece bir kez atak yapmamız gerektiğini düşünmeyin. Atak, dereceden dereceye her yükseliş için gereklidir, çünkü bir sıçrayışta, bir atakta meydana gelir. Ve bu bir dış düşmana değil, aramızdaki duvara bir ataktır: bağa ataktır.

Her zaman, yeni bir Partzuf inşa ettiğimizde, içimizde yukarıdan ifşa olan, yeni bir egoist arzunun üstesinden gelmek zorunda kalacağız. Onu kabul etmeli, onunla hemfikir olmalı, İbrahim’in İshak’ı tuttuğu gibi tutmalısınız.

Koşuldan koşula geçerken, birlik, yakınlaşma, karşılıklı yardım ve karşılıklı garanti için, her zaman atağa yer vardır. Buna geldiğimizde, bir sonraki dereceye yükselmekten onur duyarız.

Bu, başkalarıyla bağ kurmamız için bir ataktır ve bu nedenle, bize karşı tek bir düşmanımız var- egoizmimiz. Ne kadar çok atak yaparsak, o kadar güçlü ve ısrarcı oluruz. Ama aynı zamanda da onunla çalışma ve onluda tek yürek olarak birleşmemizi engelleyen tüm güçlere karşı savaşma sanatını öğreniriz.

Dostlarımdan ilham alarak uyanmak isterim. Kendi kendime uyanırsam, bu doğru güç değildir, maneviyat değildir. Maneviyat ancak hepimiz bir arada olduğumuz zamandır. Yaradan, kendisini bir kişiye birdenbire ifşa etse bile, bu, Yaradan’ın edinimine, doğru ve kalıcı bağa yol açmayacaktır.

Her adım, sahip olduğum her şeyi, tüm aklımı ve kalbimi koyduğum son savaş gibidir, ancak asıl önemli olan dostlarımla bağ kurmak ve birlikte gitmektir. Üzerine manevi bir derece inşa etmek için egoizmimize baskı yapıyoruz bu Yaradan ile bağımızın bir tasviridir.

Bir sonraki derecede başka engeller, başka bir atak, Yaradan’ın başka bir zaferi ve ifşası olacaktır, tıpkı bir bebeğin oyununun bir gencin oyunundan veya bir yetişkinin savaşından farklı olması gibi.

Bizler, içsel reddedişle, kalplerimizi birbirine bağlama ve egoizmimizin üzerine çıkma, bağın ayrılıktan daha önemli olduğuna ve birliğin gücünün, Yaradan’ın tüm egoist gerçekliğimizden daha önemli olduğuna karar verme konusundaki isteksizlikle savaş halindeyiz.

Tek bir gerçekliği görmemize izin vermeyen bölücü güçlere atak yapmak gerekir, çünkü bizler tek kalp tek adam olarak birbirimize bağlı değiliz. Bu nedenle, bir atak gereklidir.

Sadece bir atak ile bağ kurabilirsiniz çünkü yakınlaştığımızda, reddetme gücü harekete geçmeye başlar. Bu, kısa mesafelerde bağı reddeden atom içi kuvvetlere benzer. Aynı şekilde son bağdan önce büyük bir direnç hissetmeye başlarız ve bu yüzden atak burada gereklidir.

Birbirimize yakınlaşabilir, kucaklayabilir, birlikte olabiliriz, ancak gerçekten bağ kuramayız. Bu, potansiyel engelin üstesinden gelmemizi ve bağ kurmamıza yardımcı olacak üst gücün kullanılmasını gerektirir. Aramızda bir bölünme var ve bunun üzerine çıkmak için bizi yukarı itecek çok fazla potansiyel enerjiye ihtiyacınız vardır.

Bunu kendimiz yapamayız; böyle bir arzuya sahip değiliz. Ama bizi ayıran boşlukta bu potansiyel sıçramayı yapmamıza yardım edecek olan Yaradan’a ulaşmak için, birbirimize yardım ederiz.

Bu boşluk, birbirimize yakınlaştıkça daha fazla kendini gösterir ve bunun üstesinden gelebilmek ancak yukarıdan alınan kuvvet yardımı ile mümkündür. Bu, içimizde olmayan ve Adam HaRishon’da olmayan ıslah ışığıdır. Bu sadece kırılmadan dolayı yükseltilen duaya cevap olarak gelir.

Her derste, her toplantıda, Mahsom’u kendimiz geçemeyeceğimizi anlayacak kadar arzularımızı birer birer topluyoruz. Sonuçta, önümüzdeki potansiyel engelin üzerinden atlamak imkansızdır, bu sadece Yaradan bizi yukarı kaldırırsa olur.

Görünen o ki bu Yaradan’a bir ataktır. Ve buna hazır olma, tek bir kalpte birleşip yalnızca bağı isteyebilme derecemizle belirlenir. Birlik koşulu içinde, potansiyel engelden, Mahsom’dan geçer ve Yaradan’ın ihsan etme gücünü keşfederiz.

“Kabala’nın Ana İdeolojisi Nedir?” (Quora)

Kabala Bilgeliği, biz bu dünyada yaşarken, fiziksel yaşam ve ölümün ötesinde, gerçekliğin en yüksek boyutunun algısına ve hissine ulaşmamızı sağlayan bir yöntemdir.

Bunu yaparak, gelecekteki durumlarımızı hissedebiliriz ve gerçekliği, onun “kontrol odası” ndan doğrudan etkileme yeteneği kazanırız. Sadece hayatımızın kaynağıyla bağ kurmaya ihtiyacımız var ve bunu yaparak kaderimizin kontrolünü üstleniriz.

Kabala, ilk kez 5,781 yıl önce Raziel HaMalach (İbranice “Gizli Melek”) adlı kitabı yazan Adem tarafından ifşa edildi. Kitap, gerçekliğimizi işleten ve belirli bir yöntemle ifşa edilebilen gizli gücü (yani “melek” belirli bir tür manevi güçtür) anlatır. Kabalistlerin 20 neslinden sonra, İbrahim, “İsrail halkı” olarak bilinen, ilk Kabalistik grubu kurarak Kabala bilgeliğinde bir sonraki büyük gelişmeyi yaptı. Bu, “Komşunu kendin gibi sev” ilkesine dayanarak toplanan bir gruptu. İnsanın dostuna sevgisi, Kabalistlerin temel ideolojisi ve yasası haline geldi. Tek bir ulus olarak birleştiler ve daha sonra birlik (“Yichud”) kelimesinden gelen, “Yahudiler” olarak anıldılar.

Gelişiminin belirli bir aşamasında grup, İbrahim’i takip etmek istemeyen dönemin Babillilerine, kendini dönüştürme ve ıslah ihtiyacını (başkalarının pahasına kişisel çıkar için egoist niyetin üzerine çıkarak) göstermek zorunda kaldı. Bunu yaparak, zamanın yaygın nefret ve bölünmüşlüğünün üzerinde, birleşme ve sevgi köprüleri oluşturdular.

Kabala’nın ana ideolojisi bu nedenle “Komşunu kendin gibi sev”dir ve Kabala metodu, bölücü insan egosunun üzerinde böyle bir birleşmeyi elde etmektir. Doğuştan gelen bölücü dürtülerimizin üzerinde artan sevgi bağları ve birleşmeyi geliştirmenin zirvesinde, evrenin iki ucu (egoizm ve özgecilik, bölünme ve birleşme, alma ve verme) “vermek için alma” olarak adlandırılan, tek bir yaratılışta birleşir. Uygulamada böyle bir ilkeyi edinerek, hepimizin uyumlu, mutlu ve doğa ile denge içinde yaşaması için kuralı uygularız. Dahası, bedensel yaşam ve ölümün üzerinde var olan, ruhumuzun ebedi ve mükemmel gerçekliğini de keşfederiz.

Şu anda tek bir niteliğimiz var: Almak. Versek bile, bunu karşılığında bir şey almak istediğimiz hesaplamasıyla yapıyoruz.  Doğuştan gelen alma niteliğimize vermenin niteliğini ekleyerek (yani içimizde hiçbir egoist niyet olmadan saf verme), o zaman egoizmimizi doğanın özgecil niteliği ile dengeleyerek birbirimizle mükemmel bir bağ kurarız ya da başka bir deyişle, gerçekliğin negatif kutbunu pozitif olanla dengeleriz.

Kabala, doğanın nasıl dört seviyeye ayrıldığını açıklar: Cansız, bitkisel, hayvansal ve insan. Cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerde, doğanın kendisi verme ve alma, pozitif ve negatif arasında denge kurar. Bununla birlikte, insan seviyesinde, yani birbirimize olan ilişkilerimiz ve tutumlarımız düzeyinde, gerçekliğin özgecil yönüyle hiçbir bağlantımız yoktur. Böylelikle, egoist arzularımız zaman içinde ne kadar gelişirse, hayatın tüm alanlarında o kadar çok sorun ve krizle karşılaşırız.

Başka bir deyişle, hayatımızın sorunlarının esas nedeni, özgecilik ve egoizm arasındaki uyumsuzluktur. Kabala bilgeliği, bu iki nitelik arasında doğru dengeyi kurmanın ve bunu yaparak kişisel, sosyal ve küresel olarak denge sağlamanın bir metodudur.

Kabala’nın bir din değil, bilim olduğuna dikkat etmek de önemlidir. Din, bir veya birkaç yüksek güce inanmaya dayanırken; bunun yerine araştırma, deney, geri bildirim toplama ve bunu yaparak, doğuştan gelen egoist niteliğimizin üzerinde özgecil niteliğe eriştiğimizi bilimsel olarak onaylayana kadar,  “doğrulama ve tekrarlama” yoluyla yüksek güçlerin açığa çıkmasına ulaştığımız bir metottur. Kabala, ritüeller gerçekleştirmeyi, belirli bir kıyafeti giymeyi veya herhangi bir fiziksel nesneye özel bir önem atfetmeyi içermez. Daha ziyade, daha yüksek gerçekliğe ulaşma yolunda ilerlemeyi destekleyen bir ortamda çalışmayı ve katılımı içerir. Bunu yaparak, herhangi biri böylesine yüce bir edinime ilerleyebilir.

“Neden Ağlarız?” (Quora)

Ağlamak, enerjimizin tükendiğini, kaderimizin bizim elimizde olmadığını; hayatımızda hiçbir şey yapamayacağımız üstün bir “şey” olduğunu ve ayrıca sonuçta hayatlarımızda neler olup bittiğine dair hiçbir fikre sahip olmadığımızı kabul etmekten gelir.

Kendimizi zayıf ve çaresiz hissetmenin bir sonucu olarak ağlarız. Bunu yaparak, gerçekte var olan üst güce, daha büyük bir doğa gücüne de teslim oluruz.

Maddesel gerçekliğimizde ağlamak, ulaşamayacağımız bir şeyi istediğimizde veya diğer insanlara karşı belli bir şefkat duyduğumuzda, yani kendimizi başkalarının yerine koyup aynı olumsuz olayların bizim de başımıza gelmesinden korktuğumuzda, kendimizi ifade etme şeklimizdir.

Maneviyatta ağlama, manevi ıslahımıza yani egoist alma niyetimizin, sevme ve ihsan etme niyetine dönüşümüne pasif katılımın ifadesidir. Yani ağlamak, bizim (manevi bir Partzuf veya ruh olarak)  doğuştan gelen alma arzumuzun üzerinde küçük bir ihsan etme niyetine sahip olduğumuz, küçük bir manevi durum olan “Katnut” (“manevi küçüklük” veya “manevi başlangıç”) adı verilen koşulda, manevi olarak zayıf olduğumuzun bir işaretidir. Başka bir deyişle, böyle bir koşul içinde, niyetimiz, bizi egoist olarak yalnızca kendine fayda sağlamaktan korumak için yeterince güçlüdür ama henüz sevmek ve ihsan etmek için doğrudan egomuzla çalışmamıza izin vermez.

 

Onlunun Merkezinde İnşa Etmek

Bizler, hakkında “ters bir dünya göreceğim.” denilen, manevi dünyaya giriyoruz. Şimdi bu ters çevrilmiş dünyayı bizim dünyamızdan hayal etmek imkânsızdır çünkü bu beyaz yerine siyahın olduğu basit bir negatif değildir.

Bu dünyada ihsan etmeye ve sevmeye çalışsak bile, bunu manevi dünyaya doğru şekilde yansıtamayacağız. Manevi dünyayla ilişkilendirecek hiçbir şeyimiz yok: anlayış yok, his yok, tat yok.

Bu yüzden gözlerimiz kapalı gitmeliyiz. Gerçekte de, gözlerimiz kapalı ve hiçbir şey görmüyoruz çünkü sadece egoist arzumuzun içine bakıyoruz. Bakışlarımız içe dönüktür ve sadece midemizle ilgileniriz.

Ve maneviyat tam tersi yönde işler. Bunun tersini hayal edemiyoruz. Tersini yaparsam, manevi olmayacaktır. Bu çok yaygın bir yanılgıdır.

Bilgelerle inançla yürümek, gözleriniz kapalıyken Kabalistlerin talimatlarını takip etmek anlamına gelir, böylece Yaradan’ın yardımı ile içimizdeki ruhun tezahürünü uyandırırız ve Yaradan’ın imgesini, ihsan etme niteliğini, Bina’yı ifşa ederiz. Kişi en azından bunun için bir yer inşa etmeye başlamalı, üst gücün açığa çıkması koşulu bu, böylece bu alan bir şekilde Yaradan’a benzer hale gelir.

Öyleyse ilk olarak, bu alanı egoist arzulardan kurtarmak için bir kısıtlama yapmak ve ardından onun üzerine kat kat ihsan etme aşamalarını inşa etmeye başlamak gerekir: 0-1-2-3-4.

İhsan etme yapısını inşa edebileceğimiz yani Yaradan’ın Kendisini ifşa etmesine ve onu inşa etmesine izin verebileceğimiz alma arzumuzdan temizlenmiş boş bir platform hazırlıyoruz. “Ben” i, egoizmimi kaldırmalı ve onun yerine Yaradan’ın görünmesine izin vermeliyim. Yaradan, yalnızca O’na sunduğum saf yerde görünür.

Ve bunun için gerçekten dostlarımızın yardımına ihtiyacımız var. Egoizmimizin tam merkezinde, biz egoistlerin birleştiği merkezi noktada, onlunun merkezinde, Yaradan’ın ifşasına, ihsan etme niteliğinin tezahürüne yer açmalıyız, böylece ruh en alt seviyeden, kaynaktan daha da gelişmeye başlar: embriyo, emzirme, olgunlaşma.

İhsan etme niteliği, annenin vücudunda büyüyen bir embriyo gibi, biri diğerinin içinde biçimlenerek, alma niteliği içinde gelişir. Ve her ne kadar embriyo anne için yabancı bir cisim olsa da doğa, annenin onu reddetmemesini, tam tersine onu mümkün olan her şekilde, özenle ve sevgiyle destekleyip büyütmesini ayarlamıştır. Annenin tüm büyük vücudu yalnızca embriyoyu büyütme işlevi görür.

Ve bizlerin, aynı sevgiyle, çocuk bekleyen şefkatli bir anne gibi, onluda birleşmemiz ve aramızdaki ihsan etme niteliğini dikkatlice geliştirmemiz gerekiyor. Hiçbirimiz onu kendi başımıza büyütemeyiz, ancak yalnızca aramızdaki bağda, ihsan etme niteliğini hayal edebilir ve onu alma niteliğimizin üzerinde daha fazla büyütebiliriz.

Alma arzusu temeline dayanan tüm bedenimiz, içinde insan, Adem olarak adlandırılacak olan manevi embriyoyu, ihsan etme arzusunu geliştirmek için çalışacaktır, çünkü o Yaradan’a (Domeh) benzeyecektir.

Ruhunuzu ancak eksiksiz bir manevi organizma yoluyla inşa edebilirsiniz: kendi merkezinde manevi rahmin olacağı ve ihsan etme niteliğinin ortaya çıkacağı bir yer açarak kendisini fesheden bir grupta.  Söylendiği gibi: “Beni sen yarattın.”

Bizim tarafımızdan alanı alma arzusundan özgürleştirerek ve alma arzusu içinde ihsan etme arzusunun büyümesine izin vererek, Yaradan diğerinin içinde bir form oluşturabilir.

Bu nedenle tüm çalışmalarımız sadece grup çalışmasıdır. Yaradan’ı dostlarım aracılığıyla aramazsam, o gerçek Yaradan değildir. Bütün dünya Yaradan ile bağ kurmak, O’na dönmek istiyor. Ancak bu girişimlerin ne kadar umutsuz olduğunu görebiliriz. Ve hepsi, insanların Yaradan’ı doğru bir şekilde hayal etmedikleri içindir: insanlar arasında bir bağ olarak.

Yaradan, egoizmimizden özgür olduğumuz bir alanda, aramızda inşa ettiğimiz ihsan etme niteliğidir. İhsan etme formunu alan, alma niteliklerimiz aracılığıyla Yaradan’ı ifşa ederiz.

Yaratılanları sevmeden, Yaradan’a ulaşmak imkansızdır. Bu yüzden şöyle denir: “İnsan sevgisinden Yaradan’ın sevgisine; yaratılanların sevgisinden Yaradan’ın sevgisine.” Bunlar sadece güzel sözler değil, aynı zamanda gerçek ifşaya ulaşmak için gerekli bir koşuldur.