Category Archives: Karşılıklı Sorumluluk

Benzersiz İptal Seviyesi

Soru: Diyelim ki ben sağlık bakanıyım ve siz de maliye bakanısınız. Ülkenin, karantina için kapatılıp kapatılmayacağına bir saat içinde karar vermemiz gerekiyor. Farklı görüşlere sahip olacağımız nettir. Öyleyse, siz kendi fikrinizi,  ben de benim fikrimi iptal etmeli miyiz?

Cevap: Hayır. Hiçbirimiz kendi fikrini iptal edemez. Hiçbir faydası olmayacaktır. Burada tamamen farklı bir karar alma sistemi oluşturmamız gerekiyor, ancak kesinlikle bakanların kabinelerinden değil.

Egoist fikirlerinin üzerine çıkmak isteyen bir grup oluşturmalıyız. O veya başka bir egoistin tarafını tutmak değil, sadece kendi üzerlerine çıkmak. Bu ancak her birimiz diğerlerinin önünde kendimizi feshettiğimizde mümkündür.

Bunun için Onlu (Minyan) yeterlidir. Onludaki herkes diğerlerine karşı kendini feshetmeye başlarsa, o zaman toplumu hissedebiliriz, kendimizi feshettiğimizin ne anlama geldiğini hissedebiliriz.

Bu iptal noktası, Bina (yeni bilginin derecesi) derecesinin temeli olan, manevi gelişimimizin başlangıç noktası olacaktır. Bununla başlamalıyız.

Soru: Bu, birbirimizi kabul edip ortada bir şey bulsak bile hiçbir yere varamayacağımız anlamına mı geliyor? Çözüm farklı bir seviyede mi yatıyor?

Cevap: Evet. Ne yazık ki bu seviye hala belirsizdir çünkü gerçekten özel ve benzersizdir.

Yorum: Kavranması imkansız olan duygulardan bahsediyorsunuz.

Cevabım: Bu durumda, insanlık gözlerini kapatmadan ve bunu, zaten bu duyguya sahip olan insanlardan almadan önce biraz daha acı çekmek zorunda kalacak.

Bir Köprü İnşa Etmek, İki Taraf Gerektirir (Linkedin)

Sol ve Sağ taviz vermeyecek. İnsan benmerkezciliği sürekli arttığı ve insanlar giderek daha inatçı ve hoşgörüsüz hale geldiği için bunu yapamazlar. Buna yardım edemeyiz; doğa her bitkiyi ve hayvanı geliştirdiği gibi egoizmimizi de geliştirmektedir. Yapabileceğimiz tek şey, egolarımızı olumlu ya da olumsuz nedenlere yönlendirmektir. İlkini seçersek, insanlık hayatın her alanında yeni zirvelere çıkacaktır. İkincisini seçersek, kendimizi  III. Dünya Savaşı’nın içinde bulacağız.

Doğa, egolarımızı daha yoğun hale getirdiğinden, halihazırda olduğumuzdan daha da bölünmüş olmaya mahkumuz. Dahası, Amerika’da gördüğümüz gibi, bu bizi neredeyse aynı büyüklükte iki yarıya ayırıyor. Doğa da bizi giderek daha inatçı hale getirdiğinden, bize iki seçenek bırakıyor: ölümüne savaşmak veya anlaşmazlıklarımızı aşmak ve onların üzerinde birliği bulmak.

İkinci seçeneği seçmek ve kendimizi yıkımdan kurtarmak için birliği hayatımızdaki en önemli tek değer haline getirmeliyiz. Bunun, Tanrı’ya bağlılık, çevreyi önemseme, kadın hakları için kampanya yürütme, vatanseverlik ya da şu anda önem verdiğimiz herhangi bir değer için, mevcut değerlerimizle çatışması gerekmez. Birlik,  kendi başına bir seviyede olmalıdır ve bu, her konuda anlaşamayabileceğimiz ancak günün sonunda,  tek bir millet olduğumuz anlamına gelmelidir.

Bu milletin içinde her türlü inanç, ırk, renk, cinsiyet, siyasi gündem ve aklınıza gelebilecek her şeye sahipsinizdir. Ancak canlı bir demokraside olması gerektiği gibi, çeşitlilik her fraksiyonun daha da parlamasını sağlar. Çeşitlilik olmasaydı, bireyler olarak düşünemez, yargılayamaz, öğrenemez ve büyüyemezdik. Çocuklukta bakış açıları içlerine yerleştirilmiş robotlar olurduk ve asla oradan gelişmezdik.

Ama hayat gelişim ve değişimdir! Hayat doğum ve ölümdür, gece ve gündüz, gelgitler, fırtına ve sükûnettir. Hayat, sayısız renk ve ton yaratmak ve sonsuz uyum ve dengeyi sürdürmek için birbiriyle iç içe geçmiş sayısız zıtlıktır. Çeşitliliği yok etmek isteyenler, yaşamı yok etmek isterler.

Ortak zemine sahip olamayız olmamalıyız da çünkü bu insan olarak varoluşumuzun sonu olurdu. Ancak zıt olduğumuzu düşünenleri alıp onlarla farklılıklarımızın üzerinde bir birlik örtüsünü inşa ettiğimizde neden ayrı olduğumuzu keşfederiz: çünkü bir köprü inşa etmek iki taraf gerektirir.

Başkalarına Yardım Etmek, Hayatta Anlam Bulmanıza Yardımcı Olabilir Mi? (Quora)

Hayatın anlamını bulmak için birbirimize iyice bağlanmış olmamız gerekir, çünkü hayatın anlamı gerçekten mevcut hayatımızın üzerinde bulunabilir.

Bu nedenle, hayatın anlamını kendimizden çıkarak elde edebiliriz ki bu, başkalarıyla bağ kurmakla- kendi kişisel çıkarımızın ötesinde onların yararını dileyerek mümkündür.

Kendine hizmet eden arzularımız hayatın anlamı hissini engeller. Onlar, başkalarının ve doğanın pahasına kendi kendini memnun etme arayışındadırlar ve böyle bir memnuniyet, bizim onu almamızın üzerinde çözülür.

Kendimizden çıkarak ve başkalarının arzularını kendimizinmiş gibi hissedeceğimiz bir şekilde başkalarıyla bağ kurarak, çok daha büyük bir yaşamın ifşa olduğunu görmeye başlarız. Bu, kişisel dar arzularımızın sınırlarının dışında ve başkalarının arzularının içinde bir yaşamdır: her an yerine getirilmeye hazır arzular. Başka bir deyişle, hayatın anlamını başkalarının içinde olarak buluruz.

Hayatın anlamını elde etmek, bireysel dar algılarımızın üzerinde uyandırılmış hale gelmek için özel bir pozitif bağa ihtiyacımız vardır. Diğer bir deyişle, hayatın anlamını, hayatın gelip bize girdiği aynı yönde keşfederiz.

Twitter’da Düşüncelerim / 26 Kasım 2020

Maneviyat yolunda, yardım talep etmeyi ya da almayı istemeyerek ölü bir insan gibi olurum.

Haz alma arzusu ile çalışmak iki aşamada gerçekleşir. 1. Onun üstesinden gelerek ve ihsan etme eylemlerini gerçekleştirerek haz alma arzumla savaşırım, . 2. Maneviyat arzusu için savaşırım, çünkü o kaybolur.

Egoist arzuyu eşmek ve içindeki boşluğu ifşa etmek istiyorum ki böylece bu dünyadan cennete, manevi dünyaya ulaşabileyim.

Maneviyat için arzu, Yaradan’ı edinme ve O’na yapışma arzusunu, ihsan etme ihtiyacını edinmek istiyorum. Önümde manevi bir alana dönüştürmek istediğim “düz toprak” yatıyor.

İnsan, arzusundan kendisi için olan niyeti çıkarmalıdır. Yaradan, arzularımıza bilerek egoist bir niyet yerleştirdi

Dinlerde olduğu gibi, hiçbir zaman mantığımızı iptal edip onun altında ilerlemiyoruz ama daima mantık ötesinde ilerliyoruz. Mantık ötesi inanç mantığa dönüşür ve bizler bir kez daha onun üzerine çıkmalıyız – manevi derecelerde bu şekilde yükseliriz.

Yaradan’a yaklaşmak ve O’nu hissetmek için ihsan etme niteliğine ihtiyacım var. Yaradan tek adam, tek ruh yarattı ve onu birçok parçaya böldü ki böylece bu pikseller kendi başlarına birbirine bağlansın. Tek bir adamda yeniden bağlandıklarında Yaradan’ı daha çok hissederiz.

Dünyamız, Yaradan tarafından yaratılan ve her seferinde yükselmemiz gereken temeldir. Bu dünya, tüm kırık kapların bir deposudur. Bu dünyaya daha alçak, kırık bir arzu aşılanmak için düşüyoruz ve onu düzeltmek ve doldurmak için yükseliyoruz. “Yükselmek ve düşmek” manevi yoldur.

İçimizde maneviyata direnen ve manevi çalışmayı bozan ne kadar çok soru, niyet ve düşünce keşfedersek, mumumuzun fitili o kadar kalın ve güçlü hale gelir. Direncin üstesinden geliriz – ve fitil daha fazla yağ emer. Işık yukarıdan gelir ve mumumuzu yakar.

Maneviyattan reddedilme, başkalarına ve Yaradan’a karşı nefret, hissedilmeli ve kavranmalıdır. Maddesellik ve maneviyat arasındaki bağ, maneviyattan reddedilerek, reddedilmenin üstesinden gelerek ve Yaradan’a bağlanarak olur. Bu, bu dünyayla manevi dünyayı birbirine bağlayan, sımsıkı sarıldığımız iptir.

Arzum dışında hiçbir şeyim yoktur. Hayatım boyunca rasyonel mantığı takip ettim ve aniden ona karşı mı çıkacağım? Kabala bilgeliği bizi akıl ve mantık olmadan ilerlemeye zorlamaz, bize onların üzerine çıkmayı öğretir. Akıl ve mantık kalır – onları göz ardı etmeyiz ancak onların üzerine yükseliriz ve tam tersini yaparız.

Bir kişinin aklı ve mantığı ne kadar gelişirse, mantık ötesi inançla hareket etmede o kadar yükseğe erişir, fiziksel dünyada da daha akıllı hale gelerek ve manevi dünyada daha da ilerleyerek. Kişi her zaman büyüyor: mantıkta ve sonra mantık üstünde.

İçimizde kalbimizdeki noktayı – yukarıdan kutsallığın bir parçasını, ihsan etme filizini ifşa etmek istiyorsak, bu amaçla birçok kuvvet uygulamalı ve grup içinde birbirimize yardım etmeliyiz. Ruh denilen tam ölçüye ulaşana kadar, içimize yerleştirilen bir damla semen gibi içimizdeki ihsan etme gücünü geliştiriyoruz.

Dua kalpte çalışmaktır, çünkü mantık ona direnir ve kişi mantığa karşı gelmelidir. Yaradan’dan doğamın direndiği şeyi istiyorum. Her dua, kalpte özel bir çalışma gerektirir. Yaradan için çalışmam gerektiğini mantığımla anlamak istemiyorum, mantık ötesi inançla çalışmak istiyorum.

İçimdeki her şeyin direnişini hissediyorum: Birliği, çalışmaları, özgecil eylemleri, dağıtımı, dostlarla bağı istemiyorum. Beni Yaradan’a yaklaştıran araçlardan yararlanmak istemiyorum. İçimdeki direnci görüyorum – bu benim egomun içinde ama dışarıda tam tersini yapıyorum.

Hiçbir şey ve hiç kimse beni buna zorlamaz, mantık üstünde ihsan etmek uğruna her şeyi yapacak kuvvetleri bulmaya çalışan benim. Mantıktan mantık üstüne, arzunun üstüne geçiş bu şekilde gerçekleşir. Bu fiziksel dünyadan manevi olana geçiştir. Manevi dünya mantığın üzerine, benim olağan arzumun üzerine inşa edilmiştir.

Bir ego-bedenin içinde olduğum için onu nasıl Yaradan gibi olmaya, egonun üstündeki ihsan etme niteliğinde dönüştürdüğümü hayal edebiliyorum. Bu nedenle, kendimi her seferinde daha büyük bir egoist kabukta hissetmekten ve ve ondan Yaradan’ı arzulamaktan mutluyum.

Kendi menfaatim için değil, başkalarının menfaati için hareket edersem, onlardan izole edilmem için hiçbir neden olmaz. Bana zarar veremezler. Aksine, uzay giysisinin sınırlarının ötesinde orada bulunan her şeyi herkesin yararına kullanabilirim.

“İnsan İlişkilerinin ve İletişiminin Özü Nedir?” (Quora)

İnsan ilişkilerinin ve iletişiminin özü, karşılıklı uyumlu bir bağ halinin tezahüründedir.

Uyumlu bir şekilde bağ kurmadan önce, her birimiz birbirimizle ilişkilerimizde ortaya çıkan sayısız olumlu ve olumsuz hisler yaşarız. Sonuçta bu değişim, yeni ve uyumlu bir bağ türünün oluşumuna yol açar.

Bununla birlikte, ilişkilerimizin ve iletişimimizin bizi uyumlu bir bağa götüreceğinden nasıl emin olabiliriz?

Bu bizim hazırlığımıza, yani aldığımız eğitime, sosyo-kültürel etkilere ve yetiştirilme şeklimize bağlıdır.

Kendi içimizdeki ilişkilerimiz ve iletişimlerimiz hakkında endişelenmemize gerek yoktur. Bunun yerine, kendimizi en iyi şekilde nasıl hazırlayacağımızla yani uyumlu bir şekilde bağ kurmak için kendimizi çevreleyen eğitimsel, sosyal ve kültürel etkilerle ilgilenmeliyiz. Bu, çocuklarını okula veya başka bir toplantıya göndermeden önce başkalarına nasıl davranmaları gerektiğini öğütleyen bir anneye benzer.

Kendimizi uyumlu bir şekilde bağlanmaya hazırlayarak, yani kendimizi olumlu insan ilişkilerini ve iletişimini öğreten ve örnekleyen bir çevre ile çevreleyerek, sonrasında kendimizi yepyeni bir hissin açığa çıkmasına yakınlaştırabiliriz: başkalarının düşüncelerini, arzularını ve ihtiyaçlarını kendimizmiş gibi hissetmek. Böylesine paylaşılan bir algı ve his, insan ilişkilerinin ve iletişiminin özüdür.

İnsanlar Neden Motivasyonlarını Kaybeder?

Bizler arzularımızla hareket ediyoruz ve zamanımızda bu arzularımız bireysel doğrusal gelişimine son veriyor ve yeni bir kolektif ve bütünsel gelişim aşamasına giriyorlar.

Başka bir deyişle arzularımız, bireysel arzular olan gıda, seks, aile ve barınmadan, sosyal arzular olan para, şeref, kontrol ve bilgiye doğru, nesiller boyunca artmıştır ve bizim çağımızda, geçmişteki arzularımız gibi doğrudan yerine getirilemeyen yeni bir arzu ortaya çıkmıştır.

Bu yeni arzu ancak diğer insanlarla uyumlu bir bağ ile yerine getirilebilir. Bu binlerce yıldır nasıl geliştiğimize dair temelde yeni ve farklı bir gelişmedir ve bu yeni arzunun ortaya çıkmasından sonra hayatlarımıza nasıl yön vereceğimizi henüz kavrayamadık.

Çağımızda ortaya çıkan küresel bağlantılı teknolojiler ve ekonomiler gibi olaylar, bu yeni arzunun yüzeysel bir ifadesidir. Başka bir deyişle, bizi giderek daha fazla birbirine bağlayan sistemler yarattık, ancak henüz tutumumuzu olumlu bir şekilde birbirimize bağlamadık. Teknolojik ve ekonomik yollarla yüzeysel olarak bağlanmak, nihayetinde bizi tatmin etmekte başarısız oluyor çünkü zihinsel ve duygusal düzeyde pozitif bir şekilde bağlanmamız gerekiyor. Bunu yapmak, hayatlarımızda yepyeni bir tür tatmin ortaya çıkaracaktır.

İçsel olarak bağımsız kalarak, dışsal olarak ne kadar çok bağ kurarsak ve kendimizi geçmiş yöntemlere göre yerine getirmeye ne kadar devam edersek, o zaman bedensel/maddesel çeşitliliğimizde ortaya konan zevklerin: yemek, seks, aile, para, şeref, kontrol ve bilgi peşinden koşarken motive kalmayı o kadar zor buluruz. Bununla birlikte, aynı şekilde içimizde ortaya çıkan bu yeni arzunun, nihayetinde ne istediğini ve onu nasıl yerine getireceğimizi henüz daha kabullenemedik.

Motivasyonumuzu ve yaşama sevincimizi yepyeni bir düzeyde tazelemek için yeni bir yönteme, yeni eğitime ve yeni ortaya çıkan bu arzu ile tanışmamıza,  bireyci-doğrusal bir paradigmadan bütünsel-analog bir paradigmaya önemli bir geçiş çağında nasıl yaşayacağımıza ve yeni bulduğumuz karşılıklı bağımlılığımızı ve birbirine bağlılığımızı uyumlu bir şekilde nasıl gerçekleştirebileceğimize rehberlik edecek etkilere ihtiyacımız var.

Günümüzde pek çok insan motivasyonunu kaybediyor çünkü artık bireyci kendi kendine hizmet yollarıyla kendilerini memnun edebileceklerini hissetmiyorlar. Bu nedenle, kendimizi tamamlama/memnun etme şeklimizi değiştirmemiz gerekiyor: Başkalarını tamamlamak için samimi bir niyet inşa etmemiz ve birbirimizi tamamlamayı hedeflediğimizde, mükemmel bir yaşamdan daha azını keşfetmeyeceğiz.

Dahası, karşılıklı sorumluluk ve birbirine bağlılık kanunları olan doğa kanunları, bu gelişmenin arkasında durmaktadır. Doğa kanunları, birbirimizle gittikçe daha fazla bağ kurmamıza rehberlik ediyor. Dolayısıyla, artan bağımızı olumlu bir şekilde gerçekleştirmek için ne kadar aktif adımlar atarsak, doğanın yasalarına o kadar çok uyum sağlar ve buna bağlı olarak, yeni kurulan bağımıza girmek için doğada ikamet eden olumlu güçleri uyandırırız. Bu gerçekleştiğinde, şu anda bildiğimiz ve hissettiğimiz her şeyin dışında, sınırsız yaşamın tadına varacağız ve bizi egoist benliğimizden çıkıp başkalarıyla uyumlu bir şekilde bağ kurmaya teşvik eden bir atmosferden kaynaklanan yepyeni bir motivasyon dalgası hissedeceğiz.

Nefret Dedektörü

Pandeminin bir sonraki aşaması Koronavirüsün bizi ona doğru götürdüğü, kötülüğün ifşasıdır. İçsel ayrılığımıza uygun olarak birbirimizden uzak durmamız gerektiğini anlayacağız. Yavaş yavaş, maddi ve manevi dünya arasındaki bağlantı tezahür etmeye başlayacak.

Bu nedenle salgının sona ereceğini düşünmüyorum.  İlaçlar ortaya çıkacak, ancak yardımcı olmayacaklar ve eğer bir virüs için yardım ederlerse, bu sadece bir başkasını, daha da tehlikeli olanı ortaya çıkarmak için olacaktır.

Koronavirüs bize dış parametrelerde birbirimizle olan içsel ilişkimizi göstermektedir: Birinden “iki metre kadar” ve birinden “yirmi metre kadar” nefret ediyorum. Karantina mesafesi aramızdaki nefreti yansıtmaktadır. Eğer onlara iyi davranmazsam birine yaklaşmam yasaktır. Belki birisine çok yaklaştığınızda vızıldamaya başlayan bir detektör bile icat ederler.

Buna kötülüğün ifşası denir çünkü insanlara ne kadar kötü davrandığımı ve tavrımı düzeltmem gerektiğini anlarım. Bu Koronavirüsün tedavisi olacaktır.

Manevi alanda yakınlığımız, niteliklerin benzerliği yasası tarafından belirlenir. İşte bu yüzden bu dünyada başımıza böyle olaylar geliyor. Yeni bir gerçeklik algısı kazanıyoruz çünkü sizin hakkınızda nasıl düşündüğüme (iyi veya kötü) bağlı olarak size yakınlaşabilir veya uzaklaşabilirim. Eğer gerçekten sizin için en iyisini istiyorsam, daha da yakınlaşabilirim. Ama sadece belirli bir sınıra kadar, bundan fazlası değil! Aramızdaki sınırı hissederim.

Manevi bir alandaki yüklü parçacıklar gibiyiz, gelişigüzel yakınlaşamayan veya uzaklaşamayan, ancak her zaman aralarında bir denge sağlayan. Böylece niteliklerimizin eşitliği ya da farklılıkları ölçüsünde birbirimize doğru yüzdüğümüzü hissetmeye başlarız. Tutum değiştikçe mesafe değişecek ve her şey o kadar net hale gelecek ki, kendimizi hızla ıslah etmemize ve tek kalp tek bir adam gibi olmamıza izin verecektir.

Aramızda hiçbir fark olmayacak – sadece tek bir ortak arzu. Hastalıklar ve virüsler olmayacak. Virüs, bizi bu duruma, ortak kucaklaşmaya getirdiği için yararlı olacaktır.

Asıl mesele, doğada saklı olan üst gücün yardımına ihtiyacımız olduğunu bulmaktır. Bu güç yaşamın kaynağıdır ve bu nedenle tüm yaratılış parçacıklarını yaratır ve yaşam duygusuna ulaşıncaya kadar onları geliştirir. Bu nedenle, tüm seviyelerde artı ile eksiyi birleştirebilen bu kuvvete ihtiyacımız var, böylece o, insan seviyemizde bize yardımcı olabilir.

İnsan seviyesinde bu güç, bizim çağrımız olmadan kendiliğinden gelmeyecektir; bize özgür seçim bırakmaktadır: o, bizlere sadece negatif bir güç olarak görünerek bizi uyandırır, böylece aramızda olumlu davranmayı talep ederiz, söylendiği gibi: “Karı ve koca – aralarında Shechina.” Bu hep birlikte istememiz, talep etmemiz ve dua etmemiz gereken şeydir.

Tek bir çıkış yolumuz var: kendimizi düzeltmek ve o zaman aramızdaki iyi bağ, virüsün kendini göstermesine izin vermeyecek. Bunu anlayana kadar Koronavirüs yok olmayacak.  Çeşitli değişimlerle yeniden doğacak ve hayatımızı zehirleyecek ta ki sadece birbirimizle ilişkilerimizi geliştirerek virüsü etkisiz hale getireceğimizi anlayana kadar.

Aksi takdirde virüs, insandan hayvanlara, hayvanlardan böceklere, savaşması imkansız olan çok daha küçük olanlara geçecektir. Virüs her yerde olacak! Böcekler, sinekler ve kuşlar tarafından taşınacak ve bizi her sivrisinekten korkmaya zorlayacak. Ve en önemlisi, ürünlere virüs bulaşacaktır.

Kendimi bir eve kilitleyip, onu kaleye çevirebilirim ama bu kalenin içinde erzaklara ihtiyacım vardır. Ve tüm ürünler virüslü olacaktır, herhangi bir domates, salatalık veya su şişesinde her yerde virüs olabilir. Sonuçta, herkes egoizme sahiptir, bu da hepimizin acı çekeceği anlamına gelir. Evden çıkamayabilirim ama nefes almam gerekir ve hava ile birlikte virüsleri soluyacağım.

Başka nasıl şöyle demeye itilebiliriz: “Yeter! Düzelme uğruna her şeyi yapmaya hazırız.”

Görünürde Bir Aşı Olmadan Tek Tedavi Önleyici Tedbirdir

Facebook Sayfamdan, Michael Laitman 23/10/20

Birleşik Krallık Hükümeti Baş Bilim Danışmanı Patrick Vallance, geçtiğimiz günlerde Londra’daki Ulusal Güvenlik Strateji Komitesine “enfeksiyonu tamamen durduran gerçekten virüsten arındıran bir aşı yapma olasılığımızın düşük olduğunu” söyledi. Bu tahmin ne kadar ürkütücü olsa da, Vallance’ın virüsün etkisini küçümseme ihtimali var. Daha olası senaryo, virüsün insanlardan hayvanlar alemine, bitkilere ve oradan tekrar insanlara yayılacak olmasıdır. Düzenli yöntemler kullanarak onu yenmek imkansız olacaktır. Tek seçeneğimiz yaşam tarzımızda devrim yapmaktır.

Halihazırda, Ulusal Bilimler Akademisi Bildirilerinde yer alan bir raporda, kedi ve köpeklerin yeni Koronavirüs tarafından enfekte olabileceğini ve bunu evcil hayvanlara bulaştıranların insanlar olduğunu doğruluyor. Gerçi şimdiye kadar hayvanların insanları enfekte ettiğine dair hiçbir kanıt olmamasına rağmen, deneyimler Koronavirüsün her zaman değiştiğini ve yarın evcil hayvanlar aracılığıyla bulaşmayacağından emin olamayız.

Daha da endişe verici olan, Çin’deki Qingdao Sağlık ve Güvenlik Komisyonu, Qingdao limanında pozitif deniz ürünü örneklerinin tespit edildiğini ve mevcut kargoyu boşaltan iki işçinin enfekte olduğunu bildirdi. Evcil hayvanlarımız ve yiyeceklerimiz yoluyla bile bize bulaşabilecek bir virüs için aşı olmadan kendimizi nasıl koruyacağız? Kendimizi virüsten koruyamayız, ancak ortaya çıkmasının nedenini ortadan kaldırabiliriz ve bu da virüsü ortadan kaldıracaktır.

Geçtiğimiz birkaç on yıl içinde, hayvanlar aleminden insanlara bir dizi virüs geçti. HIV AIDS, Ebola ve SARS sadece birkaç örnektir ve bilim adamları, hayvanların yaşam alanlarını mahvettiğimiz ve onları bize yaklaştırdığımız için, daha pek çoğunun “tüpte” olduğu konusunda uyarıyorlar. Aynı zamanda, yozlaşmış yaşam tarzımızla bağışıklık sistemimizi zayıflatarak bizleri, tanıdık olmayan patojenlere karşı daha savunmasız hale getirdik.

Sağlıklı bir gelecek istiyorsak, yaşam tarzımızı değiştirmeliyiz. İnsanlar, milletler, ırklar ve inançlar arasında sömürü, acımasız rekabet, nefret ve yabancılaşma tavrını sürdüremeyiz. Bu nefret, birbirimize ve dünyaya kötü davranmamızın sebebidir. Hakimiyet mücadelelerimizle, aramızdaki savaşları yaşadığımız dünyaya aktarıyor ve gezegenimizi yok ediyoruz.

Suçlarımızın hiçbir sonucu yokmuş gibi davranamayacak kadar güçlendik. Birbirimizden karşılıklı olarak sorumluyuz. İstesek de istemesek de birbirimize bağımlıyız. Yaptığımız her şey tüm insanlığı etkiliyor. Birbirimiz için düşünmeyi ve endişeyi seçersek, bu tüm dünyayı kurtaracaktır. Nefreti sürdürmeyi seçersek, kendimizi ve herkesi yok ederiz.  Batmak veya yüzme durumundayız ve hepimiz farkında olmadığımız iplerle birbirimize bağlıyız. Başkalarını boğarsak, bu ipler bizi onlarla birlikte aşağı çeker.

“Bir Belirsizlik Gerçeği” (Medium)

Tüm dünyada ülkeler Covid-19’un ikinci dalgasının bedelini hissediyor. Enfeksiyonlar artıyor ve şehirler ve ülkeler, tecrit emirlerini eski haline getiriyor. Bu noktada en yaygın duygular, belirsizlik ve umutsuzluk gibi görünüyor. İlk dalgada, birkaç hafta evde kalacağımızı ve Koronavirüs kabusundan uyanacağımızı düşündük. Şimdi, ikinci dalgada, onun gitmediğini anlamaya başlıyoruz.

Tüm doğa, unsurları birbirine bağlı ve birbirine bağımlı olan bütünsel bir sistem olarak işlev görürken, gerçek tam tersi olduğunda, insanlığın geri kalanından ve doğanın geri kalanından ayrı ayrı varlıklarmışız gibi hareket ederiz. Ve böyle hissettiğimiz için de evimizi mahvediyoruz.

Bundan kaçınmanın tek yolu (umarım) insanlarla temastan kaçınmaktır, ama bunu ne kadar daha yapabiliriz? Sonuçta bizler sosyal varlıklarız ve diğer insanların arkadaşlığı, bizim için varoluşsal bir ihtiyaçtır. Evlerimizde kilitli kalmaktan dolayı boğulma ile virüsten boğulma arasında seçim yapmak zorunda kalıyoruz gibi görünüyor. Bunun da ötesinde, dışarı çıkıp başkalarının arkadaşlığından haz almayı seçenler ile içeride kalıp, kendilerini ve sevdiklerini korumak isteyenler arasındaki gerilim, toplumda zaten artan gerilimlere katkıda bulunuyor. En hafif tabirle, böyle bir durumda toplum için gidişat iyi değildir.

Bununla birlikte, yakalamaktan bir çıkış yolu vardır. Denemeye istekli değiliz, ama bir çıkış yolu var. Doğa ile çatışmamız bize bu virüsü getirdiğinden, çatışmayı bitirmek virüsü ortadan kaldırmanın yoludur.

Doğa ile ilgili diziler izlemeyi severim. Hayvanların nasıl davrandıklarına baktığınızda, tüm yaşamları diğer hayvanları yemek veya onları yemek isteyen diğer hayvanlardan kaçmak etrafında dönse de, mükemmel bir denge olduğunu görürsünüz. Aralarında nefret yok; doğanın mükemmel bir uyum içinde çalışmasını ve yaşamın gelişmesini sağlayan doğal bir mekanizma vardır.

Ancak insanlar dengeden yoksundur. Çok yiyoruz, ihtiyacımız olmayan şeyleri biriktiriyoruz, mükemmel güzel şeyleri atıyoruz ve gezegeni kirletiyoruz. Dünyanın yarısı fazla kilolu iken, diğer yarısı açlık çekiyor.

Ve hepsinden kötüsü, birbirimizi öldürüyoruz, birbirimizi taciz ediyoruz, birbirimize eziyet ediyoruz ve diğer insanları aşağılamaktan zevk alıyoruz. Bizler nefret dolu varlıklarız, doğanın tamamında tek nefret dolu varlıklarız. Ve bunda, doğayla ters bir çatışma içindeyiz.

Koronavirüs bizi daha sorumlu davranmaya zorluyor. Bizi ayrı kalmaya, tüketimimizi kısıtlamaya, sömürümüzü sınırlamaya ve gezegene verdiğimiz zararları azaltmaya zorluyor. Bu zararları, gönüllü olarak yapmayı bıraksaydık, bizi sınırlandırmak için virüse ihtiyacımız olmazdı. Virüsün en baştan ortaya çıkmasına engel olacak şekilde, kendimizi sınırlandırırdık.

Bir düşünün, virüsü yenmek için almamız gereken önlemler, gezegeni kurtarmak ve başkalarının sömürüsünü durdurmak için almamız gereken önlemlerin aynısıdır. Birbirimize ve gezegene karşı davranış şeklimizi değiştirseydik, hiç denemeden virüsü ortadan kaldıracağımız ortaya çıkmaktadır.

Büyük olasılıkla Covid-19’a aşı olmayacak. Biri bulunsa bile, epidemiyologlar, önümüzdeki yıllarda bu virüslerin insanlığı gittikçe daha fazla enfekte ettiğini görmeye mecbur olduğumuz konusunda uyarıyorlar, bu yüzden bununla savaşmak kayıp bir amaçtır. Labirentten çıkmanın tek yolu, tavrımızı sömürücülükten işbirliğine, yabancılaşmadan bağa geçirmektir. Bugün, bu her zamankinden daha nettir.

Bir Dünya Devriminin Eşiğinde

Kişi özünde sadece haz veya acıya çok duyarlı bir alma arzusudurBu nedenle, Yaradan bir anda tüm insanlığı mutlak erdemli olmaya mecbur edebilirdi.

Ancak O, buna anlayış ve farkındalık yoluyla gelmemizi istedi, böylelikle kendimiz O’ndan bizi ihsan etmeve bağa getirmesini talep edebilirdik, biz kendimiz karşılıklı garanti ister ve kendimiz Yaradan’a benzer olmaya çalışırdık.

Bu yüzden bu, çok zaman alır ve çok farklı koşullar gerektirir. Tüm insanlığı yetmiş parçaya, dünyanın yetmiş ulusuna, farklı zamanlara ve her türlü koşula bölmek gerekiyordu. Her şey, her arzu üzerine onun üstünde olan bir his inşa etmek içindir, yani ihsan etme uğruna, alma arzusunun ve ihsan etme arzusunun ne zaman ve ne ölçüde kullanılabileceğini hesaplayabilen bir zihin.

Bu şekilde, kişi, Yaradan’dan ne kadar almanın mümkün olduğunu ayarlayabilir, öyle ki bu sadece ihsan etmek için olan arzuyu ıslah etmek için yeterlidir, bir damla daha fazlasını değil.

Görünen o ki bizler alma arzusunu programlamalıyız böylelikle doğasına aykırı çalışmasına izin veren tüm bu bilgeliği, bilgiyi ve yetenekleri emer ve Yaradan’ın doğasını üst nitelik olarak takdir etmeyi, onu kendi üzerine koymayı, etkilenmeyi ve O’nun gibi davranmayı öğretir.

Yaratılış, ancak çok karmaşık bir süreç yoluyla Yaradan ile denkliğe getirilebilir. Sonuçta, başlangıçta bundan son derece uzaktır, ona tamamen tersidir. Yaradan, alma arzusunu, ihsan etme arzusuna zıt olsun diye yarattı, sonra onu kırdı ve bu arzunun içine minik ihsan kıvılcımları serpiştirdi.

Bu kıvılcımlar da egoizmin kontrolü altındadır. Bu nedenle, kişi tüm egoist arzusunu ve tüm ihsan etme kıvılcımlarını kullanır ve bu sayede başkalarıyla bağ kurar, farklı toplumlar, işler kurar ve birbirinden kar elde etmek ister. Tüm bunlar alma arzusunun içine düşen kıvılcımlar sayesindedir; aksi takdirde arzular izole kalır ve birbirleriyle bağlantı kuramazdı.

Bağlanmaya ve birbirimizden kazanmaya başladığımızda, bunun ne kadar karlı olduğunu anlarız ve daha fazla bağlantı ekleriz. Sonra birdenbire her şey bozulur çünkü böyle devam etmek imkansızdır ve feci bir düşüş yaşanır. Bu kriz yirminci yüzyıl boyunca büyümektedir ve bugün öyle bir noktaya ulaştı ki ekonomik bir düşüşten evrensel bir düşüşe dönüştü.

Bugün, ışığın kıvılcımlarından gelmesi gerçeğine rağmen, bağın kötü olabileceğini anlamaya başlıyoruz. Şimdi işimiz bu bağı iyi bir bağa dönüştürmek. Bu özel bir süreçtir çünkü sadece komşumuzun yararına bağ kurmamızı gerektirir. Bunu yapmak için, üst ışığın kıvılcımlarını alma arzumuzun üzerine çıkarmamız gerekir.

Ortak ruhun parçalanmasından sonra, bugüne kadar, bu kıvılcımlar daha da egoist bir şekilde alma arzusunu oluşturmamıza yardımcı oldu. Ancak şimdi, ışığı çekmek ve alma arzusu yerine ihsan etme arzusunu büyütmek için, bu alma arzusunu alıp kıvılcımların hizmetine sunmalıyız. İhsan etme niyeti, alma olanın üzerinde yükselmelidir bu da mantığın üzerinde inançla çalışmak anlamına gelir. İhsan etme gücü, Bina, bizim tarafımızdan alma gücünün üzerinde değerlenecektir.

Bu, ihsan etme niyetinin egoizmin gücünden daha büyük olması için gerçekleştirmemiz gereken büyük devrimdir ve kırılma sırasında arzuya düşen kıvılcımlar, onlardan kar elde etmek için kıvılcımların başkalarıyla bağ kurmak için kullanıldığı, gelişimi kontrol eden egoizm yerine, gelişimimizi belirlemeye başlayacaktır.