Category Archives: Karşılıklı Sorumluluk

“Çok Kültürlülük İşe Yarar Mı?” (Quora)

Çok kültürlülük belli bir insani gelişim döneminde gereklidir, ancak daha da geliştiğimizde, uzaklaşacaktır.

Herhangi bir özel ayrım yapmadan, mümkün olduğunca, sadece insan olmamız gerektiğini anladığımız bir koşula ulaşmamız gerekiyor. Gerçekten de büyük bir insan çeşitliliği olacak, ancak bu çeşitliliği kültürel olarak ilişkilendirmeyeceğiz. Biz kültürlerin içinde doğmadık. Onlar edinilir ve dolayısıyla sert/değişmez gerçekler değillerdir.

Çeşitlilik, daha ziyade, tam bir birleşme sağlanana kadar diğerleriyle olumlu bağ içinde ilerleme fırsatlarıyla ilgili olmalıdır. Doğuştan gelen çeşitliliğimiz, birbirimize olumlu bir şekilde bağ kurma fırsatlarının gerçekleştirilmesiyle elde ettiğimiz benzerlikle birleştiğinde, insan toplumunda yepyeni bir tür içsel doygunluğun verdiği mutluluğa ve uyuma yol açacaktır. Sanki hepimiz ortak bir dili paylaşıyormuşuz ve hepimiz aynı milletin ve ailenin üyeleriymişiz gibi hissedeceğiz.

İnsanlığın Ana Ahlaki İlkesi

Soru: Ahlaki normlar sürekli değişiyor. Örneğin Şovenizm ve Nazizm’in yerini hoşgörü almıştır; cinsel ve ulusal azınlıklara karşı hoşgörülü bir tutum. Ya da daha önceden, boşanma utanç verici bir şey olarak kabul edilmiş olmasına rağmen, günümüzde kişinin bağımsızlık kazanabileceğine vb. inanıldığı için,  onurlu bile olabilir.

Toplumun kültürüne ve geçen zamana bakılmaksızın sabit kalması gereken ilkeler var mı?

Cevap: Evet. Bunlar, herkesin genel etkileşimin ayrılmaz bir parçası gibi hissettiği, tek bir topluluk oluşturduklarında, insanlar arasındaki doğru etkileşim ilkeleridir. Onun içinde mükemmel, ebedi koşullarını keşfederler. Bu duygu içinde yaşamalılar.  Gelişimlerinin amacı budur.

Soru: İnsani gelişime, kültüre ve geçen zamana bakmaksızın değiştirilmemesi gereken birkaç ilkeyi sıralayabilir misiniz?

Cevap: Böyle yalnızca tek bir ilke vardır: “komşunu kendin gibi sev”. Başka hiçbir şey yok. Uygulamada, yalnızca bu ilke bizi, içinde sonsuz ve mükemmel yaşamı ifşa ettiğimiz, birbirimize bağlı sistemimizin yaratılmasına ve sürdürülmesine götürür.

Bu nedenle, onlularda ve küçük gruplar halinde bir araya gelerek, aramızda bu prensibi gerçekleştirmeliyiz. Bu hali hazırda pratik Kabala uygulamasıdır, bizi birbirimize yakınlaştıran, neden birbirimize zıt olduğumuzu açıklayan ve bu zıtlığın nasıl üstesinden geleceğimizi öğrenmemize yardımcı olan, üst ışık denen özel enerjiyi nasıl çekeceğimizdir.

Başlangıçta, parçalanma yaşadığımız için bağımız koptu. Şimdi, birbirimizle yakınlaşmayı başarmalıyız. Bağ ve kopukluk arasındaki farkta, kendimizi, hayatın ebedi akışı içinde var olduğumuzu hissetmeye başlayacağız.

Yorum: Bir paradoks olduğu ortaya çıkıyor. Şimdi dışarı çıkıp insanlara “komşunu sev” ilkesine uyup uymadıklarını soracak olsaydınız, hemen hemen herkes uyduğunu söylerdi.

Cevabım: Öyleyse, “komşunu kendin gibi sev” sözleriyle neyi kastettiğimizi ve bu prensibin bize neden Tora’da verildiğini ve ayrıca herkesin bunu yerine getirebileceği konusunda böbürlendiğini ama gerçekte hiç kimsenin bunu yerine getirmediğini, vb. açılamamız gerekir.

Soru: Diğer tüm ahlaki ilkelerin bu ilkeye dayandığını mı düşünüyorsunuz?

Cevap: Onların hepsi,  sadece “komşunu sev” in belirli bir durumudur.

Soru: Bundan anlaşılan, eğer bu prensibe uyarsam koltuğumu toplu taşımada başkalarına vereceğim ve insanlara karşılıksız olarak yardım edeceğim midir?

Cevap: Bundan hareketle, her zaman başkalarına karşı nazik olacaksınız ve komşunuza asla zarar veremeyeceksiniz. Sonuçta, bir kişiyi seviyorsanız, ona nasıl zarar verebilirsiniz ki?

“2021 Yeni Yılından Ne Beklenmeli” (Medium)

Alışılmadık bir yılı bitirmek üzereyiz ve insanlık, bir sonraki için neyin beklediğini merak ediyor. 2021, şimdiye kadarki deneyimlerimizin amacının, insanlığı daha olumlu bir şekilde yeniden düzenlemek olduğu gerçeğini hepimizin hissedeceği, anlayacağı ve kabul edeceği bir yıl olacak. Karşılaştığımız zorluklar, bizi nasıl yeni bir gelişim aşamasına, yeni bir insan varoluşuna ilerlettiklerini incelememize yardımcı olmak için, bizim lehimize çalıştı.

2020, kutuplaşma, ekonomik kriz, doğal afetler ve dünya çapında bir kapanmaya neden olan küresel bir salgın ile tanımlandı. Virüs bizi düzenlemek, silkelemek ve toplumdaki, insan ilişkilerimizdeki ve gezegenimizle olan dengesizlikleri düzeltmek için geldi.

Bu, doğanın bizimle ilgilenme şeklidir. Covid-19 rastgele bir virüs değildir. Onun arkasında, bizim gezegenin büyük bir bölümünü yok etmemizden sonra harekete geçen doğal bir sistem vardır. Sanki doğa, “Yeter artık. Dünyayı mahvediyorsunuz. – Toprağı kuruttunuz, okyanusları kirlettiniz, havayı kirlettin ve toprağı çöp yığınları haline getirdiniz. Yeryüzü’nün kaynaklarını tükettiniz. Şimdi dünyayı yeniden inşa etmeye başlayın. ” dedi.

Bizler üzerimize düşeni yapana kadar, doğanın sakinleşmeyeceğini daha ne kadar anlamakta başarısız olacağız? Suçluluğumuzu tek tük fark etmeye, gerçekte neler olup bittiğini anlamaya başlıyor gibiyiz. Sürekli bir şekilde yanıltıcı olan medya olmasaydı, insanlık sorumluluğunu uzun zaman önce kavramış olabilirdi.

Ve olabildiğince acımasız görünse de, doğal sistem bizimle oldukça nazikçe konuştu, neredeyse tarihteki diğer salgınlarda olduğu kadar acımasız değildi. Bize doğanın neyi istediğini anlamamız için zaman veridi. Ama uyarıyı dikkate almazsak ve rotamızı dengeye doğru değiştirmezsek, önümüzdeki yıl doğal olarak daha güçlü bir tepki bekleyebiliriz.

Yeni aşıların ortaya çıkmasıyla pandemi sona mı erdi? İnsani gelişimde bir sonraki aşamaya geçiyoruz, bu yüzden belli ki bazı değişiklikler olacak. Değişim bizim için rahatlama yönünde mi olacak? Bunu belirlemek zordur, çünkü genellikle gerekli düzeltmeler yapılana kadar, doğanın darbeleri en hafiften en ağıra doğru hareket eder. Örneğin, bir çocuktan bir görevi yerine getirmesini isterseniz ve o yapmazsa, muhtemelen bir dahaki sefere onunla daha sert bir tonda konuşursunuz.  Bu yardımcı olmadıysa, duruşunuzu güçlendirmeniz ve ona daha katı şartlar ve koşullar sunmanız gerekirdi.

Aşılarla ilgili bile, önümüzdeki yılın nasıl görüneceği alın yazısı değildir. Gerçekte, gelecek bize bağlı. Doğanın bize ne söylediğini, ne kadar anlamaya çalışacağımıza bağlı. Mesaj net. Çevreyi tahrip eden gereksiz şeylerin üretimine odaklandığı için, endüstrimizin yeni dünyaya uygun olmadığı açıktır. Mevcut eğitim sisteminin, doğa kanunlarıyla uyumlu olmadığı açıktır çünkü kendimizi, birbirimizle rekabet edecek ve bölünme yaratacak şekilde eğitiyoruz.

Bu nedenle,  yeni yılın ana görevi bütünsel bir dünya kurmak, birbiri için ve tüm doğayla, insan ortaklığı yaşamına girmek olmalıdır.

İnsanlığın değişiklikler yapması, gerçekten önemli olan ve olmayan şeyleri yeniden hesaplaması gerekecek. Vazgeçilmez olmayan her şeyden kurtulmalıyız, mağazalarımızın ve işletmelerimizin yaklaşık % 80’ini kapatmak zorunda kalacağımızı anlamalıyız. Elbette, insanların nereye ve hangi amaçla (yani, daha dengeli bir dünyaya) yol aldıklarını anlamadan, bu kadar büyük değişikliklere katılmalarının imkanı yoktur.

Bu arada, insanlar, bu kadar belirsizlik ve sosyal huzursuzluk varken nasıl bir insan toplumu inşa edileceğini sorgulayarak, geçimlerini nasıl sağlayacağından endişe duyarak, yaygın işsizlik endişesiyle bu yılı bitiriyorlar. Herkesin geleceğe umutla bakabilmesi için, herkesi hesaba katan yeni bir düşünce tarzını nasıl benimseyeceğimizi kendimize sormalıyız.

2021’in bir geçiş yılı olacağını düşünüyorum. İhtiyacımız olan tam geçiş birkaç yıl sürecek olsa da, en azından ulaşmamız gereken gelecekteki koşulları anlamaya başlayacağız. Gerekli olmayan şeyleri yaratmamalıyız. İnsan eğitimine, karşılıklı dayanışma içinde birbirimize yaklaşmayı hedeflemek için, kendimizi eğitmeye büyük önem vermeliyiz.

Eğer birleşirsek, tüm güzelliğin önümüzde olduğunu anlayacağız. Bu bilince ulaşmak, bizim gücümüz dahilindedir. Her şey, gözlerimizi açmaya, zihnimizi açmaya ve doğanın (“Tanrı” ve “doğa” için İbranice kelimeler, Gematria’da aynı sayısal değere sahip ) bizimle ne yaptığını anlamaya ne kadar istekli olduğumuza bağlıdır. Aramızdaki gelişmiş bağlar sayesinde, bütünlüğe ve tam doyuma ulaşmak için, gerçekte her şeyi yöneten yüce gücü ifşa edeceğiz.  Bu, sadece düşünürsek ve birleşmeye doğru hareket edersek bizi bekleyen olumlu gelecektir.

“Doğru Yarış” (Linkedin)

Esav ve Yakup arasındaki ilk yarışmadan beri, insanların birbirleriyle yarıştığını gördük. Rekabetin hayata bir amaç verebileceğini biliyoruz ve kazananları kim sevmez? Ancak rekabetin, kaybedenler ve bazen kazananlar için de yıkıcı olabileceğini biliyoruz.

Hatta büyük sporcular bile sıklıkla, hatta bazen klinik olarak depresyondadır. Michael Phelps, Serena Williams ve Aly Raisman, sporlarında tarih yazmalarına rağmen depresyonla mücadele eden sayısız sporcunun en ünlü isimlerinden sadece birkaçıdır. Aslında, sporcularla yapılan bir NCAA araştırması, yüzde 30’unun bir yıl boyunca depresyonda hissettiğini bildirdi. Peki rekabet iyi mi kötü mü?

Her şey gibi, düzgün yaparsanız iyi olur. Rekabet, gelişme ve büyüme için olumlu bir itici güç olabilir veya rekabetin amacına bağlı olarak ilerlememizi kısıtlayabilir ve engelleyebilir. Kendimizi yüceltmek için rekabet ettiğimizde, bu egoist bir rekabettir. Bu tür bir yarışmada, yalnızca son zaferiniz kadar iyisinizdir. Böyle bir rekabet iyi bir olaya yol açamaz çünkü hepimiz bazen kaybediyoruz ve hepimiz yaşlanıyoruz ya da yoruluyoruz ya da birileri bizi zekice alt ediyor.

Ancak, en çok verenin kazanan olduğu, tamamen farklı bir yarışmaya katılabiliriz. Böyle bir yarışmada, ne kadar “şiddetli” rekabet edersek, birbirimize o kadar yaklaşırız. Büyük ödül elbette komşusunu kendisi gibi seven kişiye gider.

Antik çağda, İsrail halkı tam da bu tür bir rekabet gücüne dayalı olarak kendi milliyetini geliştirdi. Daha başarılı olduklarında, daha da yakınlaştılar ve güçlendiler. Başarılı olamadıklarında ve vermeye karşı doğal kızgınlıklarının üstesinden gelemediklerinde, nefreti büyüttüler ve bu nedenle bir ulus olarak zayıfladılar ve genellikle dış bir düşmana yenildiler. Bilgelerimize göre, iki tapınağın da yıkılışı bu şekilde oldu.

Şu anda bir verme rekabeti bize ihtimal dışı gelebilir, ancak bunun nedeni sadece mevcut toplumumuzun birliği savunmaması, ayrılmamız ve kendimize tapmamızdır, dolayısıyla vermek “kokan” her şey itici gelir. Bununla birlikte, amacımız eski İsrailliler gibi karşılıklı sorumluluk ve dayanışmaya dayalı, birbirine bağlı bir toplum oluşturmak olsaydı, verme yarışması en doğal nitelik olurdu ve bencillik itici görünürdü.

Benliği putlaştıran son tür, eski Roma’da uygulanan türdür; İbrani olanı değil, Helenistik türdür. İkinci Tapınağın yıkılmasından bu yana Helenistik zihniyet dünyaya hakim oldu. Artık insanlar, kendini beğenmenin kişiyi ancak bir yere kadar getirebileceğini görmeye başladığına göre, diğer yolu yani İbrani olanı denemenin zamanı geldi: verme ve bağ kurma, başkalarını sevme ve farklılıkların üzerinde bağ kurma. Bu tür bir rekabeti ne kadar erken benimsersek, hepimiz için o kadar iyi olur.

“2020- Sıradışı Ama Harika Bir Yıl” (Linkedin)

Bir Kabalist olarak, 2020’nin hatırladığım tüm yılların en iyi yılı olduğunu düşünüyorum. İnsanlığın eski yaşamında sahip olduğu (paranın peşinden koşmak, aşırı vurdumduymazlık ve tek düşüncemizin almak ilgili olduğu diğer alma biçimleri, başkada bir şey değil) her şeyden sıyrılıp kurtulmaya başladığı yıldır. Bu yıl içinde, doğa geldi ve bize tokat attı, durmamızı emretti ve eve gidip kendimizi karantinaya almaktan başka seçeneğimiz yoktu. Salgın bizleri yaşam hakkında düşünmeye ya da en azından önceki yaşamdan kurtulmaya zorladı ve bu yüzden bu kadar iyi oldu.

İnsanlık için, 2020’nin sıra dışı bir yıl, “darbenin yılı” olarak hatırlanacağını düşünüyorum. İnsanların işe gittikleri, kendilerini eğlendirdikleri, seyahat ettikleri vb. gibi normal hayatlarını durduran bir yıl. Sanırım insanlar, aniden bu darbenin geldiğini, evden çıkmalarını, istedikleri yerde dolaşmalarını yasaklayan, sinema salonlarını, hatta parkları, bazen restoranları ve barları kapattıran bu özel virüsü hatırlayacaklar.  Başka bir deyişle, virüs, bizi başkalarına bakıp aynı şeyi yapmak istemeye zorlayan anlamsız yarışı durdurdu.

Barlara, sinemaya, seyahate ve benzeri yerlere gitme dürtüsü bizim doğamızda yoktur. İçimizdeki doğada olan şey, herkes gibi olma dürtüsüdür. Başkalarının bir şey yaptığını görürsem ve bana bunun iyi olduğunu söylerlerse, ben de aynısını yapmaya mecburum. Bizler, bir sürüyüz.

Ama çoban kim? Çobanlar,  bizi sinema salonlarına, barlara ve restoranlara gitmeye, seyahat etmeye ve kendileri için kazançlı ve onlara güç veren çeşitli faaliyetlerde bulunmaya yönlendirmek isteyen parası ve gücü olan insanlardır. Neyse ki bu yaşam tarzı sona erdi. Eskisi gibi olmayacağız. İnsanların önceki yaşam tarzına dönmeye çalıştığını görsek bile, bu işe yaramayacaktır. Aynı olmayacak, aynı hissetmeyeceğiz ve seyahat etsek, dışarıda yemek yesek ve daha önce yaptığımız her şeyi yapsak bile, daha önceki gibi bundan zevk alamayacağız. Acınası, boş, sıkıcı gelecektir.

Doğa bize yaşamlarımızla, doğal hazinelerle ve insan toplumuyla ilişkimizi değiştirmeyi öğretiyor. Yavaş yavaş Covid-19 pandemisinin bizi değiştirdiğini göreceğiz. 2020 yılı gerçekten çok özel bir yıldır; yeni insanlığın doğum yılıdır.

“Daha İyi Bir Dünya Hayal Edin, Gerçek Olabilir” (Linkedin)

Kırk yıl önce bugün öldürülen John Lennon, sınırları olmayan, açgözlülüğün ve açlığın olmadığı ortak bir dünya, hepsi sevgi olan tek bir dünya hayal etti – ve onun mesajı kitlelerin kalbine hitap etti. Daha hoşgörülü, eşitlikçi ve kucaklayıcı bir dünya fikri bugün hala yankılanmaktadır.

Herkesin içinde küresel bir sevgi hayali yaşıyor, bu yüzden zorlu ve yabancılaşmış bir dünyada, her şeyin ticari amaçlarla sömürüldüğü bu dönemde bile, hala sevginin hüküm sürdüğü filmleri izlemeyi ve çoğunlukla aşk şarkılarını dinlemeyi tercih ediyoruz. Dünyanın her yerinde tüm kültürler sevgi teması etrafında döner, ve zaman zaman nefret ortaya çıkarsa, sevginin güzelliği ile tezat oluşturmak için, çirkin bir kontrpuan olarak gelir. Bu doğaldır. Her insanın sevgi bağından daha fazla içsel arzusu yoktur. İçinde yaşadığımız zamanın ve çevrenin tüm materyalist katmanları yüzünden, onu çok istememize neden olur.

Yani Lennon’ın hayal ettiği dünya ütopik değildir. Sevgiyle dolu bir dünya güzeldir ve iyi bir hedeftir ve ilk önce bunu hedeflersek,  aramızda yerini bulmalıdır. Saça örülmüş çiçeklerin ve cıvıldayan kuşların sevgisi değil. Onlarda yanlış bir şey yok ama daha derin ve gerçekçi bir sevi deneyimi, insanın temel malzemesi ile inşa edilir. Buna “nefret” denir. Dünya böyle yaratıldı, aynı madalyonun iki yüzü, sevgi ve nefret, dengeye ulaşana kadar sürekli etkileşim halindedir.

Sevgi, iki insanın birbirini reddettiği hatta nefret ettiği bir durumla başlar ve farklılıkları silmeden, boşlukları görmezden gelmeden, görüş ayrılıklarının üzerine karşılıklı bir anlaşma inşa ederler. Bu, doğada var olan ve “Sevgi tüm günahları örter” adı verilen bir yöntemdir. Doğanın yaptığı gibi, karşılığında hiçbir şey beklemeden bu şekilde sevmeyi başaran biri, her zaman yaşam sevinci dolu yanan bir kalbe sahip olacaktır.

Bir gün başkalarının bizi sevmeye başlamasını beklemek zorunda değiliz, her şey tamamen kişiye bağlıdır. Kayıtsız şartsız sevgi dolu olmak istiyorsak, kendimizden çıkıp başkalarının içine nasıl gireceğimizi öğrenirsek, o zaman tüm hayal gücümüzün ötesinde, bizler için sınırları olmayan, açgözlülüğün ve açlığın olmadığı bir dünya keşfedeceğiz. Böyle bir kişi, dünyayı ayakta tutan ve her şeyi Bire bağlayan içsel gücü bulacaktır.

Twitter’da Düşüncelerim / 10 Aralık 2020

Ancak tüm ulus ve tüm dünya olarak birleşme çabasındaki içsel çabalarımız dünyaya barış getirebilir. Aksi takdirde her yerde patlayan hususlar ve baş gösteren savaş olacaktır. Ulusu birleştirme çabalarımızdan daha önemli bir şey yoktur.

Sorun, herkesin yalnızca kendisinin haklı olduğunu düşünmesidir.

Günahlar sevgiyi inşa etmeye yardımcı olur. Tüm farklılıkları sevgiyle örtmeliyiz. Birbirimize bu şekilde davranırsak, insanlar ve partiler arasında herhangi bir çatışma, saldırı veya düşmanlık olmayacaktır.

Doğruluğumuzun ve başkalarının hatalarının sorumluluğunu alarak ve tüm bunları, üzerinde sevgiyle örterek birlikte inşa edeceğiz.

Eğer her taraf ve her insan, diğerlerine karşı olumsuz, eleştirel duygularının karşıtlığına dayanan sevgi formunu inşa etmeye başlarsa, içeride nefret ve dışarıda sevgi olduğunda, o zaman tüm dünyanın ıslah olduğunu ve en iyi safhada olduğumuzu göreceğiz.

İnsanlar kötü olan her şeyi yok etmek ve hayatlarında sadece iyi şeylere sahip olmak ister. Bu yanlış yaklaşım. Kabala, tüm karşıtların nasıl bir araya getirileceğini öğretir. Biri diğerini bastırmaz.

Doğru kombinasyon ve entegrasyon ile birbirleri olmadan yapamayacaklarını anlarlar ve mükemmelliğe ulaşırlar.

“Kendine Güven Nedir?” (Quora)

Sevgi dolu, destekleyici ve cesaretlendirici değerleri koruyan, üyelerinin olumlu bir şekilde bağ kurduğu ve ortak bir uyumlu hedefe ulaşmak için birbirlerini desteklemeyi amaçlayan bir çevrenin parçası olarak, gerçek bir kendine güven elde edebilirsiniz.

Aksine, rekabetçi, bireysel ve materyalist değerlere değer veren ortamlarda yer aldığımızda, diğerlerinden daha küçük olma korkusunu hissederiz, bu da sonuçta egoist gururumuzun bir darbe almasından korkmaktır.

İnsan egosu, başkalarının pahasına memnuniyet alma ile ilgi sürekli endişe duyar. Bu nedenle, başkalarını kişisel çıkar için kullanma arzusundan kaynaklanan gurur, olumsuz, boş ve utanç verici bir niteliktir.

Sosyal çevremize göre saygı duyan ve saygısızlık eden sosyal yaratıklar olduğumuzdan, bu nedenle, bu egonun üzerinde birlikte ortak yüce bir amacı hedefleyen insan toplumlarında gerçek özgüvene ulaşabiliriz.

Bu tür toplumlarda gurur olumlu bir biçim alır: üyelerini incinmekten korur ve insan egosunun üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurmalarına izin verir, bu da genel olarak insanlık üzerinde olumlu bir etkiye sahiptir.

Kısacası, “Nefret ettiğinizi başkalarına yapmayın” kuralına uyan ve bu kurala bağlı kalarak, “Dostunu kendin gibi sev” e ulaşmayı hedefleyen bir toplumda yer aldığımızda, gerçek bir özgüven geliştiririz.

Doğal Kanunlar ve Hukuk Normları

Soru: Kişinin komşunu sevmesinin ve karşılıklı garantinin (Arvut), doğanın kanunları olduğunu yazmaktasınız. Dolayısıyla bunlara uyulmaması, insanlığın tarih boyunca karşılaştığı tüm sorunlara ve felaketlere neden olur.

Bu yasalara uyulmamasından kaynaklanan zararı, bilimsel olarak ispatlamak ve göstermek ve sonra bunları hukuki normlar olarak sunmak ve böylece duyusal olanı saymazsak, en azından dışsal bir tezahürde devlet tarafından korunmalarını sağlamak mümkün müdür?

Cevap: Güzel, doğru ve hatta belki doğru olsalar bile,  topluma uyamayacakları yasaları ve davranış kurallarını empoze edemezsiniz. Onlar doğada varlar.

Ancak insanlık henüz onları yerine getirme ihtiyacı için olgunlaşmadı. Sadece fark ettiği/anladığı şeyi yapabilir, bir gereklilik olarak görür, bu yasaları kendi içinde nasıl gerçekleştireceğini anlar ve onları koruyan bir çerçeve yaratır vb.

Örneğin, canlı organizmaların daha düşük seviyelerde etkileşime girdiği,  karşılıklı garanti yasası ( Arvut ) olduğunu biliyoruz, ancak bunu bir devlet yasası olarak tanıtamayız çünkü insanlar yine de buna uyamayacaklardır.

Önümüzde olan, bizim içinde olduğumuz, cansız, bitkisel ve hayvansal doğanın fiziksel, kimyasal ve diğer yasalarını ifşa ediyoruz. Bu yasaları anlayarak herkese açıklıyoruz çünkü onlara uyulmaması hemen cezayı gerektirir. Ancak doğada öyle yasalar vardır ki, bunların uygulanması veya yerine getirilmemesi anlık bir ödül veya cezayı gerektirmez.

Soru: Sonuçları hemen görmüyor muyuz? Ya da görüyoruz, ancak nedeni sonuçla ilişkilendiremiyor muyuz?

Cevap: Evet. O yüzden, bu doğa yasalarını toplumun yasaları olarak tanıtamayız. Toplumu, dünya bilimleri seviyesinde, eylemlerini kendi gözleriyle gördüğü veya gerçekleştirdiği noktaya çekmeliyiz. Ya da bunu kendi içinde ahlaki davranış yasaları olarak, doğru etkileşim olarak hisseder.

O zaman onlara girebilirsiniz. Aksi takdirde, toplumu parçalarsınız, köklü değişiklikler yaparsınız ve insanlar arasında zorla iyi ilişkiler kurulduğunda, Rusya’da olan başınıza gelir, gerçi egoist olduklarından, bunun neden kendilerinden istendiğini hiçbir şekilde anlamadılar.

“Kudüs, Dünyanın Kalbi” (Thrive Global)

Pandeminin kararlılığı ve küresel yayılımını sürdürme azmi, uyuşukluk yarattı ve bizi uykuya daldırdı.  İnsanlık genelinde, genel bir yorgunluk yayıldı, bu nedenle herhangi bir memnuniyet kaynağı bulma dürtüsü sadece doğaldır. Son zamanlarda, dünyayı kasıp kavuran kolektif bir dansa dönüşen,  Zulu dilinde bir şarkı (Jerusalema), umut mesajı ile birlikte geldi. Onun büyük bir hızla yayılması, insanların bağ kurmak için ne kadar istekli olduğunu gösterir. Şimdi soru, bu bağ duygusunun daha yüksek bir birlik düzeyine, kalıcı neşe vermek için fiziksel eylemlerimizi ve aramızdaki mesafeleri aşan bir duruma nasıl yükseltilebileceğidir.

Öğrencilerimden bazıları bana küresel sansasyon olan “Jerusalema” hakkında sorular sordular, Güney Afrika melodisinin, Covid-19 kısıtlamaları sırasında ruh halini yükseltmek için, gezegenin her yerine yayılan grup dansları nedeniyle karantina marşı haline geldiğini açıkladılar. Cevabım, özellikle bir grupta dansın, beraberlik hissi verdiği için olumlu bir aktivite olduğudur. Aynı zamanda, insanlığın çaresizlik hali, salgın darbeleri biter bitmez ve herkes kendi yerine ve belirsiz gelecekle ilgili endişelerine geri döner dönmez, yeniden ortaya çıkmayı bekliyor olacak.

Diğer bir deyişle, eğlence amaçlı bir grup aktivitesi, bir tür terapi ve gerçeklikten kaçış görevi görür, ancak küçücük bir virüsün bize ne öğretmeye çalıştığına dair anlamlı sorularla zihnimizi bilemeden gözlerimizi korkmuş çocuklar gibi kapatmamıza izin vermez. Pandemi, dünyanın durumunun, şimdiye kadar neyi yanlış inşa ettiğimizin ve insanlığın ıslahı/iyileşmesi (virüsün daha iyi bir yaşam hedefine doğru aramızdaki bağ ihtiyacını uyandırması) için neyin tersine döndürülmesi gerektiğinin daha derin bir incelemesini gerektiriyor

İlginçtir ki, şarkının teması olan Jerusalema, yuva olarak, hayatta özel bir yer olarak, Kabala bilgeliğinde derin bir perspektifle açıklanabilir. Ari’nin Hayat Ağacı adlı kitabında, eğer bir kişi, başkalarına karşı doğru sevgi ve ihsan etme tavırlarıyla üst gücün ifşasına ulaşırsa, fiziksel bir yeri değil, mükemmel bir birlik durumuna atıfta bulunan “Jerusalem/Kudüs” denilen özel bir niteliği keşfedeceği yazılıdır.

Bu nedenle, üç büyük dünya dini için kutsal bir şehir olan bugünkü Kudüs, peygamberler ve bilgeler tarafından yazılan gerçek Kudüs değildir. Jerusalem (Yerushalayim), hepimizin aramızdaki ilişkilerde mükemmelliğe ulaşıp, birbirimizi tamamladığımız “mükemmel şehir”i (Ira Shlemah) belirtmektedir. Karşılıklı ilgi ve empatiyle, duygularımız ve düşüncelerimizde birbirimize yakınlaştıkça, hayatlarımız için yepyeni bir amaç keşfederiz. Kendimizi doğada var olan, mükemmel küresel birbirine bağlılık ve karşılıklılık ile uyumlu hale getiririz.

Kudüs, kalptir, dünyanın merkezi, tüm arzuların ve özlemlerin merkez üssü, her şeyin karşılıklı sevgiye dayandığı bir koşuldur. Kalplerimizin bağıyla böyle bir duruma ulaştığımızda, sadece yeni geçim duygusunu, yüksek ruh halini ve enerjiyi harekete geçirmekle kalmayacağız, aynı zamanda sınırsız ve ebedi sevince de erişeceğiz.